31 Mayıs 2009 Pazar

Faydalı Post

Geçen haftadan beridir ha bugün yazarım, ha yarın diye diye boşladığım mühim bir üründen Ex-sir'den bahsetmek istiyorum.

Bende üyesi olduğum FikriMühim sayesinde haberdar oldum.
Kısaca ürün,% 100 bitkisel meyve sebze arındırma konsantresi olup sebze meyveleri her tür böcek ilacı, mikrop, parafin ve gübre kalıntısından arındırıyor.
Kullanımıda çok basit. 2 litre suya 1 kapak Ex-sir koyuyorsun ve temizlemek istediğin sebze meyveyi içine atıp 2-3 dk. kadar bekletip ovalıyor ve daha sonra temiz suyla yıkıyorsun hepsi bu. Ben özellikle maydanoz, dereotu, brokoli ve çilekte acaba tam temizlendi mi? sorusuyla boğuştuğumdan Ex-sir ilaç gibi geldi.
En önemlisi % 100 bitkisel bir ürün olması ve tamamı Türk gıda mühendisleri tarafından üretilmiş olması.

Belki dikkatinizi çeker diye yazmak istedim. Bu aralar tv de reklamları dönmeye başladı zaten ve bizim semt marketine de çoktan gelmiş. 500 ml Ex-sir ile 17, 1 lt. ile 34, 2.5 lt. ile 85 yıkama yapılabiliyor.

Daha detaylı bilgiye sitesindende ulaşabilirsiniz

30 Mayıs 2009 Cumartesi

Olmalı mı , Olmamalı mı????

İnsan psikolojisi çok garip. Bir gün mutluluktan ölmek üzereyken ertesi sabah güne asık bir suratla başlanabiliyor. Bugün öyleyim işte. Asık, aksi ve şirret.

Yüksek Sadakatin Hadi Gel İçelim diye bir şarkısı var. Şarkıda dediği gibi her şeyini al içelim diyen samimi bir arkadaş grubu isterdim. Şöyle sırtımı sıvazlayıp takma kafanı diyen birileri olsa... İçimi sıkan acıtan her şeyi bir anda atıp kurtulmak isterdim.
İnsan mutluyken bunun üzerine pek düşünmüyor. Yani neden mutluyum diye sorgulamıyorsun fakat üzgün olduğunda derin bir çözümlemeye dalıyor insan. Neden mutsuzum? neden bu kadar üzgünüm diye düşünüp duruyorsun.

Dün akşam yeni doğum yapan bir kadını ilk kez ziyarete gittim. Yüzündeki ifadeyi anlamaya çalıştım. Hiç bir şey hissetmiyorum şu an normal mi? diye sordu. Bebeğini tam olarak göremediğini çünkü doğrulmakta zorluk çektiğini filan anlattı. Bebeği emzirebilmek için yatağı biraz kaldırdılar. Biri bebeği tuttu o göğsünü bebeğe vermeye çabaladı. Tam olarak göğsünü bebeğe doğru konumda veremediğinden zorlanıyordu. Sezeryan doğumun çilesi. Onları izlerken, içimde beni gıdıklayan bir şey vardı. Biraz ürktüm sanki. Yani sabah hamileydi akşamsa kucağında bir bebek göğsünü ona vermeye çabalaması, bilemiyorum ürktüm bu durumdan.
Oda ufaktı zaten ve bebeği hep annenin odasında bıraktılar. Bebeği gün içinde sadece emzirmek için getiriyorlar sanıyordum. Gece anneyle olması tamam ama gündüz odaya giren çıkan bitmiyor. Ben böyle hindi gibi düşünürken, içeriye birden ziyaretçi ordusu daldı. Yani kadın emzirmeye çabalıyor ama kimse oralı değil. Bu ne saygısızlık. Ben zaten emzirmeye başladığında odadan çıktım yani neden kalabalık yapalım içerde. Kimse oralı olmadı ve ben çıldırdım Tanrım delirdim. Yani orda yatan ben olsaydım ne yapardım bilmiyorum bir kere bebeğimi emziriyorum çıkabilir misiniz? diye söylerdim muhakkak. Kendi kendimi yedim durdum heleki parmağıyla bebeğin ağzına burnuna dokunan o kadını var ya... Aghhh! çok sinirlendim ya! Banada illa kucağına al dediler ama hem bebeği rahatsız etmek istemedim hemde daha yeni doğmuş bir bebeği kucaktan kucağa dolaştırmayı doğru bulmuyorum. Şöyle biraz toparlansın gözü açılsın zavallının sonra sev ama yok illa o yumuk şeyi koldan kola almak icap ediyor. Bu nedir yani. Birde bir çocuk vardı yanlarında oda tutsun demezlermi, artık kan beynime sıçradı. Allah'tan kalkalım biz dedik, anneye sana sabır! diliyorum dedim. Sonra dışarıda yeni annenin kız kardeşine biraz durumun berbatlığından dem vurdum. Bu kadar müsamaha göstermeyin valla ben şimdiden söyleyeyim ben doğum sonrası çok şirret olurum sonradan bana darılmayın dedim.

