26 Aralık 2013 Perşembe

Kitap

Komodinin üstünde dizili duran kitaplar git gide azaldı. Son okuduğum kitap, Haruki Murakami'nin Koşmasaydım Yazamazdım isimli kitabıydı. Bu kitabı geçtiğimiz cumartesi günü aldım. Gerçi perşembe günü bir heves Remzi Kitabevi'ne gidip sormuştum ama ellerinde yoktu.


Aslında o gün beni inceden sinirlendiren bir durum olmuştu. Kitabın çıktığını öğrendiğim zaman Remzi Kitabevinde mutlaka satışa çıkmıştır diye düşünmüştüm. Kanyon'a gitmişken oradaki Remzi Kitabevine gittim ama raflarda kitabı göremeyince, kasadaki satış elemanına kitabı sordum. Bilgisayarda yazar ve kitabı arattı ama benim söylediğim şekliyle aramak istemedi.
"Koşmasaydım Yazamazdım" isimli kitabı, benim yanlış telaffuz ettiğimi düşünüp, "Konuşmasaydım! Yazamazdım" diye beni düzelterek arattı. Hani o belli belirsiz bir gülüş vardır ya, küçümseme gülüşü....
Bense sadece tebessüm ettim. Böyle zamanlarda karşımdaki insanla ağız dalaşına girmekten hiç hoşlanmıyorum. Bir kere bu gibi durumlarda karşındaki insanın zaten senin ağzından çıkan söze değer vermeyeceği aşikar, neden boş yere nefes tüketeyim. Ben ne söylersem söyleyeyim, o duymak istediği gibi duyacaktır. Kitapçılardaki satış elemanlarının burnu havada gezinip senin ne istediğinle ilgilenmemesi ayrı bir yazı konusu olurdu. Sevgili satış elemanı yazarın ismi sayesinde kitabı bulup bana cuma günü satışa sunacaklarını söyleyince,  o gün alamamış cumartesiye kadar beklemiştim. Kısmet, D&R'dan alınacakmış demek ki!

Cumartesi günü başka kitaplarda aldım ama beni asıl memnun eden, alınacaklar listesinde olan ve orada karşıma çıkıveren Samuraylar Çağı kitabını da son anda fark edip almamdı.


Geceleri okuduğum kitap Samuraylar Çağı. Gündüz okuduğum kitapsa biraz ruh ve kalp gözüme hitap eden inanç dünyama temizlik ve aydınlık getiren bir kitap. Mantık ve kalbe aynı anda hitap edebilecek satırları okuyabilmek gerçekten güzel bir duyguymuş.



22 Aralık 2013 Pazar

15 Günlük Malumat

Bloga yazı girmeyeli tam on beş gün olmuş. Peki bu kadar gündür ne alemdesin derseniz önce oturun derim. Uzunca yazıcam işi olan hiç bulaşmasın sonra bir ara okursunuz. Gelelim işi olmayan ve bulaştık artık bakalım gerisi nasıl gelecek diye heveslenenlere.

Efendim, on beş günlük dilimin ilk yedi günlük olan bölümünde tabii anime izledim ve kitap okudum kısacası hay huyla geçti. Lakin son yedi günüm çok dolu geçti. Zira evde hasta bir kocayla günler pek yorucu oluyormuş öğrenmiş oldum.

Evet kısacası kocam ZONA oldu! Dolayısıyla 10 günlük raporu ve ilgi alaka isteyen Küçük Emrah pozlarıyla her daim tüm vaktimi çalmakla meşgul. Bir haftadır anime izlemedim varın halimi siz düşünün!...

Şaka bir yana Memo'nun hastalığı bizi gerçekten çok üzdü ama Allah başka dert vermesin diyerek işimize gücümüze baktık. Bu günlerde döküntüleri epeyce iyileşme emaresi gösterdi. Bizi üzen şey bu Zona denen meretin kafası ve yüzünün sağ kısmını esir almasıydı. Hassas bölgelerde çıkması korkuttu. Mesela kulak arkası ve kulağı günlerce şiş ve gergindi. İşin başında önlem alınması sayesinde daha fazla yayılıp şekil şemali kaydırmadan gidişatı rayına oturttuk gibi.

İşte son bir haftam Memo'nun ilaç saatleriyle, güçlü ve dengeli beslenme programı için nefaset ve sağlıklı yemekler yapmak için debelenip durmakla geçti.  Önümüzdeki haftada bu şekilde devam edecek. Dolayısıyla laptopum ve animelerim bir müddet daha esaret altında!

Diğer yandan Memo'nun evde olması bu hafta benim iki kez felekten bir gün çalmamı sağladı ki, buda yadsınamaz bir güzellik oldu.

Geçen hafta perşembe günü rutin yıl sonu beleş check-up hakkımı kullanmak için sigorta şirketinin anlaşmalı kurumlarından birine gittim. Yanıma tabi ki, kız kardeşim Banuyu aldım. Klasik işlemleri ve doktorla hoş beşi yaptıktan sonra Kanyon ve Metrocity arasında epeyce zaman öldürdük.
Bende nihayet yıllardan sonra üstüme kaban aldım. Çok rahat ve kullanışlı bu sebepten verdiğim parayı sineye çektim.

