31 Mayıs 2011 Salı

Maziden Bir Kuble

Bloğun istatikler kısmına girdim dün. En çok okunanlara baktım, içlerinde Hüzün başlıklı yazımı buldum. Bugün 10 aylık bir çocuğun annesi olarak okudum o zaman yazdıklarımı. Yorumları okudum tekrardan ve üzüldüm kendime. Ne kadar sıkmışım kendimi. Yazık! Şimdi bende yazık diyorum kendime ama o zaman ne kadar zorlasamda böyle diyemiyor, kendimi motive edemiyordum. Açık söylemek gerekirse, halen içimde bir yara emzirememek ama üstü kabuk tutmuş bir yara. Amma velakin, bazen biri gelip o yaranın kabuğunu kanırtıveriyor. İstemeden olsa bile canımı yakıyor. Evet hiç anne sütü veremedim ben diyorum ama artık gayet rahat ve aşmış bir ifadeyle söylüyorum bunu. Gel gelelim maskemin altından, Ah! diyorum ne gerek vardı şimdi bunu hatırlatmaya Bu soruya ne gerek vardı???

Neyse, öyle veya böyle büyüyor işte. Hafızasıda zehir gibi mübareğin ve acayip bağımsız. 3. ayından beridir kendi odasında yatan artist bir oğlum var ve geceleri paşa paşa uyur. Hiç burnu akmadı, öksürmedi, ateşlenmedi, dengeli düzenli yemek yer, ağız tadı vardır çok şükür iyi yemek ve baştan savma yemeği ayırt eder ve evet


HİÇ ANNE SÜTÜ ALMADI. N O K T A !!!

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Ege 10 Aylık

Güzel oğlum tam 10 aylık oldu hatta bugün itibariyle 10+1 günlük kendisi. 10 ay önce bugün annesiyle hastahane odasındaydı. Taburcu olamamışlardı çünkü annesinin epizyotemi kesiğine atılan dikişlerinde problem çıkmış, bebeğini normal doğumla doğurup güle oynaya odasına giden biri olarak ertesi günü anestezi alıp resmen ameliyat olmak zorunda kalmıştı. Şans işte ne yapalım diyerek sineye çekmiştik.

Geçen gece yatakta hep o günü düşündüm. Sebebini bilmiyorum. Yok yok aslında biliyorum. Sebep inşallah iki ay sonra oğlumun doğum gününü kutlayacağımız gerçeğiydi. Evet kesinlikle öyleydi. Bu sebepten o gün her anıyla aklıma geldi. Mesela son doktor kontrolünden çıktığımızda doğum alameti filan yok diyen doktora bozum olmuştum. Hastaneden çıkıp sinemaya gitmiştik. O an vizyonda olan Sihirbazın Çırağı filmine gitmiştik. Hamburger yemiştim. Sonra Memo için kot pantalon almıştık. Eve dönünce göbeğimi sevmiştim her zaman olduğu gibi. Sonra saat 22:00 gibi Memo tost yapıcam dediğinde ben istemem dememe rağmen banada yapmıştı ve ben iki tane tost yemiştim. İyiki yemişim zira o tostlarla 24 saat geçirmiştim. Aynı gece 03:00 gibi karnımdaki ağrıdan işkillenip, Lan yoksa doğum sancıları mı bu??? diye kalkıp nihayetinde sabah saat 06:00'da hastaneye gitmiş, harbiden akşam 20:20 gibi doğurmuştum.

Çok güzel bir gündü. Ege'yi doğar doğmaz karnımın üstüne koyduklarında şaşırmış afallamıştım. İşte gerçekti. Gerçek bir bebek! Benim bebeğim. 9 ay boyunca içimde taşıdığım şey buydu. Akıl alır gibi değildi. Ama işte oydu oğlumdu. Avuçlarımın içinde olan, benim dünyadaki en değerli varlığımdı. Ne şahane bir andı.

Böyle işte. Ege 10 aylık oldu ama ben ilk gündeyim halen. Eminim 30. yaş günü içinde o ilk günü düşünecek ve ne şahane bir gündü diyeceğim. Umarım o günleri görmek nasip olur.

Bu ayın en büyük olaylarından biri Ege'nin ergenlik bunalımlarına girmesiydi :) Bu ay bana ileride 15 yaşın nasıl olacağının az buçuk sinyallerini verdi. Sanırım beni hiç anlamıyorsun ANNE! diyeceği günlere minnacık bir zaman kaldı. KORKUYORUM!!!


Şaka bir yana Ege büyüyor ve ben çok mutlu bir anneyim. Umarım bir an önce yeni bir bebeği kollarıma alabilirim. Bu annelik acayip bağımlılık yaratıyor benden söylemesi :)


Seni seviyorum Ege. 10. ayın bir sürü 10 yıllara dönüşsün inşallah.

24 Mayıs 2011 Salı

Geçerken Uğramak Lazım Arada

Pas tuttum ben iyice. Evde oturmaktan iyice şaşırdım yönümü. Fazla Martha izleyip krize girdim.