Bu sabahki bu boktan ruh halimin sebebi bu işte. İçimden doğurmak filan gelmiyor! İstemiyorum galiba...

29 Mayıs 2009 Cuma

Haftanın Özeti

Yuppi!, hafta sonu geldi. Bu hafta olanlar kısaca şöyleydi.

Öncelikle kaybolan yüzüğümü buldum.
Nerdeymiş? diye merak edenler için söylüyorum, ofiste masamın yanında duran çöp kovasına atmışım! Aklım başına erken geldi de gidip birde çöpe bakayım, benim sağım solum belli olmaz dedim. Dediğim gibi olmuş. Ellerimi kurulayıp bir güzel kağıt havluya sarıp atmışım. Allahtan bizim ofiste çöpler grizu patlaması aşamasına gelmeden toplanmıyor yoksa çoktan gitmişti benim yüzük.
Diğer yandan, daha yüzüğüme sahip çıkamıyorum fakat çocuk yapma derdindeyim. Allah akıl fikir versin bana!

Neyse, diğer güzel haber Banu’lar beğendikleri evi nihayet aldılar. Kendim için bile bu kadar memnun olamazdım. Çok mutluyum. Sağlık huzur ve neşe içinde oturmalarını diliyorum.
Yeni ev hazırlıkları ne keyifli. Daha gelinlik bakılacak bol eğlenceli günler bekliyor bizi.

Dün akşam Ankara’dan dayım geldi. Gece bende kaldı. 03:00’ e kadar oturduk. Çok keyifliydi. Eskiden yeniden konuşup bolca gülüştük.
Dayımı misafir etmek beni çok duygulandırdı. Ben ne zaman büyüdüm, ne zaman kendi evim oldu da misafir ağırlıyorum. Her şey şaka gibi.
Bu akşam Memo’nun bugün doğum yapan kuzenini ziyarete gidicez. Bakalım durumu nasıl.
Bebek ne alemde.

Durumlar böyle işte. 8 gün sonra yola çıkıyorum. Önümüzdeki haftada iş bakımından çok yoğun geçecek. Ama sonra bütün dertleri arkada bırakıp kafamı dinliycem. ,
Tatil, seni çok seviyorum.

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Kızgın Kumlardan, Serin Sulara

Tatilde dinlemek için MP3 çalarımı düzenliyorum. Yanıma sadece Michael Jackson’un en sevdiğim iki albümünü alıyorum. Off the Wall ve Thriller arada diğer albümlerden belli başlı şarkılarda var. En keyif aldığım albümdür Off the Wall. Get On the Floor’u dinleyip güneşin altında yatmak ne şahane olacak. Çok hevesleniyorum inşallah bir aksilik olmaz.
Bir yandan da eksik listemi çıkartıyorum. Aslında fazla bir şey yok.
Ekstra almam gerekenler; bir yedek bikini, Memo’ya bir şort daha ve plaj terlikleriyle güneş kremleri. Başkada bir eksiğim yok.

Ya! çok kötü bir şey oldu. Hani yeni aldığım yüzüğüm vardı ya, o kayboldu. Görgüsüzce buradan resimlerini koyduğum yüzüğüm..Galiba ofiste kaybettim. Bir türlü bulamıyorum. Çok üzgünüm .Böyle bir şey nasıl olur anlayamıyorum. Kocaman yüzüğü kaybetmeyi nasıl başarabildim. Çok ama çok üzgünüm. Çok seviyordum o yüzüğü.
Sanki bir yerden çıkıverecekmiş gibi geliyor ama bu sadece mucize olurdu.

