28 Kasım 2014 Cuma

İki Ömür ve Daha Fazlası

" İki ömrüm olsun isterdim; biri yaşamak, diğeri okumak için " demiş Goethe. Daha da yazacak söz bırakmamış. Deli okumalı günlerin içinde savrulup gitmekteyim. Çok güzel kitaplar aldım, bu hafta beni çok mutlu eden yazarlara kavuştum pek heyecanlıyım.

 Mo Yan / İri Memeler Geniş Kalçalar  salı günü gelen kargoyla elime geçtiğinden beri, 1040 sayfalık kitapla bütün olduk.  Yazarın geçen sene Kızıl Darı Tarlaları adlı kitabını okumuştum. Hatta bu kitabı 1987 yapımı Red Sorghum adlı filme ilham vermiş ama ben bir türlü filmi izleyemedim. Kitabın büyüsünü bozmasından korktum. Bir çok kişiye göre ve bana göre de, Marquez esintileri taşıyan bir yazar olmasına rağmen, kendisi Marquez'i çok sonra okuyabilmiş biri. Etkilenme söz konusu bile değil. Zira Kültür Devrimi ve Mao desem anlarsınız her halde. Yazar 2012 yılında Nobel aldı üstelik o yıl favori Murakami olmasına rağmen ödülü Mo Yan'a verdiler. Çinliler yazarı pek sevmese de, ne yalan söyleyeyim ben seviyorum. Çinli yazarlar içinde, Gao Xingjian kalbimde her zaman ilk sırada o ayrı.

Gelelim kitabın basım kalitesine. Bence 1040 sayfalık bir kitabın basımı daha kaliteli olmalı. En azından ciltli olmalı. Her an kitap yarılacak diye korku içindeyim. Sağlam bir sırtlığı olmalıydı. Minik bir tuğla gibi sürekli kolumun altında. Okurken mutlaka bir yere koyup desteklenmeli ki, benim gibi cılız bileklerinizi geri dönüşümü olmayan bir hasardan kurtarma şansınız olsun. Belki iki kitap yapılsa bu kadar problem olmazdı ama bu teknik bizim ülkede geçerli değil nedense!
Zira salı günü gelen kargonun bir diğer güzelliği olan, Doris Lessing / Anılar kitabı da iki ciltlik bir kitap olmasına rağmen tek kitaba sığdırılmış. Böyle olunca basım maliyeti daha mı az oluyor acaba bu sebepten mi? Dışarı çıkarken yanınıza alamayacağınız ansiklopedi şeklinde kitapları neden basıyorlar anlamış değilim.

Neyse işte sonuçta iki ömür gerekli ama olmadığından, tek ömre hem yaşamayı, hem okumayı sığdırmaya çalışıyorum. Diğer yandan üçüncü bir ömrüm daha olmalı ki, anime izleyebileyim.
Bu haftanın animesi, Bokura Wa Minna Kawaisou. İki bölüm kaldı bitmesine. Bu gece uykudan çalıp bitirmeliyim.

Bu haftanın izlenecekleri arasında iki adette film vardı ama onları hafta sonuna havale ettim artık. İşte benden havadisler böyle.


25 Kasım 2014 Salı

Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları

Bu sefer nasıl olduysa kendime hakim olup bölüm bölüm okuyabildim kitabı. Üstelik alır almaz başlamadım okumaya. O his gelsin diye bekledim, doğru an hissini. Her şeyin mükemmel olduğu kusursuz birleşimin olduğu O anı!

O beklenen an, iki pazar öncesi kahvaltı sonrasına denk düştü. Pazar kahvaltısı sofrasını dağınık bir halde bırakıp da keyif çayımı içmek üzere yatak odasına, toplanmamış dağınık yatağıma doğru giderken, usulca kitabı da peşimden sürükleyip o kavuşma anına ermiş olmanın memnuniyetiyle başladım okumaya. 4. bölüme gelmiştim ki, dur dedim kendime. Burada dur ki, şu an hissettiğin o ruh zenginliğini diğer günlerde de yaşa. Bu fikrimi nasıl olduysa kabullenerek tüm haftaya yaydım okuma keyfimi. Çölde kalan birinin yanında ki suya gösterdiği özen gibi, her sayfayı itinayla içtim bende.
Ne yaparsam yapayım bitti işte. Bir kez daha ardında güzel hediyeler bırakarak kitap raftaki yerini aldı. Şimdiyse geçen haftaya eşlik eden  Le Mal Du Pays kaldı geride. Haruki Murakami'nin bir kitabını okuyup da, o kitaptan yeni keyifler elde etmeyen olabilir mi? Okuduğum dokuz kitabın her biri sayısız hediyeleri ardında bırakmıştı.



