31 Aralık 2009 Perşembe

Son Gün

Bugün tatildi ama bunu hak etmek için geçen cumartesi tüm gün deli gibi çalışmıştık. Dün gece başıma korkunç bir ağrı saplandı. Ne zamandır migrenim tutmuyor derken, iti an çomağı hazırla durumu oldu. Vicks'in bir zararı var mı bilmiyorum? ben alnıma şakaklarıma sürüp eski usul gözümü alnımı tülbentle sarıp kafayı vurup yattım. İlaç zaten alamıyorum :( eskiden olsa çakardım iki novalgin sen sağ ben selamet :)

Neyse, sabah kalktığımda bile ağrım geçmemişti. Memo işe gitti, bende kalkıp bilgisayarın önünde takıldım biraz. Sonra Banu aradı, işten çıkıyormuş Taksim'e geçecekmiş. Sebepse, Burcu'ya Leydi Gaga'nın yeni çıkan ikili Cd sini almak. Yeni yıl hediyesi işte. Bende geliyim dedim çünkü evde durmak beni feci şekilde hasta ediyor.
Hemen duşa girdim ve girmeden evvel kaç kiloyum diye baktım moralim bozuldu. 45,5 olmuşum. Yani resmen Victoria Secret melekleriyle yarışacak durumdayım. Kaburgalarım sayılıyor, dümdüz bir karnım var ve o üst bölgedeki çıkıntılarsa taş gibi :) onlar habire şişiyor. Tam plajlık bir vücudum oldu ama ne yazık ki artık çok geç. Banu'yla 12:00 gibi Kanyon'da buluştuk. Ben oraya gelene kadar ki, taş çatlasa yürüyerek 10 dk. sürer, çok yoruldum. Tipim zaten Tim Burton'ın Ölü Gelin filmindeki tip gibi olduğundan, bem beyaz bir suratla kendimi Sturbucks'a attım. Limonlu kekten tırtıkladım, biraz oturduk kendime geldim. Oradan ver elini Taksim. Hediyeyi aldık ve Cevahir'e geçtik. Oradanda alacakları vardı, bende Memo'ya bir gömlek aldım tekrar Kanyon'a döndük. Kredi kartında kalan chip paraları harcamak için Mother Care'den içeri girdik. Çorap ve emzik alıp çıktık :) Banu birde gidip takıcıdan saç bandı aldı. Kırmızı donlara baktık filan.

Sonra Mesut'u beklemek için banklara oturduk ve geleni geçeni çekiştirdik. Ona buna çamur attık, tam devleti kurtarıyoruk ki, Mesut geldi ve Banu'da Çekmeköy'e doğru yola çıktı. Bende son bir gayret eve geldim.

Banu'nun işi çok. Öyle böyle değil, daha hindi pişirecek kendisi. Ah benim sevgili ağustos böceğim, tüm gün gezdik. Hindi tavuk gibi kolayda pişmez, bakalım neler olacak?
Üstelik yemeği yedikten sonra geç vakit bize gelecekler. Yemek yiyemediğimden koku vesaire, ben onlara gidemedim sağ olsun onlar bize gelecek.

Bir seneyi daha böyle bitirmiş olacak ve yeni senenin ilk sabahına muhtemelen ben kusarak başlayacağım ama olsun yinede yaşasın yeni yıl :)

30 Aralık 2009 Çarşamba

Kontrol

Dün doktor kontrolümüz vardı. Randevum 10:30'da olduğundan evden gitmeye karar verdim. Sabah Memo işe gidince bende 2 bölüm Şeker Kız Candy izledim. Çok iyi geldi. Yarım muz 3 tanede fındık yedim daha ne olsun. Adam olana çok bile. Hastane kapısında karşılaştık Memo'yla işlemleri halledip doktorun katına çıktık. Ultrasona girdik doğruca. Bu sefer başını vücudunu ayırt edebildik hatta kol ve bacak çıkıntıları, göbek kordonunu ve pompa gibi hareket eden kalbini gördük. Bu sefer daha inandırıcı geldi durumum. Doktorumda ellerimden tutup çektiklerinin karşılığını alıyorsun merak etme dedi. Ne güzel bir söz. Doktorumla aramda pozitif bir ilişki var umarım sonuna kadar böyle devam eder. Bebek geliştikçe bulantılar azalacak dedi. Tartıldım biraz daha azalmış yekünüm. Tansiyonum 8/5. Böyleyim işte.

Bebeğin boyu tamı tamına 3,25 cm. 10 haftalık ve haftasında olması gerektiği gibi. İyiymiş yani, inşallah öylede devam eder.
Bizden istediğin bir şey var mı? dedi doktorum mide bulantısı için verdiğiniz ilacı yazın lütfen dedim. Ama devam etmek istemiyorum bir yandan, illaki içimde bir ilaç korkusu var. Doktor verse bile.
Neyse, bir dahaki kontrol 14 Ocak. İkili test zamanım yani. Umarım her şey güzel gider.

Dün doktor çıkışı ofise döndüm. Patronuma bebeğin ultrason çıktısını gösterdim. Erkek bu bence dedi. Mühendis yapacakmış onu. Bir eve bir tane mekanikçi yeter bence. Bana doğumdan sonra kaç sene gelmeyeceksin diye takılıyor ona göre önlem alacakmış velakin ben evden idare ederim ofisi dedim. Yıllarca işe gitmemek olur mu? Bakalım görücez bunların hepsini yaşamadan bilemem. Uzaktan atıp tutmak basitmiş.

Dün gece tamda akşam yediğim sekiz adet fındığı ve bir adet elmayı itina ile kusmuş, sürünerek yatağa giderken, ultrason resmindeki koca kafasına küçük bir buse kondurdum. Kerata seni. Sen dişlisin de, ben değil miyim? Kolay pes etmem, inat dersen dibine kadar hadi bakalım.