Neyse, an itibarıyla 13 gün kaldı izne çıkmama. Ne şahane, hatta çok şahane. Çok mutluyum. Ama birden aklıma yüzüğümü kaybettiğim gelince çok üzülüyorum. Hani dünyanın en güzel yüzüğü olan. Bir eşi daha olmayan kıymetli yüzüğüm vardı ya, o işte.
Tanrım! Nasıl kaybedebildim yüzüğümü. Nasıl, nasıl,nasıl???

24 Mayıs 2009 Pazar

Yeni Haftaya Başlamadan Evvel...

Çok yoğun geçen bir hafta daha bitti. Yeni haftanın başlamasına çok az kaldı. Bu pazar günü neden bu kadar hızlı geçer anlayamıyorum.

İş yerinde çok yoğun çalıştık bu hafta. Cumartesi günüde işe gittim. Bunun sonucunda sabahtan beridir sürekli tik şeklinde seğiren iki adet göze sahip oldum. Ne mutlu bana. Bu yaşıma bir daha geri dönebilecek miyim? Neden kendimi bu kadar hor kullanıyorum sanki.
Neyse, dün işten çıkınca Memo'yla buluştuk. Ne sabah kahvaltısı ne öğle yemeği yemediğimden çok acıkmış bir şekilde bir sürü sağlıksız şey yedim. Sonra sinemaya gittik Melekler ve Şeytanlar'a. Film başlamadan evvel bir sürü jelibom aldım. Şu vampir dişleri şeklinde olanlardan. Onlarla bir süre Memo'ya maymunluk yaptıktan sonra film başladı zaten. Ben filmi beğendim. Kitabı okumadığım için sadece filmi izlemeye gitmiştim. Mukayese etmeye çalışmadan izlemek keyifliydi. Tom Hanks'in olması yeterli zaten benim için :)

Film sonrası Memo'nun yazlık dolabı için pantalon ve gömlek aldık. Ayy! çok zor beğeniyor çok!!!
Eve gelince direk yatıp dinlendik sonrada saat 22:00'de kalkıp yoğurtlu erişte yaptım. Çok sağlıksız bir yemek düzenimiz vardı bu hafta. Neyse, önümüzdeki maçlara bakıcaz artık.
Bu arada, bu ay yaz tatilimizide ayarladık. Haziranın yedisinde bendeniz Memo'suyla beraber Antalya\Belek yollarında olacak. Bakalım verdiğimiz paraya değer umarım.
Temmuzda düğün olduğundan, ağustosta Ramazan gelmesinden sebep en iyisi Haziran dedik. Gitmemize az kaldı diye habire yapılacaklar listesi hazırlıyorum. İş çok ama hiç oralı değilim. Halen bikini almam lazım diye dolanıp duruyorum.

İşte böyle. Gidip gözlerime çayla pansuman yapıp biraz uzanayım. Göz doktoruna gitmem lazım. Bak işte bu da yapılacaklar listesinden bir madde. Off!

15 Mayıs 2009 Cuma

Bugünden

Bugün Cuma diye keyiflenirken, Memo’nun verdiği bir haber bütün sinirlerimi altüst etti. Tamda öğle yemeğine 1 saat kala. Sinirlendim ama sonra sakinleştim. Bunca yılardır sinirlendin üzüldün ne oldu sanki, bundan sonra böyle dedim. Kasmıyorum kendimi. Herkese ne oluyorsa bana da o olmayacak mı?. Nihayetinde ölüp gitmeyecek miyiz?
Üzülüp sinirlenip neyi değiştirebildim bugüne kadar?

Ben böyle kendimle cebelleşirken, öğle tatili de gelmişti. Attım kendimi yollara. Şişli’ye doğru yürümeye başladım. Önce kendime iki adet sutyen aldım. En önemli ihtiyaç bir yerde. Ondan sonra Şişli Etfal’e dönen yolu filanda geçip biraz daha yürüyünce cadde üstünde, sağ kolda bir cafe çıkıyor karşınıza. Pizzadan makarnaya efendime söyleyeyim hamburgerden fajitaya kadar güzel bir menüleri var. Bu senenin ilk lezzetli limonatasını orada içtim, yanında da mihaliç peynirli tost vardı. Vaktim yok diye hızlı gelecek bir şeyler söyledim ama ilk iş daha uzun oturmaya niyetliyim. Özellikle yanımda Banu veya Burcu olursa daha makbul olur. Yeni mekanım burası olacak sanki hissediyorum.

