30 Eylül 2010 Perşembe

Hüzün

Bugün doktor kontrolümüz vardı. İyi geçti. Konak davasında zeytinyağ tavsiyesini doktorumuzda verdi. Uyku olayı için olabilir gece uyuyorsa gündüz eskisi kadar uyumaya bilir dedi. Kalça ultrasonumuz için güzel dendi. Böyleydi işte.

Boy: 58 cm.
Kilo 5,55 kg. olmuş. Güzel dedi doktor. Dedi ama ben içimden ben mi besledim sanki diye söyleniyordum. Ne kadar uğraşsam da emziremiyor olma ezikliğimi a-şa-mı-yo-rum!

Bir sapık gibi az önce yine Arca'yı dikizledim. Yeliz ve Arca 2. ay sonunda nasıllarmış diye baktım. Sonra Tuna'ya baktım. Tatlı tombik Ela'ya baktım. Kızıl saçlarını sevdim. Bu blok aleminde çok sevdiğim bebekler oldu artık çoğu çocuk diye adlandırılıyor. Büyüdüler, ben izlemeye devam ettim. İnsan tanımasa bile sevebiliyor. Hatta özlüyor bile. Onlar emziriyordu ben değil mantrası, bu akşam beynimde dönüp duruyor yine. Şu üyesi olduğum emzirme grubuda kendimi pislik gibi hissettiriyor zaten. Çıkamıyorum da sanki emziriyormuş gibi takipteyim ısrarla.


Tamam Ege sağlıklı, sıhhatli, ters bir şey yok ama ben kendimi Ege'ye karşı o kadar mahcup hissediyorum ki anlatamam. Çünkü suçluyum. Belki bu kadar agresif olmasaydım, kendimi sakin tutabilseydim sütüm gelirdi. Belki hamile kaldığım seneye kadar antidepresan kullanmıyor olmasaydım sütüm olurdu. Her şeyi bu kadar kafama takmasaydım, rahat bir insan olmayı becerebilseydim sütüm olurdu. Olurdu, olurdu, olurdu ama olmadı. Niye olmadı sanki? Neden, neden? O kadar istememe rağmen neden olmadı?


Ah oğlum, bilemezsin ne kadar ağlayasım var.
Sen uyuyorsun şimdi ama benim içimdeki bu sızı hiç uyumuyor.

29 Eylül 2010 Çarşamba

2.Ay




Yeni bir yöntem deniyoruz Egeyle. Gündüz uykuları kuş kadar olduğundan metod geliştirmeye çalışıyoruz. Şimdilik bir arpa boyu yol kat ettik ama ben umutluyum. Gündüz uykusunu 10 dk olsa kendi odasında ve yatağında yatarak değiştirmeye çabalıyorum. Ege geceleri süper uyuyor. Maşallah diyoruz, dilimizi ısırıyoruz, popomuzu kaşıyoruz. Nazar değmemesi için ne gerekiyorsa hepsini yapalım lütfen :)
Mesela akşam 21:00-21:30 gibi nihayet anakucağında sallanarak uyutulan Ege bizim yatak odasındaki park yatağa teşrif ediyor ve öylece kalıyor. Ben gece mütamadiyen beslemek için kucağıma alıp sonra yeniden yatağa bırakıyorum. Lakin sabah 07:00 gibi mıkırdanmaya başlıyor ve nihayet 07:30'da alın ulen beni buradan nağmeleriyle evi çınlatmasıyla günde başlamış oluyor. Sabahları o ilk kalkış aslında süper oluyor. Bolca kucaklanış, koklanış alt temizliği, mama verilişi ve onun bana mutlu mutlu gülümsemesiyle saati 09:00 ediyoruz. 09:30 ana kucağında sallanarak uyunuş. Bu uyku taş çatlasa 1 saat sürer. Sonra yeniden acıkan karnı ve çişli poposuyla uğraşıp saati yeniden 11:30 filan ediyoruz. Yeniden sallanarak uyuma veya uyuklama demek daha doğru gibi 1 saat daha uyuyor. Hadi yine kalkış. Pes etmeden ana kucağında sallanarak bir yarım saat kırkbeş dakika daha oyalanıyor ve zaten sonra aç olarak kalkıyor. Bu mütamadiyen akşam saat 20:00'ye kadar devam ediyor. Ben en son saat 20:00-20:30 gibi besliyor öpüyor okşuyor hadi evladım uyu diyorum.




