29 Ekim 2010 Cuma

3. Ay


Ege bugün tam 3 aylık oldu.



Doğduğu günden bu yana çok değişti ama değişmeyen tek şey bakışlardaki cinlik :)

24 Ekim 2010 Pazar

Özledim

En çokta İETT otobüsünün arka koltuğuna oturup, kafamı cama dayayarak kitap okumayı özledim. Otobüsün o tatlı ahenginde sanki içeride kimse yokmuşcasına rahat ve keyifle sayfaları çevirmeyi ve okuduğumu kendi hayatımmış gibi düşünüp hayaller kurmayı...


Bunu yapabilenlere ne kadar imrendiğimi fark ettim bu sabah.
Ah! Peri beni çok hassas bir yerden vurdun bugün :(

19 Ekim 2010 Salı

Top 5

Yeliz beni sobelemiş. En çok tıklanan ilk beş yazın hangileri ola?
Bir baktım hepsi Ege doğduktan sonra yazdıklarım.
3 numaralı yazı hamileliğin son demlerindeyken yazılmış. Diğerleri doğum sonrası mızmızlandığım ve sizlerinde eksik olmayın sırtımı sıvazlayıp geçecek diye moral verdiğiniz yorumlarla dolu. Bu vesileyle tekrar hepinize teşekkür ederim. Çünkü bu aralar pek yorumlara cevap yazamıyorum. Post girersem yorumlar cevapsız kalıyor, yorumlara cevap yazarsam post giremiyorum Ege işime çomak sokuyor :)


Benim blogun en çok okunanları sondan başa doğru şöyle sıralanmış;

5
4
3
2
1

İnsanların bana ulaştığı bloklarsa ilk 5 şöyle;

1- Anne ve Bebişi

2- Su gibi

3- Sibelin Kahvesi

4- Lalenin bahçesi

5- Hülyanın Tunası

diğer bloklarsa;

Açalya, Asortik Krep ve Aslıcin.

Bu blokların hepsi sevdiğim takip ettiğim ve sayfalarındaki okunanlar listesinden benimde istifade ettiğim bloklar.

Gogoldan hep Bahar Karları veya Ruhdagı diye aratılmış ama arada saçma şeylerde var oda başka bir konu zaten :)

Ege uyandı çığlıklar arşı delmekte ben kaçtım :)

18 Ekim 2010 Pazartesi

Bugün Pazartesi Di mi? İnsan İşe Gitmeyince Fark Edilmiyor :D


Yine gözü akıyor :( Damla kullanıyorum ama bu sefer iki günde düzlüğe çıkamadık maalesef.

Bu bizim her sabah olan klasik sabah oynaşmamızdan. Ege büyüyor bende yerimde saymıyorum tabi :)

Mesela evin gıcırdayan parkelerini ezbere biliyorum artık. Nereye basarsan gıcırdar, ne yaparsan az gıcırdar itina ile öğrenildi :) Birde şunu fark ettim, Ege uyurken ne kadar az ses çıkarmaya çalışırsam tam tersi acayip gürültü yapıyorum.
Ay! aman, hay aksi, tüh beaa! hassixtir yahu! gün içinde benden sıkça çıkan kelimelerden bazıları :D

Hem ayrıca ben evde Ege uyurken sessiz olmaya çalışsam bile, üst katta oturan dekoratör aile sayesinde evden gürültü eksik olmuyor. Her daim bir koltuğun veya komidinin yeri değişiyor zira bir evde bu kadar gürültü çıkmasını ben böyle çözümledim kendimce :) Onlardan nefret ediyorum.
Evet açıkça söylemekte bir beis görmüyorum. "Üst katımda oturan insanlardan, gerçi tam olarak insanlar mı emin değilim ama öyle varsayıyorum, N E F R E T ediyorum!"
Sentor olma ihtimalleri olabilir mi? Hani şu mitolojide adı geçen yarı at yarı insan varlıklar. Zira, bir insan evladının ayağında toynak olmadan yürürken bu derece ses çıkarması mümkün değil! Hımm, arada koşuyorlar bile.
Her sabah tepemde bir şeyler çırpmalarından, balkonumun saç dolu olmasından, gece gece deli gibi gülmelerinden filan her şeylerinden nefret ediyorum.
Ayrıca varlıklarıyla bloğu işgal ederek aslında yazacağım postumun içine ettiklerinden dolayı daha bir nefret ediyorum :(
Ne yazacaktım unuttum. Çünkü tepemde resmen harfiyat çalışması var!!!