Sonbaharda sarı mandalinaların bende uyandırdığı coşkuyu baharda da çilek yaşatır. Kokusu beni mest eder. Çilekli her şeyi çok severim. Demem o ki, dün akşam çilek reçeli yaptım.



Açık konuşalım bu benim ilk reçelim. Bu işleri annem yapardı, ben bulaşmazdım. Ama evlenip kendi mutfağının hanımı olunca insana bir özenme geliyor. Efendim benim neyim eksik Martha Stewart’dan, ne biliyim bir Soule Mama’dan diyorsun.

Reçel yapmaya pek bir hevesliydim ama bir haftadır evde çilek ve şekeri buluşturamadım. Şeker almam gerek diye markete gidip alakasız şeylerle döndüğüm çok oldu. Nihayet şekeri aldım bu seferde her gün köşe başında çilek satan amca gözükmez oldu. En nihayet dün akşam çilekçiyi bulunca zeki bir kadın olarak birer kiloluk iki poşet çilek aldım. Daha önceki tecrübelerime dayanarak, bir kilo çilekle reçel yapmaya heveslenip yıkarken yarım kilosunu yediğimden, reçel yapmaya elde bir şey kalmıyordu. Bu arada aralara ezikleri de kakalamışsın bey amca, seni akşam saygıyla andım haberin olsun!. İnsan erimiş çilekleri biraz ayıklar yani…
Neyse, eserimi her zaman olduğu gibi Memo’nun üzerinde test ettim. Reçel müptelası olmayan biri olarak, çok beğendiğini, on numara olduğunu filan söyledi. Ama bu görüş beni kesmez illa anneme yedirmem gerek. O beğenirse tamamdır bu iş. Ben reçel uzmanıyım diye böbürlenebilirim.

Şimdi hedefim kayısı reçeli. Ondan sonra annemin bahçesinden gelecek vişneler. Eylemlerim devam edecek.

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Bozkırın Kokusu

Baş ağrım ayyuka çıkmış durumda. Buna bir çare yok ama durumu az biraz katlanılır kılan tek şey Kitaro dinlemek. Bilmem bu yaşıma kadar kaçıncı kez Flying Celestial Nymphs’ı dinledim ama her seferinde şimdi olduğu gibi, ilk kez dinlercesine keyif almışımdır.

Ben Kitaro’dan asla sıkılmam. Onun müziği beni olmam gereken yerde hissettiriyor. İçimdeki o sayısız küçük adamların susmasını sağlıyor. O anda hepimiz bir bütün olabiliyoruz işte. Hiçbir çekişme olmadan kavgasız ve sakin olabiliyoruz. İşte bunu sağlayan yegane şey Kitaro’nun müziği oluyor. Kalbimde gömdüğüm her şeyi en gizli kalan o çılgınca hayallerimi düşünüyoruz beraberce. Olabilir belki diye bir kez daha kalbimden geçiriyorum. Bir gün Orta Asya’ya gidebilirim diyorum. Gizli gizli söylüyorum bunu ama o küçük adamların her birisi bir ağızdan bana evet diyorlar gidebiliriz. Altın elbiseli adamı görebiliriz. Belki o sayede içlerindeki o mahzun olanda, hep kendini gurbette hisseden hani, işte onunda yüzü biraz güler belki. Silk Road’ı her duyduğunda kafamda inceden bir gurbet ağıtına başlamaz belki diyorum.
Hepsi haklı ama en çok onun dileğini gerçekleştirmek istiyorum. Biliyorum o, çok çok ama çok eski bir atadan bana miras kalan bir genin armağanı. O gen sadece vatan hasretiyle yüklü çünkü sahibi, yakasına kutlu bir lale takıp dolunayda sefere çıkan bir asker. Arkasında sevdiği kadını bırakmış olan ve topraklarına dönemeden ölen. Son bir kez belki benim gözlerimle bir kez daha bozkırı görmek isteyen ve rüzgara karşı atını sürmek isteyen biri. Ben olmazsam benim genlerimle devam edecek olan bir hasret arayışı. Çünkü ben buna yürekten inanıyorum. İnsanın gözlerinin mavi olması iki kuşak önceki halasından miras kalabiliyorsa, özlemleri ve içlerindeki uhdeleri de gelecek nesillere aktarılabilir. O yüzden hiç olmadık bir anda ben sanki bu anı daha öncede yaşadım diyoruz. Bu şarkı beni neden böyle kötü yapıyor diye dertleniyoruz.. İşte içimdeki bu sızının kaynağını o sefer yolunda ölen yalnız adama bağlamak beni sakinleştiriyor. Ah! bu romantizm beni büyülüyor

Eğer oraya varamadan ölürsem vasiyetimdir çocuklarıma ve onların çocuklarına ve dahi onlarınkine de mutlaka varmanız gerek o topraklara. Onun için ve benim için bir şaman ayininde kaldırmalısınız kadehlerinizi şerefimize. İşte o zaman inceden bir yağmur yağacak gökyüzünden ve o bizim sevinç gözyaşlarımız olacak.