Annem Umre'den geçen hafta dönünce, Ege Efendi ile anneme gittik. Bir kaç gün kaldık ve hafta başı gelmesi için sözleştik zira benim işe gitmem gerekiyordu. Memo pazartesi sabahı seyahate çıktı, annem bize geldi ve ben işe gittim. Eve döndüğümde bacaklarıma yapışıp ayrılmayan bir oğulla kalakaldım. Özlenmek ne güzel şey arkadaş, hele evladın tarafından özlenmek. İş dersen şahane vazgeçilmez bir şey. İki ucu boklu değnek işte.
Bu hafta sabah öğle arası iş olmak zorunda ama Allah'tan tam zamanlı ve ayın her günü işe gitme durumum yok. Öyle olsa ona alışılırdı elbet ama böylesi iyi. Arada iş, çokça oğlum.

Ege bu ay çok büyüdü. Ebat olarak değilde, karakter olarak bam başka biri oldu çıktı. Az biraz afacan ama akıllı, problem çözen, baya baya küçük adam hallerine bürünen bir bebek oldu. Bebek dersem azarlayabilir bile. Ön iki dişin yanlarından birer tane daha patlattı. Hepsi bir boy olmasada toplamda 6 dişli bir canavar. Canavar çünkü ısırıyor. Sıklıkla beni ısırıyor hemde. Öpücük ver annecim dediğimde ağzını öne doğru uzatıyor. Yürüme çalışmaları son gaz devam ediyor. Hep ayakta, poposu üstüne oturtmak zor. Evde hiç bir engel tanımadan odalara girip çıkıyor ve kapaklı elektrik prizleriyle oynamak en büyük hobisi. Açılabilen tüm çekmeceleri çekmek, dolapları açıp kapatmak istiyor. Aynayı yalamayı kendine vazife edinmiş durumda. Eğer annemin evi gibi zeminde fayans varsa, yere yatıp yalamak için deli oluyor. Beni sürekli takip ediyor ben nereye o oraya. Aşığız az biraz. Çok seviyoruz bir birimizi. Anlatılmaz tarifi yok yaşamak gerekiyor.

Ben evde onunla harala gürele vakit geçiriyorum işte. Arada Martha aklımı çeliyor Fransız tatlıları yapıyorum. Memo yemiyor ben yiyorum bol tereyağlı meyvalı tartımsı şeyleri. Neyime gerekse akıllanmıyorum bir türlü. Kilo almak için her şey var yani. Üstüne üstlük Klasikleri okumaya and içtim bu aralar. Turgenyev'den tut, Dostoyevski'den çık. Arada Maupassant'tı efendime söyliyim Flaubert'ti derken gerçek dünyayla aramda şöööyle bir yarık açıldı. Kitaba ara verip mutfağa girince şatafatlı adı olan ama benim kısaca astiri visting dediğim o Fransız tatlılarından yapıyorum. Olmadı Güney Kore filmleri izleyip tamamen dağılıyorum. Fakat şaka maka hani o krem bürüle şeysinin üstündeki şekeri yakmaya yarayan o çakmak gibi şeyler var ya hani o alevli olan ondan alıcam ben. Çünkü o olmadan tatlı kişiliğine bürünemiyor. Ondan bitiremiyor Memo tatlıyı. O lazım o! Olmadan olmuyor.

Neyse ne diyordum, işte öyle böyle yaşayıp gidiyoruz. Yazda geldi bu arada di mi?

12 Mayıs 2011 Perşembe

PIH PIHHH DENEME 1, 2, 3 SESS SEESSSSS...

Şeytanın bacağını kıramadım gitti. Elim gitmiyor bloguma. Pek hoş beş değiliz :)

Olan biten pek bir şey yok aslında. Bu haftanın en büyük olayı dün aşıya gitmemizdi. Malum bir ara kızamık salgını vardı ve 9. ayda aşı olunuyordu bende aldım gittim oğlanı ama salgın geçtiğinden yeniden 12. aya çekmişler kızamık aşısını. Bizde sevine sevine eve döndük.

Anneler günüyse pek sönük geçti. Ege büyümeden heyecanlı bir anneler günü beklemek pek mümkün değil zaten!

Annemse halen Umre için yurt dışında ve bu sene ilk kez Anneler Günü ayrı kaldık. Sabah kahvaltısını hazırlayıp, bahçeden yabani çiçekler toplayıp su bardağına koyamadım :)
Ben kendi adıma özel günlere pek önem veririm. Ticari filan diyerek ört bas edemem. Yaparım ve yapılsın isterim ama her şey benim istediğim gibi olmuyor tabi!

Bu ara klasiklere taktım. Günlerim Rus ve Fransız klasikleriyle harmanlanmış vaziyette. Kitap ne güzel şey arkadaş. Bütün gün ev insan dolu yemin ederim :)

Hava ısınmadı gitti. Ege'nin yazlık kreasyonlarını evde giydirip mıncıklıyorum habire. Güneş çıksa, bizde gezsek tozsak azıcık.