Tabi perşembe günü Banu ve benim tek derdimiz alış veriş değildi. En azından benim için :)
Açılalı 1 ayı geçmiş olmasına rağmen gidemedim diye dertlenip durduğum  Stixx Yakitori'ye gitmek için en uygun zaman olmasından dolayı keyfim yerindeydi.

Gittim denedim ama ocak başı kültürü olan bir millete Japon ocak başı biraz devede kulak kalıyor :) Kötü değildi ama verilen paraya göre porsiyon az bence. Böyle lokantalar nedense bizi hep kazık yedik duygusuyla uğurlamakta. Çünkü sayıca az ve genelde dükkan parasıydı, şef parasıydı derken olan müşteriye oluyor.

Gelelim cumartesi gününe. Cumartesi günü bizim klasik yıl sonu kutlamamız için biçilmiş kaftandı. Kaç yıldır Burcu Edirne'de olduğu için bize eşlik edemiyordu ama bu yıl nihayet üç kız kardeş bir aradaydık. Böylece hediyelerimizi verip aylak aylak gezdiğimiz, kahve içip suşi kaçamağı yaptığımız keyifli bir gün geçirdik.

En kötü günümüz böyle olsun diyerek akşama bana geçtik. Ben akşam yemeği için kolları sıvayıp mutfağa girdim tabi. Herkes evlerine dağılınca, 00:30'da başımı yastığa koyar koymaz uyumuşum.
Kendi adıma yorucu ama güzel bir hafta geçirdim. Bakalım önümüzdeki hafta neler getirecek :)

7 Aralık 2013 Cumartesi

Tuhaf Şeylere Dair Öyküler


Son bir kaç gece fazlasıyla zorlu geçti. Hasta  bir çocuk demek uykusuz bir anne demek. Uykusuz gecelerin eşlikçisi Kvaidan olunca pek dertlenmedim. Ne var ki, kitap eşsiz rüya dağarcığımı daha bir ileri seviyeye taşımamı sağladı. Gündüz anime izleyip geceleri tuhaf şeylere dair öyküler okuduğun zaman başka bir boyuta geçiyorsun benden söylemesi.

Daha önceleri bu kitabın bir benzeri olan Çin Öykülerini okumuş hatta öyküleri ezberlemiş biri olarak, okuduklarıma yabancı sayılmam. Hayalet öyküleri seviyorsanız çok naif bir dille anlatılmış bu kitabı okumalısınız. Tabi illaki uykudan önce...


3 Aralık 2013 Salı

Kan Ter ve Gözyaşı

Anneliğin en berbat  günlerini yaşıyorum. Çünkü Ege grip oldu ve cuma gecesinden itibarende hayat bana zindan oldu. Bir çocuk bu kadar aksi olabilir mi? evet olabilir. O çocuk Ege olunca olabiliyor.

Burnuna sprey sıkmak ayrı dert, sümkür dersin sümkürmez. Birde antibiyotiğe başladık bugün tam oldu. Sürekli antibiyotik içen bir çocuk değil ama her nasılsa şişeyi görünce "hayığ anne ı-ıhh" demeye başladı. Abartmıyorum sabah yarım saat iki dizimin üstünde elimde o uyduruk ilaç kaşığıyla yalvardım. İki eliyle ağzını kapatıp sürekli ağladı ve ben sakin olmak için insan üstü bir çaba sergiledim. İlaç kaşıktan döküldü dökülecek, Ege ağlamaktan öğürmeye geçti ben dersen avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Evdeki temaşa görülmeye değerdi. En sonunda duvara kıstırdım, bir şekilde ağlarken kaşığı tıktım ağzına ama bu daha riskli bir iş. Zira her an öğürüp kusabilir. Al başına belayı!
Akşam seansı daha trajikti. Kaçmasın diye mama sandalyesine oturttum ama bu seferde kafasını aşağı gömüp ağlamaya başladı. Babası bir yandan ben bir yandan yalvardık. Kah tehdit, kah azarlama ama yok. Sadece ellerime sarılıp yüzünü yaslayıp ağlıyor. İçim parçalanıyor ama bu zıkkımı içmesi gerek. Antibiyotik neden bu kadar boktan bir tada sahip hiç bilmiyorum. Yine yaklaşık 20 dk. sonunda bir şekilde ağzına ite kaka kaşığı sokuyorum.Birazı elime dökülüyor, birazı Egenin boğazından aşağı gidiyor, birazı illaki kaşıkta kalıyor.

Öğürtüler, tamam bitti sakın kusma yalvarmalarıyla bugünü bir şekilde atlattık ama daha kaç gün boyunca bu şurup içilecek ve ben bütün yaşam enerjimi tüketip hayattan tiksinir bir hale gelicem.
Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum!