28 Kasım 2008 Cuma

Vs. vs. vs.

Bir sürü şey yazmak laf kalabalığı yapmak istemiyorum. Biraz küsüm hayat sana ve sen sebebini çok iyi bilirsin. Bir ateşkes imzalamak için karşıma çıkardığın jest için teşekkürler. Ofisi biraz daha yaşanılır kıldığın için en azından...




Haftayı güzel kapatabildim ve yarın çalışmam gerekse bile önemli değil.

Çok içim sıkıldı geçen cumartesiden bu güne kadar. Şimdi nispeten daha iyiyim. Kapaktan feyz alıp bir adet sigara iliştirdim dudağımın kenarına. Sol gözümü kıstım, sağ gözüm iyice açık. Akşam yemeği bekleyebilir, benim E.Sevgi Özdamar'la randevum var.



...ve bu arada, Tanrım beni seviyorsun değil mi? çok gururlanıyorum bu duyguyu içimde hissettiğim anlarda. Elimde değil en çok beni sevdiğini düşünüyorum. Haksız mıyım?

22 Kasım 2008 Cumartesi

Canı sıkılan biriyim



Bütün hafta iş yerinde can sıkıcı projelerle uğraştım...



Cumartesi sabahı kız kardeşimle uzun bir kahvaltı yapıp ardından kahve keyfine geçtim.



Akşamında ise vaz geçemediğim bir tat olan Lindt \ Tiramisu yiyerek



ve sudoku oynayarak geçiriyor ve sıkıntıdan patlıyorum...

19 Kasım 2008 Çarşamba

Bugünden

Nasıl iş bu
Her yanına çiçek yağmış
Erik ağacının
Işık içinde yüzüyor…
Neresinden baksan gözlerin kamaşır
Oysa ben akşam olmuşum
Yapraklarım dökülüyor
Usul usul
Adım sonbahar.

Seviyorum bu mevsimi hem de çok. Arkasından gelen kış mevsimini de.
Atkımı boynuma dolamak hoşuma gidiyor. Sıcak bir şeyler içmek tarifsiz keyifli oluyor.

Bugün öğle tatilinde Osmanbey’den Maçka parkına kadar yürüdüm. Tek derdim Cemal Reşit Rey’den bu ayın Kültür Sanat Bülteni’ni alabilmekti. Biliyorsunuz tiyatro sezonu başladı ve sonbaharın son günlerine en çok yakışan aktivite tiyatrodur bence.
İstanbul Şehir Tiyatrolarında bu hafta sonu neler var diye baktım. Bu Pazar tiyatroya gitmeyi kafama koydum bir kere ve Devlet Tiyatrolarında da bu sezon izlemek istediğim iki oyun var aslında. Neyse, Maçka parkından geçip CRR’ye varmak çok keyifli. O yolu çok severim. Her öğlen bu yürüyüşü yapıp ofise dönebilirim. Neden daha sık kullanmıyorum bu yolu diye epey hayıflandım.

İçimde yavaştan bir yeni yıl coşkusu kabarmaya başladı. Yeni yılda yeni hedefler minik sürprizler umuyorum. Alınması gereken kararlar listesini kaleme almaya başladım ufaktan. Birde en büyük zaafım olan dekorasyon dergileri aklımı yeni fikirlerle meşgul etmekte. Aslında olabilir diye kenara not ettiğim bir sürü kalabalığı eleyip yapılabilme ihtimali yüksek olanları gün ışığına çıkarmalıyım. En önemli olansa yeni ve kullanışlı bir yatak örtüsü. Kaftan gibi bir yatak örtüm var ve ne yazık ki makineye bile girmiyor. Kuru temizleme yapılması gerek. Birde elektrik süpürgemi değiştirmeyi kafama taktım. ( Memo sen bu postu okuma bence…) Su içine tozları çekenlerden almak istiyorum. Daha bir sürü ıvır zıvır şey işte. Öyle ayakkabı vitrinlerinin önünde saatlerce duramam ben ama Paşabahçe’de yada Ikea’da günlerce kalabilirim hiç sorun olmaz. Saatlerce Koçtaş’ta sıkılmadan gezinebilirim.