Artık nihayet söylene söylene uyuyor :) Bu sebepten ben gün içinde hiç bir halt edemiyorum. O kısacık uykularda ne yaparsam o. Bütün yemekleri çiğden doğrayıp z.yağlı yapıyorum :) Banyoyu geceleri temizliyorum. Çamaşırları sabah ezanında makineye atıyorum. Çiş molası bile veremiyorum bazen :)


Yarın doktor kontrolümüz var. Doktora soralım bakalım bu uyku düzeni için ne diyecek. Sonra aşıları yapılacak. Kilosunu boyunu öğrenicem umarım aşı sonrası ateşlenmez.



2. ayda olan bitenlerse kabaca şöyle;

Artık gülüyor. İstem dışı değil isteyerek ve çokta şahane gülüyor kerata :)

Altı açılınca acayip mutlu oluyor. Tekmeler havada uçuşuyor :)

Kafasında konak oluştu ne yazık ki! Geçmesini bekliyoruz.

İlk oyuncağı alındı ama pek yüz vermiyor :)

Çok meraklı önünden geçen her şeyi takip ediyor.

Tükürük yapmaya başladı.

Elleri artık serbest çünkü annesi tırnaklarını kesmeye başladı çoktan :)

Teyzesine pazar kahvaltısına gitti, anneannesinde hafta sonu kaçamağı yapıldı mangala teşrif etti. Seneye bizzat sofrada olması hayalleri kuruldu :)

Kafasını dik tutuyor artık ve sevimli bir kaplumbağaya benziyor.

Ben bunları yazarken o uyumuyor tabi ki. Ayağımın altında ana kucağında sallanmakta ve memnuniyetsiz. Mama saati yaklaşmakta ve açlığa tahammülü yok. Benimse kahvem bilmem kaçıncı kez yapıldı ve içemeden soğudu :)



Olsun her şey kabulüm yeter ki o sağlıklı mutlu olsun.

24 Eylül 2010 Cuma

Giriş

Bugün Kanyon'a kaçtım. Keyif için değil mecburen. Ege toplu bir bebek değil ama biraz uzun gibi. 0-3 ay için olan tulumları dar geliyor. Ayrıca uzun kollu fanila almak gerekiyordu havalar serinliyor gibi. Mecbur 3-6 ay için olanlardan aldım. Üst baş aldım birazda. Sonra alttan zımbırtısı çekilince kanat çırpan bir kelebek aldım. Çıngırak gibi bir şey işte. Ege'ye alınan ilk oyuncak olması sebebiyle özel bir kelebek kendisi :)
Sonra su ısıtıcısı aldım. Ketıl denen bu alete hiç ihtiyacım olmamıştı ama geçen gece cezvede mama suyu ısıtırken uyuyarak cezveyi yakınca, acayip tırstım ya yangın çıksaydı. Allah muhafaza bin tane felaket senaryosu yazdım iki gündür. Sonra koşar adım eve döndüm. Bir ara Mango'ya kaçacaktım ama mama saati yaklaşmaktaydı ve annem eve gelince beni iyice bir azarlayabilirdi :)

Üff! devamını sonra yazıcam, Ege uyandı.