9 Mayıs 2009 Cumartesi

Keyifli Cuma - Ertesi

Mayıs ayında cumartesi sabahları ne güzeldir. Sevgiliyle edilen kahvaltının tadı bir başkadır. Balkon kapısı nihayet tüm gün açıktır, tüller ahenkle uçuşur ve hatta sardunyalarım bile ilk çiçeklerini açmıştır.

Lafın kısası dün akşam Memo geldi :) :) :)


Onun gelişi şerefine rakı+balık ikilisini düşünmüştüm. Aslında bu yalan bir cümle oldu. Bendeki rakı sofrası hayali, çarşamba günü Aydın Boysan'ın Şerefe kitabını okumamdan sonra nüksetmişti. Bu coşkuyu cuma akşamına kadar saklı tutarak, Memo'nun gelişi bahanesiyle sofrayı donattım. Mezeleri abartmıyım diyorum ama yinede az az olmak kaydıyla sayı hesabını kaçırıyorum. Velhasıl içmeye bahane bulmaktan kolay ne var ama Aydın Boysan'ın kitabını okuyun derim ben. Rakı içmek bir sanattır diyor üstad. Daha ne desin.


Bugüne geri dönersek, kahvaltı faslından sonra Dalton pijamalarımla keyif çatarak geçti.


Tüm günümü üçlü koltuğa yayılıp günün gazetelerini okuyarak, ardındanda film izleyerek geçirdim. Arada çamaşır mak. dolup boşaldı ama o işten sayılmaz. Memo'ya Magnum siparişi verdim, arada baton ekmek arasına akşamdan kalan humusu sürüp götürdüm filan.

Akşam üzeriyse sütlü kahve içip kitabımın kalan son sayfalarını okudum.




Az öncede annemi aradım, dolma sarıyormuş. Yarın Anneler Günü diye hazırlık yapıyor işte. Çok tuhaf, üç çocuk büyütüyorsun sonra onlar ayrı evlere dağılıyor yavaş yavaş. Bir pazar sabahı yine kahvaltı sofrasında buluşuyorsunuz. Anne dolmalarını yerken, içimden kim bilir bende böyle olacak mıyım? diye geçireceğimi şimdiden biliyorum.

Şimdiden tüm annelerin ve anne adaylarının bu güzel gününü, Anneler Gününü kutlarım.

5 Mayıs 2009 Salı

Akşam Üstü Gevezelikleri

Böyle ne biliyim denk mi düştü nedir, son zamanlarda okuduğum tüm kitaplar hep dönem kitaplarıydı. Çoğunluğu anı veya bibliyografi. İçimde beni, 1940’lı 50’lı yıllardan fırlayıp geliveren bir kadın silueti takip eder oldu. Dudaklarımda hep en dişisinden kırmızı bir ruj olsun istiyorum. Saçlarım sarı, kirpiklerim uzun ve siyah olmalı. Dudağımın kenarına bir ben bile yapabilirim göz kalemimle.

Diğer yandan Banu sarı saçlarının boyasını kapatmak için siyaha yakın bir renge boyatmış saçlarını. Ah! bu yeni haline bayıldım. Yüzü daha canlı ve sağlıklı görünüyor. Bu savımı sarı saçlarımı kıskanıyorsunuz diye çürütmeye çalışsa da, bence ona koyu saç daha çok yakışıyor. Bense uzun pırasa saçlarımı düğün günü ne şekle soksam diye düşünüyorum. Aklımda olan şey, şöyle yandan eski model bir topuz ve hatta minik tüllü bir şapkam bile olabilir . O kadar uçmuş vaziyetteyim.

