31 Ekim 2008 Cuma

Başım ağrıyor

Yıkanması gereken çamaşırlar var, mutfak dolaplarını silmeliyim ve feci şekilde kahve içmeye ihtiyacım var. Üstelik yarın işe gitmem gerek çünkü işini zamanında yapması gereken insanlar işlerini yapmadığında, benim cumartesi günleri işe gitmem gerekiyor ki bu durumun başımı ağrıtmasına şaşmamalı.

Sonra önümüzdeki hafta Memo iş seyahati için Karadeniz yollarında olacak ve en önemlisi TÜYAP Kitap Fuarı yarın kapılarını açıyor ama ben o kapıdan belki bir ihtimal son günü girebileceğim. Üstelik fuarın bu yılki konuğu Füruzan. Ben Füruzan'ın Kırk Yedi'liler romanını okumuştum ilk. Çok etkilenmiştim. Daha 18'imdeydim. Her şeyi değiştirebileceğime inancım tamdı. Her şeyi yapabilir, her şey olabilirdim. Kanımın en hızlı aktığı zaman dilimiydi. Durup kendime dışarıdan baktığımda, o küçük gerilla ruhlu kahküllü kızı tanıyamıyorum şimdilerde. Hayatın dişleri benide ezdi mi?

Neyse, yarın çalışmam gerektiğini söylemiş miydim?. Olsun tekrarlamakta fayda var. Kahve istiyorum birde, üst paragrafta bahsettiğim üzere. Kahve gerçekleştirilebilir bir düş en azından. Türk kahvesi ve bir adet Captan Black çok iyi olurdu şimdi.

Dün akşam işten eve dönerken bizim sokaktaki o küçük bakkala girdik Memo'yla. Mandalinalı Schweppes ve abur cubur bir şeyler almak için. Ben içeri girmeden dışarıda bekledim. O sırada babasıyla gelen küçük bir kız, koşar adım gelirken hızını alamayıp ayağıma bastı. Üzerinde okul forması vardı sanırım 1 yada 2. sınıf öğrencisi. "Ay düşüyodum" dedi. Hayatımda gördüğüm en sevimli okul öğrencisiydi. Saçını okşamak istedim ama yapmadım. Sadece sıcak bir gülümsemeyle baktım oda mahcupca gülümsedi. Çok güzel bir andı.

Çocukken alışverişe gittiğimizde yada misafirlikte, hiç tanımadığım kadınlar annemin yanında bana "sen benim kızım ol" derlerdi eminim sizede demişlerdir. Bana bu söz çok ürkütücü gelirdi. Fakat o kadınları şimdi daha iyi anlıyorum sanırım. Bende o an o sevimli çocuğa bakarken benim olmasını istedim. Bir iki dakikalık bir zaman dilimiydi. O çocuk benim olsaydı fikri. İnsanın içini ısıtan sıcak bir duygu.

Sonra dün gece uyumadan az önce Memo bana sarılmışken, "Keşke lise biter bitmez evlenseydik. Ne kadar çok bir birimizden ayrı uyuduk. Sana sarılarak uyuma keyfinden mahrum kaldım" dedi. Ben Memo'yu seviyorum :)

Gidip kahve yapmalıyım ve ağrıyan başım için Novalgin içmeliyim.
Tanrım inanabiliyor musunuz? yarın işe gidicem. Agghhh!!!

30 Ekim 2008 Perşembe

Murakami

Murakami okuyorsan, yanı başında bir fincan kahve olmalı ve sert kuru kurabiyeler. Eğer acıkmışsan hemen bir omlet yapmalısın ya da minik bir sandviç.
Bu işte, öyle yalın ve durudur. Kahve mutlaka olmalı ama…

Okurken içinde bulunduğun zamandan seni ayıran, zaman ve mekandan münezzeh sadece onun anlattığı o yerlerde dolandıran, biri sana seslendiğin de yanıt veremediğin bir dünyada yaşatır seni.

“Duymadın mı? sana sesleniyorum.”
“ Ya! bilmem duymadım, Murakami okuyorum ben.”