Tıpkı Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu kitabında Turgenyev'i hediye ettiği gibi, bu kitabıyla da beni Franz Liszt gibi harika bir besteciyle buluşturup, La Campanella'ya aşık olmamı sağlayan Murakami'ye teşekkür ediyorum. Tüm kalbimle seviyorum seni.







21 Kasım 2014 Cuma

Seyir Halleri

Aylardır Kore dizisi izlemiyordum. Peki ne yapıyordum Japon dizisi izliyordum ha haaa :P Evet bir iki Japon dizisi izledim ama asıl mesaiyi animeye harcamakla meşguldüm.
Açıkçası çok güzel animeler izledim. Uzun seriler yerine kısa olanları aradan çıkardım. Bleach 366 bölümdü ve daha fazla bölümü olan anime serileri de mevcut ama ben bulaşmak istemiyorum. Geçen sene Bleach izlerken gerçek dünyayla bağımı kopardığım zamanlar olmadı değil!

Neyse, işte efendim o kadar animenin arasına bir Kore dizisi sığdırdım. It's Okay That's Love 
İlk 10 bölümü ite kaka ha gayret diyerek izledim. Hatta 6. bölümden sonra biraz ara vermişim sonradan Lağğn! diziyi unuttum hangi ara animeye döndüm dediğim zamanlar oldu. Fakat son 6 bölümü beni çok memnun etti. Aslında dizi genelinde memnun ediciydi fakat ben anime izlemekten beyin devrelerimi yaktığım için, dizide anime ruhu arayıp bulamayınca ağır bulmuşum galiba. Fakat yinede ziyan etmeden izledim.

Tavsiye ederim. Atraksiyonu olan bir dizi değil. Ağır romantizm bekliyorsanız oda yok ama çok güzel oyuncular var. Zaten diziyi izlememe neden olan konusundan ziyade oyunculardı.



Erkek başrol oyuncumuz olan Jo In Sung kardeşimizi,  Ayazda Bir Çiçek filminde izleyip bağrımıza basmıştık. İzlemenizi tavsiye ederim. Sinema filmlerinden takip ettiğim arkadaşımızın geçen sene oynadığı diziyi de izlemiştim.  That Winter The Wind Blows. Drama, romantizm Allah ne verdiyse yağdırmışlardı.


Kadın başrol oyuncusu ise Gong Hyo Jin. Kendisini ilk olarak Pasta dizisinde izlemiştim ve akılda kalan bir oyuncu olacağını anlamıştım. (Benim için) Son izlediğim dizisi ise Master Sun idi.


Bu ay izlediğim dizisiyle kendisini bir kere daha seyretme şansına erdim. Bu diziden öncede Boomerang Family filminde izlemiştim şimdi aklıma geldi. Bu kızı pek beğeniyorum.

 Ayrıca blog için fotoğraf ararken Türkiye gezisi yaptığını öğrendim. Yanlış anlamadıysam geçen sene mart ayında Marie Claire  çekimleri için gelmiş. Vay be!






İşte efendim ne diyordum, 16 bölümlük bir Kore dizisi arayanlara tavsiye edilir. 









19 Kasım 2014 Çarşamba

Çay Partisi



Dün gece bu fotoğrafı bana gönderip "Sana elmalı kurabiye yaptım. Ne zaman geleceksin bana?" diyen kardeşimin davetine gitmeyip de ne yapabilirim? Tabi ki bugün için yoğun iş planımı bir tarafa atıp kardeşimi öne aldım.
İş planları????  Onu kurcalamayalım şimdi. Malum uzaya roket gönderecek halim yok ama kendi düzensizliği içinde rutin bir düzeni olan biriyim.

Koca bir yılın son demlerini yaşarken hayat iyi ve güzel akıp gitmekte. Dertlenecek bir durumum yok çok şükür. Hayat elmalı kurabiye yeyip anime izleyerek geçip gitsin istiyorum. En azından bir yıl daha...

Çıkmam gerek çay partisine geç kalmak istemem :)