30 Ekim 2009 Cuma

Bereket

İstanbul'a yağmurlar geldi ne güzel. Memo hiç sevmez yağmurlu havayı. O kuru soğuğu sever. Bense yağmurda siyah kazak giyip kırmızı ruj sürmeyi severim.
Saçlarımın ıslanmasını ve dumanı üstünde gelen çay bardaklarının içimi ısıtmasını severim. Yerdeki her ıslak yaprağın fotoğrafını çekmeyi ve şehrin kokusunu severim.

Yağmuru İstanbul'a çok yakıştırırım. Böyle günlerde kendimi yollara vurmak ve bolca gezmek isterim. Her ara sokağa girip çıkmayı, her vitrine bakmayı ve oturduğum kafenin camından insanlara bakıp, benimle ortak bir yanları var mı diye incelemeyi severim.
Yağmur yağdığında kitap okumanın tadına doyum olmaz. Limonlu bir kek çok şahane olur ve çorba en kral yemektir. Kalorifer peteğine sırtını yaslamak ne şahanedir. Ayağa giyilen yumuşacık bir çorap dizlere çekilen sıcak bir battaniyenin ve yanı başında sevgiliyle izlenen filmin tadı bam başkadır.

Yağmurun sesini dinleyerek uykuya dalmayı kim istemez? Şemsiye altında hayaller kurmayı ve başımın üstünde bir çatım var diye şükretmeyi ve daha sayısız bir sürü güzelliğiyle yağmuru, Memo hariç kim sevmez ki?

29 Ekim 2009 Perşembe

En Güzel Bayram




86. yılında ilk yılın coşkusuyla, Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.

28 Ekim 2009 Çarşamba

Dün Akşam


Dün akşam annem bana süpriz yaptı. Teyzeme gelmiş önce. Askerden kazasız belasız dönen üçüzleri için dün mevlüt okutturmuş teyzem. Teyzemin üçüzleri var evet. İki erkek bir kız. Hemde teyzemin doğal yollardan üçüz gebeliğiydi. Tüp bebek filan değildi. İki erkek çocuğuda önceden vardı. Yani bilemiyorum kendimden korkuyorum bu konuda. Ailede vardı diyebilirim yani :)

Neyse, annem oradan akşam üstüde bana geçmiş. Eve bir geldim yemek kokuları geliyor. Bir an hayal gördüğümü düşündüm ama işte annem gelmiş bize taze fasulye pişiriyordu. Bense elimde tost ekmeği ve kaşar sucuk paketimle kala kaldım. Yemek yok kahvaltı yaparız diye düşünmüştüm ama bunun yerine güzel bir akşam yemeği yedik. Allah'ın sevgili kulu olduğuma bir kez daha inandım.
Benden biraz sonra Burcu'da geldi. Tatil sebebiyle Edirne'den İstanbul'a gelen Burcu Hanım artık kendi evi olduğu için çok rahatmış bu yüzden üşenmiş İstanbul'a gelmeye. Bizi özlediği için gelmiş yoksa İstanbul özlemi gibi bir derdi yokmuş.
Dün akşamın tek eksiğiyse Banu'ydu.

Bu aralar en çok hayalini kurduğum şey Tefal'in düdüklü tenceresi. Banu'yu her aradığımda duyduğum "şahane bir şey!" sözü beni hepten tetikliyor. Her an bir Tefal mağazasına doğru depara geçebilirim.

Aklımda ki alınacaklar listesine, her daim bir madde daha ekliyor olmam gittikçe vahim bir hale gelmekte. Hayalde kuramadıktan sonra ne anlamı var kardeşim deyip kendimi teselli ediyorum.

Bu arada pazar günü Memo'nun hadi İkea'ya gidelim demesiyle çok mutlu oldum. Fakat çok kalabalıktı ve biz otoparktan giriş katına çıktığımızda şaşkınlıktan kalakaldık. Çocuk çığlıkları ve kasalardaki insan selini görünce başım döndü. Tuvalete girip ihtiyaç molası verdik ve aynen otoparka inip evimize döndük. En güzeli hafta içi ama onada zaman yok.

27 Ekim 2009 Salı

Geveleme


Deli miyim neyim? Yazdım, yazdım sonra hepsini sildim gitti. Bazen iç baymada üstüme yok!

Onca kelime yazana kadar direk konuya gelseydim ya.
Yani demem o ki, ben salıyı severim. Hemde pek çok.
Ama anahtarımı evde unutmuş olmasam daha iyi olurdu!

