30 Haziran 2011 Perşembe

11. Ay

Ege 11 aylık oldu. Pardon 11+1 !!! :)

Artık tüm gün ayaktayız. Sürekli masanın çevresini ve koltukları tavaf etmekte.
Benim bacaklarıma tutunup yürümesi onun için çok keyifli ama tek başına yürüme eylemi pek göstermiyor. Sanırım yürümek için biraz daha bekleyecek.

Tüm günler keyifli bir derdimiz yok. Uykuları eskisine oranla daha kısa. Azami gündüz uykusu 45 dakika. Bir 45 dakikada ikindi uykusu var.
Gece 21:30 gibi uyursa sabah 07:00 veya 07:30 gibi uyanıyor. Gece uyanırsam devam sütünü veriyorum.
Bazen de bu gece olduğu gibi kesintisiz sabaha kadar uyursak vermiyorum.
Yemek konusunda bir şey danışmak istiyorum. Akşam öğünümüz halen muhallebi ama artık çorbaya geçmem gerek değil mi?

Bizim yemeklerden tatmayı pek sevmiyor. Öğürme refleksi anında hazır. Ama pilava hayır demiyor birde ekmeğe!

Oyun ve eğlenceye hep hazır. Seninde onunla yerde oturmanı istiyor. Sende iştirak etmelisin. İçiçe geçen kutuları pek seviyor. Tekerlekli şeylere yeni alışmaya başladı. Ses çıkaran şeyleri ilk başta pek sevmiyor. Zamanla göre göre alışıyor yadırgamıyor. Bu ay baya baya müzik çıkınca oynamaya başladı. Bu aya kadar coşkulu dans ettiğini görmemiştimm. Bana numaralar yapıyor. Mesela kucağımda uyumuş gibi yapıp bıyık altından gülüyor veya yüz üstü yerde yatıp uyumuş numarası yapıyor. Dalaverelik had safhada yani :) Mutfak çekmeceleri ve buzdolabı kapağını kapatma hastası. Açık kapı dolap çekmece anında itiliyor. İçinde sen var mısın, yok musun ona ne?
Küt!Anam kolum vardı çocuğum benim orda bir dur yavv!! diye feryat figan etmen onu hiç alakadar etmiyor.

Kollarını açıp sarılması şahane bir şey. Çok eğlendiğimizde güldüğümüzde, bana annii diyerek cilvelenmesi tarifsiz bir duygu :)
Arkamızdan ağlamaya başladı artık ve bundan garip bir zevk duyan babasına bazen gıcık olmuyor değilim.

"Memo çık işte çaktırmadan niye üzüyorsun çocuğu???"
" Ya!, çok hoşuma gidiyor :P"
"Ne kadar bencilsin ya! git hadiiiii!!!"



Genel olarak her günümüz tereyağlı ballı ekmek :) En kötü günümüz böyle olsun inşallah.

21 Haziran 2011 Salı

Gün Başladı

Ege sayesinde gün hep erken başlıyor. Öğlene kadar uyumalar filan hep mazide kaldı. Ama iyi oluyor güne erken başlamak. Memnunum. Sabah yedide bir mızırdanıyor pış pışlanıp yatırıyorum belki yarım saat daha uyur. Genelde yedi buçukta ayaktayız.

O uyurken bende kahve yaptım kendime ama önce perdeleri açtım dışarıyı kokladım ötüşen kuşlara ve aşağı mahalleden gelen horoz sesine gülümsedim :)

Bugün karşıya anneme geçiyorum. İki üç gün kalma planım var. Malta erikleri oldu çoktan bensiz yenmemeli :) Bahçede keyif çayları içip, terasta mangal yapmak aşkıyla yanıp tutuşmaktayım. Temmuz sıcağında bile akşamları bahçede otururken, serin olduğundan omzuma hırka almayı seviyorum. Ormandan gelen çam kokusunu içime çekmek çok güzel olucak. Ege içinde, benim içinde güzel bir kaç gün işte.

Fakat bu güzelliğin ön hazırlığı biraz zahmetli. Evvela bavul yapılmalı. Dört mevsimi içine alan bir karma olmalı! Mamaları, yoğurtları, biberonu, cam rendesi, ıvırı zıvırı konmalı. Banyo malzemeleri, kremleri, ateş ölçeri, ilaçları! ne olur ne olmaz konmalı. Sonra mama sandalyesi, paston puset, konmalı. Park yatak annemde durduğundan birde yatak taşıma zahmetinden yırtıyoruz. Nihayet kapıya çıktığımızda, sefere giden ordu gibi bir şeyle karşılaşıyoruz. Mırıl mırıl söylenen bir adet Memo! Her seferinde muhakkak "mama sandalyesini götürecek misin?" sorusunu sorması, benimse EVET! demem klasik rutinimiz. Her çocuklu böyle mi? yoksa ben mi böyleyim? bilemiyorum. Biraz pimpirikli olduğum doğru ama alınması gerekeni almam gerek ne yapabilirim ki ???


Dün akşamsa Banu bize geldi. Ege tüm hünerlerini teyzesine sundu. Meğersem Latin müziği çıkınca el çıkıp popo üstünde dans ediyormuş Ege Bey. Dün akşam ilk defa şarkı eşliğinde coştu. Biraz videoya aldım. Çok sevimliydi.

Önden Kanyon'da buluşup azıcık turladık Banuyla. Alınması gereken bir iki ıvır zıvırı aldım ama saatin altı olduğunu duyunca, eyvah geç oldu diyerek ikimizide eve sürükledim.
Garibim Banu böyle durumlarda topuklu ayakkabılarla bana yetişmek zorunda kalıyor. Yine de zarif, yine de çok hanım hanım acele acele yürüyor yanımda. Bense bağından çözülmüş bir inek gibi saldur savuş, mevsime göre ayağımda ya kocaman botlar veyahut spor ayakkabı veya sandaletlerle, labada labada kocaman adımlarla yürüyorum :)


Memo'da krizin eşiğine girmek üzereydi ki, eve vardık. Ege'nin klasik akşam mızırdanması tavan yapmıştı çünkü. Önce Ege sonra biz doyduk. Türk kahvesinden son yudumu alırken Enişte Bey karısını almaya geldi. Enişte Bey meşgul bu ara. Tüm hafta Umman'lı Beyler için gezi programı yönetiyor. Yapsa ayrı, yapmasa ayrı iki ucu boklu değnek.

Ege uyanmadan azıcık bloglara göz atıyım ve sonra başlasın bu günlük maratonumuz ;)



Herkeslere GÜNAYDIN.

20 Haziran 2011 Pazartesi

Hafif Dalgalı

Akşamları çok sinirli ve yorgun oluyorum. Enerjim o kadar azalıyor ki anlatamam. Bu sebepten tahammülsüz ve hırçın olabiliyorum. Kime karşı tabi ki oğluma karşı. Cumartesi akşamı çok sinirlendim. Bir an Ege'yi tutup sarsmak istedim. Kafamın üstünden duman çıkar gibi oldu. Sonra DUR! dedim kendime ne yaptığını sanıyorsun? masum masum sırıtan Ege'yi sıkıca kucaklayıp özür dilerim dedim. Aklımdan geçen saçmalıklar için yüz kere bin kere özür dilerim. Sinirlenmemin sebebi 45 dakikadır uyutmaya çabaladığım Ege'nin halen ağzında emzik sırıtmasıydı. Kötüyüm ve adiyim evet. Saat 23:00 olmuştu halen uyumamıştı. Sinirlenilmeyi haketmiş miydi?

Offf! çabalıyorum halen çabalıyorum. İyi bir insan, iyi bir anne olmak istiyorum. Dediğim gibi hayat sadece pembe güller ve şen kahkahalardan ibaret değil ne yazık ki! Çok sevimli masum yavrunuzun henüz 11 aylık, kendinizinse 393 aylık olduğunu unutup sinirlenebiliyorsunuz. O gecede gece yarısı uyusun ne olur ki? Gelişimimi aksayacak nedir? Hiç! Kuralların canı cehenneme. Yemek yemedi diye sinirlen, uyumadı diye sinirlen, mızırdanıyor diye sinirlen...

Nihayet uyuyunca bende gittim banyo yaptım ama sinirim artık sadece kendimeydi. Her zaman olduğu gibi kendimden nefret ederek uykuya daldım. Ertesi gün Ege sabah altıda ayağa dikilince hiç mızırdanmadım. Güne erken başladık. Erkenden uyudu tabi. Öğlen Bebek parkına gittik. Biraz dolaştık uyuyunca eve döndük. Tüm pazar miskinlikle geçti. Ben evin temizlenmesi gerekliliğini tamamen göz ardı ettim. Önceliği Ege'nin artık olmayan kıyafetlerini hurçlara koyup, bazanın altına kaldırmaya verdim. Sonrasındaysa çok gerekli olan kitaplığımın düzeltilmesi görevini üstlendim. Yayın evi sırasına göre dizmeyi daha uygun buldum ve eski dergileri filan ayıkladım iyi oldu. Ev halen tozlu ama Ege evin içinde yuvarlanıp sürünerek evi kısmen temizliyor :)

Birde sinirleniyorum bu çocuğa. Ah! ben yok mu...

16 Haziran 2011 Perşembe

Öykünme

Ben bir türlü ev hanımı olamıycam sanırım. Öyle öyle. Evi sevmek başka ev hanımı olmak bam başka bir şey. Sabah yataktan kalkıp her yer leş! diyen kadınlar vardır. Mesela her sabah yatak çarşaflarını camdan silkelerler. Her gün ev çekilir, öğleden yemekleri pişer hazır olur filan. Muntazaman camlar silinir, balkondan aşağı sarkan sardunyaları olur. Komşu kadın çıkar geli kahve içerler dedikodu yapılır vs. vs.

Bilmiyorum ya!. Aynı duygu blog dünyasında da mevcut. Mesela sevgi böcüğü tadında bloglar okuyorum çok hoşuma gidiyor. Onları okurken ne güzel, ayy! ne hoş gibi nidalar yükseliyor bendenizden. O bloglarda illaki vintage bir eşya veya muhakkak pöti kare masa örtüsü gibi bir şey olmalıdır. Olmazsa olmaz. Mesela komidinin üstü mıncık mıncık bir sürü küçüçük objelerle dolu olur. Seramik kuşlar, minicik çerçeveler bir sürü başka şey. Ben o fotoğraflara baktığımda, Allah be! oranın tozunu almak bitmez valla duygusuyla bakıp onların yerine dertlenirim. Oysa o senin ıvır zıvır dediğin şeyden keyif alır, hatta o keyfi yazar, sende keyiflenirsin. Sanki o kadınlar anlattığında yazdığında her şey daha bir güzel. İnsana ben neden böyle yazamıyorum, bende bir terslik var muhakkak duygusu yaşatıyorlar. Onlar bardağın boş tarafını yazdıklarında bile dolu tarafı yazar edasıyla anlatıyorlar. Bense dolu tarafı bile boşmuş gibi yazmada ustayım.

Orada okuduğum hayatlar çok başka geliyor bana. Pişen kekler daha kabarık, çocukları daha kırmızı yanaklı, kocaları daha bir sevgili, içilen şaraplar daha bir hoş.

Peki bende eksik olan ne arkadaş ???

14 Haziran 2011 Salı

Yaz Yağmuru

Dışarıda mükemmel bir hava var. Eylül doğumlu biri olarak yağmuru sevmemek elde değil. Hele yaz yağmuru ne kadar ferahlatıcıdır.

Bir fincan kahve yaptım kendime. Taze çekilmiş Türk kahvesi evvela kokusuyla büyüler sonra lezzetiyle. Oğulcuğum tatlı rüyalar içinde huzurlu bir uykuda ve ben evdeki bu dinginlik içinde içimde şükran duygusuyla kahvemden yudumlar alırken, yüz kere bin kere şükrediyorum bu günüme.

Her gün bir başka gün. Dün ne kadar boğucuysa bugün o kadar ferah. Dün bir o kadar üzgünken bugün fazlasıyla umut dolu bir gün benim için. Eften püften şeylere kafa yorup migren krizleriyle boğuşup ertesi sabaha yeni bir ben olarak uyanabilmeyi çok seviyorum. Yukarı çıkabilmek için illaki dibe batmam gerektiğini hep unutuyorum ama hayat ivedilikle hatırlatıyor.

Bugün içimde çok şey yapma arzusu var ama yapmıyacağımı biliyorum lakin yapmak istemek bile beni fazlasıyla memnun ediyor. Mesela Egeyle beraber dışarı çıkmaya niyetliydim ama hava kapalı ve yağmur yağıyor. Bu demek oluyor ki kek yapmalıyım. Evet aslında portakallı kek yapmak isterdim ama portakal yok o halde limonlu kek yapmalıyım. Belki ekmek makinasına ekmek yaptırmalı bilmem ki her şey olabilir.

Sabahları Show Plusta sevdiğim bir program var. THE DELICIOUS MISS DAHL. Çok tatlı bir ses tonuyla konuşan Sophie Dahl ve onun mutfağı. Onu dinlemek ve solak eliyle yaptığı yemekleri izlemek çok hoşuma gidiyor. O mutfak beni yansıtıyor sanki orada kendimi buluyorum.

Bugün yağmurlu güzel bir gün. Şükretmek için çok sebebimin olduğunu hatırlatan bir gün. Sevgili Gök Tanrı çok teşekkür ederim ;)

13 Haziran 2011 Pazartesi

13 Gündür Olanlar

İlginç bir haber bekliyorsanız baştan söyleyeyim yok! Klasik Ruhdağı mızmızlanması bekleyenler, iyi haber istediğinizi alıcaksınız ;)

13 gündür aralıklarla işe gittim, günü birlik Edirne'ye gidip küçük kardeşi derdest edip İstanbul sınırlarına getirdik ve ömrü hayatımda ilk kez eve temizlikçi kadın geldi. Oy kullandım, Ege'ye homurdandım durdum filan.

Bütün bunların hepsi sıkıcı, sıkıcı, ve sıkıcı.

Dünden başlayalım. Sabah 08:30'da evden çıkıp oy kullanmaya gittim. O saate göre iyi bir katılımcı topluluğuyla karşılaştım sevindim. Eve dönerken sıcak simitler, gazete ve kahvaltılık malzeme aldım. Arkamdan Memo gitti oyunu kullanmaya. Benim simit aldığımı bilmiyormuş, bir postada o almış. Böylece tüm pazar simit yemek zorunda kaldık :)

Öğleden sonra ikindiye daha yakın gibi olan saat diliminde dışarı çıktık. Ege babasının kucağında, yürüyerek Kanyon'a geldik. Amaç Ege'ye baston puset almaktı. Mothercare'de indirimde olan puseti alıp (169.90 TL)az turlayıp eve döndük. Bu pusetle dışarı çıkmak daha basit ve çok az yer kaplıyor. Hem evde, hem yolda. Chicco'nun bebek arabası az biraz sıksa taşıt vergisine tabi tutulucak. Sinyal lambası takmak gerek bence. Bir arabalık yer işgal ediyordu :)

Neyse işte, dün kahvaltılık alırken gül reçeli aldım. Eskiden ben çocukken köyden dönerken mutlaka Gerede'den gül reçeli alınırdı. Çok şahaneydi o reçel. Mis gibi gül kokardı. Koyu kıvamlı lezzetli bir reçeldi. Bizim evde para verilerek alınan tek reçel gül reçeliydi. Ama dün aldığım reçel tam bir fiyaskoydu. Çocukluğa özlem maalesef her geçen sene daha bir artıyor :(

Tüm diziler sezon finallerini yaptı. Eylüle kadar beklemek çok sıkıcı. Bende Digitürk'ün sinema kanallarıyla vakit öldürüyorum. Heyhat çoğu izlediğim film. Bu sabah Oyuncak Hikayesi 3 vardı. Ege oralı değil zaten ama ben ağzım açık bir kez daha izledim ve sonunda ağladım. Evet artık animasyonlarda bile ağlıyorum. Allah'ım neye dönüştüm böyle!

Ege demişken, ben küsüm ona. Biraz dengemiz bozuldu. Mesela öğlen ve akşam yemek yeme krizleri yaşıyoruz. Şaşkınım. Kaşıkla beslenmeye geçtiğimzden beri ilk kez böyle bir protestoyla karşılaştım. İlk ergenlik bunalımı diyorum ben buna. Bu mesela beni allak bullak etti. Daha ilerisini tasavvur edemiyorum. Şu an korku içinde öğlen uykusundan uyanmasını bekliyorum. Sabah kahvaltısında bir derdimiz yok ama her öğün kahvaltı yediremem ya.
Bir diğer problem uyku! Daha doğrusu uyku seramonisi. Artık illa kucağımızda uyumak istiyor. Yatağına koyup emziğini battaniyesini verdiğimiz dertsiz çocuk buharlaşıp yok oldu. Yerine yatağa konulduğunda salya sümük ağlayan hatta inat edersen, ağlarken işi kusmaya götüren bir çocuk oldu çıktı. Daha bugün öğle uykusu öncesi inat edip az ağlasın çatlayacak mı? demem üzerine bütün yatağa kusarak ağzımın payını verdi. Zaten bunu çok yapmaya başladı. Anında öğürüp kusuyor. En ufak bir zorlamada veya ağlamada işi kusmaya götürüyor. Ağzına büyük parça geldiğinde kusuyor! En sevdiği şey kusmak olucak diye endişeleniyorum.

Yani bu ara ben ciddi ciddi depresyondayım sorunda çocuğum. Allah'ım henüz erken değil mi?

Bu yemek derdi beni çok geriyor. Ortadan çatlayıvericem o olucak. Hadi uykuyu Allah'a havale ettim. Ne oluyorsa oluyor ben kasmaktan yoruldum dedim ama ya yemek?
Bazı anneler, "Bütün gün ağzına bir şey komadı" diye veryansın ettiğinde, içimden yok len daha neler. İlla yemiştirde seni kesmemiştir illa fazla yedireceksiniz çocuklara derdim. Ama şimdi hak veriyorum. Yemek istemezse yemiyor ve sen bir halt edemiyorsun.

Mutsuzum, şişkoyum (54 kg) evet ömrü hayatımda ilk defa bu kadar kilo aldım. İyiki tatile gitmiyoruz. Kendimi Godzilla gibi hissediyorum. Çok çirkinim ya! Bende Ege gibi yemezsem çok iyi olurdu. Ama sinirlendikçe yemeye başladım. TV izleyip yiyorum. Ben buyum işte! Tüm gün bir biri ardına gelen kopya günleri yaşıyor. Vara yoğa dertleniyor, her söze içerliyorum. Alıngan, sinirli (bir dakika o zaten hep vardı) üzgün bir kadınım ben.