30 Nisan 2009 Perşembe

Bazen

Bazen öyle bir canım sıkılıyor ki.

Ama neyse...

27 Nisan 2009 Pazartesi

İş güç

Ofisteyim. Çok işim var öyle böyle değil. Mümkünse iki kol daha rica ediyorum. Bu koşuşturmaya Fairouz ‘dan Oghneyat Al Wada’yı dinleyerek başladım. Dışarıda soğuk bir hava var. Ben ısrarla Haziranmış gibi davranıyorum. Üşütmem inşallah.

Pazartesi sabahı ve aslında hafta içi tüm sabahlarda olduğu gibi yan masamdaki iş arkadaşım sevgili G’nin hafta sonu malumatlarını dinleyerek iş üretmeye çalışıyorum.
Dinlesene bir! Diye çıkışmalarına, kulağım sende sen konuş ama elimin işlemesi lazım desem de, o yine sen beni dinlemiyorsun diye dert yanıyor. Halbuki son 1 küsur yıldır istisnasız her gün onu dinliyorum. Sağ kulağımda duyma kaybı başladı. Özellikle beni benden alan yönüyse bir şey anlatırken anında ağlayıvermesi. O gözyaşını neresinde biriktiriyor da anında dökmeye hazır durumda olabiliyor hiç anlayamıyorum. Ağladığı gibi birden de gülmeye başlar. Son bir yılım onun havadisleri sıkıntıları ve keyifleriyle renklendi. Tanıdığım en insancıl ve merhametli insan kişisi olup, “Kız çok iyi bir insan gerçekten” diye mimlediği insanlardan oluşan bir hayatı var. Genelde büyük kazıkları da o “çok iyi insanlardan” yemeye meyillidir. Bana biraz ters. Ben şüpheciyimdir. Güven benim için büyük bir sorundur. Ona göre herkes çok iyi bir insan. Belki de bu dünya onun gibi düşünenler sayesinde halen ayakta. Bilemiyorum. Konuşmaktan hoşlanmayan benim gibi biri için G. Tanrı’nın gazabı gibi bir şey. Diğer yandan Tanrı beni sınıyor sanırım diyorum. Yani bu sınavı geçersem cennetle ödüllenmem an meselesi !

Neyse işte bugünden beklentim Memo’yu kandırıp akşam sinemaya götürebilmek. Olmadı evde bir kadeh kırmızı içip CSI-NY izlemek.

İlk günü böylece sonlandırıp hızla cumaya ışınlanmak istiyorum.

23 Nisan 2009 Perşembe

Olmaya Devlet Cihanda, Bir Nefes Sıhhat Gibi

Mütemadiyen hastayım. Sevgili idrar yolu enfeksiyonum beni çok özlemiş olmalı uzun vadeli bir ziyarete geldi. İki büklüm gezmekten dik durmayı unuttum.Red Hot Chili Peppers dinleyerek oturduğum yerde dingildek bir biçimde ileri geri sallanıyorum iyi geliyor. Kucağımda 1 litrelik meyve suyu şişesi içine doldurulmuş sıcak suyla bir tatil gününü daha ivedilikle çalışarak geçiriyorum. Hava berbat ötesi çünkü bugün 23 Nisan. 23 Nisan’ın güneşli olması lotoda büyük ikramiyenin vurması gibi bir şey.