21 Eylül 2010 Salı

Doğum

Hamile kaldığınızı eşe dosta duyurur duyurmaz, hemcinslerinizin bin bir çeşit doğum hikayelerini dinlemeye mahkumsunuzdur. Bu erkeklerin bitmeyen askerlik anılarına benzer ve korkarım yetmiş yaşına bile gelinse ilk anın heyecanıyla anlatılacak olan bu doğum hikayeleri milyonuncu kez anlatmaktan usanılmaz. Hele karşında ilk hamileliğini yaşayan bir kurban varsa!

Ben kendi adıma dinlemekten usanmadım ama elbet en sevdiklerim kendi doğumumu annemden dinlemektir. Birde doğal yollardan üçüzlere gebe kalmış olan sanırım yaşları şu an 25 olan kuzenlerimin doğum öykülerini teyzemden dinlemek en sevdiklerim arasındadır.

Doğumdan sonra hep nasıl geçti? sorusuyla karşılaştım ve hep kolaydı cevabını verdim. Doğum gerçekten kolaydı tabi bunda epiduralin katkısıda var ama ben belki fikren ve ruhen hazır olduğumdan doğum kolay geldi. Açıkçası sonrası daha zordu benim için. Doğum sonrası atılan dikişlerde çıkan komplikasyon (doktor ağzıyla böyle lakin anneme göre becerisizlikten) beni oldukça zorlamış olsa bile kolaydı.

Doğum Hikayesini yazmamıştım. Belki dert yanmaktan yeni yeni vaz geçmiş olduğumdan şimdilerde aklıma geliyor bu konu. Açıkçası çokta anlatılacak bir durum yok ama nihayet 54 gün sonra kabaca anlatayım dedim.

28 Temmuz gece 23:00 gibi yatağıma yatmıştım. Hava çok sıcak olduğundan ve Şirek ayaklarım ateş gibi yandığından soğuk ve hızlı bir duş aldım. Memo her zaman olduğu gibi bilgisayar başındaydı ben yastıklarıma sarılıp uykuya daldım ama karnımda sanki adet olacakmışım gibi inceden bir sızı vardı. Üşüttüm galiba diye düşündüm ve kafamı takmadım. Neden sonra Memo yattı bir baktım saat 01:30. Uyumak istiyorum ama içimde garip bir heyecan peydah oldu birde karnımda inceden bir ağrı vardı. Sağa sola döndüm ama yok uyuyamıyorum ve içimde inceden heyecan bulutu beni sarmalamaya başlıyor. Kalktım salona geçtim eni konu karnım ağrıyor. Saat 02:00 olmuş. Bilgisayarı açtım normal doğum evrelerini okuyorum. Bir yandan saati kolluyorum. Biraz koltukta sızıyorum filan ama şaka maka 10 dakikada bir kasıklarımda ağrı peydah olmaya başlıyor. Memo uyuyor saat 03:30 oluyor ve ben sabah ezanına kadar saat başında kendimi yoklamaya karar veriyorum. Memo uykusunu alsın diyorum. Paniklemeye gerek yok. Saçlarımı tarıyorum, bavulu son kez yokluyorum hastaneye giderken giyeceklerimi filan hazırlayıp Memo'nun yanına uzanıyorum. Biraz sonra sabah ezanı okunuyor. Memo'yu uyandırıp ona hastaneye gitsek iyi olur diyorum. Nasıl bir şey diyor, sancın mı var?. Suyun gelmesi gerekmiyor mu?. Memo bu su gelmesine takmıştı o zaman :) Aslında beni zorlayan bir sancım yok ve şıp diye doğurmayacağım da aşikar ama bebeğin boynuna iki tur dolanmış olan göbek kordonu beni kaygılandırdığından hastaneye gitmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Memo duş alıyor, giyiniyor bende hazırlanıyorum ve doğum çantasını almak için erken olduğuna karar verip, 29 Temmuz sabahı saat 05:45'te hastaneye yollanıyoruz.