26 Ekim 2009 Pazartesi

Kıymetli Pazartesim Çok Tuzlu Bir Zeytin Gibisin Yine Bugün

Sabaha mutsuz başlamadım aslında. Hatta eski saate göre kalkıp evde dolanırken, sonradan normal saate göre aslında saatın 06:30 olmasını fark etmem filan güldürdü beni. Kahvemi hazırladım, kendime ekmek kızarttım ve tamda tereyağ sürdüğüm ekmeğimden koca bir lokma ısıracakken, Funda'nın sayfası açıldı. Elimde ekmek yazdıklarını okudum, boğazıma yumru oturdu bir güzel. Eh, be! pazartesiden zaten ne beklenir?

Tepsidekileri bıraktım bir kenara, gittim kös kös giyinmeye. Daha sabahın yedisinde böyleysem kim bilir gün içinde daha neler olacak? Bismillah yahu!

23 Ekim 2009 Cuma

Mim

Çok yorgunum. Berbat bir hafta geçirdim. İş beni çok yordu. Anlatılamayacak kadar çok. Üstelik cumartesi işe gitmem gerek. Ne büyük bir acı :(

Neyse...
Bilgisayar karşısında çalışmaktan sebep, sol gözümde bir kan pıhtısı oluştu. Fakat buna rağmen, Yeliz'in mim konusunu cevaplandırayım dedim. Böylede şahane bir insan evladıyım işte! Geçen seferde unuttum zaten.



Bloguna neden bu ismi verdin?

Bloguma Bahar Karları ismini seçmem, Yukio Mişima'ya olan hayranlıktan. Bahar Karları yazarın Bereket Denizi adlı dörtlemesinin ilk kitabı olup, serinin en sevdiğim kitabıdır.


Bloguna yazarken star tribiyle olmazsa olmaz dediğin şeyler var mı?


Beluga havyarı olmadan parmağımı oynatamam



En son satın aldığın garip şey nedir?

Bir düşüneyim. Iıımmm..... garip bir şey almadım hiç. Ne sıkıcıyım ama ya üff!!!


Şeker gibi olduğun anlar?


Sevdiğim bir kitaba gömülmüşken, Memo'yla şarap içerken ve İkea'da kendimi kaybetmişken :)



Arkadaşım, artık sormayın dediğin şeyler?


Çocuk ne zaman?, ne zaman?, ne zaman?,....
Bu kitapların hepsini okudun mu?
Neden hiç etek giymiyorsun?



Aynaya bakınca gördüğün?

Ayyy!, bu sabah yine çok güzelim valla :)



Kendini okutan blog dediğin?

Okurken kendimi salonlarının en rahat koltuğunda hissettiklerimdir :)



Bu blog sahibi-sahibesiyle karşılaşabileceğin yerler?


Her sabah Kanyon'dan Metro'ya seri adımlarla yürürken, öğlenleri Rumeli caddesindeki Remzi Kitabevinde aylaklık ederken ve Rumeli Cafe'de pizzaya gömülmüşken, Memo'sunu kandırabilmişse İkea'da ağzı bir karış açık dolanırken ve her fırsatta Cadde-i Kebirde turlayıp Asmalı Mescid'de bira içerken karşılaşabilirsiniz :)




Peki ben kimleri mimliyorum?


Canım's
Annelik günlüğü
Anne ve bebişi
Ben bazen...bazen ben
Asortik Krep
İmge
Lalenin bahçesi
Defneli günler
Zerrin pasta evi
ve
Sahaf'ı mimliyorum efendim :)


Şimdi gidip gözlerime çaylı pamukla masaj yapacağım ki, yarın ivedilikle patronuma çalışabileyim. :(

20 Ekim 2009 Salı

Yeni Hafta


Bu haftaya tıkalı bir burun ve Memo'nun eksikliğiyle başladım. Kendileri yine bir hafta yok. O Safranbolu'da konaklarda gezip efendime söyleyeyim köy kahvaltıları ede dursun, ben buralarda sızlayan adalelerimle işten kaytaramamanın sıkıntısını çekiyorum. Kıskançlığımdan dün saat 22:00'de yatıp uyudum.

