30 Haziran 2009 Salı

Duygulu Delikanlı


Bu öğlen süpriz yapmak istemiş Memo. İyi hoş ama süpriz elinde patlamış. Öğlen yemeğini birlikte yiyelim demiş kalkmış Osmanbey'e gelmiş, her zaman gittiğim mekana uğramış ama beni bulamamış. Telefonum kapalıydı çünkü şarjı bitmişti. Tabi bana ulaşamamışta.

Oysaki ben her zaman gittiğim yerdeydim. Köşeye tam kolonun oraya sığınmış kafamı gömüp kitap okuyordum. Dibime kadar gelip beni bulamamış olmasından, telefonumun kapalı oluşundan, Ortadoğuda bir türlü barışa varılamamasından ve dahi küresel ısınmadan beni suçlu görmüş ve bana sitem dolu bir mesaj atmış. Hemde sesli!
Pes diyorum Memo. Buluttan nem kapmak deyimi senin gibilere bahşedilmiş yegane bir deyim.
Öperim hassas kalbinin yanaklarından.

29 Haziran 2009 Pazartesi

Drama drama drama

Duygusal olarak çok zayıf olduğum bir dönemdeyim. Banu’nun düğüne 19 gün kaldı. Bu yetmezmiş gibi Michael öldü. Bakalım daha ne gelecek başıma acaba?

Şu düğün bir bitse. Bütün evham ve iç sıkıntısı düğüne kadar sonra her şey bir şekilde rayına oturur. Alışılır yani. Mesela bu Ramazan’da yeni bir aileye daha iftar masası hazırlarken bulucam kendimi.

Bunlar güzel şeyler tabi ama yinede içimde acıyan bir yer var. Sanırım düğünler ve cenazelerde insan geçip giden yılları daha iyi anlayabiliyor. Yaşlanıyorum diye geçiyor içimden. Zaman akıp gidiyor ve bunu engelleyebilmek mümkün değil. Geriye ne bırakmış olacağım. İnsanlar arkamdan ne söyleyecek? Koca bir hiç gibi hissediyorum böyle zamanlarda. Arkamda anılacak ne bıraktım diyorum. Bir hiç. Sadece bu işte. O iyi bir evlat, şevkatli bir abla, sadık bir eşti diyecekler. Peki sonrası, yani benim insan olarak bu dünyaya bıraktığım miras ne olacak? Benim varlığım veya yokluğum dünyaya ne ifade edecek. Koca bir hiç. İşte bu gerçek beni çok rahatsız ediyor.

Kendimi böyle hırpalayıp duruyorum işte. Konuş be kadın, bir şeyler söyle diyorum ama ses seda çıkmıyor benden. Kuyruğumu bacaklarımın arasına sıkıştırıp, iyice kabuğuma çekilip siniyorum. Yaşlanmaktan ve büyümüş olduğum gerçeğiyle yüzleşmekten ölesiye korkuyorum. Kendi kendimden kaçıp duruyorum ama bir yerde toslaşıcaz bunu da biliyorum.

Kaldı 19 gün…
O işte bitecek sonra ne için dertleneceksin bakalım.

27 Haziran 2009 Cumartesi

ve Elvis Binayı Terk Etti...


Derin bir keder içindeyim. Michael Jackson öldü. Şaka gibi ama değil işte tamamen gerçek.
Onunla beraber bütün gençliğe adım attığım yıllarımda öldü gitti. 15 yaşın o temiz duyguları da öldü. Birine ait olmak onu sevmek gerçekleşmeyecek hayaller kurmakta öldü. İçimdeki o saf kızda öldü.

Aşıktım ötesi yok. Çok dalga geçtiler benle. Sıralara adını kazırdım, çok azar işitmişimdir hocalardan. Hatta babam bir gün tüm kasetlerini sobaya atmıştı. Bende harçlıklarımı biriktirip tüm albümlerini yeniden almıştım. Evde gizlice saklayacak köşeler arayışım şimdi bile aklımda. Çünkü resmen Michael dinlemem yasaklanmıştı. Derslerimi aksatıyormuşum, kafamı ona çok veriyormuşum bla bla bla…
Bütün kötü şeylere rağmen bütün spekülasyonlara ithamlara rağmen içimdeki sevgisinden bir şey azalmayan kendime göre benim beyaz atlı prensim, Moonwalker filminin her sahnesini ezberlediğim şahane insan, seni seviyorum. Her neredeysen ki bana göre elbette ki cennettesin, özlemini duyduğun o huzura kavuşmuş olmanı diliyorum. Tüm üzüntülerden o çirkeflikten artık kendini kurtardın işte. Nihayet yakanı bıraktılar ama onlar rahat durmaz ki…

