31 Mart 2009 Salı

Bahara Güzelleme

Bahar resmen gelmiştir ne mutlu. Deniz anasının dediği gibi, temiz evde yazı yazabilmek için, telef olan kaslarımın biraz normale dönmesini bekledim. Birde Memo seyahate gitti yine evde tek başıma oturuyorum. Cumaya kadar yok. Gelirkende anne ve babasını da alıp öyle dönecek. Aslında bu hızlandırılmış temizlik programının sebebi birazda bu. Pasaklılığımı ört bas etme çabası :)

Bu arada perşembe gününden itibaren spor merkezine başlıyorum. Haftada 2 gün gidebilirim, şimdilik! Umarım 3 ay sonra plajlara bomba gibi dönmüş olurum :)
Bayan vicut! olmaya adayım yani.

Başka neler oldu bakalım, hımm! geçen hafta Wachman'e gittik. Uzun bir film, bacaklarım uyuştu. Ama yiydi yani, neden olmasın? izleyin bence. Dizleriniz uyuşursa karışmam ama. Sonra oy kullandık her zamanki gibi oy sırasında kavga çıktı. Halen oy kullanırken sırada kavga çıkıyor ve biz daha seçim sonuçlarını irdeliyoruz. Kel başa şimşir tarak! bilemiyorum...

Çekmeköy belediyesini CHP'nin %1 lik oyla kaybetmesine çok üzüldüm ama.

Neyse, lafı uzatmadan Mim içerikli yazıya başlayalım.


Alıştırma:

Genellikle çok derinlerde sakladığımız kazarak ortaya çıkarabileceğimiz yönlerimiz vardır. Kim ne derse desin hiçbir zaman çok geç değildir.

Eksiklerimiz kadar olumlu yönlerimizi de kabul etmek oldukça önemlidir.

Cümleleri tamamlayın lütfen denmişti.

Geç olsun güç olmasın diyerek başlıyorum.


1. Çocukken ............... kaçırdım.

Çocukken çocuk olmayı kaçırdım. Aynen öyle oldu. Oyun oynamayı bilmeyen bir çocuktum ben. ( Ajitasyona gel! ) Annemle babam benden daha çocuktu.

2. Çocukken ............... yoksundum.

Çocukken hayallerim için destek görmekten yoksundum. Halende öyle gerçi. Kafadan sen yapamazsın denmiştir. Annem genelde eksikliklerimizi yüzümüze vururdu. Belki bizi böylece kamçılayıp hırslandırdığını düşünürdü ama ben içime kapanıp kendi dünyamda yaşamaya başladım. ( Çok uzatıyorum galiba.)

3. Çocukken ............... yaralanmış olabilirim

Çocukken, 2. madde sebebiyle yaralanmış olabilirim.

4. Çocukken ............... olmayı hayal ederdim.

Çocukken ritmik jimnastikçi olmayı hayal ederdim. Hemde çok hayal ederdim.

5. Çocukken ............... isterdim.

Çocukken yetişkin bir kadın olmayı isterdim. Kendi evinde oturan yalnız ama evde kedisi olan güzel bir kadın. O kadın yüzü halen aklımda. Biraz Charlie'nin melekleri, biraz dallas, biraz flamingo yolu karışımı bir hatundu. { 80'li yıllardaki dizileri izleyenler bilir :)} Asıl mühim olan bağımsız ve güçlü bir kadın profilini kafamda oturtmuş olmamdı bence. O zamanlar yaş 5-6 hatırlatırım!

6. Evimizde asla yeterli .......... olmadı.

Evimizde asla yeterli kitap olmadı. Babamın siyasi kitapları vardı onları okurdum çocukken. Şiir kitapları filan, birde her hafta düzenli olarak aldığı Gırgır. Ha! birde, tavukçulukla ilgili kalın bir kitabı vardı. Belki bilirsiniz sizin babanızda tavuk yetiştirmeye meraklıysa. Canım sıkıldığında rast gele açar tavuk cinslerini okurdum. Leghorn, Andalouse, Minorka :)
Neyse işte, annem kitaba pek ihtiyaç duymaz. Hatta bu kadar senedir okuyorsam doğal olarak bir kitap yazmam gerektiğini, ama nerdee? olduğunu kafama kakar. Bu konu açıldığında mütamadiyen susarım. Annemle tartışılmaz çünkü!!!

