30 Haziran 2014 Pazartesi

Göze ve Kulağa Parlaklık Veren Yeni Keşfim :)

24 Haziran 2014 Salı

Bağımlı

Dizi bağımlısı mısınız? Ben bağımlıyım itiraf ediyorum. Uzun süreli izlediğim diziler elbette ki Amerikan dizi endüstrisinden çıkma. Kore dizileri eğer tarihi veya aile dizisi değilse uzun bölümlü olmuyor. En uzunu 24 bölüm. Uzunca bir sinema filmi izler gibi oluyorsunuz .  Gerçi uzun zamandır beni bağlayan bir Kore dizisi de olmadı.

Diğer yandan ısrarla takip ettiğim dizilerimden bazıları sonlandırıldı. Fringe, House ve How I Meat Your Mother artık listede değil. Geriye kalansa takibe devam ettiğim 4 dizi.



Grey's Anatomy 10. sezon finalini yaptı çoktan hevesle 11. sezonu bekliyorum. Bu diziyi çok seviyorum. Artık karakterlerle aramda akrabalık ilişkisi oluştu. Görmeyince özlüyorum bile!


 Big Bang Theory içinse sonsuza kadar sürer inşallah diye dua ettiğimi anmadan geçmeyelim.
Çok seviyorum bütün tipleri.


Mentalist 2 yıl önce diziler sezon finalini yaptığı ara  yeni bir şeyler bulmak lazım diyerek keşfedilmişti. Başrol oyuncusuna zaafım olmasıyla hiç alakası yok yani !



 Bones aynı mantıkla bulunan diğer dizim. İzleyecek bir şey yok diye başlanılıp beğenince arkasını getirdiğim dizilerden. 9. sezon finalini yaptı yani reytingler iyi konularda çok kendini tekrar etmiyor ama ne kadar sürer merak ediyorum.

Diziler sezon finallerini yaptı ve yaz ayları benim için yeni dizlerin avına çıkmak demek olduğu için bu yaz şans eseri rastladığım bir diziye başlamaya karar verdim.


3 sezonu bulunan dizi devam eder mi bilmiyorum ama ilk sezon 10, 2. sezon 14 bölümden oluştuğu için sararsa hızlıca izleyip bitiririm. Malum Ramazan ve sahur olayı beni tüm gece ayakta tutacağı için bir şeyler izlemem kaçınılmaz!


Game Of Thrones ise başlı başına bir olay. Bu dizi tam anlamıyla benim kalemim olmasına rağmen neden halen izlemedim. Çünkü  her sezon 10 bölümden oluşuyor ve 4. sezon finalini yapan dizinin toplam 40 bölümü mevcut. Bu yüzden  sezonlar biriksin topluca indireyim diye kendimi diziyi izlemekten men ettim. Gerçi daha fazla beklemem mümkün değilse de Ramazan sonrasına ertelediğim diziyi ağustos sıcaklarına eşlik etmesi için itinayla saklıyorum. Her an ucundan kemirmeye başlayabilirim bile...

Dizi izlemek kolay iş değildir. Bir kere her dizinin kendine göre bir hazırlık aşaması vardır. Misal Grey's Anatomy kahveyle, Mentalist çayla izlenir. Big Bang Theory izlerken noodle, Bones izlerken mutlaka kahvaltı yapıyor olunmalıdır :D

Game Of Thrones içinse soğuk bira kaçınılmaz olacak gibi!!!

23 Haziran 2014 Pazartesi

Evim Evim Güzel Evim

Son iki haftam İstanbul'dan ve evimden uzakta geçti. Yıllık Taşköprü ziyaretimizi cuma günü sonlandırıp İstanbul'a döndük. Dönebilmek ve yeniden kendi evime düzenime alışkanlıklarıma kavuşabilmek tarifsiz bir mutluluk.
Benim gibi evcimen insanlar için, iki hafta evinden uzakta olmak tam anlamıyla oksijen yetersizliği çeken birinin hallerini hatırlatır ki, bu bir mübalağa değil gerçekten de bir zaman sonra fiziksel olarak da yeterli oksijen alamadığınızı fark eder hale gelirsiniz. Japonlar bu halin ileri vakalarına OTAKU dese de benim gibi klasik ev hanımı kisvesine bürünmüş kişiler içinde geçerliliği var. Hasbelkader alışkanlıklarından kopamayan düzeni bozulunca dünyanın sonu gelen biriyim işte. Her gün aynı saatte belli işleri yapan, her ay belli dergileri takip eden alamamışsa huzuru kaçan, yediği içtiği şeylerin belirli markaları olan ve değişmesine tahammül edemeyen biri olarak tüm bu şeylerden iki haftalığına uzak kalmak kısmen çıldırtıcı olabiliyor. 
Her ne kadar evvelden beri böyle şeylere takık olsam da bu sene bu halin tavan yaptığını görüp hayrete düştüm. Dediğim gibi mübalağasız ruhsal acının fiziksel acıya dönüşmesi beni şaşırttı. Halen kendimle ilgili şaşkına düşebilmek sevindirici!

