23 Şubat 2010 Salı

Şundan Bundan


Hava güneşli ama üşümeye engel değil. Güneşli havalarda üşümek can sıkıcı. Fakat sabahları yatak odasında kumru sesleriyle uyanmak harika.

Bugün Memo babasını Nöroşirurji Servisinden alıp Onkoloji Servisine yatıracak. 1,5 aylık bir ışın tedavisi süreci başlayacak. Tümör iyi huylu değil ne yazık ki. Yani kendini yenileyecek ve yeniden faaliyete geçecek. Bu gibi vakalarda 1,5 senelik bir zaman öngörüyoruz demiş doktor. Fakat ben farklı düşünüyorum. Sevginin ve iyi düşüncenin gücüne işte tam bu noktada inanıyorum. Mucizeler var biliyorum. Memo içini ferah tutmalı bence. Kalpten inanmalı tümörün uykuya dalıp bizi unutacağına. En azından o kadar erken değil uyanışı biliyorum içimde böyle güçlü bir his var.

Diğer yandan evden de aksilik eksik olmuyor. Alt kat komşumuz antre tavanında sarılık olduğunu, bizim kattan su aldığını söyledi. Tesisatçı çağırdık doğru dedi. Temmuz ayında küçük tuvaleti yenileyip sıcak su hattı çekmiştik büyük ihtimal o T noktasında problem dedi. Yani şimdi yeniden parkeci gelecek parkeleri sökecek, beton kırlacak ve tesisat açılacak. Bir sürü iş ve masrafta cabası. Canım sıkılmasın diyorum ama illa bir pürüz gelip ensemize çörekleniyor. Ne yapalım başka bir şey olmasın kabulüm.

Memo haftaya mecburi iş seyahatine gidecek. Ne zamandır ertelemişti ama artık gitmesi gerek. Haftaya oğlumla bir başınayız.

Dün akşam Banu işten erken çıkıp benim ofise geldi. Beraber Kanyon'a gittik. Annemin deyimiyle bolca boş! konuşup, ona buna güldük. Sonra Gap'a girdik ve benim aklım kuru kafalı çocuk ayakkabılarında kaldı. Dolandık durduk öyle. Banu kız kıyafetlerine bayıldı ben erkek. Kafama yatan çok kıyafet vardı. Bizimki bu gidişle pek bebek gibi giyinemeyen bir bebek olacak. Çocuğu doğar doğmaz serseri yapacaksın dedi Banu. Saçlarınıda kesmessiniz siz di mi? Hıı, hıı :)
Olsun varsın, adam gibi bir serseri olduktan sonra ziyanı yok. Memo'da şimdiden sen kötü polisi ben iyi polisi oynarım havasında. Orası baştan belli ama o zaman tüm idare bende onu şimdiden söyliyim. Bildiğim bir şey varsa o da Memo'nun evi oyuncak arabayla dolduracağı. Ama önce kendi oynayacak orasına şüphe yok.

Bu hafta göbeğimde hafiften bir tümsekleşme oluşmaya başladı sanki. 18. haftama 46 kiloyla devam ediyorum. Aslında 45 küsur ama ben 46'ya yuvarladım. Bu gidişle son aylara girene kadar tüm S beden üstlerim ve 36 beden pantalonlarımı kullanabilicem galiba :p

Dün sabah evden çıkarken Memo siyah ojeli tırnaklarıma ve gümüş yüzüklerime bakıp,
hiç 5 ay sonra doğuracak bir kadına benzemiyorsun dedi. Çok güldüm bu söze. Hamile olunca ne yapmak gerekiyordu ki? Pembe hırkalar giyip, kafama kurdaleler bağlamalıyım sanırım. Aklıma gelmişken Banu'cum dün gördüğümüz siyah tüllü taç varya onu alıcam şekerim doğum sonrası saçıma takmak için. Dalga geçmiştin ya kafana mavi kurdele takarsın diye gör sen bakalım. O siyah güllü ve tüllü olan taç şahane uyar. Gülse gül işte :)