Sanırım bayram sonrası bir nişan töreni olacak ailemizde. Banu’cum o minik parmaklarına nişan yüzüğü takacak şaka gibi ama gerçek. Bense kendime aradığım gibi bir elbise bulamadım. Elimdekilerden bir kombinasyon yapmak daha mantıklı gelmeye başladı.
Birde pırasa gibi olan saçlarımın uçlarından kesilmesi gerek. Uzun saçlarımı çok seviyorum ve kestirmeyi istemiyorum ama sonbaharda ve ilkbaharda uçlarından aldırıp birazcık kısaltıyorum. Doğal olarak kuaförle aramızdaki klasik konuşma başlar tabi,

Bak minicik kes tamam mı?

Tamam merak etme sen.

( Elle gösterilir ) bak bu kadar cık işte tamam mı?

Tamaaaaaaam!!!

Ay çok mu kestin bakıyım

!!!!!!!

Çok kesmişsin işte ühühühü…


Ve böylece kuaförün Allah’ım neydi günahım bakışıyla bir kesim macerası daha tamamlanır.
Fakat ne yapabilirim ki, çok seviyorum saçlarımı.

Bayram gelmeden bu saç işini halletsem iyi olur. En kısa zamanda zavallı Ekrem’den bir randevu alalım en iyisi.

14 Kasım 2008 Cuma

Özlem

Dün sabah balkon kapısını açıp havayı kokladım. Kış kokuyordu. Tamam dedim geldi işte. Uzun zamanda buralarda. Benim keyfim yerinde ben kışı severim. Tek sevmediğim şey kar sonrası yolların buzlanması. Onun dışında Allah’a şükür mızmızlanacak bir durumumuz yok. Sıcacık evimizde bir tas çorbamız her daim bulunmakta. Başında bir damı bile bulunmayan fukaralara yardım eli uzatabilmek çok mühim asıl. Ne kadar merhem olabiliyoruz ki yaralara. 5 katlı evi olanların kömür yardımı aldığı, erzak aldığı mahalleler biliyorum. Vicdanları rahat uyuyabilmeyi nasıl becerebiliyorlar hiç anlamıyorum.

Annemin bahçesine daha kış gelmedi. Meyve ağaçları yapraklarını dökse bile, kasımpatılar bütün bahçeyi sarı bir coşkuyla sarmalamış durumda. Kar soğuklarına kadar dayanır hep bu kasımpatılar. Geçen hafta bana gelirken kocaman sarı bir buket hazırlamış annem. Bir hafta geçti ama vazoda gayet canlı duruşlarıyla beni keyiflendirmeye devam ediyorlar.

Benim balkonda iki sardunyam var acizane. İkisi de bir birinden şeker. Sardunyaları seviyorum ve bu sene biraz daha balkona önem vermek istiyorum. Hatta bir limon ağacı alma hayallerim bile var.

Sonra, Memo seyahat dönüşü bir adet balkabağı ve bir sürü elmayla geldi eve. Sarı, kırmızı, ekşi tatlı karışık ilaçsız, hormonsuz köy meyvesi. Birazını patronuma getirdim çünkü sevimli bir torunu var ve organik meyve yemesi iyi olur diye düşündüm. Kötüleşmeye başlayanları rendeleyip pişirdim. Turta ve elmalı kurabiye için iç malzemesi olur diye hazırladım. Kalanlardan elma reçeli yapmaya niyetlendim inşallah becerebilirim.