5 dk. sonra hastanenin acil bölümünde karımın sancısı var diyen Memo'nun arkasında kuzu gibi bekliyorum. İçimde şimdi ne olacak sorusu yanıp sönmekte. Beni doğumhaneye alıyorlar Memo dışarıda bekliyor. Ön muayene sonucu henüz 2 cantimlik açılmam olduğunu anlıyoruz. NST' ye bağlanıyorum saat 06:00 ve tam 13 saat boyunca o cihaza bağlı kalıyorum. Doktorum aranıyor ve yatış işlemlerimi başlatıyorlar. Memo annemi arıyor haber veriyor. Ben hastane geceliğini giyiyorum. Lavman yapılıyor, kanım alınıyor ve serum takılıyor. Sonrasında suni sancı için olduğunu anlıyorum. Çok tatlı genç ebelerle ve deneyimli hasta bakıcı bayanlarla kendimi rahatlamış hissediyorum. Doktorum geliyor sonra ve muayene sonucu daha ortada doğum alameti olmadığı ama NST'de sürekli bebeği takip etmek istediğini söylüyor. Açıklık 2 cm. ve normal doğum için beklemek istediğini ısrarla belirtiyor doktorum. Bende tamam diyorum. Bekleriz acelesi yok. Bebek iyi olduğu müddetçe sorun yok ama şu çift tur dolanan kordon yüzünden de bebeğin doğum kanalına inmesi gecikebilirmiş.

Bekleyiş devam ediyor bu arada annem geliyor ve hastaneleri içi kaldırmayan annem beni öyle görünce ne kadar vakur dursada az bir zaman sonra fenalaşıyor. Tüm ebeler annemle meşgul, bende perdenin arkasından destek veriyorum :) Anneme serum takılıyor filan biraz toparlanınca benim için hazırlanan odaya çıkartılıyor. Ardından Banu geliyor ve ota boka çamur atıp gülüşüyoruz. Sonra Memo'da giriyor yanıma ara sıra dönüşümlü olarak yanımda kalıyorlar. Ben epidural isteğimi önceden belirttiğim için anestizi uzmanı bir bayan geliyor ve kateteri yerleştiriyor. Tam saatini unuttum ama belli bir açıklıktan sonra takılıyor diye biliyorum. Deneme amaçlı dozu veriyor önce her şey yolunda. İhtiyaç oldukça epiduralimi alıyorum paşa paşa. Bu arada vardiyesi biten hastane personeli değişiyor ve şansıma bundan aylar önce henüz 8 haftalık hamileyken kusmaktan helak olmuş biçimde ilk kez hastaneye gelişimde, boş oda olmadığından o an müsait olan doğumhane odasında bana serum takan genç ebeyi karşımda buluyorum. Saçının belli yerlerini maviye boyamış yakışmış diye düşünüyorum. O da beni hatırlıyor gülüşüyoruz. Saatlerdir NST'ye bağlı yatıyorum ve sırtım ağrıyor fena halde. Doktorum yine geliyor ve muayene sonucunda 6 santimlik açıklık olduğunu öğreniyorum fena halde bozuluyorum. 10 santime ulaşmak hayal gibi geliyor. Bu arada teyzem geliyor yanıma. Ben artık saat 18:30 gibi inceden doğum ağrılarını yaşamaya başlıyorum ama teyzem beni iyi yönlendiriyor. Nefes alıp veriyorum düzenli bir biçimde. Arada kestiriyorum arada ımmhh! gibi sesler çıkarıyorum teyzem hep elimi tutuyor ve arada bana dua ettiğini fark ediyorum.