23 Nisan demişken şuraya bir anımı yazmadan geçemeyeceğim. Seneler evveline gidiyoruz sene 1983 bendeniz 5 yaşında 1. sınıf öğrencisiyim. Herkesin yazık bu çocuğa neden erken yaşta okula verdiniz söylevine rağmen, ben zaten okumayı sökmüş biri olarak okula gitmekten pek bir mutluyum. Üstelik 23 Nisan gösterisinde rolüm var. Özel elbise dikilmiş hepimize. Kızların elbiseleri beyaz kırmızı puantiyeli, erkekler papyonlu filan. Oyunda uzun ip belimizde baltalar elimizde biz gideriz ormana şeklinde devam eden güzide eser. Büyük gün geldi çattı ama hava aynen bugünkü gibi berbat kapalı, soğuk ve ıslak. Bizler incecik elbiselerle oyun sıramızı bekliyoruz. Üstümüze hırka giymek filan yasak çünkü imaj her şey diye düşünen bir çalıştırıcımız var. Ben idrar yolu musibetinden muzdarip bir fukara olarak beklediğim hazin sona doğru emin adımlarla ilerliyorum. Soğuk havada incecik elbiseyle sürekli çişim geliyor. Bizden önceki grup sahne aldı ve ben çalıştırıcımız hanıma yalvarmaya başladım feci çişim var ve ızdırab içindeyim. Kadın izin vermiyor sıranızı bozmayın, gidemezsiniz diyor sadece. Kötü kalpli cadı, hani çocuk bayramıydı bu. En masum ifademle yalvarıyorum. Yani orada taş olsa dile gelir ama madam hiç oralı değil. Benim yüzüm ağlamaklı, üzülme diyor arkadaşım. Çaresiz acı sona hazırlıyorum kendimi. Nasıl sıkıyorum kendimi ve lütfen şimdi değil biraz daha tutabileyim diye talimatlar veriyorum kendime ama nafile. Büyük bir çember olup döne döne oyunumuzu oynuyoruz ve ben döne döne altıma yapıyorum. Hem rolümü oynadım, hem altıma yaptım ve çok mutsuzdum. Gösteri bitti. Annem çok mutlu suratsızlığıma anlam veremiyor. Apartmandan komşularda var beni izlemeye gelmişler. Bir türlü derdimi anlatamıyorum komşu kadınlar yüzünden. Annem sevinçle kırmızı gocuğumu giydirip beni fotoğraf stüdyosuna götürüyor, günün anısına fotoğraf çektiriyoruz. Arada anne diye cılız bir ses çıkıyor benden ne olur eve gidelim diyorum ama annem dur işte aksilik etme diyor. Neyse, biz birde fotoğraf çektirdik çişli çişli. Komşu teyze ısrarla bize gidelim diyor anneme, benim tek derdim popoma yapışmış o ıslak külotlu çoraptan kurtulmak. Annem mucize kabilinden nihayet benim sesimi duyuyor. En düşük tondan altıma yaptım eve gidelim diyorum. Nihayet eve geldik annem çok üzüldü neden daha önce söylemedin dedi bende utandım dedim.
Okul sonraları çalışıp hazırlandığımız gösteri benim için tam bir kabus olmuştu işte. Ne kadar hevesliydim halbuki. Bir daha hiçbir 23 Nisan’da görev almamaya tövbe ettim. 5. sınıfta benim isteğim dışında koroya solist olmam dışında bir daha vukuat yaşamadım.

O günün anısına elimde annemle çekildiğimiz benim acı çeker gibi gülmeye çabaladığım bir fotoğraf kaldı. Ne zaman fotoğrafa baksam ben burada çişliyim diye dert yanarım. Bu çiş mevzuları benim başıma çok iş açmıştır. Halen de öyle. Bütün umumi tuvaletleri avucumun içi gibi bilirim. Bütün alışveriş merkezlerinin ve tüm sinemaların tuvaletlerini de! Misal içmeye gittiysek ben tuvaleti mimlemeden masaya oturmam.

Birde Dolmabahçe Sarayı’nda yaşadığım travma var ama onu da başka bir çişli posta bırakalım bence.

Tüm çocukların 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlar gözlerinden öperim.
Umarım kimse altına kaçırmamıştır :)

17 Nisan 2009 Cuma

Dinginlik

Yoğun geçen günlerden sonra Memo’yla yine bir başımıza kaldık. Misafirlerimizi dün akşam “Artık doğuma geliriz inşallah” temennileriyle uğurladık. Her fırsatta Gülşen anne tarafından artık yaşımızın geldiği ikazını aldım. İnsanlar dört koldan saldırdı çocuk yapın diye.

Üfff! Böyle olunca mızıkçı bir çocuk gibi hissediyorum kendimi. Benim bildiğim bebekleri leylekler getirmiyor muydu? Nerden çıktı göle maya çalar gibi ya tutarsa diye ummalar, sonrasında da 9 ay beklemeler filan. Bir sabah kalksak ve bize bacadan kundağa sarılı bir bebek gelse ne şahane olurdu.