7. Çocukken daha fazla ........... ihtiyaç duyardım.

Çocukken daha fazla kendimle olabilmeye ihtiyaç duyardım. Özel alan istemek lükstü çünkü Banu vardı. Nereye kaçıyorsun her an kuyruk gibi peşimdeydi. Abla olmak zor iş!

8. Bir daha asla .......... göremeyeceğim için üzgünüm.

Halamı göremeyeceğim için tabii. Üzgünüm demek yeterli gelmiyor gerçi. Bazen rüyamda görüyorum ama işte artık sadece rüyamda. Güzel halam seni çok özlüyorum. Mekanın cennet olsun. Mis kokulu, bir tanecik halam. Seni çok seviyorum.

9. Yıllar boyunca ......... merak ettim.

Yıllar boyunca zamanda yolculuk yapabilecek miyiz? ve tabiki ışınla bizi sıkati ne zaman gerçek olacak? diye merak ettim halen merak etmekteyim :)

10. ............. kaybımdan dolayı hep kendimi suçladım.

Buna şöyle cevap verebilirim sanırım. Odaklanma kaybı! demek doğru olur. Çünkü bazen maymun iştahlı olup sonra bir anda bir sebepten kendime küsüp o işi bırakdığım için kendimi suçlarım doğal olarak. Bu hem zaman, hemde emek kaybıdır. Yeri doldurulamaz.
Kendimle ne alıp veremediğim var bilemiyorum.



İşte böyle. Halen okuyor musunuz? Tamam bitiriyorum. Zaten Pushing Daisies başladı kaçıyorum hemen.

28 Mart 2009 Cumartesi

Cumartesi Klasiği

Klasik sabah kalkışı ve kızarmış ekmekli kahvaltı illaki!.
Ardından saate bir bakış atıp, bir bardak daha keyif çayı içebilme hakkını kendime vermem ve akabinde bloga yazı yazma teşebbüsü.

Günün ilk saati böyle geçiyor benim için. Diğer ikinci saatte işler biraz vehamet kazanacak gibi...
Efendim ben düşündüm taşındım, bugün artık tülleri yıkamaya ve camları silmeye kolları sıvadım. Kendimi tebrik ediyor, bu azmin devamını diliyorum. Fakat bu bloga yazı yazmalar, keyif çayları filan her an mızıtmaya meyilli görüyorum kendimi. Bu durum kötü.

Bu gibi sebeplerden kıymetli! sözlerimi burada noktalıyor, tülleri söküp kova bez ikilisini koluma takma vakti geldi diyorum.

Sevgili Aysema, şu gudubet işleri bitiriyim mim olayını hemen dikkate alıcam.

Hem obua çalıp, hem koşasım var. O dereceyim yani!

23 Mart 2009 Pazartesi

Deli Deli Kulakları Küpeli

Sabahları hiç aklımın ucundan geçmeyen şarkılarla uyanmaktan bıkalı çok oldu. Buna şimdilerde birde karakterler ilave oldu. Her hangi bir roman kahramanı veya bir oyuncu veya bir yazar olabilir. Hatta tarihin tozlu sayfalarından çıkıp gelen kahramanlarda kabulümüz.
Bu sabahın talihli şahsiyet,i Fransız Devrimi’nde aktif rol alan güzide insan Robespierre’di !

Sabah yataktan Robespierre diyerek uyandım. Metro’da tüm yol boyunca beynimde yanıp sönen bir lamba gibi Robespierre adı yankılandı durdu. Peki neden?