Tekrar muayene ve o esnada suyum geliyor voule! az kaldı diye rahatlıyorum. Açıklık ilerlemede ve sancılar sıklaşmaya başladı. Teyzem hep nefes al ver diyor bende gayet uysal dinliyorum. Elini sıkıyorum. Artık 20:00 gibi son muayenede 10 cm. oldu diye hepimiz seviniyoruz ve doktora haber uçuruyoruz. Birazdan doktor geliyor ve beni doğumhaneye götürmek için ebe ve teyzem koluma giriyor. Bacaklarım uyuşuk filan değil yürüyebiliyorum. Teyzemle birazdan görüşürüz diye vedalaşıyoruz. Yüzünde annelere özgü endişe bulutu. Doğum yapan her kadın gibi benle beraber oda kendi doğum anlarını yeniden yaşıyor. Kendim yürüdüm o masaya yattım ve işte dedim artık geliyor oğlum. 8 haftalık hamileyken serum taktıkları o yatakta şe an doğuruyor olmak beni çok mutlu etti. O zaman doğum anını düşünemezdim bile. Tek derdim kusmaktı ve hiç bitmeyecek gibi gelirdi.

Doktorum bana ıkın dediğinde nasıl ıkınmam gerektiğini bir kez daha anlattı ve göbeğimin üstünde NST kayışlarıyla orada birazdan karşılaşacağım çocuk için heyecan ve tarifsiz duygularla ıkındım. Eşini içeri alalım mı? diye soran doktora bir an durup yok dedim. Şimdi kaldıramaz belki o anı, gerek yok dedim. Sonra Üç veya belki dört defa, çenemi göğsüme dayayıp ellerimle yatağın yanlarındaki o zımbırtılardan güç alarak ıkındım ve saat tam 20:24'te, bacaklarımın arasında baş aşağı duran bebeği gördüm. Hemen göğsüme koydukları sıcak ıslak ve kaygan ve her şeyiyle benim olan oğlum, göğsümde top gibi yatıp memeye ulaşmaya çalışıyordu. Çok minik dediğimi hatırlıyorum ve ağladığımı. Hemen sonra Memo geldi. Bebeği ve beni gördü ve Ege'yi götürdüler kaldık masada bir başımıza. Dikiş atıp beni temizleyip sedyeyle odama aldılar. Tüm bunlar olurken Allah'ım çok kolaydı diye düşünüyordum. Gülen bir suratla odama geldim ve annemi kardeşlerimi teyzemi gördüm duygusallık had safhadaydı. İçimden hep işte bitti, çok kolaydı diye geçiyordu. Sonra Ege geldi, yumuk yumuk tatlı bir bebek. Hemen emzirdim o an çok güzeldi. İçimde minnet ve şükran duygularıyla iyiki normal doğum oldu diye Allah'a şükrediyordum. Ardından bana çorba ve komposto getirdiler. Her şey yolundaydı. Lakin gece yarısı herkes gidip annem ve Memo'da uykuya dalınca ve ağrı kesiciler uçup gidince acımla baş başa kala kaldım :) Sürekli ıkınmak istiyordum ve ıkınırsam dikişim açılır diye korkuyordum. Nöbetçi doktor normal dedi stres yapma geçecek ama ben sabaha kadar acıdan uyuyamadım. Nihayet sabah kendi doktorum muayene sonrasında beni derhal ameliyathaneye aldı. Anestezi aldım ve 2 saat sonra yeniden odama geldiğimde doktora artık uyumak istiyorum bana bir şey ver dedim. Sıkı bir morfin sonrası uykuya dalmışım kalktığımda ağrım geceye göre nispeten azalmıştı.

Sonra doktorum bana dikişlerimde ödem oluştuğunu yeniden açıp temizlediklerini ve içeriyi ağ gibi ördüklerini 50 dikiş attığını söyledi. Hastaneden çıktığımda yaklaşık 12 gün filan popo üstü oturamadım. Dikili bölge hiç iyileşmeyecek gibi geliyordu. Popom sim siyahtı :(
Lakin her şey düzeliyor. İnsan vücudu mükemmel bir makina :)