25 Aralık 2009 Cuma

Güzel Cuma.

Sabaha kötü başladım. Klasik öğürtüler ve bu çile ne zaman bitecek edebiyatıyla başladı. Giyindim Memo'yla beraber evden çıktık. Taksiyle işe geldim. Ofistekilerle sabah gevezeliği ve işleri toparlama dürtüsüyle masa başına gömülmece. Öğle tatilinde saçlarımı kestirmeye karar verdim. Hadi bakalım. Yeni bir hırka aldım kendime uzun belden kuşakla bağlamalı ve her şey gibi bu hırkamda gri. Yani Koyu gri. Ofistekiler çok kızıyor bana gri alıyorum diye ama en sevdiğim renkler siyah, gri, beyaz, lacivert, kahverengi. Dolapta pembe bir şey bulmak zor ama geçen sene aldığım 2 pembe tişört var şimdi hatırladım.
Bebek için hırka yelek örelim ne renk olsun diye soruyorlar, ben hemen atlıyorum gri ve lacivert beyaz. Siyahta olur. Adams ailesinin bebeği gibi.

Geçen gün mothercare girdim. Eskiden canım sıkılsa bu mağazaya girip indirimleri takip ederdim. Deliyim doğru. Şimdi ise girmek istemiyorum nedense. Belki bir şeyler almaktan korkuyorumdur. Yani bebeğe bir şey almak için çok erken daha 3 ay bile bitmedi. Bundan çekiniyorum galiba. Neyse işte geçen gün Kanyon'dan geçerken girdim içeri. Beyaz tulumlara yeni doğan setlerine filan baktım. Pijamalara dokundum. Gözüm arkamda çıktım sonra. Erken daha alamam şimdi dedim. Annemde yeni yıl hediyesi almak istiyormuş bebeğe. Banu'da bari ablamın yiyeceği bir şey alalım, dolaylı yoldan bebek istifade etsin dedi. Benim boğazımdan geçenler o kadar sınırlı ki ve ben onları yemekten o kadar usandım ki, yeni yılda böyle bir hediyeyi bende bebekte istemeyiz. Başka alternatiflere açığız ama.

Salı günü doktor kontrolüm var. Bakalım neler olucak. Bebeğin gelişimi ne alemde?,
Geçenki kontrolden beri 1 kilo daha verdim. Acaba kusmalarım için verdiği ilaca devam edecek miyim? İdrar tahlilim yine berbat çıktığından serum mu takıcak? Görücez.

Gelelim Mim konusuna.

Sevgili Beste, yeni yıl beklentilerimi sormuş.

Bu senenin son aylarını malum biraz şaşkın, biraz depresif geçiriyorum. Yeni yılda ne beklediğimi bile düşünmemiştim. Depresyona yatkın bir bünye için şaşılası bir sonuç değildi gerçi.

Neyse, şapkayı önümüze alıp düşünelim bakalım.

Bir kere 2009 benim için çok iyi geçti. Evimizde istediğimiz tadilatları yapabildik sonra harika bir tatile çıktım. Banum evlendi. Bu sene bitmeden içimde bir başka kalbin atışlarını duydum. Çok güzel kitaplar okudum. Güzel yemekler yedim. Memo'yla bir sürü güzel anımız oldu. Votka limonlu akşamlarımız bol gevezelikle geçti yani her şey iyi, her şey güzeldi.

2010 için beklediklerimse, elbette iyi ve sağlıklı bir hamilelik.

Artık iştahla yemek, yemek, yemek, yemek, yemek, yemek, yemek, yemek, ye...

Bebeğimin içimde sağlıkla büyümesi ve beni üzmeden yormadan kolaylıkla normal bir biçimde doğması.


Sonra, doğum ertesi depresyona girmemek en büyük dileğim. Çünkü gerçekten depresyona yatkın ve bu yönde ilaç kullanmış biriyim. Hamileliğimin bu ilk aylarıda, beni ruhen çok zorladı ve aynı sıkıntıları doğum sonrası yaşamak ve bunu yaşarken çevremdeki insanları kırmak en büyük korkum.

Birde eğer böyle olursa, Memo yanımda olsun istiyorum. Beni daha çok sevsin, daha çok anlasın, daha tolere edici olsun. En büyük beklentim bu galiba.

Sonra elbetteki bebeğimle güzel bir sonbahar yaşamak ve beraber yürüyüşlere çıkmak, kahve molaları vermek, kitapçıları gezmek istiyorum.

Ah! birde bebeğim beni çok ama çok sevsin istiyorum.

Bebekli hayata alışmamız kolay olsun ve hem maddi, hem manevi yüklere hazırlıklı olabilelim istiyorum.

Birde içimize sinen ideal arabayı alabilmeyi istiyorum. Mümkünse yeni yılın ilk aylarında.

Sağlık ve huzur diliyorum ki en önemlisi huzurlu bir ev, sağlıklı bir bünye .Diğer her şey bir şekilde temin edilir.

Tabi parada mühim. Ben hep bereketli para isterim. Çok değil. Para bereketli olsun yeter. Patronum zam yaparsa gerçekten yeni yıl mucizesi derdim mesela.

Kimsenin hakkı bana geçmesin, kimsede de hakkım kalmasın.

Kalp kırıklıklarımı düşünmeden, maziyi anmadan, O da burada olsaydı demeden, hayırla huzurla bir yıla başlayıp bitirmek istiyorum.

* Kulaklıktan gelen ses, Noir Desir / Un Homme Presse

23 Aralık 2009 Çarşamba

Koza



Masamda bir fincan sade kahve. Tam sıcaklığında ve kıvamında. Kulaklıkta güzel bir müzik ve öğle tatilinde yapılacaklarla oyalanmak ne şahane.
Yeni bir kitap almalı, o kitabı çok sevmeli ve kapağın içine, senenin son kitabıydı diye not düşülmeli. Yeni bir moleskine almalı ve yeni notlar düşülmeli. Yeni sene, yeni umutlar. Yeni hedefler konmalı vs. vs.