*** Yeliz'cim favori 5 yazı olayını yazıcam ama ancak gece yazabilirim. Birazdan Ege kalkar. Zaten baktım hepsi Ege doğduktan sonra yazdıklarım. Link vererek yazmak uzun sürer diye geceye pasladım. Çünkü şimdi internetten dizi izliycem :) Ev leş gibi ayrıca yemek yok ama ben gidip dizi izliycem. House, Grey's Anatomi, Fringe, The Big Bang Theory, How I Met Your Mother gibi dizileri takip etmezsem bir yerim eksik kalır çünkü :D
Gece yazıcam valla tamam mı? Öpüyorum seni :)

11 Ekim 2010 Pazartesi

Meyveli Yoğurt

Hayatımızda bazı anlar vardır ki onların yeri hiç bir şeyle doldurulamaz. Merak kediyi öldürür derler ya doğru öldürür.

Seneler evvel özel kanallar yeni çıkmışken ve artık reklam dünyası daha bir çeşitlenmişken, belki çoğu kesimin bildiği ama bizim gibi orta halli ailelerin pek bilmediği çocuk kısmını cezbedebilecek ürünler kol gezmekteydi. Annem oldum olası dışarıdan yememize karşı olduğundan, ben hamburgeri liseye giderken acaba annem öğrenir mi? korkusuyla tırsarak yemiştim. Pekte bir haspaya benzetememiştim hatta ilk kez kantinden hevesle aldığım sosisliden koca bir ısırık almış, yutamadan geri çıkartıp sosisliyide çöpe atmıştım. Seneler geçtikçe müptelası olacağımı bilemezdim tabi :)

Neyse işte ,o ilk zamanlara geri dönersek, ben sanırım ortaokulda Banu'da ilkokuldayken, meyveli yoğurt reklamı dönüp durmaktaydı ekranda. Hangi markaydı şimdi hiç hatırlamıyorum hatta hangi meyveliydi onuda bilemiyorum ama meyveli yoğurt bizim için kutsal bir nesneye dönüşmüştü. Yasak meyveye kavuşmaya çalışan fukaralardık. Ne yapsakta alsak?, nasıl ulaşsak? tek derdimiz o meyveli yoğurttu. Annem iki cihan bir araya gelse bize o neüdüğü belirsiz şeyi almazdı, aldırmazdı da! O zaman harçlık biriktirilecek, olmadı üç beş kuruş anne cüzdanından aşırılacak ( Allah günah yazmasın diye bin kere tövbe edilerek ) bir biçimde gizlice alınacaktı.

Bunun için en uygun zaman annemlerin teyzeme gittiği bir akşamdı. Biz iki kafadar evde tek olduğumuzdan, bunu yapmak için gayet uygun bir zaman diye düşündük ve ben elimde bozuk paralarla caddenin karşısındaki markete doğru hevesle depara geçtim. Heyecanla yoğurdu alıp nefes nefese eve geldim. Banu dişlek bir biçimde sırıtıyor, saçlar Sezen Aksu model, kahküllü. Ben yüzümde aptal sırıtışımla yoğurdu açıyorum ve bu kutsal dakikalara ulaştığım için acayip mutluyum. O ilk tadış anı tarifsiz! Zira ben ve Banu orada dünyanın en güzel şeyine bakıyoruz. Bizce çok lezzetli olan o meyveli yoğurda acayip bir kutsallık yüklemiş durumundayız. Kötü olma ihtimali yok, olamazda zaten.

Koca bir kaşık yoğurdu ağzıma götürüyor ve yüzümdeki o sırıtışla donakalıyorum. Kusmakla kusmamak arasında gidip gelerek yutuyor ve Banu'ya iğrençmiş diyorum. Ama Banu o kadar kötümser değil, yeniyor diyor.
"O kadar kötü değil". Ah! Banu'nun bu romantik hali beni hep büyülemiştir lakin ben gayet rasyonalist bir biçimde yok diyorum yenmez, yeme! atalım bunu çöpe iğrenç bu be!!! Öksürük şurubu bile daha lezzetli. Atalımda çöpte bulunması büyük risk. Yakalanmamak gerek. Bendeniz itinayla çöpün en altına kutuyu yerleştiriyor, ceset gömen birinin titizliğiyle tüm delilleri yok ediyorum. İçimde kırılan bir şey var. Yani halen anlayabilmiş değilim. Hayal ettiğim, o an için yanıp tutuştuğum şey berbat bir şeymiş meğerse. Bu bana iyi bir ders oldu. O yoğurt benim hayat felsefem oldu. Asla ambalaja havaya fiyakaya önem vermedim. Birde Banu'yla benim heveslenip fos çıkan her şey için verdiğimiz kod adı oldu. "Meyveli yoğurt"