Bu güzel hayali bizden çalmaya ne hakları vardı. Ben ısrarla leylekleri destekliyorum.
Evet, evet insanların üremesini halen leylekler sırtlanıyor. Umuyorum ki bizim bacamıza da uğrarlar.

Neyse güzel cumaya tırnaklarıma kırmızı oje sürerek başladım. Memo’ya kahvaltı hazırladım. 3 yıldır ilk defa hafta içi kahvaltı hazırladığımı söyledi.Bir kez daha Memo’nun balık hafızalı olduğunu anlamış oldum. Eline gözüne dursun Memo’cum, başka bir şeycikler demiyorum.

Ofiste yeni bir alışveriş merkezi projesine başladım. Elbette ki havalandırma tesisatını çiziyorum ve garaj egzostu çizerken araç saymaktan iflahım kesiliyor. Bıktım bu alış veriş merkezlerinden ve onların otoparklarına kanal çizmekten. An itibariyle yapılacak daha keyifli şeylerin hayalini kuruyorum. Kulaklığımda çalan Türk Sanat Musikisinin kollarına bırakıyorum ruhumu. Bir tatlı huzur almaya geldim Kalamış’tan diye sayıklıyorum. İstediğin şarkıyı emret diye fısıldıyor kulaklıktan davudi bir erkek sesi.

Bu gece rüyamda Bodrum’un mavi sularını gördüm. Denizden henüz yakalanmış balıklar vardı. Ne güzel bir rüya değil mi? Mavi deniz, oynaşan balıklar. Hem de Cuma sabahı, çok hayırlı bir rüya bence. Rüyayı tatil özlemine yordum ben. Arada normal rüyalarda görüyorum demek ki!

Bir ödül mimi var biliyorum fakat şimdi ofisten yazamadım. Eve gidince hemen ilgileneceğim. Şimdiden merci. Herkese güzel cumalar.

13 Nisan 2009 Pazartesi

Güzel Pazartesi




Geçen haftadan beridir normal kalkış saatimden daha erken uyanıyorum. Klasik yüz yıkama saç tarama faslından sonra bir fincan limonlu zencefil çayı içip 07:25’de evden çıkmış oluyorum. Seri adımlarla Kanyon’a yürüyorum çünkü içinden geçip metroya varmam gerekiyor. Girişte kontrolden geçiyorum ne kadar bet suratlı olsam da güvenlik görevlileri ısrarla “günaydın” diyorlar. Alışveriş merkezinin boş ve terk edilmişliği beni mest ediyor. Gerçek bir kanyon’dan geçer gibi esen rüzgara karşı uçmasın diye fularımı tutuyorum. Seri adımlarla metroya yollanıyorum. Sonra Osmanbey’de inip gazete alıyor ve kahvaltı edecek belli başlı mekanlarım arasından bir tercih yapıyorum.

Bu sabah Mado’da kahvaltımı yaptım. Kahvaltı tabağı söyledim ama çok geldi. Zaten iştahım havaların ısınmasıyla otomatikman azaldığından biraz tırtıkladım tabaktan. Yumurtayı bitiremem diye hiç soymadım ama çantama koydum çok fazla olan kaşar peyniri de aldım. Yazık neden atılsın ki. Ben öğlen yerim onları. Böyle durumlar için çantamda hep minik buzdolabı poşetleri bulunur. Banu “lütfen abla o keki yanına almıycaksın di mi?” diye yalvaran gözlerle çok bakmıştır ama tabakta parasını ödediğim bir şeyi neden bırakayım ki. 3/2 si duran bir sandviçi yada kurabiye kek gibi şeyleri yanıma alırım. Çöpe gitmesini istemem çünkü. O anlarda Banu yerin dibine girerdi. Artık alıştı, hatta bazen kendiside aynı şeyi yapmaya başladı. Yiyemese de bahçedeki kedilerini beslemek için tabakta kalan siparişini paket yapıp eve götürür.

Neyse, çayımı içtim gazetemi okudum ağır ağır. Çok güzel bir sabahtı ve üst katta tam cam kenarında oturuyordum. Güneş yüzümü yaladı bolca. Ruhumu şımartmanın güzelliğiyle ofise geldim. Yorgun geçen bir hafta sonunu arkada bırakmıştım ve pazartesi gelmişti yine. Bir fark var ama. Doğrusunu söylemek gerekirse bu kez pazartesi olmasını hevesle bekledim :)

10 Nisan 2009 Cuma

METALLICA


Mtv izliyorum Metallica'nın Nünberg konseri var. Kayın valide ve Kayın peder karşı komşuya gidince bende fırsattan istifade sesi açtım. Seek & Destroy'u dinliyorum.