Şimdilik üst paragrafın coşkusuna eremedim. Yeni yıl ruhum uzaklara yolculuğa çıkmış gibi. Üstelik bana kart bile atmadı. Kendi dünyamın içinde gönüllü bir esaretle prangalanmış gibiyim. Dış dünyaya çıkmak istemiyorum. Kendi yarattığım hastalıklı dünyamda gayet iyiyim. Saçlarımı filan kesmeliyim diye arada atak yapmaya çalışsamda, ı ıhh olmuyor çıkamıyorum. Bu akşam tırnaklarıma kırmızı oje sürücem işte diye söyleniyorum tüm gün ama sonuç fiyasko.

Kozasında uyuyan bir tırtıl gibiyim. Büyük bir değişim geçirecekmiş gibiyim. Kelebeğe dönüşebilecek miyim? Kim bilir?

22 Aralık 2009 Salı

Madonna/Celebration



Bu şarkıyı dinliyorum ama sürekli ve sürekli. Kendimi iyi hissettiriyor. Beni iyi hissettiren her şeye açığım. Başımın üstünde yeri var. İçimde dans etme arzusu oturduğum yerde masa başında dingildek bir ritim tutturmuşum. Neyi bekliyorsun diyor ya Madonna, işte öyle dediği anda bağıra çağıra şarkıya eşlik etmek istiyorum. Bir anda ofis bir klip sahnesine dönsün istiyorum. Ortada bir disco topu ne şahane olurdu.

Müzik iyidir güzeldir. Mide bulantısını bile unutturur. Az önce yenen yarım muz midede kalsın diye beyin itina ile oyalanır. Aman sakın kusma komutu verme, kıllandırma şimdi mideyi denir.

Haydi beyin efendi oturmaya mı geldik? eller havaya.

21 Aralık 2009 Pazartesi

Kabus

Bu gece rüyamda yine bir oğlum olmuş. Oğlanları göre göre, doğurcam kızı en sonunda. Rüya açılışı, tipik emzirme sahnesi. Bu olay beni neden bu kadar geriyor anlamıyorum. Her rüyada aynı sorun. Bebek emiyor mu? süt var mı? gına geldi artık.

Neyse, sonra altını açıcam çocuğun ama sırıl sıklam çiş içinde yani. Yuh diyorum kendime, hangi akla hizmet çocuğu bu hale getirdim ki! İşin tuhafı oda habire dolmaya başlıyor. Birde bana akıl veriyorlar yani ben ilk kez altını değiştiricem ve bezi doğru biçimde koymamışım. Biliyoruz herhalde diye tersliyorum ama kimse tınlamıyor. Elimden alıp altını açmak isteyecekler neredeyse. Ama atmaca gibiyim bırakmıyorum çocuğu. Fakat oda habire insan doluyor. Bebeği yatıracak alan bulamıyorum o derece. Neredeyse üstüne oturacaklar. En sonunda ehh! yeter be hepiniz boşaltın odayı diye şarlıyorum. Ben öyle debelenirken uyanmışım. Tabi o sinirle doğru banyoya kusmaya gittim. Arkamdan Memo kustun mu? sorusuyla belirdi. Hı hı, kustum.

Bu rüyadan sonra kusulmazda ne olur ?

19 Aralık 2009 Cumartesi

İstekler...


Bugün soğuk bir cumartesi günü. Güzel bir kış günü. Aslında bir dostla buluşup sohbet etmek, kahve içmek için harika bir gün. Patlamış mısır ve sinema için daha iyi bir gün düşünülemez. İstiklal'de kalabalığa karışmak kitapçıları talan etmek, her cafeden ayrı bir müzik eşliğinde adımlarına ritim katmaksa cabası.

Şimdilik bu güzel duyguları itina ile rafa koyuyoruz. Zira bugün iş olan cumartesilerden. Irak'ta 5 yıldızlı bir otelin şantiyesine asma tavan yerleşimlerini yetiştirme günü. Kulaklıktan gelen içli şarkılara eşlik etme günü. Üstelik kahve içilecek dostun Libya'da bir şantiyede olmasıda cabası.

* Kulaklıktan gelen şarkı, Patti Smith/China Bird

18 Aralık 2009 Cuma

Cuma Biterken


Bazı öğlenler Memo'yla yemek için buluşuyoruz ya bu beni çok mutlu ediyor. Sanki lisedeymişiz ve okulu kırmışız gibi :)
Elele tutuşmak bile daha iç gıcıklayıcı. Hele bu öğlen olduğu gibi yağmurda varsa pek bir hoş oluyor.

Öğle yemeği için dışarı çıkmayalı tam 2 hafta oldu. Ondan önceki hafta zaten işe gitmemiştim. Nihayet bu öğlen bir kase ezogelin çorbası içtim. Başka bir şey yemeyi gözüm kesmedi. Memo'nun iştahla tabağındakileri götürüşünü izledim oda yetti zaten.
Baş başa bir şeyler yapmayalı yıllar oldu sanki. Hafiften düzelme emareleri görüyorum kendimde ve bu beni oldukça cesaretlendiriyor. İnşallah bu ayın sonunda epey toparlanmaya başlarım.

Sinemaya gitmek ve hamburger yemek istiyorum ama La Vita'nın veya Dilek Pera'nın hamburgerinden. Birde Taksim Marmara Büfe'nin goralısı var. Ah kokmasa ve ben yiyebilsem, yasak filan tınlamazdım yeminle :)

Bu aralar en çok yağmursuz ama soğuk bir günde gezip dolaştığımı, canımın istediğini yediğimi, üşüdüğümde bir fincan sıcak çikolata içtiğimi ve karnımda ufaktan kıpırtılar hissettiğim güzel bir cumartesi gününün hayalini kuruyorum. Mesela Şubat ayında bu hayalim gerçekleşse süper olurdu. Gerçi o zamanda bebeği hissetmem biraz zor ama kim bilir belki...