Asıl mezuya gelelim şimdi. Geçen hafta Memo seyahatte olduğundan annem bizde kaldı. Bunu fırsat bilip, Banu ve ben ufak kaçamaklar yaptık. Ne zamandır aklımızda Ramen yemek olduğundan, cuma günü bu sefer şeytanın bacağını kıralım diyerek Wagamama'nın kapısından içeri girdik ve girer girmezde geyiğin dibine vurduk. Kimsenin anlam veremediği biçimde saçmalayıp güldüğümüz şeyler işte. Annemin sizde zerre akıl yok! yine neye gülüyonuz? diye çıkıştığı konuşmalarımızla, sadece bizim anladığımız bir dilde konuşup katılana kadar gülerek, ramenleri kah çubuklarla hüpleterek kah yanlarında verdikleri kepçeyle suyunu içerek yedik.

Tavuklu ramen bu kadar mı yavan olur? Suyu bulaşık suyundan hallice olup, neredeyse bir avuç kırmızı biber, kara biber takviyesiyle bile bir derece eli yüzü düzeltilen ramenler resmen "meyveli yoğurt" hezimetine dönüştü bizim için :)
Resmen "Bir daha gelmem Davos'a" diyerek çıktık Wagamama'dan!
Mezzaluna'ya gidip incecik pizzaya gömülmek varken, kazan gibi kaselerle kase denmez direk tencere işte!, ramen yemek verilen paraya yazık günah dedirtti. Ramen şahane bir şeydir ama güzel yapıldığında. Az biraz çeşniyle zerzavatla renklense fena mı olurdu? Allah'tan üç dal roka koymuşsunuz bravo!. Sende bol çeşitli alaydın efendi diyeceksiniz ama tavuklu ramen bu kadar sade olmak zorunda mı? elinizi vicdanınıza koyun rica ediyorum. Para veriyoruz buna ya. Peh!

6 Ekim 2010 Çarşamba

Aşı ve Diğerleri

Dün sabah Ege Bey ilk defa Sağlık Ocağında aşı oldu. Üç aşı birden ne feci.
Verem aşısını hastanede yaptıramadım. Doktoru sağlık ocakları ve Verem Savaş Dernekleri yapıyor dedi. Ben kendi semtimin Sağlık Ocağından pek memnun değilim. Moralim bozuldu ve 2.ay kontrolümüzü aşı olamadan bitirdik diye epey sinirlendim. Gözüm oraya gitmeyi hiç yemiyordu. Çok ufak bir yer, Arabayla bekleyecek yer yok. Yazın dışarıda bekleyebilirsin ama kışın ne olacak? Sonra bir sürü hasta insanla bebekler iç içe filan. Yapacak yok, mecbur gidilecek.

Bir haftadır stres içindeyim. Bu hafta Memo yine İstanbul dışında olduğundan iş başa düştü. Ben çarşambaya şartlandırmıştım kendimi ama annem salı bitirelim kafamız rahat etsin dedi. Bu sebepten dün sabah Ege uyanınca, 3 gündür kaka yapmıyor olduğundan azcık gliserin desteğiyle yani fitil dürtmesiyle kaka yaptırıldı. Üst baş değişti ve bebek arabasına yerleştirildi. Bu benim ilk deneyimim. İlk kez bebek arabası sürüyorum. İki aydır hep arabayla seyahat etti ve araba koltuğundaydı bu sefer sağlık ocağı yakın olduğundan ve Memo olmadığından, keza arabada yok tabi iş iman gücüne kaldı.