Kirk Hammett hiç yaşlanmıyor her zamanki gibi gayet fiyakalı. Gel gelelim James'in sakalı bana o kadar batıyor ki, öylesi itici ki anlatamam. Halbukisi nerde o eski uzun sarı saçlı bıyıklı James,


nerde şimdiki ku ku klan tipli herif.



Her neyse o yinede METALLICA.



Lisede sıralara adını kazıdığım, sırt çantamda logolarını taşıdığım, büyüyünce Kirk'len evlencem oğlum diye sahiplendiğim yegane kıymetli grubum.

Bir gün oğlumda olsa kızımda, bebekliğinden itibaren Metallica tişörtü muhakkak olacak. Amerikadan sipariş vermem gerekse bile. Belki o zamana kadar buralardada Metallica logolu zıbınlar olur :) Olmazsa logoyu kendim hazırlarım ama siyah bebek zıbını görmedim henüz.

Zavallı çocuğum. Deli bir annen olacak benden söylemesi.

9 Nisan 2009 Perşembe

Ebruli


Bugün şahane bir hava var İstanbul'da. Sokakta çığlık çığlığa bağırıp koşturan çocukların sesi odayı doldurmakta. Baharı yaşamadan yaz geldi bile. Bu aralar ben biraz dalgınım. Bahar sersemliği deyip geçiyorum. Hep uyumak istiyorum. Uzun uzun uyumak, sabah 11'den önce kalkmamak istiyorum. Uyandıktan sonrada lezzetli kahvaltılar etmek istiyorum. Hayattan tek dileğim bu işte. Gamsız tasasız bir hayat.

Bugün Rumeli caddesinde uzun bir yürüyüş yapıp kendime kırmızının her tonunda ojeler alıp ofise döndüm. Bir kase domates ve bir sürü kaşık yoğurt yedim. İnceldiğimi hissediyorum. Nihayet 36-34 arası aşk yaşıyorum yeniden. Kışın giderek 38 bedene yaklaşıyorum diye dertlendiğimi anımsayınca aman diyorum, bu sene zayıf kaldın kaldın yoksa kim bilir ne zaman tartıda 49 rakamını görürsün?


Aslında dün geceki rüyamı yazmak için almıştım laptopu kucağıma. Ne zamandır not düşmemiştim. Bu ara misafirlerimiz var. Memo'nun ebeveynlerini ağırlıyoruz, dolayısıyla biraz meşgul oluyorum akşamları.


Neyse, rüyanın baş kahramanı "Anne ve Bebişi".

Rüyamda, Anne ve bebişi ailece bana geliyorlar. Akşam saatleri hiç beklemiyorum, şok oluyorum ama çok seviniyorum. Bana ismimle hitap ediyor ve buna çok şaşırıyorum. M.K. çok şeker, onunla oynuyoruz biraz. Anne ve Bebişi'ne aç mısınız? diye soruyorum, oda akşam yemeği yemediklerini söylüyor. Tutuşuyorum tabi. Akabinde benden şöyle bir cümle çıkıyor. Şimdi size cevizli tereyağlı ev eriştesi yapıcam! Allah'ım....

Ocağa su koyuyorum ama evde hiç erişte olmadığı aklıma geliyor. Suyu koyduk bari makarna yapalım diyorum oda yok. Gizlice evden çıkıp alışveriş yapmam gerek diyorum. Önce köşedeki markette dolanırken, bir anda kendimi Macro center'da meze paketletirken buluyorum. Bir sofrayı kurup işin içinden çıkamadığım için içim içimi yiyor. İnsanlar aç ve beni bekliyorlar diye o kadar sıkılıyorum ki anlatamam. Böyle sağa sola koşturup çırpınırken uyandım. Uyandığımda da, rüyaymış diye derin bir oh! çektim.