Yarın işe gitmem gerek. Önce ılık bir banyo sefası (ki, bu beni çok rahatlatıyor ve nedense saçlarım acayip yağlandı bu ara her gün mutlaka yıkamam gerek yoksa bir haftadır yıkanmamış gibi gözüküyor) sonra demir ilacı ve doğruca yatak. Birde kesintisiz uyuyabilsem ama neredeyse 1 aydır deliksiz uykuya hasret kaldım. Gecenin bir yarısı en uyunulası saatlerde uyanıyor ve sonrasında bölük pörçük uykularla sabahı ediyorum.

Tavada balık gibi, sağa sola dönüp duruyorum işte.

17 Aralık 2009 Perşembe

YARADILIŞ DESTANI




Her şeyden önce su vardır. Yer , gök , ay ve güneş yoktu. İlah Kara Han ( Kayra Han ) ile insan vardı. Her ikisi de birer kara kaz şeklinde , suyun üstünde uçuyorlardı.

Kara Han hiç bir şey düşünmüyordu. O sırada insan rüzgârı icât edip suyu dalgalandırdı, Kara Hanın yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin ilahlardan daha güçlü olduğunu sandı, daha yüksekte uçmak istedi.

Ama uçamadı ve suya düşüp dibe doğru dalmağa başladı. Neredeyse boğulacaktı; "Bana yardım et!" diye bağırıp Kara Handan yardım istedi.


Kara Han izin verdi ve insan su yüzüne boğulmadan çıktı. Ondan sonra Kara Han: "Sağlam bir taş olsun!" dedi; suyun dibinden bir taş yükseldi. Kara Han ile İnsan, bu taşın üstüne oturdular. Kara Han İnsana: "Suya dal, suyun dibinden toprak çıkar!" diye emir verdi, insan bu emri yerine getirdi. Suyun dibinden çıkardığı toprağı Kara Han'a götürdü.


Kara Han, insanın getirdiği toprağı suyun üzerine serpti ve serperken de: "Yer olsun!..." diye buyurdu. Buyruk yerine geldi, böylece yer yüzü yaratılmış oldu. Kara Han, insana yine: "Suya dal ve suyun dibindeki topraktan çıkar!.." diye emir verdi, insan suya daldığı zaman, bu sefer, kendim için de toprak alayım, diye düşündü, iki avucuna da toprak doldurdu, birindekini Kara Han'dan gizlemek için ağzına attı, sakladı. Maksadı, Kara Han'dan saklayıp kendine göre bir yer yaratmaktı.


Bu düşünceyle avucundaki toprağı getirip Kara Han'a uzattı. Kara Han, bu toprağı da suyun üzerine serpti ve genişlemesini buyurdu. Ne var ki Kara Han'ın suya serptiği toprak gibi, insanın ağzının içine sakladığı toprak da büyüyüp genişlemeğe başlamıştı. Bunu düşünmeyen insan korktu, soluğu kesilecekti, neredeyse Ölecekti. Kaçmağa başladı. Ama nereye kaçsa yani başında Kara Han'ın varlığını hissediyordu, ondan kaçamıyordu. Çaresiz kalınca yalvarmağa başladı.


Kara Han, insana: "Ağzındaki toprağı ne için sakladın?" diye sordu, insan: "Kendim için yer yaratmak niyetiyle saklamıştım." diye cevap verdi. Kara Han da: "Öyleyse at ağzından da kurtul!" dedi. insan, ağzında sakladığı toprağı attı. Bunlar yere dökülürken küçük tepeler meydana geldi. Bunun üzerine Kara Han: "Şimdi sen artık günahlı oldun" dedi; "Bana karşı geldin, kötülük düşündün. Senden sonra sana uyan, senin gibi kötülük düşünenler, senin gibi kötü kişi olacaklar; bana itaat edenler ise iyi ve temiz düşünceli olacak, onlar güneş ve aydınlık yüzü göreceklerdir. Bundan sonra senin adın Erlik olsun. Günahlarını benden saklayanlar senin adamın olsun, günahlarım senden saklayanlar ise benim olsunlar!..."


Bu sırada, yer yüzünde dalsız budaksız bir ağaç yeşermişti. Kara Han bu dalsız budaksız ağacı görünce hoşlaşmadı ; "Dallan, yaprakları olmayan ağaca bakmak hoş değil, bu ağacın dokuz dalı birden olsun!..." dedi. Dalsız budaksız ağaç bir anda dokuz dallı oluverdi. Kara Han bunu görünce: "Bu dokuz dalın her birinin kökünde birerden dokuz kişi türesin ve bunlardan dokuz millet olsun!.." dedi.


Erlik, bunlar olurken büyük bir gürültü duymuştu. Nedir acaba? diye bakınıp düşünürken vardı Kara Han'a gürültünün sebebini sordu. Kara Han da: "Ben bir Hakanım sen de kendince bir Hakansın. Duyduğun gürültüyü yapan insanlar benim insanlarımdır." diye cevap verdi. Erlik bu milleti kendisine vermesi için Kara Han'a rica ettiyse de Kara Han: "Hayır!" diye karşıladı; "Sen git kendi işine bak!"


Erlik'in canı sıkıldı. "Hele dur bir gidip şu milleti göreyim" diye kalabalığın yanına vardı. Orada, insanlardan başka yaban hayvanları, kuşlar ve daha bilmediği bir çok güzel yaratıklar vardı. Erlik: "Kara Han bunları nasıl yarattı acaba? Bunlar burada ne yiyip ne içiyorlar?" dîye düşünmeğe başladı. O düşüne dursun , insanlar ağacın meyvelerinden yemeğe başlamışlardı. Erlik baktı ki, insanlar ağacın yalnız bir yanındaki meyvelerden yiyorlar, öte yandakilere ellerini bile sürmüyorlar. Gidip bunun sebebini sordu, insanlardan aldığı cevap ise: "Tanrı bize o yandaki meyvelerden yemeyi yasak etti, biz de bunun için o meyvelerden yemiyor ancak, izin verdiği güneşin doğduğu yandaki meyvelerden yiyoruz. Şu gördüğün yılan ile köpek, o yasak yandaki meyveleri yemememiz için bekçilik ediyor."


Bu cevap Erlik'in canını sıkacağı yerde sevindirdi. Ağacın çevresindeki insanların arasında bulunan Doğanay (Törüngey) denilen bir adam buldu ve ona: "Kara Han size yalan söylemiş. Asıl size yasakladığı meyvelerden yemeniz gerekir; daha tatlıdır, göreceksiniz" dedi. Bu sırada uyumakta olan yılanın ağzına girdi ve yılana ağaca çıkmasını söyledi. Yılan da ağaca çıkıp yasak meyvelerden yedi. Doğanay'ın karısı Ece (Eje) yanlarına gelmişti. Erlik, Doğanay'la Ece'ye de meyvelerden yemeleri için ısrar etti. Doğanay, Kara Han'ın sözünü tutarak yasak meyvelerden yemedi ama karısı Ece dayanamadı, yedi. Meyve çok tatlı idi. Alıp, kocasının ağzına sürdü o anda Doğanay ile Ece'nin tüyleri dökülüverdi, birden utanmağa başladılar, kaçışıp her biri bir ağacın ardına saklandılar.


Bu işler olurken Kara Han oraya gelmişti, insanların hepsi birden kaçışıp aklınca birer köşeye gizlenmişlerdi. Kara Han: "Doğanay!. Ece!. Doğanay! Ece!" diye haykırmağa başladı. "Neredesiniz?"


Doğanay'la Ece: "Ağaçların arasındayız" diye cevap verdiler. "Sana görünemeyiz. Utanıyoruz."


Sonra, olanları bir bir anlattılar. Kara Han, bildiği şeyleri duymanın Öfkesi içinde her birine ayrı ayrı cezalar verdi: "Şimdi sen de Erlik'ten bir parça oldun" diye yılana verdi ilk cezasını; "İnsanlar sana düşman olsun, seni görünce vurup, ezip öldürsünler!" dedi.


Ece'ye döndü: "Sen Erlik'in sözüne uydun, yasak meyveyi yedin, öyleyse cezanı çekeceksin. Çocuk doğuracaksın, doğururken de türlü eza cefa ve acı çekeceksin. Sonunda öleceksin, ölümü tadacaksın!"


Doğanay'a da şöyle diyerek cezasını verdi: "Erlik'in gösterdiğini yedin. Benim sözümü dinlemedin. Madem Erlik'in sözüne uydun öyleyse onun adamları onun ülkesinde yaşar, karanlık dünyasında bulunur. Benim ışığımdan mahrum kalır. Benim sözümü dinlemiş olsaydın benim gibi olacaktın. Dinlemediğin için dokuz oğlun ve dokuz kızın olacak. Bundan sonra ben insan yaratmayacağım. Bundan sonra insanlar senden türeyecek. Tek başına ne yaparsan yap."


Erliğe de kızdı: "Benim adamlarımı neden aldattın?" diye sordu öfkeyle. ,


Erlik: "İstedim vermedin" dedi; "Ben de senden çaldım. Artık hep çalacağım. Atla kaçarsa düşürüp çalacağım; içip içip sarhoş olurlarsa birbirine düşürüp döğüştüreceğim.. Suya girseler, ağaçlara çıksalar bile yine çalacağım."


Kara Han da: "Öyleyse üç kat yerin altında, ayı güneşi olmayan karanlık bir dünya vardır. Seni oraya atıyorum!" diye Erlik'i cezalandırdı.


Bu iş de bitince bütün insanlara birden ceza verdi: "Bundan sonra kendi yemeğinizi kendiniz kazanacak, gücünüzle elde edeceksiniz, benim yemeğimden yemek yok" dedi; "Artık yüz yüze 'gelip sizinle konuşmayacağım. Size bundan sonra Gök Oğul'u (Maytere) göndereceğim."


Gök Oğul gelip insanlara bir çok şeyler yapmasını öğretti. Arabayı da Gök Oğul yaptı. Ayrıca ot köklerini, yenebilecek bir kısım otlan yemeyi insanlara öğretti.


Bu böylece sürüp giderken Erlik Gök Oğul'a yalvarıyordu: "Ey Gök Oğul, bana yardım et, Kara Han'dan izin iste, yanına çıkmak dileğimi söyle, yardım et bana!" ,


Gök Oğul, Erlik'in bu dileğini Kara Han'a iletti ise de Kara Han aldırış bilş etmedi; Gök Oğul tam altmış yıl yalvarma-sına devam etti. Bunun üzerine, altmış yılın sonunda Kara Han Erlik'e haber gönderdi: "Düşmanlıktan vazgeçersen, insanlara kötülük etmezsen sana izin veririm, yanıma gelirsin." dedi. Erlik söz verdi. Bunun üzerine, Kara Han'ın huzuruna çıktı, baş eğdi: "Beni kutsa, bana izin ver, ben de kendime gökler yapayım" diye yalvardı.