Bu arada uzun zamandır aradığım Maria Calas CD lerini buldum çok mutluyum. Başka aklıma gelmeyen neler var? Ah! tabi ya, Burcu’nun artık laptobu var. Sonra büyüdükçe çok güzelleşiyor.
Bunu okursa mahcupça başını önüne eğip tebessüm eder şimdi.
27 Mayıs günü 19 olacak olan pek kıymetli kardeşim, hediye olarak Kızarmış Yeşil Domatesler filminin DVD’sini istemişsin. Birde o erik gözlerin için, göz kalemi ama siyah olacak illaki. İsteklerin bile o kadar mütevazi ki, hep daha fazlasını yapmalıyım diye çırpınmama neden oluyor. Bunları oldu bil, başka?...

Not I: “Ben iyiyim gerçekten”. Son bir haftadır telefonda mütemadiyen kurduğum cümle bu. Çok sıkıldım. İlgi alakayı sevemeyen, don bir insanım ben evet kabul ediyorum. Sıkılıyorum ne yapabilirim ki.

Not II: Memo’nun gelmesine üç gün kaldı…

4 Mayıs 2009 Pazartesi

Kulağa su kaçarsa

Bu hafta Memo’suz başladı benim için. Bir hafta boyunca Karadeniz yollarında seyri seferde kendileri. Gün boyu acı kahvemden bir sürü yudum aldım, başımı işime gömdüm. Akşam annem ve Banu bana gelecekler tesellisiyle güne karışıp gittim.
Ah! anneciğim bana yayla çorbası yapsın istiyorum, yanında illaki çoban salata.

Biliyor musunuz ? geçtiğimiz cuma akşamı yatağa düştüm yine. Tansiyon düşüklüğü, kalp çarpıntısı bir sürü panik atak durumları v.s. Meğer ben kendimi bir şeyim yok iyiyim diye mahsuscuktan oyalıyormuşum bunca zaman. Ne kötü. Milyon ton çikolata bile derdime deva olamazdı o gece. Göğsümde havalanmak için çırpınan zavallı bir kumru vardı. Bir türlü kaçamadı göğüs kafesimden.
Sonrasında lanet olası anti-depresana ivedilikle geri dönüş kararı beni çok üzdü. Geçmiş olsun demek için arayan her insan evladının, ilacını içmiyor muydun yoksa? diye çıkışmasına çok içerledim. Doktorunla görüşmelisin diye dip not düştüler birde. Herkes ulema, bir ben cahil ne kötü değil mi?
Sanki o ilaç olmadan yaşanamaz mı? arada tekliyorum ama sonra hemen kalkıyorum ayağa. Acımadı ki diyorum herkese. Düştüm ama bir şey olmadı iyiyim işte.
Kimseye söylemeyin ama almıyorum işte o ilacı. A l - m ı - y o - r u m !!!
Oh! be. Her kuyuya bağırabilirim şimdi Midas’ın kulakları eşek kulağı diye.

Aman, sıkıcı şeyleri boş verin. Neyse, deyin devam edin.

Neyse boş ver, nerde kalmıştık?
O kadar çok rüya görüyorum ki, hangi birini not düşeceğimi şaşırdım diyecektim. Mesela, evvelsi gece 2. Dünya savaşı zamanı Japonya’daymışım. Ben bizzat kendim olarak, bir hendeğin içindeyim. Yazmaya çekiniyorum ama hendek lağım hendeği, hem de her tarafım bubi tuzağı dolu! Bir şekilde oradan çıkmam lazımdı, hem de düşmana filan yakalanmadan.
Dün geceyse, döne dolaşa koleksiyoncularda Ermenice bir kitap arıyordum ama yetmemiş olacak ki, bu seferde küçük halamı gördüm rüyamda. İki kızı var ve onları Kabala inancına göre yetiştiriyormuş. Çocuklar bana dert yanıyordu annelerinden. Bende tam ateşli bir biçimde halama çıkışmak üzereyken saatin alarmı çaldı.
Memo benim bu delibozuklularıma, okuduğun kitapların etkisinde kalıyorsun, bilinç altında aşırı birikme oluyor diyor ama vallahi bu zamana kadar okuduğum bir kitapla ilgili rüya görmedim henüz.

Memo bu hafta yok demiştim di mi?. Ama annem var ve o bana yayla çorbası yapacak ve illaki çoban salata. Ben hiçbir şeye üzülmeden, göğsümdeki kumruları sakin tutmayı becerecek ve Cuma günü uzun saçlarımı güzelce taramış olarak kapıda Memo’yu karşılayacağım. Her şey iyi, her şey güzel olacak.