Eskiden bize köyden buruş gelirdi. Buruş kesilip kurutulmuş meyvedir. Elma erik ve armuttan yapılır. Yazın meyveler dilimlenir ve çatılarda kurutulurdu. Kışın bu meyve kurularından hoşaf yapılırdı. Çocukken kıymetini bilmediğimiz bu buruşları şimdi ekolojik ürün adı altında el yakan fiyat etiketleriyle görünce içim sızlıyor. El emeğiyle kesilip gönderilen eriştelere burun kıvırıp paket makarnanın sevdasına düşerdik. Şimdilerde herkes evde taze makarna yapma hevesinde. Hele yazın köyde kaldığımızda köy ekmeğini istemez, dedeme kasabadan beyaz ekmek siparişi verirdik. Şimdiyse kendim evde ekmek yapıyor, şöyle ekşi mayalı bir taş fırın ekmeğinin hayallerini kuruyorum. Eskiden babaannem kendi ineklerinden peynir yapıp bize gönderirdi. Ben yinede beyaz peynir derdine düşerdim. Şimdilerdeyse evlendiğimden beri benim içinde küçük bir paket geliyor memleketten. Kutudan bir teker peynir çıkar illaki. O kadar mutlu oluyorum ki, deden bunları da sana yollamış dediklerinde kuzenlere dönüp, “Evlenince size de böyle ayrı paket gelecek” diye hava atıyorum.

Çocukken aman bunlar köy kokuyor diye burnumu tıkadığım o kutuya bugün özlemle bakıp derin derin içime çekiyorum köy kokusunu. Ah! sonbaharda köyde olmak ne güzeldir. Her yer sararmış yapraklarla doludur . Kızıl, yeşil ve sarının harika karması. Akşamları odun sobası yanmaya başlanmış ve kuzinede taze ekmek pişiren babaanne silueti de çoktan yerini almıştır.
Gece zorla taze inek sütü içirilmeye çalışılsa yine, şimdiki aklımla bir bardak daha derdim.

Sabah uyku mahmurluğuyla kalksam, içeriden çay kaşıklarının şıkırtısı gelse. Sobanın üstünde kızarmış ekmekler ve *keş kokusu beni kendime getirse. Soğuk suyla yüzümüzü yıkayıp annemden “Ayağınıza çorap giyin,üstünüze hırkanızı!!!” diye azar işiterek masaya sıkışsak. Radyoda ajans haberleri olsa ve ben çayımdan ilk yudumu aldığımda yurttan sesler korosu sevdiğim bir türküye başlasa. Suratımı asıp ben niye erken uyandırmadınız diye sitem etsem, babaannem dişsiz damaklarıyla gülüp saçlarımı okşasa ne güzel olurdu.

Uçanda kuşlara malum olsun, ben köyümü özledim :)

*KEŞ: Süzme yoğurdun kurutulmasıyla yapılan bir çeşit peynir türüdür.

10 Kasım 2008 Pazartesi

Yeni Umutlar

Arada sekteye uğrasa da hayatın döngüsü son hız devam etmekte. Kız kardeşimi Cuma günü istemeye gelecekler. Bu tabirden hoşlanmıyorum ama adı bu “İstemek”.
İnanamıyorum bir türlü kız kardeşim evlenme hazırlıklarında. Dinlediğim her şarkıda ağlamaya hazırım. Benim için o 25 yaşında bir bayan değil ne yazık ki. Ona baktığımda, halen 5 yaşın sevimliliği ve hınzırlığını görüyorum. Çürük dişlerine inat şeker ve jelibom yiyen nereye gitsem eteğime yapışan o haylaz kız işte. Mantığım o artık büyüdü dese de, kalbim bu gerçekle yüzleşmeye hazır değil. Sanırım bir ömürde o benim küçük kız kardeşim olarak kalacak.
İçimde bir kıpırtı bir sürü kelebek kanat çırpmakta. Kendim için bu kadar heyecanlanmamıştım. Her şey sorunsuz ve kolay olsa bitse ve ben kendime bir an evvel ağladığımda akmayacak bir rimel alsam ne güzel olur. Ağlamaya bu kadar meyilli olduğum bir dönem daha hatırlamıyorum.