Kara Han buna da izin verdi, îzni koparan Erlik kendisi için gökler yaptı Adamlarını başına topladı, yaptığı göklere yerleştirdi, kendisi de başlarına geçti, çok kalabalık oldular. .
İlâh Kara Han (Kayra Han) ın en sevgili kullarından olan Ulu kişi bu durumu görüp üzülmüştü. Üzüntü içinde düşündü: "Bize bağlı, bizim öz insanlarımız yer yüzünde cefa çekip yoruluyor; Erlik'in adamları ise göklerde keyfedip duruyor. Bu iş, bir işe benzemez."


Bu üzüntülü düşünce içinde, biraz da Kara Han'a gücenmiş olarak, Erlik'e savaş açtı. Ne var ki Erlik daha güçlü çıkıp karşı geldi ve ateşle vurup Ulu kişiyi kaçırdı. Ulu kişi doğrulayıp Kara Han'ın huzuruna çıktı. Kara Han'ın: "nereden geliyorsun?" diye sorması üzerine Ulu Kişi: "Erlik'in adamlarının gökyüzünde oturması, buna karşılık bizim iyi insanlarımızın yer yüzünde yorgun argın yaşamaları ağınma gitti, bu çok kötü bir durum diyerek Erlik'in yandaşlarım yere indirmek göklerini başına yıkmak için Erlik'le savaş etmek istedim. Fakat gücüm yetmedi, o beni kaçırdı" diye üzgün ve ağlamaklı cevap verdi.


Kara Han üzülmemesini söyledi. "Erlik'e benden başka kimsenin gücü yetmez" dedi. "Erlik'in gücü senden fazladır. Ama bir gün gelecek senin gücün Erlik'in gücünden daha üstün olacak..."


Bu söz üzerine Ulu Kişi'nin yüreği ferahladı rahat rahat uyudu.


Bir gün geldi Ulu Kişi o gün güçleneceğini hissetti. Yine o gün Kara Han Ulu Kişiyi yanına çağırttı ve: "Var git, güçlendin gayri; Erlik'in göklerini başına yıkacak güce kavuşturdum seni, maksadına ereceksin" dedi. "Kendi gücümden sana güç verdim."


Ulu Kişi önce hayret etti: "Yayım yok, okum yok, kargım yok, yatağanım yok. Kupkuru bir bileğim var. Yalnız bilek gücüyle Erlik'i nasıl yok edebilirim ben?"


Kara Han, Ulu Kişi'ye bir kargı verdi. Ulu Kişi kargıyı alıp Erlik'in göklerine gitti. Erlik'i yendi, kaçırdı; göklerini alt üst edip kırdı geçirdi. Erlik'in gökleri parça parça oldu yeryüzüne döküldü. O zamana kadar dümdüz olan yer yüzü, o günden sonra kayalıklarla, sipsivri dağlarla doldu. Görklü Güzel Tanrının özene bezene yarattığı o güzel yer yüzü eğri büğrü oldu. Erlik'in bütün yandaşları yere döküldü; suya düşenler boğuldu; ağaca çarpanlar sakatlanıp can verdi; sipsivri taşların kayaların üstüne düşenler öldü; hayvanlara çarpanlar hayvanların ayaklarının altında kaldılar.


Durum böyle olunca Erlik varıp Kara Han'dan kendine bir yer istedi. "Benim göklerimin yıkılmasına sen izin verdin, benim barınacak bir yerim kalmadı" dedi. Kara Han Erlik'i yerin altındaki karanlık ülkesine sürdü, üzerine yedi kat kilitler vurdurdu. "Burada güneş ve ay ışığı görmeyesin; iyi olursan yanıma alırım kötü olursan daha derinlere sürerim" dedi. Erlik bunun üzerine: "Öyleyse ölmüş insanların canlarını bana ver; bedenleri senin olsun canları benim işime yarasın" diye bir istekte bulundu. Kara Han : "Hayır, onları da sana vermeyeceğim" dedi; "İstiyorsan kendin yarat." Böylece yaratma iznine kavuşmuş olan Erlik eline bir çekiç, bir körük ve bir örs alarak vurmağa başladı. Her vuruşta bir hayvan ortaya çıktı. Sırasıyla kurbağa, yılan, ayı, domuz, deve ve kötü ruhlar yer yüzünü doldurdu. Sonunda Kara Han gelip Erlik'in elinden çekici, örsü ve körüğü aldı, ateşe attı. Körük bir kadın, çekiç bir erkek oldu. Kara Han kadını yakalayıp yüzüne tükürdü. Tükürür tükürmez, kadın bir kuş olup uçtu. Bu kuş, eti yenmeyen tüyü bir işe yaramayan Kurday denilen kuştur.


Kara Han erkeği yakalayıp onun da yüzüne tükürdü, o da bir kuş olup uçtu, adına Yalban Kuşu dediler.


Bütün bunlardan sonra Kara Han, insanlara: "Ben size mal verdim, aş verdim; yer yüzünde iyi, güzel, temiz ne varsa verdim, yardımcınız oldum, siz de iyilik yapınız. Ben göklerime çekileceğim, belki bir daha dönmeyeceğim." dedi. Arkasından yardımcı ruhlarına: "Gün Aşan, sen, içki içip aklını yitirenleri; körpecik çocukları, kısrak yavrularını inek buzağılarını koru, onlara kötülük gelmesin. Sağlığında iyilik yapmış olanların ruhlarını yanına al, intihar edenlerinkini alma. Zenginlerin malına göz dikenleri, hırsızlan, başkalarına düşmanlık edenleri koruma. Benim için, bir de Hâkanları ile Yurtlan için savaşıp ölenlerin ruhlarını da yanına al, benim yanıma getir.