Durumlar böyle. Dün 4'lü tarama sonuçlarımı haber verdiler temiz çıkmış. Zaten 2'li taramada temizdi ama doktorum bu testlerde sadece zeka özürlülüğüne bakılmadığını, başka problemlerinde erken teşhisinde faydalı olduğunu, 4'lü testide yapmamı önerdiğini söylemişti benimde aklıma yatmıştı. Sonuçta bir tüp kan daha vermenin ne zorluğu var. Şimdi 5. ay detaylı taramamız var sanırım birde 24. haftada herhangi bir anomali yoksa bebeği rahat bırakıyoruz artık demişti doktorum. O içerde gelişmesini sürdürecek bende evi serseri badiler ve tişörtlerle doldurup siyah ojelerimle ona hazırlanıcam :)

Vay anasını, anne oluyorum yahu! Şaka gibi...

18 Şubat 2010 Perşembe

Bir Bahar İkindisi


Mango'dan aldığım bir tane kazak veya hırkada tüylenmesin arkadaş. Lütfen ya. Tiftik tiftik oldu yine!!!

Birde 118-80 reklamı ne gıcık bir reklam. O reklama sinir oluyorum!!!

Bunu dışında bir problem yok :) Varsa bile görmezden geliyorum.

Yarın havaya cemre düşüyor, dışarıda kumrular gurulduyor galiba içimde de bebek pıt pıt pıtlıyor. Hava kabarcığı gibi ne tuhaf :)

Ofiste işler çok, dağ gibi yap yap bitmiyor. Az gidiyorum uz gidiyorum, dere tepe düz gidiyorum, birde arkama bakıyorum bir arpa boyu yol gitmişim.
Ne kabus ama.

Bahar beni şimdiden çarptı, iki kadeh şarap yuvarlamış gibiyim. Bu gidişle nisanı hayal edemiyorum valla :)

17 Şubat 2010 Çarşamba

17.Haftanın Getirdikleri

Dün bebekle buluşma günümüzdü. Bir baktım Memo hastaneye benden önce gelmiş beni bekliyor. Tansiyonum ölçüldü, tartıldım ve nihayet o siyah beyaz ekranda onun sevimli vücudunu gördüm. Her şey iyiydi güzeldi. Olumsuz bir durum yokmuş. Damak yarıklığına takmıştım onu sordum. Dudak ve damak yapısı gayet güzel dedi doktorum. Sürekli kıpırdayan eli kolu bacağı hiç durmayan bir bebek. Sonra bir anda 4D'ye geçtik ve işte o anda karşımıza sarı suratlı düğme burunlu bir bebek çıktı. Memo nihayet ekranda gördüğü şeyin bebeğe dönüşmesine çok memnun oldu. Bu sefer yanımızda belleğimizide götürmüştük. Doktor bize 4 tane kısa film tadında video yükledi. Birde düşünen adam pozu verdiği resmi bastı. Ben hemen yeni bir çerçeve alıp fotoğrafı iş yerindeki masama yerleştirdim.

Kendileri 17 cm. ve 180 gr'lık seyrine doyum olmayan pek sevimli bir bebek.
Cinsiyete gelince; O annesini ilerde motorunun arkasına atıp, rüzgarda uçuşan saçlarıyla Katmandu'ya götürecek olan acayip yakışıklı bir erkek :)
( Hey yavrum hey! )
Aslında 12. hafta kontrolümde erkek demişti doktorum ama emin olalım bekleyelim diye de ekledi. Onu duyan kim. Biz çoktan ilan etmiştik bile. Yetmedi, çoktan önümüzdeki kış sezonunun dolabını düzmeye başladım. Hep erkek kıyafetleri aldım. Sevimli tişörtler, kargo pantolonlar filan. Hele bir lacivert kadife pantalon var ki, Memo'yla benim favorimiz.
( Önümüzdeki aya kız bu yav derse doktor çok gülerim halime :D )

Uff! sabırsızlanmaya başlıyorum. Şu aşamadan sonra ters giden bir şeyler olursa yıkılırım işte. Bu aya kadar kendimi ona pek bağlamamaya çalışıyordum ama giderek içimden fışkıran bir aşkla seviyorum bebeği. Aklıma kötü şeyler getirmiyorum zaten böyle bir histe yok ama yine de insan endişeleniyor.