Şimdi abla sıfatıyla o gece ne giymeliyim derdine düştüm. Beni istemeye geldikleri akşam bile siyah boğazlı kazak ve blue jean giymiş biri olarak, böyle bir kıyafet Banu’yu istemeye geldiklerinde acaba hafif mi kaçar telaşına düştüm. İlk defa karşılaşıyoruz aile bireyleriyle.
Memo’da takım elbise giymemişti bizim isteme törenimizde. Kanvas pantolon yeter artar ne gerek var takım elbiseye demiştim. Çok rahat güle oynaya geçen bir geceydi. Aynı rahatlık kardeşimin gecesinde de olur umarım.

Kızlar büyüyor, bende olduğum yerde saymıyorum doğal olarak. Pazar günü Memo’ya sonbahara uygun spor bir ceket aldık. Durum eşitlendi. Kendime bir şey aldığımda ona alınmazsa içim hiç rahat olmuyor.
Diğer yandan bebek eşyaları satan bir mağazaya göz ucuyla baktık. Bir bebek arabası bile beğendik. Sanırım 500 ytl’ye yakındı ama hani var ya ana kucağı, baba şevkati, bütün ıvır zıvırlarıyla beraber.
Ben çok cici bebek battaniyeleri beğendim. Memo’ya hastane çıkışı için satılan takımları gösterdim, “ne ki bu?” diyerek boş gözlerle baktı. Bende “Lost dizisindeki gibi ıssız adada yaşamıyoruz, bebeği sırf battaniyeyle büyütmeyiz herhalde” dedim.
Böyle mağazalara girmek pek tehlikeli bence. İnsan kendini tutamayıp bir sürü şirin zıbınla oradan çıkabilir. O renkli biberonlar ve minik patiklerse cabası. Akşam eve geldiğimizde Memo, “ O 500 YTL’lik arabayı almalıyız bence” diyerek konuya son noktayı koydu.

Biz bu bebek kararını verirsek o doğana kadar her yer bebek eşyasıyla dolup taşacak gibi. Kendimi nasıl zapt edebilirim bilemiyorum. Gizlice mothercare’de ki indirimleri takip eden başka bir deli tanıyor musunuz?

Not: Kanal 1'de CHICAGO var :) en sevdiğim filmlerden biri.

8 Kasım 2008 Cumartesi

Nem Galdı



Bazen kocaman bir toz bulutunun içinde yaşatıyorum kendimi. Pespembe bir bulut. Böylesi yalan bir aldanışa muhtaç oluyorum belli ki.
Fakat birden bu bulutu dağıtıveren bir şeyler oluyor. Bazen traş losyonunun tütünle karışık kendine has kokusu, bazen bir film karesi, bazen de kulağıma çalınan bir şarkı her şeyi dağıtıveriyor. Büyü bozuluyor, ben uyanıyorum ve bir bakıyorum her yer aslında çirkef bir gri.

Seni özlemediğime inandırmaya çalışıyorum kendimi. Yalan dünya işleriyle oyalanıyorum. Yinede Cem Karaca dinledim diye bir anda dağılıveriyorum işte. Birden küçülüveriyorum. İçine saklanacak bir döşek arıyorum. Yorganın altına saklanmak ve her şey düzelene kadar derin bir uykuya dalmak istiyorum. Aklıma keyifli zamanlarındaki gülüşlerin geliyor ama bu akla gelişler benim için çok akla zarar bir hal alıyor.
Cem Karaca içime kazıyor acımı tekrar tekrar ve tekrar. Daha ne kadar sürecek, hiç mi geçmeyecek?
Çaresi, susup dinliyorum kulağımda bir ezgi, aklıma düşen rakı kadehi.

“ Böyle parsel parsel bölünmüş dünya, bir dikili daştan gayrı nem galdı
Dost köyünden ayağımı kestiler, gözlerimde yaştan gayrı nem galdı

Yiğit geçinenler namert çıktılar, sonra ettiğine pişman çıktılar
Eski dostlar bize düşman çıktılar, bir gaç tane itten gayrı nem galdı…."

6 Kasım 2008 Perşembe

Bugünlerde

Üstümde acayip bir rehavet var. Bunu iyi anlamda söylüyorum. Memnunum yani. İçim tarifsiz bir huzurla kaplı. Çok rahatım bilmem neden?
30 yaşın bir getirisi mi acaba?. Yoksa farkında olmadan Nirvana’ya mı ulaştım?