Annemle baş başayız bu hafta. Dün akşam Ezel diye bir dizi varmış ona takıldık. Annemin yeni en sevdiği dizisi buymuş. Eski bölümünü anlattı, benimde olaya iştirak etmemi çok istedi. Bende hımm, hee, şu kim? gibi sorularla dizi izlemesine eşlik ettim. Annem tek başına yaşamaya başladığından beridir, kendine düzenli sofra kurmadığını söyledi. Artık salata filan yapmıyormuş. Ben dün ona Pınar Hanımın tazecik marulundan, kırmızı lahanasından limonlu güzel bir salata yaptım. Beraber yemeğimizi yedik. Anneme belli etmesemde ki, genelde dışarıdan beni hep ketum ve çok soğukkanlığı görürler, için için kim bilir akşamları ne yiyor diye düşünmeden edemedim.

Annem en çok kendimi sevmemi öğütledi. Ama bu istediği çok zor...

Neyse, hayatla aramızdaki mesafeyi koruyorum. Pek bir birimizle yüz göz olmuyoruz. İyi böyle. İki tarafta halinden memnun.

Annem bu akşam hangi en sevdiği dizisini izleyecek acaba?

18 Ekim 2009 Pazar

Sitem

Sevgili hayat, bazen beni çok zorlamıyor musun? Bence zorluyorsun ve hırpalıyorsun hatta.
Olmuyor, bazen hiç olmuyor. Anlaşamıyoruz seninle.

Demem o ki, bir müddet görüşmeyelim. Senin içinde bir sakıncası yoksa, biraz özleyelim bir birimizi olmaz mı?

Sana, hayat seni seviyorum diyene kadar olur mu?

Birde... ama neyse boşver. Kalbim kırık işte, sen ne yaptığını iyi bilirsin.

15 Ekim 2009 Perşembe

Bugün

Perşembe gününe erken kalkarak başladım. Balkon kapısını açıp günü kokladım. Hava serin geldi, kendime yakası kapalı bir tişört ütüledim. Saçlarımı taradım sonra gidip kahve suyu koydum. Yanına peynir ekmeği katık edip bloglara göz attım. Mor Koyun'u ve Yass'ı okudum. Saat 08:00 olmuş diye panik oldum. Son anda kırmızı çantamı takmaya karar verdim. Çantamı değiştirdim yanıma bir tane kırmızı elma aldım. Boynuma damalı şalımı dolayıp yola koyuldum. Kanyon'dan geçerken güvenlikçilerin dedikodularına kulak misafiri oldum. Metro çok sıcaktı yine bunaldım sonra Osmanbey'de inince o köşedeki yaşlı amca elini açmış sessizce kaldırımda oturuyorsa diye ona verilecek parayı hazırlayıp cebime koydum. Ama bugün yoktu endişelendim. Ofise geldiğimde ilk iş masamı sildim. Uzun saçlarımı tepemde topuz yaptım gözüme gözlüğümü taktım. Beni daha bir zayıf gösteren hileli aynada kendime methiyeler düzdüm sonra kalemimi alt kattaki ofisteki unuttuğumu hatırladım. Gidip kalemimi aldım, masama oturup kulaklığımı takıp Metallica/Unforgiven II'yu dinlemeye başladım sonrada şimdi yayınla tuşuna bastım.

10 Ekim 2009 Cumartesi

Ay'ın Gücü Adına

Eskiden cumartesi demek, sabah okula gitmemek ve çizgi filme doymak demekti. Babam işte, annem uykusuna daha doymamış olurdu. TRT-1 Walt Disney ve Japon animesi demekti.

Gufy'i, Pembe Panter'i ve Kıs kıs gülen köpek Değerli'yi pazar günleri babamla, Japon animelerini annemle izlerdik. Annem halen Şeker kız Cand'yi dilinden düşürmese de, biz gönlümüzü Judy Abbott'a kaptırmıştık.




Gel gelelim, birde Sailor Moon vardı.



Düne kadar ben unutmuştum fakat Banu internetten Sailor Moon'un alt yazılı 48 bölümünü bulunca işler değişti. Cuma günü tüm gün gerçekten yoğun geçen bir iş gününden sonra, eve gelip üstümü başımı değiştirip laptopumu kucağıma aldım. 1 bölüm, 2 bölüm derken Memo geldi. Biraz dalga geçti ama zaten gece dışarıda olacağı için bende uyku gözümden akana kadar izlemeye devam ettim. Gece yarısı karnım acıkınca hemen domates ekmeği kaptığım gibi laptopun başında yedim. Çocukken yaptığımız gibii domatesin sularını akıta akıta yemek çok keyifliydi.
Yatarken Sailor Moon'un müziği kulağımda çınlıyordu ama ben halen keşke bir bölüm daha izleseydim diyordum.