Bu hafta sanki içimde bir kıpırtı hissediyor gibiyim ama emin olamıyorum. Bebek mi? bağırsak fonksiyonları mı? Annem ısrarla hissetmen gerek diye gaz veriyor ama ben
20. haftadan sonraya bıraktım. Şöyle okkalı bir tekme yemeden anlayamıycam galiba.
Mide bulantım devam ediyor. Koku hassasiyeti had safhada. Evden halen tiksiniyorum ama geçen pazar bezelye ve pilav pişirdim. Bir yerden başlamam gerek. Kusmuyorum ama dediğim gibi midem bulanmakta ısrarcı. Yağsız pilav ve rendelenmiş havuç, kepek ekmeğine beyaz peynirli sandöviçler ve yeşil elma, illaki muz, yoğurt ve mercimek çorbası ana besin maddelerimiz. Balık, tavuk ve kırmızı ete el uzatamıyoruz halen ama inşallah o bölümde yaklaşacak. Umutluyum.

Göbek fotoğrafı koyamıyorum belki 5. aydan sonra büyümeye başlarsa. Ama yakışıklı oğlumun videosundan arakladığım bir kaç pozunu koymadan edemiyciğim :)




14 Şubat 2010 Pazar

Sevgili


Özel günler benim için hep önemli olmuştur. Ama bu sene daha bir başka. İçimde bir çok şeye bir yabancılaşma var ve olayları başka yönleriyle de görmeye başladım ki, bilmem bu benim için iyi bir şey mi?

İçimde başka bir kalbin atışları benimkine karışmışken aşk kelimesi beni sadece O atan diğer kalbi düşünmeye sevk ediyor. Bu aralar içim dışım O. Varsa yoksa O. Onu özlüyorum. Onunla yaşanacak hayatımı düşünüyorum. Şimdilerde beni üzmeyen kırmayan tek varlık O. Belki canımı yakacak ve kalbimi kıracak ama daha zaman var bunlara diye teselli ediyorum kendimi. Bu ara en çok Onun sevgisine ve bağlığına ihtiyaç duyuyorum. Tek ihtiyacım olan şey bu gibi geliyor.

Bugün sadece kendime olan aşkıma en yakın olan aşkı bebeğimle yaşıyor olmanın keyfini sürüyorum. Seni seviyorum ve emin ol bunu milyonlarca kez söyleyebilirim.
Sevgililer günümüz kutlu olsun bebek.

13 Şubat 2010 Cumartesi

Veryansın

Bende anlamıyorum insanların derdi ne?

Hamile olan ben değilim sanki, çevremdekiler. Herkesin kaprisi bana. Kıçını dönüp giden mi dersin, sen bir söylerken bin tane söyleyen mi ararsın, hepsi mevcut.

Nedir derdiniz arkadaş! Böyle davranılmayı hak edecek ne yapıyorum anlamıyorum.
Hamile olan benim, kendini naza çeken siz. Benim hamilelik kaprisi yapmaya bile hakkım yok. Benim zaten ağzımı açmaya, söz söylemeye bile hakkım yok. Herkese işitmek istediğini söylediğin müddetçe iyi biri oluyorsun. Tersi olduğunda vurun kahpeye!

Ama hata bende. Ben adam olamadım halen. Hiç kimseye kendinden fazla değer vermeyeceksin düsturunu halen öğrenemedim. Böyle eşekten düşmüş karpuza dönersin işte.