Gerisini zaten nispeten yazdıklarımdan biliyorsunuz. Dediğim gibi doğum zor değildi. Sonrası bile kendi adıma zor değildi ama emzirme ve süt problemi ve bebeğe yetemeyen anne psikozu beni çok yordu. Mama vermenin yükü omuzlarımda halen oturmakta. Halen karşılaştığım birileri emziriyorsun di mi? diye sorduğunda oradan kaçasım geliyor lakin böyleyken böyle işte. M A M A veriyorum. S Ü T Ü M Y O K !!! diyorum. Ne yapalım olsa iyiydi ya diye cevap veren herkesi boğuveresim geliyor. Sanki ben kıymetli göğüslerime zeval gelmesin diye şımarıklıktan emzirmiyormuşum gibi veya anne sütünün kıymetini bilmeyen 16 yaşında bir yeni yetmeymişim gibi davranmalarına sinir oluyorum.

Sonuç olarak normal doğum güzel bir şey :) Epiduralde öcü değildir. İllaki acı içinde kıvranmamız gerekmez. Millet tarlada doğuruyordu geyiğide bitsin artık ne olur. Sanki Amerikan Hastanesinde doğurma şansları varken, yok ben tarlayı tercih ederim demişler gibi. Öyle de oluyor evet ama daha konforlu ve rahat doğurabilme şansı varsa neden kullanılmasın. Bu benim fikrim herkes kendi doğumu için en doğruya karar veriyor bir şekilde. İnsanları şartlandırmamak gerek. Önemli olan sağlıkla bebeği kucağa alabilmek bence.

Şimdi gidip oğluşu mıncırmam gerek :D

15 Eylül 2010 Çarşamba

Bizim Evin Halleri

Mutlu olma sebeplerim bu aralar oldukça basit. Mesela eğer ayak tırnaklarımı kesecek vakti bulmuşsam ne mutlu! veya nihayet yeni diş fırçası alabilecek zaman olmuşsa ve dahi almakla kalmayıp dişlerimi fırçalayabilmişsem daha bir mutlu!!!

Banyoyu yıkayabilmişsem ve iki günlük yemeği aradan çıkarabilmişsem, üstüne kendimi yıkayabilmişsem oldukça mutlu oluyorum. Aynada kendime bakıp insan vücudu ne muhteşem şey neyden neye dönüştüm yeniden diye mest olmaksa şahane bir duygu.

Diğer yandan bugünün en mutlu olayı, Ege'nin tırnaklarını kesmiş olmam. O biberona saldırmışken bende tırnaklarına saldırdım ve bugün nihayet ellerini istediği gibi savurabildiği için çok ama çok mutluyum. Banyo yapmayı bu kadar sevmesi mutluluğumuza mutluluk katan bir diğer etken. Onu soymak çok keyifli. Banyodan çıkarken ağlayan ve giydirilmekten haz etmeyen biri Ege. Çıplaklık ruhunda var çocuğun :)

Bir diğer yanilikte eeeüüvv diye sesler çıkartıp bu başarısından dolayı keyiflenip sırıtması. Şapşal şey :) Biraz geveze olacak gibi geliyor ama bakalım belli olmaz.

Neyse, Ege uyurken yapılması gerkenler diye bir listem var bu listeye göre şu an gevezeliği kesip derhal yemek yapmam gerekiyor ve biberonları sterilizatöre koymalıyım ve Memo'ya gömlek ütülemeliyim ve bütün bunları Ege uyanmadan yapmalıyım. Yani toplam 45 dk. var.

Yarışma başlasın!

7 Eylül 2010 Salı

Kırk Gün


Ege bugün tam 40 günlük oldu. Kırk uçurması filan yapmadım bana saçma geliyor böyle şeyler. Zaten yorgunum tepem atık. Nereye gidicem gezmeye acaba?

Ayrıca yarın yola çıkıyoruz Memo'nun ailesini ziyaret etmek için Kastamonu'ya gidiyoruz. Tek derdim hasta filan etmeden kazasız belasız eve dönebilmek. Bugün bavulları hazırladım. Yarın sabah park yatağıda paketleyip arabaya yerleştiricez. O kadar saat ana kucağında nasıl olacak hiç bilmiyorum. Mama için termosa sıcak su hazırlanacak 3 şişede biberon alıyorum yanıma umarım 7-8 saatte ulaşırız yarın yollar kalabalık olur çünkü. Bedenim yorgun, beynim daha da yorgun. Şu bayram hengamesini bir atlatsam derin bir oh! çekicem.