İnsanlar! Size yardım ettim, sizden kötü ruhları uzaklaştırdım. Onlar insanlara yaklaşırlarsa insanlar onlara yiyecek versinler, ama o kötü ruhların yemeklerinden yemesinler, yerlerse onlardan olurlar. Şimdi ben aranızdan ayrılıyorum ama yine geleceğim beni unutmayınız, geri gelmez sanmayınız. Tekrar geldiğimde iyiliklerinizin ve kötülüklerinizin hesabını göreceğim. Şimdilik benim yerimde Ağca Dağ, Ulu Kişi ve Gün Aşan kalacaklar, sizlere yardımcı olacaklar.


Ağca Dağ! Gözlerini dört aç! Erlik senin elinden ölenlerin ruhlarını çalmak isterse, Ulu Kişi'ye söyle, o güçlüdür. Gün Aşan, sen de iyi dinle, kötü ruhlar yerin altındaki karanlıklar ülkesinden yukarı çıkmasınlar, çıkarlarsa hemen Gök Ogul'a git ve haber ver, ona güç verdim, kötü ruhları kovar.


Alma Ata ayı ve güneşi bekleyecek. Ulu '"işi yer yüzünü ve gök yüzünü koruyacak Gök Oğul ise iyilerden kötüleri uzaklaştıracaktır."


Bunlan söyledikten sonra Kara Han uzaklaştı.


Ulu Kişi Kara Han'ın öğütlerini bir bir yerine getirdi. Olta yaptı, balık avladı; tüfeği barutu icât etti, sincap vurdu.


Sonra bir gün geldi Ulu Kişi kendi kendine mırıldandı:

"Bugün beni rüzgâr uçuracak, alıp götürecektir!"


Ulu Kişi'nin dediği gibi rüzgâr geldi, aldı Ulu Kişiyi uçurdu götürdü. Ağca Dağ bunun üzerine insanlara: "Ulu Kişi'yi ilâh Kara Han yanına aldı. Onu bulamazsınız artık, beni de bir gün gelecek yanına çağıracak, nereye isterse oraya gideceğim. Siz öğrendiklerinizi unutmayın, Kara Han böyle istedi" dedi.


İnsanları kendi hâline bırakıp o da gitti.

16 Aralık 2009 Çarşamba

Deli Güncesi

Barış Manço dinliyorum saatlerdir. Tüm albümlerini ayırt etmeksizin dinliyorum ama en çok Cacık parçasına takılıyorum. Arada sırada tekrar başa alıyor ve şarkıdaki o rakı kadehinden derin bir yudum alma anını tekrar tekrar dinliyorum.
Velakin, aynen şarkının dediği gibi kendimi hıyar gibi hissediyorum. Eee, böyle cacığa rakımı dayanır arkadaş.

Dün hastahaneye kontrole gittim ve doktorumun acıyan yüz ifadesiyle odalardan birine yerleştirildim. Nihayet arka arkaya 2 şişe binlik serumu dayıyorlar damarlarımdan içeri ve bir haftadır ilk kez çişim geliyor. Bu bir mucize olsa gerek. Serumun içine mide bulantısını giderici bir ilaç enjekte ediyorlar vs.vs.
Bu benim her kontrolde yaşadığım klasik rutinim. Ayrıca 47 kiloya indim. İşte ikinci mucize! Ben hiç bir halt yemesemde bebek kendini beslermiş. Kalmadımı stoklarda bir şey o zaman yağlarım yakılıyormuş ve ordan elde edilen ganimeti bebek parsaya atıyor imiş. Eee, peki ya ben dedim doktoruma. Sürüne sürüne işe gidiyorum her sabah. Benim yaşam kalitemi serum şişeleri yükseltecek bundan başka bir çözüm yok gibi. Hayattan zevk alamaz oldum. Doktorumun yardımcısı olan bir bayan doktor var oda 7 aylık hamileydi ve ilk 16 hafta rezil bir biçimde sürünmüş. Ben limiti 12. haftaya koydum dedim doktoruma hiç anlamam. Az kaldı diye babaladılar beni yine. Ge-çe-cek!!! Kutsal kelime bu. Geçecek ben hasta değilim sadece hamileyim. Sadece ha-mi-le!

Rüyalarımda bile yemekler ve sofralar görüyor, sonra bu yemeklerden midem bulanmış bir biçimde kalkıp öğürüyorum. Rüyalarım bile kokuyor. Ev zaten hepten kokuyor. Ne yaparsam yapayım o kokudan kaçamıyorum. Beynime çöreklenmiş sanki. Lanetlendim mi ne? Ama ne yapıyoruz kuyruğu her daim dik tutuyoruz. Bu hayatımızın en güzel şeyi, bu yeri doldurulamaz bir deneyim. Oh la la, çok mutluyuz. Sevgi böcüğüyüz. Toprak anayız bla bla bla. Yok arkadaş ben böyle değilim. Olmadığım bir şeymiş gibi davranamam. Yani bu durumdan bebeği sorumlu görmüyorum elbette ama hamileliğimin bu döneminden nefret ediyorum işte. Kendimi hayatımın en berbat dönemini geçiriyor gibi hissediyorum. Bunun bebekle alakası yok. İstediğim beklediğim bir şey. İki ayın sonunda hamile kalmışım daha ne isteyebilirim ki? Bebeğimi seviyorum ve ona bir şey olacak diye ödüm patlıyor ama öğürmekten gözlerim pörtleyecekken bundan nasıl bir haz alabilirim ki? Kusuyorum ama çok mutluyum, bugün bir tane muz yiyebildim ama çok mutluyum, güçsüzlükten yürüyemiyorum ama çok çok mutluyum zira neyim hamileyim ne şahane değil mi?. Ehehehe.

Yok bu bana göre değil. Bu zaman geçiciyse, bende geçtikten sonra insan gibi yaşayacak konuma geldiğimde ancak kendimi mutlu hissedecek ve nihayet geçti diyeceğim ama şimdilik Hay bin kunduzdan ötesi yok valla.