Allah'ın aptalı seni. Budala!

12 Şubat 2010 Cuma

Cuma Güzeldir.


Hava çok güzel. Bana göre muhteşem. Yağmur var, gökyüzü gri ama hava ılık. Soğuk içimi üşütmüyor. Tam İstanbul'u gezmelik bir hava var.

Sabah taksici çok üzüldü trafikte sıkıştık diye ama ben hiç oralı olmadım. Nasılsa ilerler boşver dedim. Oflayıp durdu. Mecidiyeköy'deki o lanet kırmızı ışıkta takıldık. İkide trafik polisi vardı ama trafik hepten keşmekeş gözüküyordu.

Sonra sabahları bana Susurluk'ta mola verdiğimizde yediğimiz o tostu hatırlatan tostlardan yapan bir yer var, işte orada yağsız kaşarlı tost yedim. Taze demlenmiş çayla süper oldu. Gazeteme göz attım, radyoda çalan Zekai Tunca'yı dinledim.
Keyifliydim işte. Memo bugün iş başı yaptı. Hastaneden olumlu yönde haberler geliyor. Mesela, dün ilk kez ağızdan beslemeye geçilmesi gibi. Ufak bir kase yoğurt insanı nasıl mutlu ediyor. Dün akşam Memo'nun yüzü ne kadar aydınlıktı. İnşallah bu konuda aşılacak.

Şimdiyse kulağımda TRT radyonun arkası yarınıyla (Nafile Hanım / 5. Bölüm) , işe gömülmem gerek.

11 Şubat 2010 Perşembe

Gidişat

Dün öğle yemeğine Banu geldi. Havada güzeldi. En azından yüzümü ısıran bir soğuk yoktu. Beraber yemek yedik. Bana en iyi gelen öğle yemeği; yağsız pirinç pilavı ve limonlu havuç salatası, yanındaysa yoğurt. Bu menü bebeğe ve bana çok iyi geliyor. Bu sayede gün içinde mide rahatsızlığı çekmiyorum.

Banu eşi için sevgililer günü hediyesini aldı. Şık bir şey yani benden söylemesi. Benim hiç böyle bir telaşım yok. Bu sene özel günlerin bir çoğu sekteye uğramış durumda. Kutlama yapacak ruh halinde değiliz. Memo herhalde o günde hastanede olur. İlk kez bu sene sevgililer günümüz böylesi sönük geçecek. Üzülüyorum...

Ay! sahi, ben geçen akşam bir şey yaptım. Kanyon'dan geçerken ayaklarım mathercare' e döndü otomatikman. Kışlık şeylerde indirim vardı duramadım 3-6 ve 6-9 ay için kışlık hırka ve mevsimlik tişörtler aldım. Penye pijama altları üstleri filan derken aldım işte bir şeyler. Nasıl mutlu oldum anlatamam. Çok erken biliyorum ama inşallah ağız tadıyla, sağlıkla giydirmek nasip olur diyerek aldım. Dün akşam eve gelen Memo'ya gösterdim önce pek tepki vermedi ama uyumadan önce dibime kadar gelip ne güzel şeyler almışsın öyle demesi çok şekerdi :)

Haftaya salı günü doktor kontrolümüz var. Çok uzun geldi bu 1 ay. Doktora gitmeyince ben hepten unutuyorum hamile olduğumu. Yüksek kaldırımlardan hoplamak, karşıdan karşıya koşarak geçmek gibi salaklıklarım var bazen. Sonradan azarlıyorum kendimi hoplayıp zıplama bir rahat dur diye. İnsan hamile olduğunu nasıl unutur oda ayrı bir konu zaten. Yeme bozukluğu dışında bir şikayetim olmadığından ve karnımda dümdüz olduğundan bana hamileymişim gibi gelmiyor. Uyuklama ve yorgunluk gibi şikayetlerim hiç olmadı. Tek derdim mide bulantısı, kötü koku ve iştahsızlıkdı, oda giderek düzelecek inşallah. 8. haftaki halimden bin kat iyi durumdayım. 16 hafta 3 günlük bir hamile olarak toplam yekunum 45, yani bu ay 500 gr almışım. Oley!