Bu sabahsa güya temizlik yapacaktım ama hiç umudum yok. Çay suyunu koydum iki bölüm izlemeye koyuldum. Karnımı doyurmam gerek sonra makineden çamaşırları çıkartıp yenilerini tıkıştırmam gerek. Gerçi dedim ya umudum yok, arada yemek yapabilsem öpüp başıma koyucam :)




Maskeli Tuksedo bu gece rüyama girmedin dersem yalan olur :)

6 Ekim 2009 Salı

Tanrıça



Çok güzelsin çok. Bu haksızlık değilde ne?

Küçük bir kızken Müzik Yelpazesinde görmüştüm seni. Saçlarını savurarak Put The Blame On Mame'i söyleyişin halen gözümün önünde. Ben kim, sen olmak kim. Benimki sadece hayranlık.
Birde olsa olsa rahmetli halam senin yerini doldururdu güzellik açısından.
Benim Ritamda halamdı işte.

Ama bence tüm Carmen'lerin içinde en güzel Carmen sendin. Hani ellerinde zillerle Don Jose'nin önünde oynadığın sahne yok mu?
Ah! ben bayılırım o sahneye. İşte kadın budur derim her zaman.

Ve şu Tv denen meret neden siyah beyaz klasikler gecesi yapmıyor? Duy beni Trt-2, olmadı bari sen duy Cnbc-e. Bir Gilda izlesek karakutudan ne çıkar sanki.

4 Ekim 2009 Pazar

Yachting Navy :)

Seneler evvel ben beş yaşındayken, sürekli soruldu "Kardeş ister misin?" diye.
İsterim tabi, hemde pek çok isterim. Ama bu kardeş ha deyince olan bir şey değilmiş meğer. Önce annenin karnında beklemesi gerekirmiş. Annem misal ağustos sıcaklarında filan limon aş ererdi. Gecenin bir vakti ne zaman buzdolabının kapısı açılsa bende hemen annemim yanında yerimi alır, o geceki payımı yani bir dilim limonumu emmeye başlardım. Ağzımı buruşturarak limon yemelerim filan sırf kardeşimin hatırına. Yani annem yiyor madem, vardır bir kerameti diyerek bende hazırolda beklerdim.

Sonra bir gün apar topar babaannemlere gittik. Teyzemde var, iki erkek kuzenimde. Beni kuzenlerle bir odaya koyuyorlar bir tasta sarı leblebi. Kuzenler leblebi ve ben aynı odada doğacak kardeşi bekliyoruz. İçim içime sığmıyor çok heyecanlıyım. Bu heyecan ve panik atak mereti o zamanlar bende nüksetmiş olabilir bence. Kuzenlerin tek derdi boğuşup güreşmek. Arada durun filan diyorum ama kan ter içinde boğuşuyorlar. Bir ara küçük kuzen sümüklü burnuna leblebileri tıkmaya başlayınca bende şalter atıyor. O zamanlar 3.5-4 yaşlarında ama afacan bir şey. Sümüklü burnundan çıkardığı leblebileri tekrar tasa dolduruyor, gözümün içine bakıp beni sinirlendirmeye filan çalışıyor. Iyyh! dediğimi hatırlıyorum. Birde, o günden sonra asla sarı leblebi yemediğimi.

Ben bunlarla uğraşırken, annemde boş durmuyor tabi. Kardeşim dünyaya geliyor nihayet. Beni annemin yanına getiriyorlar ve minik bebeğe bakıyorum. Orada öylece duran zayıf çelimsiz bir şey. Çok minik parmaklı bir şey.
Bütün bu hengameden sonra evimize geliyoruz nihayet. Annem ve bebek uyuyor, bende pastel boyalarıma kavuşmamın sevinciyle resim yapıyorum.
Acayip mutluyum. Resim yaparken bütün geleceği çizmeye çalışıyor gibiyim. Tek bildiğim artık abla olduğum ve bunun acayip sorumluluk gerektirdiği. 5 yaşındayım ama artık büyüdün dedi annem, sen abla oldun artık. Bu öyle bir zaman sonra feragat edebileceğin bir şey değildir ha!. Bu misyonu sırtlandınmı artık, sonsuza kadar ablasındır.