Bu arada benimde kırkım çıktı. Cinlerim dağıldı mı yoksa daha kapsamlı bir atağa mı geçtiler orası tam bir muamma.

Hazır Ege uyurken gidip banyo yapmalıyım. Bugünde akşam yemeği yemeyi unuttum bari bir bardak su içsem ya!

5 Eylül 2010 Pazar

Awara

Az önce güzel bir yağmur başladı. Evladın karnı doyuruldu, altı temizlendi biraz koklaşıldı. Sen benim misin? diye bininci kez soruldu, Ege'de evet anlamında geğirdi. İkimizde balkon camından yağmura baktık ve Awara filminin müzikleri eşliğinde Ege ana kucağında, ben blogda takılmaya başladık.

Geçen perşembe doğum günümdü. Evet ilk kez doğum günümü kutlamadım. Meşguldüm çünkü. Fazlasıyla Ege dolu günler varken, ekstra kutlamaya ne hacet. Şimdilerde sesler çıkartma derdinde. Çok meşgul kendisi. Kısa zamanda karşılıklı agulaşmaya başlarız gibi geliyor.

Neyse işte, kutlayamadığımız doğum şeysini dün Banu pastayla gelince aradan çıkaralım dedik. Dünün en ama en güzel olayı, benim için şu an dinlemekte olduğum Awara filminin şarkıları oldu ki, ben gerçekten bu konularda özürlüyüm. Burcu aradı taradı en sonunda internette buldu indirdi. Benim için en güzel doğum günü hediyesi oldu.




Ben ki, Raj Kapoor hayranı olup, sayısız kez Awara filmini izlemiş biriyimdir. Bu filmin en güzel kısmı kuşkusuz şarkılarıdır. Lakin çok arandım tarandım ama bir türlü albümü bulamadım. Bilirsiniz Taksim'de İstiklal'in üzerinde Hint kıyafetleri satan bir dükkan vardır. Bir seferinde bir baktım içeride filmin müziklerinden biri çalıyor kalbim yerinden fırladı, daldım dükkana bu çalan albümü nerden buldunuz diye sordum, buralarda bulamazsınız bize Hindistan'dan geldi demezler mi? dünyam karardı. Orada öylece dolaşıp durdum sadece biraz daha dinleyebilmek için. Pes etmiştim. Filmi DVD ye koyup şarkıların olduğu bölümleri tekrar tekrar dinlemekte kolay değil yani. Burcu tam bir internet kurdu olup çıkmış. Sen ona sadece ne istediğini söyle o bir şekilde bulup indiriyor. Bulunmayan eski filmler, müzikler özellikle uzmanlık alanıdır. Ben de bolca Ravi Shankar indirtmiştim ki, o tamamen ayrı bir post konusu olur aklıma Awara filmi geldi. Olmaz ya, film müziklerini bulabilir misin? der demez indirdi yahu. En sevdiğim kardeşim benim :)

Hintlilerle dalga geçen insanlardan hiç hoşlanmıyorum. Ben Hint filmlerini çok eğlenceli buluyorum bir kere. Müziklerde ona keza. Özellikle eski Hint filmlerini çok seviyorum. Nedir yani rengarenk bir dünya işte. Nesiyle dalga geçiliyor anlamıyorum.

Halen Awara filmini izlememişseniz bu yağmurlu Eylül gününe çok yakışır benden söylemesi. Pazar gününün en güzel aktivitesi olabilir.



Ben öyle yapıcam galiba. Hazır Ege'de Hint müzikleri eşliğinde uyumuşken bir Awara patlatmak kaçınılmaz oldu :)