Dün bütün günüm senin şarkılarınla geçti. Cüzdanımdaki resmini çıkarıp baktım sana. O resim yıllardır hep benleydi. The Way You Make Me Feel şarkısının klibinden bir sahne ve sen biliyorsun zaten. Radyolarda sen vardın. Her yerden “Michael ölmüş” sesleri geldi. Utanıp sıkılmadan ağladım ofiste. Kimse yanıma ilişmedi dün.

Akşamsa seyahatten dönen sevgilimle oturdum, bir şişe şarap açtım sana içtim,15 yaşındaki bana içtim, senle olan hayallerime içtim.
Bu sabahsa daha cesetin soğumadan yapılan spekülasyonlara ve daha bir sürü saçmalıklara bakıp hiç değişmeyecekler diye düşündüm.

Her şeye rağmen gerçek bir efsanesin. Çocukluğu istismar edilip sadece bir para makinesi gibi kullanılmış bir insanı yıllarca basında istismar etmekten hiç çekinmedi. Dirisinden ayrı ölüsünden ayrı...

Ne desem boş. Güzellikler seninle olsun Michael seni çok ama çok seviyorum.

23 Haziran 2009 Salı

İleriye Dönük Durumlar

Memo seyahatte olduğu zamanlar gün içinde onun yokluğunu anımsamıyorum. İşteymiş de, akşam eve gelecekmiş duygusu hakim oluyor. Aklıma estikçe Memo'ya ne pişirsem diye düşünüyorum. Yemek sonrası planlarımı yapıyorum mesela şu filmi izlesek diye geçiriyorum aklımdan. Sonra birden kendime geliyorum ama evde değilki gerçeğiyle yüzleşiyorum kötü oluyor. Tam bu duruma alışıyorum cuma geliyor :)

Neyse, bugünde anlattığım gibi geçti. Eve geldim kimse yok hesapta annem kızlarla bende. Büyük ihtimal annem ve Burcu teyzeme tüymüşler, Banu dersen nişanlısıyla buluşmuş. Bende okuyamadığım blogları okudum bir süre sonra karnım acıktı ekmeğin arasına peynir koyup portakal suyuyla yedim çok iyi geldi. Dolapta yemek var aslında ama belki birazdan gelirler beraber yeriz diye önden biraz altlık yaptım. Zaten tatil ve sonrası doğal olarak rehavetle Allah sizi inandırsın iki kilo almışım. Hatta 3 bile olabilir 52 kiloyu zorluyorum :(

Fakat buna o kadar takmıyorum. Sağlıklı olmaya gayret ediyorum. Bir kere her sabah taze meyve suyu içiyorum ( acaba o mu kilo yapıyor?) kahvaltı ediyorum öğlen ızgara tavuğumu bazen makarnamı veya efendime söyleyeyim vejeteryan pizzamı yiyorum. Şarküteriyi bırakmaya çalışıyorum ama birden değil. Salamı sucuğu severim ben ama hamilelikte olmuyormuş doğal olarak ileriyi düşünerek yememeye gayret ediyorum bende. Heleki peynir delisi biri için küflü peynir yeme demek ne demek!!! ama her şey hayali kurulan insan yavrusu için.
Yemek politikamız bir reform geçiriyor. Ben öyle nazlı değilimdir her şeyi yerim yani sebze, meyve ve bakliyat olarak ama derlerseki, ciğer ye böbrek ye kan yapar can yapar bir durun derim. Sakatattan hiç haz etmem oysa Memo tam bir işkembe delisidir. Bu zevki dışarıdaki çorbacılarda hallediyor yoksa ben evde kokulu kokulu bak yazarken bile öğğk!!

Durumlar böyle yani. Sigara konusunda Memo'ya köklü bir yaptırım uygulanacak ama birden ürkütmek istemiyorum fakat başlangıç olarak ev içinde sigara içmeye yasak getirebiliriz. Balkona çıkabilir hem şimdi yaz ayları hava sıcak mızırdanmaz alışması kolay olur.