Neyse, beni değilde bebeği merak edenlere küçük bir detay. Kalbi gümbür gümbür atıyor. Boyu 1,6 cm. ve 8 haftalık. 8. haftada nasıl olması gerekiyorsa öyleymiş. Durumlar böyle. Ofisteki cetvelimle gün boyu 1,6 cm. lik işaretler atıyorum not kağıdıma. Ulen! boyuna posuna bakmadan parmağında oynatıyorsun beni. Şimdiden paçayı fena kaptırdık galiba. Memo'da hasta günlerdir. Domuz gribi değil sadece klasik sevdiğimiz evimizin bir ferdi olarak gördüğümüz mevsimsel grip vakası. Dün hastahanede muayene oldu, tahliller yaptırdı oda. İçimiz rahatladı.

Bizim evin halleri böyle işte. Kavga dövüş yaşayıp gidiyoruz.

10 Aralık 2009 Perşembe

Kelime İsrafı

Bugün, sabah kalkınca Pink Floyd (Have A Cigar) dinledim. Ne iyi geldi.


Sanki aylardır hücre cezasında kalmışım ve ilk kez güneşe çıkmışım gibiydi.
Tuhaftı.


Bugün, bir parça su böreği yedim peynirliydi. Yağsızdı ve ne güzel iyi geldi.




Bugün, tüm gün bileğimde akapunktur bileklikleri kendimi uh yeah! derken buldum. James Hetfield bilekliği adı taktım bunlara. Siyah asil bir renk azizim.


Bugün, proje teslimatıyla boğuştum. İnsanlara laf anlatmak ne zor iş yoruldum.



Bugün, Memo aradı hep. Beni özlemiş bende onu.





Bugün, kahve kokusu geldi burnuma ve keşke içebilsem dedim ve yanında bir dilim limonlu kek yiyebilsem iştahla ne güzel olurdu.





Bugün, bana hep Edith Piaf (La Mome De Paris) eşlik etti.




Bugün, O beni üzmedi, bende onu üzmedim.




Bugün, öyle bir gündü işte.

4 Aralık 2009 Cuma

Parçalı Bulutlu

Dün sabah hastaneye gittim. Acile! beni kadın doğuma yönlendirdiler. Çok ilgilendiler benimle sağolsunlar. Serum ilaç takviyesi. Hoş sözlerle rahatlatma çabası. Sırtımın sıvazlanmasına ve her bir kişinin beni anlayıp yüzüme gülmesine ihtiyacım var.
Kötü olursan gene geleceksin dedi doktorum. Sana burda bakıp ilgilenicez. Merak etme her şey iyi olacak...

Dün bebeğin kalp atışlarını duyduk. Doktorum bebeğe benden daha ilgili ve sevgiyle konuşuyordu. Bak bebiş işte daha tam belli olmuyor ama kalp atışı belli gördün mü? dedi. Üstümde öyle bir umursamazlık varki. Tek derdim kendimim. Ben ne olucam tamam o iyi habire yerleşme düzen kurma derdinde. Benim vücudumsa nedense sürekli mücadele halinde. Ebe bir kuzeni var annemin. Bana kızım kabul et şu bebeğide ikinizde rahatlayın dedi. İçten içe bir reddediş mi yaşıyorum? Evde yaptığım testen beri çok tuhafım. Bir aymazlık geldi çöreklendi üstüme. Bu bebeği istiyordum e şimdi var o zaman ne demeye bu kadar stresliyim? Heyecan ve kalp çarpıntısı beni bitirdi. Hamilelikte panik atak nükseder bazen dedi doktorum. Kalbin daha hızlı çarpacak bu normal dedi. Stres yok. Gelde bana anlat bunu.
Bir hafta oldu ben gece uykusu uyumadım. Sürekli deli gibi çarpan bir kalp ve ağzını sonuna kadar açıp nefes almaya çalışan ben. Yorgunum.

Üstüne öğürtüler ve açlıktan ölmeme rağmen bir adet krakeri iki saat ağzımda döndürüp yutamamak beni delirtiyor. Patronum öğürsende işe gel diyerek sinirlerimi hepten bozuyor. Oysa ben bu ay ücretsiz izin almayı düşünüyorum.

Annem benim yanımda hep. Memo pazartesi iş gezisine gidecek. Bir hafta yok. Gitmese keşke ama mecbur gidecek. Ona çok ihtiyacım var. Beni her zamankinden daha çok sevmesine hatta sadece beni sevmesine ihtiyacım var.

Bloga güzel şeyler yazmak istiyorum. Ama şikayetten başka şeye elim gitmiyor :(

2 Aralık 2009 Çarşamba

Bin Pişman...

Hayatım tam anlamıyla bir kabusa döndü. Evet kabus. Mide bulantısı sürekli öğürme ve su dahi içememek kabus değilde nedir?

Bayramın 3. gününden beridir hayatım bundan ibaret. İki gündür işe gidemiyorum. Patronum bana inanmıyordur belki. Elimden bir şey gelmiyor işte kafamı dik tutamıyorum. Hep iki büklüm ve mide bulantısının üstüne habire yeni kokular ekleniyor.
Milyon tane gözenekle koku alıyorum sanki. Aç olduğunu bilmek ama yutkunamamak çiğnemenin işkenceye dönüşmesi Allah'ım bu kadarını beklemiyordum. Sinirlerim harap durumda. İçimden ağlamak geliyor ama ağlayamıyorum bile.

İçimde ne var benim yaratık mı?

Allah aşkına bana söyleyin sizin hamilelikleriniz nasıl geçti. Ne yaptınız. Birde doktor Emedur al dedi. Dün aldım sabah bir akşam bir ama almam ne kadar doğru. Hamilelikte C sınıfına giren bir ilaçmış. Hiç kullandınız mı?
Kendimi çok kötü hissediyorum. Şimdiden tükenmiş durumdayım. Ben mi anormalim?
Ne yapmalıyım?