Misal, ilk defa koca caddeden karşı karşıya geçip, manifaturacıdan kardeşine eldiven filan alman gerekir ki, hassas yüzünü yırtmasın. Tek kaldığınızda sallaman gerekir ve hikaye kitaplarını onada okuman icap eder. Asla sabahları o sene başladığın ilkokula giderken, annenle kardeşin evde kalıyor diye kıskanmamalısın.
Sonra, dişleri çıkıp ayaklandığında ve her sinirlendiğinde seni ısırdığında, sesini çıkartmaman gerekir. İyi bir abla anneye kardeşini ispiyonlamaz kesinlikle. Bazı suçları üstlenmek gerekir misal. Hep onu kollaman gerekir. Ama o seni ispiyonlamakta özgürdür orası ayrı. Oyun oynamak için sokağa çıkıyorsan, illaki onuda götürmen gerekir. Boyu bir karışken bile arkadaşlarınla ip atlamak isteyebilir. Arkadaşlarına o oynamazsa bende oynamam diye rest çekersin.
Sonraları kıyafetlerine ortak olabilir ve kitaplarına, kasetlerine, cd lerine ve walkmanine ve cd çalarına ve....

Birde sevmen gerekir ama çok sevmen. Ne kadar büyüsede, sen onu hep minik parmaklı kardeşin olarak görürsün. Suratı hiç asılmasın, o tavşan dişleri hep gülsün istersin.
Bir film izlerken misal, aynı yerlerde güleceğinizi bildiğiniz bir kardeşinizin olması çok güzeldir. Bazen bir topluluğun içinde, ufak bir detayı aynı anda fark edip hiç konuşmadan sadece bakışarak anlaşabilirsiniz. Sonra içitğiniz her Türk kahvesini kapatıp fal baktırabilirsiniz.

Ben 31 sen 26 olsan da, ben kendimizi halen Fikri bakkallı yıllarda hissediyorum. Ben 41 sen 36 olduğunda da, ve ben 71 sen 66 olduğunda da, böyle olacağını çok iyi biliyorum.
Takma dişli hallerimizi merak ediyorum. Her şeyle olduğu gibi torunlarımla da dalga geçerken, senin güleceğini ve Ay! ilahi hemşire diyeceğini düşünüyorum.

Sözlerimi Yachting Navy diyerek sonlandırıyor,



İyiki doğdun kardeşim diyorum. Doğum günün kutlu mutlu olsun. Tüm senen hep böyle gülerek geçsin. Her cumartesin de, dün olduğu gibi keyifli geçer umarım. Sonra yeni yaşında Çemberlitaşa daha sık gider, bol köpüklü kahveler içeriz inşallah.
Öperim gözlerinden.

2 Ekim 2009 Cuma

Güzel Gün

Cuma gününe bu kadar uykulu ve yorgun başlayabilmeyi nasıl başardım bilemiyorum.
Geç yatmadım o kadar yorucu bir şeyle de uğraşmadım ama sanırım halen geçen hafta sonunun ve arkasından gelen yoğun tempolu iki iş gününün yorgunluğunu çekiyorum.

Neyse, hafta sonu geldi nasılsa. Yarın Banu’yla buluşma günümüz. Beraber dışarı çıkmayalı çok oldu. Evlilikti, şuydu, buydu derken nihayet ekim ayının ilk cumartesisine kavilleştik. Banu’nun doğum gününden bir gün önce (ki belki o günü eşiyle kutlamak isterler diye) buluşmaya karar verdik.
Önce Kanyon’da buluşma, oradan Mesut’u saf dışı bırakıp İstanbul’a kendimizi adama şeklinde planlarımız var. Metro, tramvay ve belki deniz yolunun da olduğu bir rotamız olabilir. Veyahut Beyoğlu’nun arka sokaklarında gönüllü bir kayboluşla beraber, Büyük Londra Otelinde Türk kahvesi içip gevezelikle akşamı ederiz orasını bilemiyorum şimdi.

Yarın annem Edirne’den dönüyor. Ben duramam evladım bütün gün öğrenci evinde hayat geçer mi? diye veryansın etti. Sen bilirsin dedik.

Burcu’m Edirne’de. Onun eksikliğini hissetmediğim an yok. Tatlı sesini telefondan duysak da yeterli gelmiyor. Keşke yarın oda yanımızda olsaydı. Artık onunla 29 Ekim tatilinde kavilleşmeye niyet ettik. Senin yerin bir başka Burcucum, öperim zeytin gözlerinden.

Cuma gününün raporu böyle. Esnemeye devam eden koca çenemle gün nasıl geçecek bakalım?