31 Ekim 2012 Çarşamba

Bekleyiş


Bu gece rüyamda Anthony Bourdain'i gördüm. Program çekimi vardı ve malum yemek yiyordu. Sürekli bir şeyler hazırlanıyordu ve etrafta habire bir koşturmaca vardı. Ben al al yanına gelip çat pat bozuk bir İngilizce'yle ona ne kadar hayran olduğumu sevdiğimi filan anlatmaya çalışıyorum. Resmen şu minvalde ilerleyen hayranlık cümleleri kuruyorum. Ben var sizi sevmek, ben var size hayran olmak, sizi izlemek. Görende Türkçe cümlelerimi google translate çeviri yapıp adama aktarıyor. Öyle bir İngilizce ömrü hayatımda duymadım. Aman bir mutluyum sormayın. Yeni gelin gibi oradan oraya koşturup duruyorum. Adamda şaşkın. Bir ara bu berbat kusmuksu konuşmalarımın programa çekildiğini ve cümle alemin beni izleyeceğinin farkına varıyor ve acayip panikliyorum. Neden düzgün konuşamıyorum ki??? Aklım almıyor. Cümlelerin kıçı başı bir tarafta toparlayıp ağzımdan çıkaramıyorum. Aman bir daraldım sormayın. Anthony çok güler yüzle benim bu delilik halimi izliyor beni hiç bozmuyordu.

Bu rüyaya sebep olan yegane şeyse, İdefix amcadan sipariş verip halen elime geçemeyen kitabı. Bir kez daha lanet olsun internetten sipariş verip salak gibi evde kargo bekleyen bana!

23 Ekim 2012 Salı

Bumerang

Çok çok ama çoook önceleri, çalışırken ilk işim maillerime bakmak olurdu. Evde olduğumdan beri haftada bir kez kontrol eder oldum. Zaten içinde ciddi anlamda bakılması gereken çok nadir posta olurdu. Dün akşam gelen mailler nelermiş diye bakarken Bumerang üyesi olur musunuz? diye bir mail aldığımı gördüm. Olurum dedim niye olmasın?

Kore dizilerinden yakamı kurtarabilirsem blogumla daha fazla ilgilenicem inşallah. Rehabilitasyona girsem mi acaba?

16 Ekim 2012 Salı

SES

Sibel, yorumun beni aşk mektubu almışım gibi heyecanlandırdı :) Böylesi güzel bir davranışa karşılık vermemeyi ne kadar yabanıl biri olsam da kendime yakıştıramadım. Bundan sebep ses vermeye geldim. Geldim ama şimdi ağzımı açınca dert yanmaya başlayıp, kendime kum torbası muamelesi yaparım diye korkmadım değil. Aslında sesimin çıkmayışı bundandı. Buraya kafa ütülemeye gelmek istemedim. Hiç mi güzel şey olmuyor? Oluyor elbette ama bu aralar bana o eski Ruhdağı kafası hakim olduğundan, güzellikleri görmeyecek kadar kötülük doluyum. Nerede olumsuz bir şey varsa içine çekiliyorum. Bataklık gibi!

Neyse, başka ne yapıyorum. Açıkçası her gün hayatımda olan 3 şey var.

1- Kore dizileri :P
2- Yemek yapmak :+
3- Ege :D

Bunlardan başka en son, İhsan Oktay Anar'ın Yedinci Gün kitabını okudum. Kendime seramik bir demlik buldum. Sapı bambu. Yeşil çay ve bitki çayı gibi şeyleri içmek için. Normal demlikte içilmiyor mu? içiliyor elbet ama seramik olunca daha havalı. O yüzden seramik ve mümkünse bambu saplı olmalı. Sonra, tırnaklarımı yeniden ojeyle şenlendirmeye başladım. Şahane renkler çıkmış. Şu an acı yeşil biber renginde tırnaklarımla yazıyorum. Lakin uçları sıyrıldığından bu gece asetonla temizleyip pek sevdiğim bayrak kırmızısına boyayabilirim.

Bu aralar üstünden gelmem gereken en büyük sorunsa, Ege ve bezden kurtulma operasyonu ama bir türlü BAŞLAYAMIYORUM. Bu beni çok geriyor.

Genelde bu doğrultuda yuvarlanıp gidiyorum. Eylül ve Ekimden hiç bir şey anlamadım. Çok hızlı geçti. Sanırım ben kışa başladım çoktan :(

Üzgünüm Sibel, sesim ancak bu kadar çıkabildi.

Sevgiler.