Pazartesi günü Banucumla Kanyon buluşması yaptığımızda, şarap ve peynir ikilisiyle dönmüştüm eve fakat o günden beri migrenim tuttuğundan içemedim gitti. İlahi adalet mi? yoksa fazla kitap okumaktan mı? tam bir muamma!
Artık cumartesi gecesine diye kavilleştim, şişeyle bakışıyoruz.

Dün dolabımı düzenledim. Tişörtler filan böyle üst üste mağazı stilinde bakalım kaç gün gidicek.
Birde giymediğim kotlarımı çıkardım dolaptan. Benim eşyalardan ayrılamama gibi bir huyum var. Gidişat çöp eve doğru gibi görünüyor. Fakat asıl olay anıları bırakamamak. Eşyalar, kıyafetler hepsinde bir şeyler saklı. Hani kızım olsa ona saklıyım diycem ama kızım yok ve hissiyetım öyle ki, diğer çocuklarımda olursa erkek olucak. Bundan sebep çıkardım, ayıkladım ve dolap daha bir güzelleşti. Sırada Memo'nun eşyaları var. Bir ilham gelincede onlara dalıcam.

Kilo aldım biraz. Biraz??? Çok iyimserim sanım :P
Evde oturmak nasıl kilo aldırıyor? Oturmuyorum aslında. Ege varken oturmak mümkün değil ama nasıl oluyorsa oluyor işte. Aslında işe gitmediğim için stresede girmiyorum. Ege ve ben evde çok mutluyuz. İş demek stres demek. Zira stres demek benim için istediğin kadar ye ama kilo alma demek. Çalıştığın sürece 49 kilo olmak demek. Şimdiyse keyifli mutlu ve 53 kiloyum :) Ne yapalım "Çok yaşa sen Anne :) "
Anne olmak demek azıcık hamur yoğurmaya müsait kolların olması demek bence. Zati çocuk taşımakta kolay iş değil rica edicim yani. O kilolar bana lazım yani bir kere :D

Bu arada annem artık dönsede bende arada birde olsa iş gitsem çok güzel olurdu :)

Yemekte yapmadım. Canımda istemiyor. Aslında Yeliz'de okuyup canımın çektiği körili kremalı tavuk var ama şimdi malzemem yok. Almaya gitmeye üşeniyorum. Yeliz yapıp gelse ne güzel olurdu :D

Ben bu kafayla çok kilo alırım daha. Püühh!...

5 Mayıs 2011 Perşembe

Elde Var Bir

Çok parlak bir hayatım olmadığını çocuk doğurduktan sonra daha iyi idrak etmiş bulunmaktayım.

Hasbel kader şuraya iki satır yazı giriyim diyorum, iki cümleden biri Ege şöyle yaptı diye başlıyor. Yok mu başka bir şey? Yok demek ki!

Zati çocuktan önce iş vardı birde yok yere kendime yarattığım problemler. Çocuktan sebep her ikisinede vakit olmadığından, laf dönüp dolaşıp eldeki yegane malzemeye geliyor. Misal şimdi olduğu gibi uyuduğu zamanlar elimi ayağımı kurt yiyor, ciddi ciddi afallıyorum! Yapacağım şeyleri filan unutup, Ege olmayaydı ben nice olurdum diye hayıflanıyorum.

Allahtan bana ait olan hayatımdaki yegane güzellik kitaplar ki, henüz ondan mahrum kalmadım. Bir kitap bir diğerini çağrıştırıyor. Misal okuduğum kitaptaki yazar bir başka yazardan alıntı yapmışssa önceliği o yazar ve kitabına veriyorum. Tıpkı Murakami'nin Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu kitabında Turgenyev'den bahsetmesinin beni direk Turgenyev'e şutlaması gibi.

Ege'nin uyku aralarındaki boşluğu dolduran Turgenyev'e saygı ve sevgilerimi yolluyor, uyanmadan şu bölümü bitiriyim diyorum.

3 Mayıs 2011 Salı

Keyifsiz

Akşam Memo gelince markete çıktım. Bir saydım tam 5 gün olmuş evden çıkmayalı. İnceden bahar yağmuru eşliğinde havayı koklaya koklaya markete vardım. Saat 19:30 olduğundan bir halt kalmamış sebze reyonunda. Hayalini kurarak geldiğim çileğin tezgahta sadece kokusu kalmıştı. Bari Magnum alıyım dedim oda yok. Çok mutsuz oldum. Eti Puf aldım bende. Öyle kös kös eve döndüm. Yerler ıslaktı spor ayakkabılarımın altı kayıyordu. İtinayla basarak indim bizim hafif yokuş aşağı olan sokağımızdan.

Ege'de bu saat oldu uyumadı. İnatla yatağın korkuluklarından tutunup ayağa kalkıyor. Doğal olarak emziği aşağı atıp duruyor :( işte homurtusu buraya kadar geliyor duyuyorum. Bu gece oğlumun içine çaki kaçtı !!!