Gel gör ki!, birde üstüne Ege hastalanınca ben güzel güzel panik atağımın kucağına huzurla yatıverdim. Üstelik hiç bilmediğim bir hastalıkla orada burun buruna gelmek ve gece yarısı acillerde kasık ağrısıyla kıvranan çocuğunuza "ne olur anneciğim bu bardağa çiş yaparsan eve gidicez söz! ne istersen yapıcam, alıcam ne olursun!!!" diye ağlamaklı modda yalvarmalar ve dahi çocuğumdan ilk kez kan alınması ve damar yolu açılması beni deliliğin serin sularına salıverdi. İstanbul'da başımıza gelmeyen bu durumla bir kasaba hastanesinin acilinde karşılaşmak, pis örtüler üstünde yavruyu nasıl bu sedyeye yatırırım  endişesini çoktan aşmış durumlarla burun buruna gelmek ve o an hastanelerde daha büyük endişelerle yavrularının başında bekleyen anneleri düşünüp onlara dua ederek tuhaf şaka gibi hiç aklıma gelmeyecek bir gece geçirmek doğrusu beni 10 yıl yaşlandırdı. Ege bu kadar işkencenin nedenini bilmezken, o kadar masum ve savunmasızken bunun onun iyiliği için olduğunu anlatamıyor olmanın sancısıyla kıvrandım durdum. O gece hiç uyumadım ertesi sabah Kastamonu'ya daha büyük bir hastaneye gitmeler birde orda röntgenler ve artık tahlil bardağına çiş yapan Ege'nin bir gecede büyüyüp olgunca her şeyi kabullenişi filan beni mahvetti işte. 
Sonuç temiz dendi ama ben artık eski ben miyim acaba? 
Klasik olarak çok abarttığım, çocuk bu hasta olacak tabi denmesi genelde beni daha çok sinirlendirdiği için bu tarz eleştirileri duymazdan geldim. İnsan çocuğunu gecenin bir yarısı bilinmedik acı verici bir ağrıyla uyduruk bir acilde bulur da nasıl üzülüp paniklemez ve bu onu mahvetmez anlayamıyorum. Böyle rahat olabilen insanları alkışlıyorum tabi varsa! aklı başında hiç bir annenin bu olayı rahatlıkla kabullenip bir şey yok geçer şimdi diyebileceğini sanmıyorum. Tamam ben biraz fazla mahvoluyorum ama benim için bu dünyada Ege dışında hiç bir varlık bu kadar önem arz etmedi ve etmeyecek! Şu andaki yaşam amacım sadece onu büyütebilmek, zarar görmesini engellemek ve onu deli gibi sevmek. Bu sadece. Delilik aşırı abartı her ne haltsa isteyen istediğini diyebilir ama ben buyum ve beni halen tanıyamamış olmaları beni gerçekten üzüyor. Böyle zamanlarda beni destekleyip rahatlatmak yerine sürekli eleştirilmek canımı sıkıyor. Özellikle çocuk bu ya olucak tabi, her çocuk hastalanıyor gibi abuk sabuk laflardan hiç hoşlanmıyorum.

Neyse, olan oldu artık. İki haftayı daha yaşanabilir kılan şeyler elbette yanımda getirdiğim kitaplarımdı.

Bana eşlik edenler;

Sylvia Plath / Sırça Fanus



Ryunosuke Akutagava / Raşomon ve Kappa kitaplarıydı.


İzlenen animeler;






Yol boyunca kulaklıkta çalanlardan biriyse illaki G-Dragon idi ...














2 Haziran 2014 Pazartesi

Kelebek Etkisi

Hayat bu aralar oldukça tuhaf. Çevremde iyi güzel hiç bir şey göremiyorum. Oldum olası depresyona meyilli gider akıllı olduğumdan pozitiften çok negatifliğe bağrımı açmış biriyim. İyi bir şeyler varsa da benim merkezime uğramadan  geçip gitmekte. Evren kendi bildiği döngüsünde döne dursun benim dünyamın çekirdeği son gaz büzüşmekte. Karanlık maddenin kölesi olmuş durumdayım.

Bu yıl bahar ayları acı ve keder dışında bir şey vermedi. Canilerce öldürülen çocuk haberlerinin etkisinden sıyrılmaya çabalarken birde üstüne ölen yüzlerce babanın haberiyle toparlanamaz hale geldim. Üstelik içinde bulunduğumuz çirkinlikler her ne kadar yokmuş gibi yaşamaya çabalasak da aslında var olduklarını ve eni konu kabus içinde uykumuza devam ettiğimizi bir kez daha görmüş olduk. Bunları düşündükçe insanım demeye utanır oldum. Artık ne olduğumuzu bende bilmiyorum !

Gelecekten bir şeyler ummuyor sadece günü yaşıyorum. Çünkü bir türlü yarın olmuyor hep bugüne uyanıyoruz! Dolayısıyla yarınların iyi olduğu bir senaryo yok eğer böyle rüyalarınız varsa hemen uyansanız iyi olur. Yav yoksa gerçekten matrixte yaşıyoruz da ufaktan uyanmaya mı başladık???

Amaaaan! neyse ne işte.  GD dinleyelim efendim. Kelebek hayalleri kuralım öyle yaşayıp gidelim işte.