Geçenlerde doğum yapan bir tanıdıktan bahsetmiştim. Hani herkesin odasına doluştuğu, benim sinir olduğum, dellendiğim anları yazmıştım işte o hanımın ne yazık ki göğüsleri yara olmuş ve acıdan bebeğini emziremiyor. El pompasıyla sütü boşaltıyormuş ama zor oluyor ve üç ay sonrada işe dönecek. Doğal olarak ona kapsamlı bir pompa lazım. Aksi gibi bebek doğduktan bir hafta sonra eşini işten çıkartmışlar. Çok üzüldüm ve bebeğe hediye yerine kadıncağıza düzgün bir süt pompası almaya karar verdim. Bence ihtiyacı neyse önceliği ona vermek gerek. Bebeğe cici bici elbise getiren çok oluyor zaten. Siparişi bugün verdim perşembeye gelecekmiş umarım işini görür.

Saat oldu sekiz ama bizim hatunlar görünürde yok. Ben gidip taze fasulyemi yesem mi? yanına harika bir cacık ne güzel giderdi. Sonrada Memo'yla soğuk birer Miller içer film izlerdik ama Memo yok fakat zaten Miller filanda yok bana. Hay bin kunduz!!!

22 Haziran 2009 Pazartesi

Balkondan Gelen Rüzgar Çanının Sesi Eşliğinde Yazılan Post!

 
Posted by Picasa


Çok dolu bir haftaydı ve bitti gitti. Cumartesi günü tüm gün çalışmanın ödülü olarak bugün işe gitmiyorum. Annem ve Burcu bende, bugünü alış veriş günü ilan ettik. Sonra Banu bugün işe başladı çok mutluyum istediği gibi bir iş buldu, hemde evlilik öncesi. Hayat mükemmel bir nizam içinde akıp gidiyor. Pazar günü gelinlik siparişide verildi ve evinin perdeleride seçildi. Temmuz başında ev tam anlamıyla yerleşmiş olacak. Tepe Home'dan beklenen koltuklarda o zamana kadar teslim edilecek her şey tıkır tıkır işliyor.

Memo ise çoktan Bolu'ya doğru yol aldı. Bir hafta yok yine. Bir an önce bitsin bu hafta...

Neyse, herkes mutlu ama ben daha mutlu.
Bakın ne buldum.



Tıpkı toprak altından yeni çıkmış bir Troya hazinesi gibi durmuyor mu?
O benim yüzük koleksiyonumun en nadide parçalarından biri. Anında vuruldum ona. Halbuki küpe almak istiyordum ama tam anlamıyla neye niyet, neye kısmet oldu.

Bugün evdeyim diye acayip mutluyum. Annem kardeşim yanımda, daha da bir mutluyum. Memo'yu yolcu ettikten sonra yatamadım. İlk iş balkonu yıkadım, sardunyalarımı ve adını bilmediğim diğer çiçeğimi suladım ve çamaşır mak. bir posta çamaşır attım. Ardından kendime bir kahve yaptım ve oturup evin sessizliğinde kendimi dinledim. Sonrada blogumu açtım işte. Bakalım gün neler getirecek. Hepiniz için keyifli bir hafta başlamıştır inşallah.

Sahi unuttum, bu akşam Burcu'yla nostalji gecemiz var :) Bolca patlamış mısırımız, abur cubur jelibonlarımız var hepinizi bekleriz.

19 Haziran 2009 Cuma

Keşke...

Sabah yanından geçtiğin parktan gelen o ıhlamur ağacının kokusu yüzünden böylesin bugün di mi? Biliyorum o ağaç yüzünden. Bir anda seni küçük bir kıza çeviriverdi çünkü.

Senelerce evvel babanın ustabaşı olarak çalıştığı o oyuncak fabrikası geldi aklına. Yaz akşamlarında iş çıkışı bahçesinde annenle beraber babanın çıkış saatini beklediğiniz, ıhlamur ağacının altında mutluluktan sarhoş olduğun o anlar geldi gözünün önüne.
O bahçe hiç aklından çıkmadı ki. Her yanı saran gül ve yasemin çiçekleri vardı ama illaki o büyük ıhlamur ağacının altında durup güneşin yapraklarla dans edişini izlemek seni mutlu ederdi. Biraz sonra geliverecek olan babanı beklemek en büyük mutluluktu. Yaz ayları balkona kurulan sofrada yenen yemeklerin lezzeti var halen dimağında. Çocuk olduğunu hatırladığın tek yer o dönemdi belki de. Abla filanda değildin hani, tek derdin çocuk olmaktı. Mutluluk ne güzel şeydi…