Bu diyalogu sıkça yaşarsınız ama endişelenmeyin bu çok keyifli bir zaman dilimidir. Bitmesin isterseniz ama her rüyanın bir sonu vardır.
Sonra kitap bitiverir. Damağında acı kahve tadıyla kalıverirsin.
Nokta.

29 Ekim 2008 Çarşamba

28 Ekim 2008 Salı

Bugünden

Severek okuduğum bir kitap bittiğinde kendimi tuhaf bir boşlukta buluyorum. Elim kolum devinimsiz bir biçimde salınmakta, amaçsız bir biçimde günü biten, başlayan ve bu kısır döngüde yuvalanıp giden birine dönüyorum.

Kirpinin Zarafeti bana ne kadar iyi geldi anlatamam. Ne zamandır sevdiğim, bağlandığım bir kitap okumamıştım.
Bilirsiniz, hani her daim kitaplığınızda olmasından memnunluk duyduğunuz, ani duygu dalgalanmalarınızda raftan çekip aldığınız ve sayfalarında kaybolduğunuz kitaplardan bahsediyorum. Kirpinin Zarafeti böyle bir kitap işte.
Mutluyum, bir dostum daha oldu ne güzel. Beni etkileyen bir kadın yazar daha, Muriel Barbery.

Ne diyordum, işte kitap bitince bende amaçsızca her zamanki işlerimi yaparken günlerimi öldürdüm. Bugünse yeni bir doğuş günü. Eski bir dostun yeni bir kitabıyla bir anda hiç aklımda yokken karşılaşıverme günü. “HARUKI Murakami, nerelerdesin?” diye serzenişte bulundum. Usulca raftan kitabı aldım. Yüzümde tebessüm, ruhumda doygunluk ve hayat güzel, hayat iyi tekerlemesiyle kasaya yöneldim.



Akşam olduğunda evimin en sevdiğim odasına yani kitaplıktaki yerine yerleştirdim.

Ofise dönerken köşe başındaki aktara yasemin çayı sordum yok dediler. Hevesim söndü birden ama yılmadım. Renee’yi anmak için yasemin çayı almalıyım çünkü onda bir kirpinin zarafeti var.
Zarif bir fincanı yarısına kadar doldurup, bademli kurabiye eşliğinde içecek ve sevgiyle Renee’yi anacağım.

Hayat güzel, hayat iyi …

27 Ekim 2008 Pazartesi

Anadolu Notları

Reşat Nuri Güntekin’i seviyorum.

Gerçekten seviyorum. Yazarlığının dışında bu bahsettiğim, tamamen bir dostun dosta duyduğu türden bir muhabbet. Tanışmayı çok istediğim ve bunu sonraki gerçek dünyaya bıraktığım biri benim için.
En huzursuz zamanlarımda okumaktan çok keyif aldığım ve belki satır satır ezberlemiş olmama rağmen her okuduğum da, ilk okuduğum zamanki doygunluğu yaşatan bir kitabın yazarıdır o.

Bana bu kitabı sevgili Adnan Ağabey vermişti. Yanında bir iki kitap daha vermişti ama ben bu kitabın aşığı olmuştum resmen. İlkokula gidiyordum ve delicesine Reşat Nuri Güntekin hayranıydım. Adnan ağabeyin verdiği kitap çok eskiydi. Sanırım oda sahaftan almış. Sayfaların kenarları dökülüyordu. Ben birkaç kez okuduktan sonra özenle saklamıştım kitabı başına bir iş gelmesin diye. Hele kokusu muhteşemdi. Yıllanmış bir kitabın kokusu kadar güzel bir kokuyla tanışmadım henüz. Yıllar sonra işe girip elimiz para görünce ilk aldığım kitaplardandı. Halen açıp açıp okuduğum, kıymetli bir kitap benim için.