Sebebi neyse, ister olgunlaşmak olsun ya da adı her neyse ben memnunum. İş konusunda bile çok rahatım. Ağustos ayından beridir alamadığım zam farklarını bile kafama takmıyorum. Sonu kötü bitmez inşallah bu gidişin.

Memo’nun gelmesine daha iki gün var. Kendileri hafta başından beridir Karadeniz illerinde müşteri ziyareti yapıp, Amasra’da bizim pidecimizde 1,5 karışık pideleri afiyetle yiye dursun, ben zat-ı alilerini pek çok özlemiş bulunmaktayım.
Gittiğinden beri her gece rüyama girmekte. Zaten benim rüyalar Hollywood setlerinden daha karışık, birde bu cümbüşe Memo eklenince tam oldu.
Bir önceki gece Çin’deydik. Bunda Evrim’in bloğunun payı büyük tabii. Bu geceki rüyamdaysa, Memo ve ben Hindistan’da bir iç savaşın ortasındaydık. Buyurun buradan yakın. Ben bu rüyayı kimlere yorumlatayım sorarım size?

Diğer yandan Osmanbey’de, bir çift gri ayakkabı gördüm ve o benim olsun istiyorum. Çok ama çok istiyorum Memo’cum. Gerçekten çok istiyorum ama.

O yokken okuduğum kitapsa Rubem Fonseca / Usta İşi.



Ön kapakta “Fonseca için bir yolculuğa değer” demiş Marguez. Arka kapakta Mario Vargas Llosa’da yazar için çok güzel bir referans verince bana okumaktan başka yol kalmadı.
Kitabın orijinal adı El Gran Arte. 1. Basımı Ekim 2008’de Doğan Kitap tarafından basılmış olup Walter Salles tarafından sinemaya da çekilmiş. Walter Salles 'i Motorsiklet Günlüğü'n den hatırlamışsındır. Tarzı polisiye/gerilim. Yazar Portekiz edebiyatının yaşayan en önemli yazarlarından biri olarak kabul ediliyor.

Benden durumlar böyle işte. Harala gürele hafta sonuna da geldik çaktırmadan. Umarım her kesin keyfide benim gibi yerindedir.

5 Kasım 2008 Çarşamba

Alışveriş

Çok ama çok istediğim bir şey vardı onu aldım bugün. Çok keyif aldım yaptığım alışverişten. Kendimi güzel hissettirdi. Sonbaharda üstüme ne giysem derdini bitirdi.
Çok yakıştı bence. Böyle önde büyük düğmeleri olan, çok tatlı bir şey. 40'lı 50'li yıllardan çıkıp benim olmaya gelmiş sanki. Bir an kendimi Audrey Hepburn kadar zarif hissettim.
Şimdiyse içtiğim Türk kahvemi ters çevirip kapattım. Birazdan kız kardeşim fal bakacak. Üç vakte kadar neler görünecek bakalım.

1 Kasım 2008 Cumartesi

Mazi

Cumartesi akşamı evimde oturup son ses Red Hot Chilipeppers dinleyebilmeyi seviyorum.
Halen ruhum olduğunu algılamamı sağlayan tüm gruplara müteşekkirim.
MTV, SUPERROCK programıyla küllerimden doğmamı sağlıyor.

Yarınki lise toplantısına katılamasam da, yeniden liseli gibi hissedebilmeyi seviyorum. Bütün o saçma dünya işlerine rağmen hemde...
Patron, iş, proje, evlilik, fatura, kart ekstresi gibi kelimelerin olmadığı, tek derdimin Tasarı Geometri sınavının olduğu günleri şimdi özlemle anıyorum.
Yarın size katılabilme imkanım yok çocuklar ama bizim bölümün orada çektirdiğimiz, benim artist gibi birde güneş gözlüğü taktığım fotoğrafta olduğumuz kadar çocuğum halen haberiniz ola.