Keşke o anlara dönebilsem. Bir zaman makinesi olsa tek dileğim bu olurdu işte. Birden o fabrikanın bahçesinde babamı görsem ve yüzünde görmekten keyif duyduğum o gülümsemesiyle çıkıp geliverse yanıma, elimden tutsa diğer elimden de annem… O yaz akşamlarından birini yaşasak yine ve günü balkondaki sofrada kızarmış biber ve domatesle, karpuz yiyerek sonlandırsak. Güneş batarken içimden, ne kadar mutluyuz diye geçse yine. Uyuklasam da yatmak istemiyorum diye diretip o keyifli anları biraz daha uzatsam, gönlümce şımarıp beni babam yatırsın desem keşke.
Keşke hiç gelmese şu 21 Haziran, keşke…

15 Haziran 2009 Pazartesi

Sabahlar Olmasın

Hani pazartesilerden haz etmediğimi bilmeyen yoktur ama ben bir kez daha not düşeyim dedim. Bilhassa tatil dönüşü işe başlanan o ilk pazartesi ne büyük kabustur. Yani bu tam anlamıyla Araf’ta kalmak gibi bir şeydir. Nereye ait olduğunu tasavvur edememe hali beter bir durumdur.

Neyse, bu konuyu düşünmeyelim. Güzel bir hafta geçirdim. Yedim, içtim, eğlendim. Lakin bir biri ardına içilen margaritalar, efendime söyleyeyim votka limonlar ve


dahi bir gece öncesi yuvarladığım buzlu rakılar, eve dönüş günü beni bir güzel yamulttu. Cumartesi sabahı migren atağım had safhaya ulaşmıştı. Kabus gibi saatler geçirdim nihayet yola çıktık eve döndük ama neler çektiğimi bir ben bilirim. Beni son gece gittiğimiz o Rum tavernası mahvetti. “Birde koca sözü dinlesen, ne olur sanki?” cümlesi yol boyu ve daha ertesi gün ve sanırım gelecekte bir çok kez duymak zorunda kalacağım güzide bir cümle olarak hayatımdaki yerini almış oldu.

Geçmişe mazi derler efendim, olan oldu ne yapalım. Önümüze bakalım artık öyle değil mi? Bende öyle yaptım ve beni kendime en iyi Ayça Şen getirir diye düşünüp, ilk iş öğle tatilinde Remzi’den içeri dalıp Hırs ve Cezayı aldım.



Saatçi Bayırı Ayça Şen’in ilk kitabı olan hani, benim en bir sevdiğim kitabıdır. Fakat ikinci kitapta bir başyapıt benden söylemesi.


Bir harika haberde, Radi Dikici’nin kitabı Theodora. Gerçi kitap Mayıs ayında piyasaya çıktı ama ben ancak bugün alabildim.


Bloğuma yazdığım ikinci postta bahsetmiştim yanılmıyorsam Radi Dikici’nin Şu Bizim Bizans isimli kitabından. Geçen sene yaz tatilimde yanıma alıp okuduğum ve çok keyif aldığım bir kitaptı. Tekrar belirtmekte fayda var alın okuyun çok memnun olacaksınız benden söylemesi.
Theodora ise Dikici’nin yarı belgesel roman olarak yazdığı ilk kitabı.



Benden haberler böyle. Külkedisi için saat gece yarısını çoktan geçti. Sükseli arabam balkabağına dönüştü bile. Farelerimi de yanıma alıp işimin başına geçtim çoktan.

Dip not: Almadım yanıma topuklu ayakkabı. Topuklu ayakkabıyla sirtaki olur mu ayol? Bendeki de laf işte. Önce topuklu ayakkabının üstünde durmayı becerde…

14 Haziran 2009 Pazar

7 Haziran 2009 Pazar

Son çeyrek

Kardeşim bu nedir ya! Sefere mi gidiyoruz? Yoksa temelli Antalya'ya mı yerleşiyoruz?
Dün tüm gün ütü yaptım. Memo'da hepsini biriktirmişsin hayatım, bitmedi mi? İyi organize olamadın galiba gibi sinir bozucu cümleler kurarak kendi aleyhine çalıştı durdu. Eee! gel sen ütüle madem ben neden senin gömleklerin tişörtlerin için kendimi paralayıp duruyorum acaba?