Böylesi sevdiğim bir diğer yazarda Hüseyin Rahmi Gürpınar’dır. Olduğu gibi olan ve öylede yazan insanları çok seviyorum ben. Bize bizi anlatmalarını okumaktan keyif alıyorum.
Aradan yıllar geçiyor, ama kitaplarının anlattığı insanlar halen bugün gibi capcanlı önümüze seriliyor. Bizim insanımız hiç değişmiyor sanki.
Benim en keyif alarak okuduğum yazarlar Tanzimat döneminden genç Cumhuriyetin ilk yıllarına değin uzanan yazarlardır. Günümüz yazarlarında ben aradığım o tadı bulamıyorum. Bilmiyorum neden ama tutkuyla bağlandığım bir yazar yok ne yazık ki. Okuduğum bazı kitaplar bana o kadar zorlama geliyor ki, konular ve cümleler hep olduğu yerde dönüp durmakta. Bir iki gerçek yazar var, birde onlara yaslanarak cümle kuran diğerleri.
Boyumu aşan şeylerden bahsetmek istemem. Emeğe saygısızlık etmekte.
Ama olmuyorsa olmuyor kardeşim. Sen kendini göklere de çıkarsan neysen osun.

Neyse efendim. Bugün benim için Reşat Nuri Güntekin’i sevme, özleme ve anma günü. Bugün ruhum, Anadolu Notları okuyarak kalorifer peteğine yaslanmak, kucağıma bir kedi alıp camdan dışarı bakmak istiyor.
Yanında taze demlenmiş bir bardak çayda varsa ne ala.

26 Ekim 2008 Pazar

Neler oluyor ?

Çok şaşkınım.
Bir şey yazmak istemiyorum sadece Funda'ya teşekkür etmek istedim. Göçük altından beni çıkardığı için... ve şaşkınım halen orta çağ karanlığında olduğumuz için.

21 Ekim 2008 Salı

Prince of Tides



Bu empatimi bilmiyorum ama kaç gündür aklımda bu film vardı. Uzun zaman olmuştu ve tekrar izlemeyi isterdim diye aklımdan geçirdiğimi anımsıyorum. Dün akşam tamamen tesadüf eseri Cnbc-e'de karşılaştım. Memo maç izlemeye arkadaşlarına gidince, bende hırkama sarılıp bir kupa sütlü kahve yaptım kendime ve romantik salı kuşağının kollarına bıraktım kendimi.

New york'dan karelerle ve Nick Nolt'un yakışıklı simasıyla ruhumu besledim ve Ahh!o Barbra Streisand. Ben onu çok zarif bulurum. Bacaklarını ve ellerini özellikle. Ses kısmına girmeye bile gerek yok.


Onun zarifliği karşısında kendimi çok hantal hissettim doğrusu.




Bir sorunda bu işte kendimi bu aralar fazlasıyla kilo almış hissediyorum. 36 beden olan biri için hastalıklı bir düşünce tarzı bu ve ben bununda farkındayım ama uzun zaman 34 beden olunca ve son iki yılda yeniden lise yıllarındaki kiloma dönünce biraz afalladım sanırım. Normalde olmam gereken kilodayım halbuki ama yinede iki kilo versem ne olur sanki...

Neyse, Memo bu kısımları sen okuma olur mu?

Diğer yandan dün gece rüyamda bir ziyafete davet edilmiştim hemde Dustin Hoofman'ın evindeydi. Bir sürü ünlü artistse cabası. Sofrada o kadar çok yiyecek vardı ki, hangisini alacağımı bilemiyorum ve gidip barbunya alıyorum tabağıma.
Düşünebiliyor musunuz? Amerika'da bir ziyafet ve sofrada pilaki var!!!

Allah'ım bu hayal dünyası bazen ağır geliyor doğrusu...

Daha bitmedi bir ara kapının zili çalıyor ve bir bakıyoruz gelen Steven Spielberg. Geçerken uğramış hesapta.


İşte böyle gecem ayrı alem, gündüz ayrı.

Bu aralarsa sokakta duyduğum en klişe söz, " Doları olanlar yaşadı valla ama borcu olana Allah kolaylık versin".

Dolarımda yok borcumda kafam gayet rahat yani...

İşten dönerken Barilla'nın o upuzun spagettileri varya, işte onlardan aldım sevinerek. Ben çok severim spagettiyi, özellikle uzun olanlarını. Fesleğenli domatesli makarna yemek beni acayip mutlu ediyor. Dolayısıyla üst paragraftaki kilo aldım diye ağlayan bayanı az biraz zora sokuyor.

Olsun zaten makarna kilo yapmaz ki dimi?

20 Ekim 2008 Pazartesi

Dostluk ödülü


İşten eve geliyorsun yorgun argın. Başın feci ağrımakta üstelik evde yemekde yok ama bunları unutturup yüzünde gülümseme yaratan bir şeyle karşılaşıyorsun blogunu açtığında.
Aaaa! diye tepki verip, sevgili Banu'ya, Zerrin'e ve Lalenin bahçesi'ne şükranlarını sunuyorsun, sonrasında kara kara düşünüyorsun ben kimi seçicem diye :(
Bu dünya çapında bir arkadaşlık ödülü, ödül sürekli alıcı tarafından devrediliyor, her alan kişi kendine gönderenden 1 fazla kişiye yolluyormuş haberiniz ola...


Benim acizane listem şöyle ki, yazamadıklarım zaten ödüllendirildiğinden birde ben veremiyormuşum. Bu bilgi doğrultusunda:

Sevgili,


http://www.acalya.blogspot.com/
http://www.kedilimutfaklar.blogspot.com/
http://www.seraptan.blogspot.com/
http://www.aslicin.blogspot.com/
http://www.saneminpenceresi.blogspot.com/
http://sugibi.blogspot.com/
http://sarhosbalikvetopalmarti.blogspot.com
http://primarima.blogspot.com/


lütfen kabul buyurunuz :)

18 Ekim 2008 Cumartesi

Cumartesi sabahı

Saat 10:30 kahvaltı sonrası keyif çayımı içiyorum. Tabi Marta Stewart eşliğinde. Bir kedinin dişlerini fırçalamaya çalışıyor. Bu programı seviyorum ama Marta teyzenin her şeyi ben biliyorum havalarından rahatsızlık duyuyorum.
En sevdiğim kısım iyi mutfakların şeflerini ağırlayıp yemek yaptıkları kısım. Birde tabi mutfak kısmı. Ben o stüdyoda yaşayabilirim sanırım hiç sorun olmaz.

Dün gece yarısına kadar soule mama'nın blogunda dolandım durdum. Öyle bir aşamaya geldim ki, evi baştan aşağı yeniden düzenlemek, derhal iki kasnak almak, bir sürü yumak almak ve reçel kaynatmamak için kendimi zor tuttum. Gidip kendime kahve yaptım. Kendine gel dedim, Aaa! ne oluyo.
Hafta sonu iki gün sonra işe gidince soul mama hayal oluyor tabi. Akşam sıcak yemek hazırlamış mısın? sen ona bak.

Soule mama'ya saygılarımı gönderiyorum.
Benimse evi temizlemem gerek. Mutfakta büyük bir temizliğe girişmem gerek ama biraz daha bekleyebilir diye habire erteliyorum. Dün akşamdan başlayan kırıklık bu sabah boğaz ağrısı olarak güne başlamama sebep oldu. İlaç aldım sıcak limonlu sular içiyorum.

Bu akşam taze ekmek pişiricem. En azından onu yapabilirim. Fırın çalışacak madem birde kek. Memo sabahları işe giderken yanında götürebilir.
Benden bu kadar valla.
İşleme yapmayı seviyorum ama şimdi kim alıcak o kasnağı, sonra kumaş nerde? birde çocuk bulmak lazım kumaşa resim çizecek de bende işliycemde ooooo!

17 Ekim 2008 Cuma

Kitap

Dün Cumhuriyet’in Kitap ekinde görmüştüm bu kitabı.



Öğle tatilinde Remzi’ye uğrayınca bir baktım rafta yerini almış hemen. Yayın evine baktım,Turkuvaz Kitap. Bu yayın evinden çıkan bir kitabım olmamıştı daha önce. Kitaplar kadar yayın evleri de önemli bence.
Beni aslında kitabın ismi ve sonrasında kapak tasarımı cezp etti. Birde kitabın içindeki, kapakla aynı olan kitap ayracı.
Kitapların içinde ayraçları olduğunda çok mutlu oluyorum ben.

Daha sonra aklımda olmamasına rağmen tamamen kapağına vurulduğum aynı yayın evinden çıkan Lawrence’in kitabını da almadan çıkamadım ki, Lady Chatterley'in Sevgilisi kitabından sonra pek benim adamım olmadığını düşünmüştüm açıkcası. Bu kitap Lawrence'in ölümünden sonra bulunup basılmış ayrıca.



Hafta sonu okumakla meşgulüm anlayacağınız.

Dün akşam iş çıkışı annemle Metro city’e uğradık. Çok ama çok şeker çoraplar gördüm Boyner’in üst katında. Annem her gördüğünde “Bunları nasıl böyle küçücük paketleyebiliyorlar” diyerek, uzun uzun T-box’ların önünde oyalandı. Her zamanki gibi,“Tüh! uzun kollu olsaymış” cümlesiyle alamadan bıraktı.
Benim derdim kısmetse Kasım ayında büyük kız kardeşimin nişanı olacak ne giysem derdiydi. Bir iki şey beğendim aslında. Fikir sahibi oldum denebilir. Çok şahane bir gecelik gördüm neredeyse elbise fiyatına. Aklım onda kaldı.
Belki doğum sonrası, hastanede giymek için alırım diye kendimi teselli ettim. Annem yol boyu “ Artık bir çocuğunuz olsun” diyaloglarıyla beynimi yıkadı bolca. Olsun mu?

Akşama kız kardeşimde geldi bize elinde bir pilates topuyla. Erkek arkadaşı nihayet Bakırköy’de bir alış veriş merkezinde bulmuş. Gözümüze girdi yani…
Annem ve kız kardeşim 45 dk. Boyunca el pompasıyla şişirmeye çalıştı. Nihayet şişince, “sıra bende ama” diyerek tüm gece tepesinden inmedik. Harika bir şey. Özellikle pilates topuyla masa hareketi yapmak insanı çok rahatlatıyor. Derhal alına dedik Memo’ya bakalım ne zaman alacak.

Bugünse Cuma işte.

Cuma hakkında yazılabilecek tek şey, haftanın en şahane günü olduğudur bence.
Nokta.

15 Ekim 2008 Çarşamba

Havadisler

Gayet yoğun bir çalışma temposu var bugünlerde. İki adet daha göz, kol ve bu yoğunluğu taşıyabilecek bir beyin diliyorum ama olanlarla yetiniyoruz mecburen.

Küçük kardeş Edirne’den geldi hafta sonu. Akşam sofraya oturmuştuk tam ilk lokmaları alıyorduk ki, bizim ufaklık coştu birden. İki gözü iki çeşme ağlamaya başladı.
Havadisler pek içi açıcı değil yani.

Anlaşılan bizim kardeş yurttan pek memnun değil. Hadi yurdun eksiklikleri bir yana ama kafa dengi insan bulma konusu gerçek bir problem oluşturmuş. Odasındaki kızlar anladığım kadarıyla son sınıf öğrencileri ve yaş aralıkları 25-28 olduğundan, bizimki biraz kendini dış kapının mandalı gibi hissetmiş. Yurt pismiş, oda ufakmış birde odadaki hatunlar gece gece halay çekince!!! bütün toz havaya kalkıyormuş gibi açıklamalarla ne yediğimiz yemekten tat aldık ne de annemim o gelmeden bizi tembihlediği “sakın yüz vermeyin” sıkıştırmalarının değeri kaldı.
Daha biz bir şey demeden annemin “evladım ne gerekiyorsa yaparız, ağlama yemeğini ye” talimatıyla olay sükuta kavuştu. Bizim kıymetli kardeşimiz pek hoşlaştığı iki arkadaşıyla eve çıkmak istiyormuş. Okula döner dönmez alt yapı hazırlıklarına başla dedik yüzü güldü.

Bizde diğer kız kardeşimle dedikodu yaptık.
“Çocukken de böyleydi bu anında ağlardı gözünde yaş hazır bekliyor sanki.”
“ İki ağlamaya olayı bağladı gördün mü annemi?”
“İlk haftada gözü açılmış keratanın” gibi ileri geri konuştuk. Bizim muhabbetimize bir daha dertlenip ağlama hazırlığındayken, “len takılıyoz iyiki üniversiteli oldun ha!” diye susturdum.

Bölümünü derslerini pek sevmiş bu konuda çok memnundu ki önemli olanda oydu zaten. Edirne’ye çok içi ısınmış. Pazarına bile gitmişler. Salı pazarı demişti galiba.
Gece boyunca okuldan havadisler verdi bolca. Ben ve diğer kız kardeşimde köye gelen Almancı’nın muhabbetini dinleyen köylü gibi ağzımız açık onu dinledik. Geyik muhabbetinin cılkını çıkardık o akşam. Daha dört sene bu muhabbet çekilecek Allah kolaylık versin bize.

Az önce aradı grip olmuş şimdide. Mandalina ye, sıkma portakal suyu iç dedim. “Aman abla dedi”.
İlerde bunun birde “Tamam anne ya! “ modeli olucak başımda.

10 Ekim 2008 Cuma

Güzel Şeyler



En sevdiğim akşam cuma akşamı.
Bu akşamı daha güzel kılan şeyse bir kase mandalina. Mandalina kokusu harikadır. İnsanı çocukluğuna döndürür. Kabuğunu soymaya başlar başlamaz kendini harika hissedersin. Mandalinanın iyileştiremediği hiç bir depresyon yoktur.
Canınız sıkkınsa,hava çok kasvetliyse ve hatta ağlamışsanız filan hemen bir mandalina soyun. Tüm pozitif enerjileriyle marketlerdeki yerini aldı çoktan.

Birazdan her daim takipte olduğum dizi E.R. başlayacak Cnbc-e'de.
Mandalinalar bana eşlik edicek.
Dışarıda yağmur var inceden.
Çamaşır makinesine bir posta çamaşır attım, tıngır mıngır dönmekte.
Yarın kardeşim geliyor Edirne'den.
Patron tam çıkarken yarın çalışıyoruz dedi ama ben bunu duymadığımı sayıyorum.

Yani benden keyiflisi yok bu akşam.

Birde porcini mantarım var devasa :)



Dün akşam iş çıkışı beni almaya gelen Memo arabada "Sana bir hediyem var" diye bir anda bir yerlerden çıkarıp elime tutuşturdu.
Kimin karısı, kocasından kocaman bir mantar almaktan büyük mutluluk duyar sorarım size? Ben hediyemden gayet memnun arabada giderken, acaba nasıl yesek bu koca mantarı diye hesap ediyordum.

Dün akşam birazını sızma zeytinyağında sarımsak eşliğinde soteleyerek yedik, kalanını kremalı sosta kullanıcam makarna için.

İşte böyle, hayat ne güzel değil mi?

8 Ekim 2008 Çarşamba

Üç vakte kadar...

Bu aralar her yerden bir hamile haberi geliyor bana. Bu sabahsa iş yerine gelen patronun kızını görünce gözlerime inanamadım. Kendileri 6 aylık hamileymiş.
İkinci çocuğuna hamile ve ben onu en son bir ay önce görmüştüm ve karnı filan yoktu inanamadım görünce. Görgüsüzce karnına gözüm takıldı durdu. Halbuki hiç hoşlanmam dik dik bakarak hamile birinin incelenmesinden. Ben kendi adıma hiç hoşlanmazdım yani, uzaylı görmüş gibi ne ayıp.

Neyse işte, beni bir panik sardı hamile biriyle karşılaşınca anlatamam. Kafamda bir sürü tilki seyrü seferde. Kendime koyduğum mühlet giderek azalmakta diye bir panik havası. Oysa ben planımı yapmışım ne zamandır 2009 yazında hamile kalıcam, 2010 baharıda bebekliyim diyorum.
Evet diyorum da, kazın ayağı öyle değilmiş işte. Hazır mıyız? sorusu her daim kafamda. Ben tamam desem Memo acaba? demeye başlıyor, o evet dese ben başlıyorum mızırdanmaya. Bakalım hayırlısı. Nerden baksan daha daha 9-10 ay var.
Var da, bunun öncesinde bir Jinekolog filan bulmak lazım dimi? Ne biliyim ekstra vitamin filan almak gerekir mi? Kalsiyum filan???

Ayy! beni afakanlar bastı.
2009'da geçsin olur mu Memo? hııı olur mu?

6 Ekim 2008 Pazartesi

Yeni hayat



O sever diye kekler kurabiyeler pişirildi.



İşte böyle bir havada yola çıktık. Çok kasvetliydi...



Onu orada bıraktık



ve sonra bizi uğurlayan bulutlarla geri döndük. O orada kaldı, biz gece nasıl uyuduk hiç bilmiyorum...

Daha sonrasında...

Pazartesi demek iş demek. İş demek baş ağrısı demek. Baş ağrısı demek çifter çifter içilen Novalgin demek ve Novalgin üstüne en iyi yapılacak şeyi yapmak demek. Sevdiğin bir grubun şarkılarını dinlemek gibi mesela.

İkindi vakti Noir Desir dinlersin içinde bir garip hüzün. Hüzün senin göbek adın olabilir mi acaba?
Bu soruya cevap vermek istemiyorsun tamam anladım sen şimdi Claudie’in evi’ni okumak istersin Colette’den. Üzgünüm tatlım eve gidene kadar sabretmelisin.
Şimdi çalış çalış olduğun yerde kürek çek. Evet! işte bu. Bir kürek mahkumusun sen. Ölene kadar süren bir ceza bu. Lanetlisin bebeğim kabul et.

Bu arada sesi biraz daha aç lütfen Bouguet de nerfs ‘e eşlik etmeliyiz.
Böyle küçük mutluluklar da olmasa, bu hayat neye yarar ki zaten.

3 Ekim 2008 Cuma

Bayram Sonrası

Bayram geçti gitti arkada hoş bir seda bıraktı. Fazlaca bir mevzu olmadı. Genellikle kardeşimin okul hazırlıklarıyla uğraştık. Edirne'ye giderken ihtiyacı olacakları tamamlamaya çalıştık. Saç kurutma mak. bugün hallettim. Arkama yaslanıp Pazar günü onu okula bırakana kadar bir şey düşünmek istemiyorum. Onu orada bırakırken ağlayabilirim. Ağlamamalıyım ama!




Bayramdan önce tek uğraştığım şey üst fotodaki cevizlerdi. Evet bayram temizliğim buydu işte. Geçen kıştan kalan cevizleri nihayet ayıklayarak evdeki fazlalıklardan kurtulma çabası. Tutulan belimi ve sızlayan parmak uçlerımı saymazsak fena sayılmazdı. Bir yapılacak maddesini daha silebilirim listeden ne şahane.




Bayramın en güzel yanı 4.95'e inen LA BOUM serisiydi ki bu benim dört gözle beklediğim bir durumdu. Hep gözüm arkamda çıkıyordum ama bu sefer elimde ayrıldım ve o gece üçlü koltuğu salonun ortasına çekip, Sophie Marceau delisi üç kız kardeş olarak kendimizi filmlere adadık. Bol kurabiye ve kahve eşliiğinde iki filmide izledik. Tam arkasından "şimdi Isabelle ADJANI iyi gider valla. Bir La Reine Margot yapalım mı?" derken Memo elinde bir şişe kırmızıyla gelince gece yarısı ufak bir kutlama yaptık kardeşime. Kadeh kaldırdık tabi ben onun adına bir kadeh daha içince gece derin bir uykuya daldım.

Bayramın üçüncü günü Memo'yla sinema yemek ikilisiyle kapanışı yaparak bir bayramda böyle geçti diyerek uğurladık bayramı. Daha nice bayramlara...



Şu an okumakta olduğum kitapda bu işte.




Yemek yapmama gerek yok ama acaba pazara gitsem mi? Hımm, sonra bu akşam Blood Brothers'a izlemem gerek yoksa Banu beni aforoz edecek.

Birde kırdığım cevizlerle bir şeyler yapmalıyım ama ne? Memo'cum vallahi cevizli erişte değil. Ben daha çok erikli cevizli bir tart düşünmüştüm ama bilmem ki yer misin?