Sevgili Anne ve Bebişi, bana gelirsen aslında sana çok güzel yemekler yaparım. Benim yemeklerimi herkes çok beğenir. Gerçekten. Elimde çabuktur aslında. Yarım saatte yoktan sofra donatmışlığım çoktur. Tamam, mezeler hazır olabilir onun için söz veremem ama, yemekler taze ve sıcacık olacak emin ol :)

Gelirsin di mi? Lütfen rüyamın kötü etkisi seni bu düşüncenden caydırmasın. Bekliyorum bak!

7 Nisan 2009 Salı

Oy Obama Obama!

Obama Sultanahmet camisini beğendi. Ne mutlu Koca Sinan'a...

Ana haber bülteniyle telef olan beyin kıvrımlarından dolayı salakça kurduğum cümleyi derhal düzeltiyorum.

Sultanahmet Camii, Mimar Sedefker Mehmet Ağa tarafından, 1609-1620 yılları arasında yapılmış. Dolayısıyla rezilliğimden dolayı özür diler :( "Ne mutlu Sedefkar Mehmet Ağa'ya" der, ağzımı bir daha açmamaya yemin ederim :)

1 Nisan 2009 Çarşamba

Soru Bulutu

Bugün öğle tatilinde Remzi Kitabevine uğradım. Aslında amacım Rumeli caddesinde biraz dolanıp ofise dönmekti. Hava güzel ve ofis dışında olmak güzeldi. Neyse, kitapçıdan içeri girip klasik aylık dergilerimi almış yeni çıkan kitaplara göz atarken bu kitaba rastladım.


Hemen kasaya ödememi yapıp, Starbucks'a yollanarak kahve eşliğinde kitabı okumaya başladım. İyiki almışım dedim. Ayşe Hanım bana sürekli okuduğum bir blog yazarıymış gibi geldi. Bu kitabı alana kadar onu tanımıyordum. Kendisi Vatan Gazetesinde, anne- çocuk yazarıymış. Daha önce hiç dikkatimi çekmemişti.



Çok güzel bir kadın değil mi?. Ayrıca o bir ikiz annesi. Kahve bitti ama kitap bitmemişti tabi. Okumaya ofise dönüncede devam ettim. Acil bir işim yoktu bugün ve bolca vaktim vardı. Kalanını da eve dönünce okudum. Kitap az önce bitti bende buraya not düşmek istedim. Umarım kitabı çok satar ve bir sürü baskı yapar. Özellikle tüp bebek ve bu süreçte karşılaşılan sıkıntılar, heyecanlar ve mutluluklar üzerine yazılmış harika bir kitap. Okurken çok duygulandım yeri geldi kahkaha attım. Bazende içime korku düştü.

Açıkçası benim tuhaf bir inancım var. Sanki bebek kararını alır almaz korunmayı bıraktığım anda hamile kalacakmışım gibi anlamlandıramadığım bir his bu. Hiç ya olmazsa diye bir düşünceye yer vermiyorum. Üstelik Memo'nun ailesi tam 7 yıl bebekleri olması için beklemişler. Bu saplantım benim başıma iş açmaz umarım. Belki tüp bebeğe başvurmak gerekecek. Veya diğer metodlara bilemiyorum. Sanki sihirli bir değnek değecek başımıza ve birden ben hamileyim diye herkese ilan edeceğim. Oysa 30 yaşındayım yani böyle bir ihtimal varsa yaş faktörü çok önemli. Zaman aleyhime işliyor ne yapmalıyım bilemiyorum. İşte bu kitap işin diğer yüzünü de düşünmem ve böyle olursa güçlü ve kararlı olmam konusunda fikir sahibi olmamı sağladı.
Doğrusu, bir öğle tatilinin böylesi verimli geçmesi beni çok memnun etti.

Evde tek başıma oturmuş bunları yazıyorum. Memo şehir dışında bir otel odasında milli maçı izliyor ve benim endişelerimden habersiz. Bende kafamda fazla kurmak istemiyorum sadece sonbaharı bekliyorum. Ağustostan sonra her şeyimi anne olmaya odaklayacak ve hamile kalacağım, biliyorum. O zamana kadarsa haftada iki gün spora gidip form tutacak, yazın güzel ve romantik bir tatile çıkacak ve kız kardeşimin düğününde onun yanında olacağım. Şimdilik önceliklerim bunlar işte.