27 Mart 2014 Perşembe

Torii ve Kamisamalar

Dün hızlıca izleyip bitirdiğim bir animeden bahsetmek istiyorum. Inari,Konkon, Koi Iroha. 
Bu animeyi görür görmez izlemek istedim çünkü Şintoizm dinine göre Pirinç Tanrısı Inari'ye adanmış olan Fushimi Inarı Sinto tapınağı animeyi izlemek için yeterli bir sebepti.

Benim Japonya'da ki tapınak kapılarına karşı tuhaf bir tutkunluğum var. O kapıdan geçince başka bir boyuta girecekmişim gibi hissettiriyor.


Fakat Kyoto'da ki bu tapınak en sevdiklerimden biri. Bu kırmızı kapılı yollardan hep bir gün yürümeyi istemişimdir.




Bu tapınak eskiden beri Japon iş adamlarının gelip dua ettiği bir tapınak olmuş. Bundan sebep işi yolunda giden ve dileği yerine gelen iş adamları Torii (tapınak kapısı) bağışlıyor.



Torii geleneksel olarak tahta ve taştan yapılıyor ama günümüzde betonarme, bakır, paslanmaz çelik gibi malzemelerle de yapıldığı oluyormuş.

İşte bu kırmızılı yolu her gördüğümde içim giderken doğal olarak animeyi izlememek olmazdı. Zaten konusu Kamisama (Japon tanrı-tanrıçaları) olan her türlü animeyi izlemiş biri olarak bunu nasıl göz ardı edebilirdim ki.




Çabucak biten 10 bölümlük animenin 2. sezonu olur mu bilmiyorum ama haziran ayında OVA bölümleri yayınlanacak diye okudum.

Fakat Kamisama denilince aklıma ilk gelen anime kuşkusuz Kamisama Hajimemashita olacak.





26 Mart 2014 Çarşamba

Yine Becerdim

Mütemadiyen boynum tutuluyor. Nasıl oluyor nasıl  beceriyorum hiç bilmiyorum ama tık diye atan bir düğmenin marifeti gibi bir anda kas katı kesiliyorum.
Bu sabah gayet düzgün uyanmış her zamanki gibi Egeyle sabah boğuşmamızı yaşarken bir anda ağır çekim bir karenin içinde buldum kendimi. Hayır! diye bağıran bir iç ses ve dışarıdaysa hadi anne, hadi anne diye çığlık atan Egenin sesi arasında "becerdim" dedim kendime.
Robot şeklindeyken Egenin her isteği olamayacak tabii. Koltuğun altına kaçan minik toplar ve boya kalemleri alınamadığı için kendisi pek asabi. Kucağıma almak, boğuşmak-koşturmak ve 5,6,7 (saklambaç) oynamak biraz zor gibi!

Anlaşılan ben bir kaç gün Bengal ve sıcak su torbasıyla sarmaş dolaşım yine. Egeye düşense hayatın dikenli yolları.

25 Mart 2014 Salı

Gel Git

Hayattaki en sinir bozucu şeylerden biri hiç nedensiz evin içinde kaybolan bir eşyanızı aramaktır. Daha demincek şuradaydı yok işte diye dövünüp durursunuz. Sen gördün mü? sorusu hep ben görmedim diye cevaplanır. Sinir kat sayınız tavan yapmak üzereyken, bin kere baktığınız ama nedense illaki bin birinci kez bakıldığında görülen o kıymetli eşyanızı komodinin ayak ucunda mahzun bir şekilde sizi bekler bulursunuz.
O an sevinç dalgalanması sinir duygunuzu bastırır ve mal bulmuş mağribi gibi gün içinde sayısız defa kaybedip yeniden bulduğunuz gözlüğünüze kavuşmanın tatlı keyfini sürersiniz.
Acaba gözlüğümü iple boynuma mı taksam? gibi birazdan anlamını kaybedecek bir fikirle oturursunuz bilgisayarın başına.

24 Mart 2014 Pazartesi

Mart

Baharın kokusunu içime çektiğim sabahlara kavuştum yine.  Egeyle yaşadığım dördüncü, kendimle yaşadığım otuz altıncı bahara merhaba.

Bu ayım genelde evde kitaplarla geçti. Ülkenin hengamesinden kitaplara sığındım ama baktım ki, bugün geldiğimiz durum ve konuştuğumuz tüm bu ülke meseleleri, 40 senelik mevzuların sadece konu başlıkları değiştirilmiş bir nevi ters yüz edilmiş bilindik hallerinden başka bir şey değilmiş.

Bu ay okuduğum kitaplardan  beni en mesut edeni Tomris Uyar'ın Gündökümü I-II kitaplarıydı. Düşündüğüm nice şeyi okuduğum kitabın sayfalarında bulabilmek beni hayrete düşürdü. Mesela Selim İleri kitaplarını neden sevmediğim ve okumak istememem gibi...
Hayatı yaşanabilir kılan yazarların olması ne güzel. Bu hayattan ayrıldıktan sonra bile tanımadıkları insanların hayatlarında yaşayabilmeleri, yazar için ölümsüzlüğün gerçekleşmiş hali değil midir?
Yazar sıfatına layık olan ve bunu bir etiket değil yaşam biçimine dönüştürmüş insanların kitaplarını okurken mutlaka başka kapıları da ziyaret ederken bulursunuz kendinizi. Gündökümü'nü okurken aldığım yazar ve kitap notlarıyla nisan ayı kitap listemi oluşturmuş buldum kendimi.  Bir başka güzellik bu ay okumaya başladığım Borges'le Gündökümü'nü okurken sıklıkla karşılaşmam oldu.

Bu ayın akılda kalan kitaplarından biride Orhan Veli'nin   Yalnız Seni Arıyorum kitabıydı.  Nahit Hanım'a yazılmış mektuplardan oluşan bu kitap beni pek üzdü. Gizli saklı yaşanmış kırık bir aşk hikayesini Orhan Veli'nin tarafından okurken içten içe Nahit Hanım'a sinirlenmeden edemedim. 36 yıllık kısacık bir hayata bu kadar dramatik bir aşkı sığdırmış olması insanı ister istemez kederlendiriyor.

Bu ay olan bir diğer mevzuda iş konusuydu. Geçen yıldan beridir ısrarla beklendiğim iş yeriyle, yine olumsuz cevap vermek için görüşmeye gittim. Egeyle okula başlayana kadar kalmak istediğimi tekrar söyledim. En ufak bir değişiklikte mesela Egeyi kreşe verme gibi bir karar verirsem hemen işe başlayabileceğimi söylediler. Bilmiyorlar ki, Egeden ayrılma konusu bile beni ne kadar dertlendirdi. Sanki çocuğumu sokağa bırakmışım gibi günlerce hezeyana tutuldum. Baktım telefon konuşması fayda etmiyor yüz yüze konuşmak zorunda kaldım. Sırtımdan bir yük inmiş oldu. Geçen hafta bu mevzu sonuca ulaşana kadar Egeye her fırsatta sıkıca sarılarak çocuğu bezdirmiş olsam da umurumda değil. Ana okuluna kadar ayrılmak yok !
Birde çok şeker bir çocuk bu Ege. Oğlum diye değil öyle işte anlatılması mümkün değil. Ayrıca ikimizde henüz sabahları uzun yatak keyfimizi, krepli ballı kahvaltıları, beraber pişirdiğimiz kekleri bırakıp hayatın hay huyuna karışmaya hazır değiliz. Koyun koyuna geçirdiğimiz dördüncü bahar daha.



18 Mart 2014 Salı

18 Mart Çanakkale Zaferi




Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bir tümsek, Anadolu'nda,
İstiklâl uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmed'in yattığı yerdir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed'in düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki, haşr olan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

11 Mart 2014 Salı

Ruh Dağından Akan Şelale





Bugün içim dışım Megadeth. Yıllar geçiyor ve eskiyoruz ama ilk günkü kadar taze olan ruhlarımız her daim genç ve tutkulu...

5 Mart 2014 Çarşamba

KITARO Konseri ve Mutluluk

Dün akşam günlerdir  beklediğim Kitaro konserindeydim. İnsan hayal ettiği bir şeye kavuşunca garip bir gurur duygusuyla doluyor. Kendinden çokça memnun olup "işte başardım" diye övünüyorsun. İşte dün gecede bu duygularla yatağa gittiğim bir geceydi.

Dünya gözüyle gördüm diye huzura erdiğim Kitaro konseri beni mest etti. İsterdim ki, kendi orkestra elemanları ağırlıkta olsun ama bu senfonik orkestrayla yapılan bir konser turu olduğu için umutları bir daha ki sefere yolcu ettim. Her anından keyif alarak o anın keyfini çıkardım ve ne ara iki saat geçti hiç anlamadım. Seyircilerin ayakta alkışlayıp yoğun tezahürat gösterdiği ve Kitaro'nun şükran dolu selamlamalarıyla konser bitiverdi. Şimdi düşünüyorum da sanki rüya gibiydi.


Bir diğer güzellikse konser sonrası imza verecek olmasıydı. Hiç böyle bir güzelliği beklemiyordum. Upuzun yılanvari bir kuyruğa girdiğimizde, sonsuza kadar beklemem gerekse dahi orada duracak CD imzalatacak ve tokalaşma şansına erecektim. Bunun hayalini bile kurmamış biri olarak böyle güzel bir ödülü hevesle bekledim. Zaten o kuyruktaki herkes bu duyguyla bekliyordu.Sıra 23:30'da  herkesin ne olur bir resim çekilelim diye yalvarmasıyla  ilerlemeye başladı. Artık kuyruğun önünde Kitaro'yu görebilecek kadar yaklaştığımızda beni ciddi bir heyecan dalgası sarıp sarmaladı. Önümdeki son kişide gidip yüz yüze kalınca yüzümde kocaman bir gülümsemeyle imza bekleyip tokalaştım ve o sıcacık elleri bırakmayı hiç istemeyerek ilerledim.

 Bazı insanlar güldüğünde yüzünde güneş doğar. Benim için bu güzelliğe sahip bir kaç kişi var ve o kişilerden biri şüphesiz Kitaro. Yüzündeki samimi gülümseme sanki her şey çok güzel, hayat iyi ve eğer bir sorun varsa çözümlenecek endişelenme der gibi.



Dün akşam o mekanda olamasaydım korkarım ki,  hayatımın en büyük pişmanlığıyla ölene kadar yanıp kavrulur, hep bu yükün ağırlığıyla yaşamaya mahkum olurdum. Bu konseri izlememe vesile olan Memo'ya, Banu'ya ve her zaman gülümseyerek bizim kahrımızı çeken Mesut'a çok teşekkür ediyorum.