Bütün olay yola çıkana kadarmış. Sonrası basit oldu ama kaldırımlar çok büyük bir engel. Arabamız ağır, hafif bir puset olmadığından bazen yardım olmadan kaldırıma çıkartmak zor oldu. Her kaldırımda eğim yok ne yazık ki! Belediyeye lanet okuduk bolca. Lakin sağ salim vardık ve arabada kuzu gibi uyuyan Ege, hiç bir şeyden habersiz gülerek uyandı. Bizim sıramızda gelmişti. Boy ve kilosunu öğrenmek için ben onu soyarken, hayatta en sevdiği şey yapılıyor olduğundan (soyunmak!)mest olmuş şekilde sırıtıyordu. Kilo 5,80 gr. , boy 61 cm. dediler.
Sonra deri altından verem aşısı oldu, ardından iki kalçadan diğerleri. Korktuğum kadar ağlamadı. Hızlıca giydirip dışarı çıktık. Dışarıda benim gibi ilk bebeği olan acemi annelerin bakışları altında uzaklaştık. Üzerimizden büyük bir yük kalkmıştı.
Önümüzdeki ay rahatız sonra 9 aralıkta iki aşısı daha var. Aman en zoru şu aşı olma anı. Gözümün içine bakıp dudak büküşü ve bunu bana neden yaptırıyorsun bakışı içimi deliyor. Fakat korktuğum kadar zo olmadı gerçekten. Ateşi filanda olmadı. Her zamanki tatlı civelekliğiyle muzurca gülerek günü geçirdi.

Aşı olayını atlatmanın rahatlığıyla ikindi vakti Banu'yla beraber Kanyon'a tüydüm. Acayip neşeliydim tıpkı bağından kurtulmuş biri gibi nereye gideceğimi şaşırmış vaziyetteydim. Allah'tan yanımda Banu vardı, beni biraz zaptetti. Rutin uğranası yerler sıralamasını yaptık işte. Nerde kahve içsek sorunsalıyla boğuşup en sonunda yine burada karar kıldık.




Ben bazı eksik şeyleri aldım. Çıkarken ayak üstü sosisli yedik ve koşturarak eve döndük. Ege'de yeni uyanmış karnının doyurulmasını bekliyordu.
Bir günde böyle geçmişti işte.

4 Ekim 2010 Pazartesi

4 Ekim

Hayat kısa ama bunu her zaman aklıma getirmek delilik.
Hayat tüm hızıyla devam ediyor. Ben büyüyorum, kardeşler büyüyor. Kendi seçimleri, zevkleri, aldıkları kararları ve bu kararların arkasında duruşlarıyla bunu ispatlıyorlar. Kimi evleniyor, kimi şehir dışında okuyor ve bunlar olup biterken ben kendimi halen 16 yaşında hissediyorum. Halen pazar akşamları içimi ertesi gün okula gitme sıkıntısı sarıyor. Hep içimde okul formasını ütüleme telaşı oluyor. Ben büyüyemiyorum. Yatağında tatlı bir uykuya dalan Ege bana en küçük kardeşim gibi geliyor.

İçimdeki onaltıya kaçma takıntısı bazen aslında otuziki olduğumu pekala bildiğim gerçeğiyle çakışıyor. Mesela bugün. Bugün Banu 27 yaşına giriyor. Ne kadar ağız doldurucu bir söyleyiş. Yirrrmiii yediiii...
Bende ottttuuuzzzz ikiiii !!!

Kutlamaları seviyorum ama giderek bu kutlamalar kendi açımdan dramatikleşmeye başlıyor gibi.



Bugs Bunny, doğum günün kutlu mutlu olsun. Bugün annem erken gelirse eğer, küçük kardeşimi!!! :) ona bırakıp seninle Şarabi'ye gidelim diyecektim. Ama sanırsam annem akşama gelecek :(
Memo'da İstanbul dışında olmasaydı belki akşam pastamı alır gelirdim kapına lakin oda mümkün değil. Yine de bunları yapmışız say olur mu? Öperim gözlerinden. Nice senelere.
(Yirrrmiii Yediii. Tanrım!!!)

1 Ekim 2010 Cuma

Bitti Valla Bu Son :)


Kapattım tamam söz. Açmamak üzere kapatıyorum memesel sorunları. Artık çok seneler sonra dikleştirme veya slikon meselesi yüzünden memesel sorunlardan bahsedicem söz :D
Meme görmek, okumak, duymak istemiyorum.
Bitti.

Ege bugün ilk defa aynı gün içinde iki kez kaka yaptı. Buna sevinmedim. Çünkü Ege 2 günde bir kaka yapar. Hep böyleydi. Beslenme şekliyle ilgili diye düşünüyorum. Çişsel bir sorunumuz yok ama kaka düzeni böyle. Şimdi aynı günde biri sabah diğeri akşam olmak üzere kaka yapınca işkillendim. Sanki hafiften ateşi var gibi. Üşüttü mü acaba? Dün doktorun odası epey serindi. Soyduk epeycede soyunuk kaldı filan.
Neyse, uyuyor şimdi yatağında. Hasta değildir di mi?
Yemişim anne sütünü, çocuk hasta olmasın valla başka bir şey istemiyorum :(
Hastalanmasın ya!