Neyse, bu kadın kısmının aklı ne zaman başına gelecek bilmem ki. Giyilmeden geri gelecek bir sürü şeyi bavula koymayı ne zaman bırakıcaz. Aklımda halen acaba o burnu açık rugan ayakkabılarımı yanıma alsa mıydım? soru cümlesi dönüp durmakta. Alıyım mı?
Üff! oda eksik kalsın yani.
Nerdeyse ecza dolabımı yanıma aldım. İdrar yolları antiseptiği, buscopan, grip ilacı, C vitamini, mide ilacı. Migrenim için Vicks ( çoğu zaman hayat kurtarır!) novalgin, ağrı kesici, güneş sonrası bakım kremleri ama içimden bir ses yağmur yağacak diyor!!!,güneş kremleri benim aşırı hassas beyaz cildim için yüksek korumalı ürünler, Memo'ya kapkara olsun diye orta seviye artı bronzlaştırıcı yağ.
5 yıldızlı otelede gitse, beyaz kalıp sabun dışında bir şeyle yıkanamayan ben için sabun. Memo'nun traj takımları ve daha bir sürü ıvır zıvır. Allah'ım çocuklarla tatile çıkan insanlar nasıl hazırlanıyor. Tatilde nasıl vakit geçiyor. Hep aklımda bu sorularla hazırladım iki kişiden oluşan devasa bavulumuzu. Ben çocukla filan tatile çıkamam. Çıksamda beni ordan Bakırköy'e yatırırlar sanırım.
İçimde bir sürü korku var. Her olayda işin sonunu çocuğa bağlıyorum. Her olayda cümleyi, ya şimdi birde çocuk olsaydı diye bağlıyorum. Misal hasta oldum diyelim en çok o zaman panikliyorum. Hasta yatarken bebeğe kim bakıcak diye inleyip duruyorum. Tüm korkular taarruza geçmiş durumda. Bütün şeytanlarım soldan soldan kulağıma üfürüyorlar Mahvolacaksıııın!. Peki sağdaki melekler ne işe yarıyor Allah aşkına!. Onlardan tık yok. İyi olacak bakma sen onlara demiyorlar. Gayet tarafsızlar, valla sen bilirsin sonradan bize sarmada der gibiler. Eee, tanıyorlar tabi beni haklılar.

Yaa! birazdan çıkıcaz bakın bir akıl verin, topuklu ayakkabılarımı alıyım mı?

3 Haziran 2009 Çarşamba

Gel Ey Seher



Ufka dalmış gidiyorum gördüğünüz gibi :)
Bu hafta işler bir sıkışık ki sormayın, her şey bu haftayı bulmuş sanki. Valla dünya yansa ne gam, ben tatile gidiyorum arkadaş. Şunun şurası kalmış 2 iş günü sonrası, bavul hazırlama telaşı, evde yemek kalmasın ziyan olur diye pizzaya gömülme ve bir bakmışsın yola çıkmışız. Bütün ıvır zıvır hazır. Sadece bavula istiflenecek. Halen güneş kremim yok ama tek derdim o olsun havasındayım.
Fotoğraf mak. boşaltıldı, şarjı dolu sonra ilaçlarımı yani migren için ağrı kesicilerimi filan stokladım. Tatilde okumak için zulaladığım kitaplarımda hazır.
Bugün hele tam tatil modundaydım. İstanbul'u kavuran sıcak havayı Oh! ne şahane diyerek sevinçle bağrıma bastım.

Burcu bu postu okuyorsa "Oh! ne ala" diye sitemle okuyacaktır ama gelecek sana daha güzel şeyler getirecek merak etme kardeşim. Yani evet sınavların var kafan dersten kalkmıyor, plaj kumsal sözleri sana söylenecek şeyler değil ama geçecek.
Şimdide yine nasihat diye homurdanacaksın ama diyecek başka bir şey gelmiyor aklıma.

Senin için sahilden taş toplıycam. Hani Banu'ya hediyelik bir şey gelmişti hatırladın mı? deniz kabuklarından adam yapmışlardı ağzında sigarasıyla filan, hah! işte bende sana Şarlo'yu yapıcam söz valla :)

Mutluyum, mutlusun, mutlu :)