Ofisteyse işler pek sıkıcı. Dışarıda yağmur var, tırnaklarımdaysa saks mavisi ojem.



Bu ellere en çok martini kadehi yakışırdı bence :)

7 Şubat 2010 Pazar

Yatak Odasından Bildiriyorum :)

Takıldım ben birine
Sana değil kardeşine!
Bir el atsan şu işime
Fena olmaz!!!

Bu ara bu şarkıya takıldım. Eğlenceli ama...

Neyse, mevzu bu değildi. Günler bu ara biraz tek başına geçsede alışığım zaten. Memo yıllık izine çıktı ve hastanede refakatçi. Arada eve uğrayıp kıyafet değiştirip duş alıyor, dün sabah olduğu gibi beni Taksim'e kahvaltıya götürüyor filan.



Bense laptopla bütünleşmiş haldeyim. Dün gece aklıma düştü Dvdleri karıştırdım ve işte Robert Redford'a adadım akşamımı.



En sevdiğim battaniyemle beraber izledik. Filmin sonunda bir ağla bir ağla helak oldum resmen. Aslında eğlenceli bir Robert Redford filmi tercih edicektim. Parkta Çıplak Ayaklar'ı ki, en sevdiğim filmlerinden biridir. Hatta acaba Akbabanın 3 Günü olsa nasıl olurdu filan derken Benim Afrikam ağır bastı. Ne zamandır bir filmin arkasından böyle katıla katıla ağladığımı hatırlamıyorum. Hormonlar dersiniz şimdi ama yok bence değil. Hele o son sahnede bir çift aslanın mezarın başında dolanmaları yok mu?
İyi geldi bu film bana. Aslında Robert Redford iyi geldi. Aşık olduğum ne kadar çok insan var şu hayatta :)

Bu sabahsa evi kırkladım resmen. Bütün kapı baca açık ev havalanıyor. Bu gidişle hasta olmazsam iyidir. Sabah kendime çay demledim hu, hu :) Büyük bir mesafe kat ettim, bildiğiniz gibi değil. Tabi sabahın köründe kalkıp vileda sopası ve ben bir bütün oluşturduk. Mutfağı deli gibi sildik filan. Gel gör ki, en büyük kabus buzdolabı kapağını açıp peynire ulaşmaktı. O peyniri görmeniz lazım. Dolap kokusu sinmesin diye kırk kat jelatine sarılı :) Dünden aldığım ve gülmeyin ama yatak odasının çamaşır çekmecine sakladığım simitide çıkarıp kahvaltı ettim. Ay gülmeyin lütfen. Mutfakta olsaydı o simidi yiyemezdim. Yatak odasındaki çekmecelerden birini boşalttım. İçinde simit kraker ve leblebi saklıyorum :D
Allah'ım ne hallere düştüm! Bunada şükür ne yapalım.


Birde geçen hafta bu kitap okundu.



Bu hafta okunacak olansa burada,



Kara bulutlar dağılana kadar DVD ve kitaplarla oyalanmaktan başka çarem yok. Birde blog var tabi.
Güzel pazarlar.

4 Şubat 2010 Perşembe

Sıkıntı



Hayatın basit anlarından keyif alabilmeyi istiyorum. Kafamdaki milyon tane olasılık hesaplamalarını saf dışı bırakıp sadece o anı yaşayabilmeyi istiyorum.

Bir an içinde olsa böyle olmasını diliyorum. Üç dilek hakkım olsa ilki bu olurdu ve diğer iki dileğe zaten ihtiyacım kalmazdı. Kafam yorgun, çok yorgun...

Geleceği yönlendirememenin acizliği beni asabi gergin ve hep başı ağrıyan biri yapıyor. Benim elimin uzanamayacağı şeyler olunca geriliyorum. İşler benim eksenimden kaymamalı, planlarımı bozmamalı ama nedense hayatta neye heveslensem kursağımda kalıyor. Kaderle köşe kapmaca oynar gibiyiz. Bazen ben çelme takıyorum ama genelde o.
Şu elimin üstündeki yanığın ardından büzüşüp kalmış yara gibiyim. Koca bir kabuk parçası. Elimi her oynattığımda nasıl geriliyorsa o kabuk, işte bende kaderin her çalımında biraz daha geriliyor ve buruşuyorum.

Bir merhem gerek bana, kabukluğumu unutturacak ama nedense o merhemi hiç bulamıyorum. Belkide ben kabuk olmayı o kadar kanıksamışım ki, başka bir şey olmayı bilmiyorum.

Yalnız kalmaya ihtiyacım var. Her şeyden kaçıp gitmek istiyorum. Başta kendimden. Sonra bildiğim her şeyden. Ama nedense hiç uzaklaşamıyorum. Sanki dünyayı sırtında taşıyan Atlas'ım ben ve bu ağır yükü asla yere bırakmamalıyım.
İnsan kendinden nasıl kaçar? Bir bilsem belki bir şansım olurdu.

1 Şubat 2010 Pazartesi

Yağmur ve Ramen

Ofisten çıkıp ağır adımlarla eve yollandım. Bu akşam tek başımayım. Memo hastahanede, hepimizde endişeli bir bekleyiş. Babamız yoğun bakımda ve halen uyanamadı. Solunum cihazına bağlanabilirmiş. Kötü bir şey düşünmek istemiyorum ve açıkçası içimde hiç kötü bir his yok umarım hislerim beni yanıltmaz.

Neyse, ben işten çıktığımda hiç bir şey yoktu ama Kanyon'da biraz avarelik edip dışarı çıktığımda her yer bir birine karışmıştı. Yağmuru severim mızırdanmadım. Paçalarımdan sular akarak eve geldim ve karnımdaki bebeğime seslendim umarım benim gibi yağmuru çok seversin. Sevecek biliyorum.

Beyaz çamaşırları mak. attım. Bulaşık mak. boşaltmaya koyuldum ama bir baktım her şey kirli sonra aslında dün mak. düğmesine hiç basmamış olduğumu fark ettim!
Hızla çıktım mutfaktan ve ağzıma burnuma sardığım eşarbı çözdüm.

Salona geçtim, balkonu sanuna kadar açtım. Derin bir nefes alıp, gök gürültüsünü dinleyip çakan şimşeklere baktım. Ben şimşek ve gök gürültüsünü de çok severim. Elimde olsa yağmurun altında yıkanmak isterdim. Televizyonda haberlerde bir şeyler vardı bakmadım fazla kapattım ne zamandır izlemek istediğim bir film vardı onu aldım elime.



Neden bu kadar ertelemişim bu filmi. Aptal ben.

Sonra keşke dedim bir kase ramen olsa. Tavuklu olsa mesela ve kötü filan kokmasa hiç bir şey, nefis lezzetli olsa, ah! acı olsa böyle suyu ve kaşıklasam, hüpp diye çeksem makarnaları. Çok şahane olurdu. Keşke biri bana ramen yapsa dedim içimden, keşke. Ama ramen filan yok işte. Leblebi kütürdetip duruyorum dişlerimin arasında.
Ama sana ramen tattırıcam bebekciğim merak etme. Biraz daha vakit var sadece. Böyle suyu acılı olacak ve hüpp diye çektiğimde makarnaları, sen keyiften bir tekme savurucaksın. Seveceksin biliyorum. Sana tattırmak istediğim daha neler var bir bilsen ama işte bu amalar bitmeden olmuyor...