Bunun gibi alakasız bir sürü isim kişi, gün boyu bana eşlik etmekte. En sevimsizi hiç sevmediğim bir şarkının kulaklarımda çınlamasıyla güne başlamak. Neden ben Tanrım?
Hiç sevmediğim şarkıları ezberleyebilme özelliğim yüzünden olabilir mi?
Allah’tan pazartesi sabahı kulağımda Coşkun Sabah’tan Anılar şarkısıyla uyanmadım.
Yani seveni olabilir ama benim tercihim değil kendileri fakat her nedense mütemadiyen en olmadık yerlerde bir anda biri beynimdeki play tuşuna basıyor ve dev kolonlarda bu şarkı çalıyor.

Ama bugün kendimi bile aştım yani. Pazartesi sabahına Fransız Devrimi’yle başlayan kaç kişi var acaba?. Robespierre gözümsün. Pazartesime varlığınla neşe kattın. Ben seni hep giyotine giderken, beyaz renkli kolları fırfırlı bir gömlek içinde uzun saçlı hayal ederdim.
Ah! Robespierre ah!


Her gün biraz daha yalnız Robespierre
Ve Fransa biraz uğultulu
Yalnızdır akşamı yok edilen bir subay
Bilinmez ürkütülmüş atları ne çok sevdiği

Demiş Edip Cansever. Ben bunun üstüne bir şey diyemem de, şu da bir gerçek ki ben deliliğimi çoktan kabullenmiştim zaten. Arada da tescilliyorum böyle…

20 Mart 2009 Cuma

Ortaya Karışık

Sevdiğim filmlerin her zaman elimin altında olmasını severim. Kimine göre sıkıcı olabilir ama ben sevdiğim filmleri bir milyonuncu kez izlemekten büyük keyif duyarım. Güzel bir arşivim olduğunu düşünüyorum. Tabi Dvd fiyatları her zaman uygun fiyatlarda olmuyorlar. D&R' ın indirimlerinin sıkı bir takipçisi olarak, bu fırsatı kaçırmadım tabii.



Halen izlememişseniz aklınızın bir köşesinde olsun derim.



Dün akşamın eğlencesiyse, fotoğraftaki kutuydu.



Memo kızlar ve ben saat 02:00'ye kadar bunun başındaydık. Çok eğlenceliydi. Tavsiye ederim. Televizyonu ve bilgisayarı kapatıp süper keyifli vakit geçirebiliyorsunuz. Arada annem yatın artık diye söylendi gerçi!



İş günlerini bitirmiş ve nihayet haftanın en güzel gününe kavuşmuş her çalışan gibi cuma gecesinin bünyemde yarattığı coşkuyla sarmallanmış durumdayım.



Okuduğum güzel bir kitabım ve tabi kitaba eşlik eden güzel bir bitki çayım var. Keyfim gıcır, hemde tam manasıyla.


Küçük tuvaletin kırılan spiral hortumunu ve aklımdaki bunun gibi bir sürü şeyi bir kenara öteleyip, şu anı yaşamak üzere postu sonlandırıyorum.

Kısacası Bayanlar Baylar, şu anda Elvis binayı terk etti :)

19 Mart 2009 Perşembe

Şirine

Dün akşam Banu ve nişanlısı bize akşam yemeğine geldiler. Dün nihayet nikah günleri belli oldu. 18 Temmuz saat 20.20’de Kadıköy Evlendirme Dairesine bekliyoruz.
Epeyce yorulmuşlar, evrak işleri çok bunaltmış ikisini de. Yemekteyken annemde teyzemden bize geçti. Güzel bir akşam geçirdik beraberce. Bu akşam Edirne’den Burcu’da gelince kadro tamamlanmış olacak.

Halbuki daha evvelsi gece Memo’ya Banu’yu ne kadar sevdiğimi anlatıyordum. Onun doğumunu nasıl hevesle beklediğimden, annem hamileyken her gece onun göbeğini öpüp iyi geceler kardeşim demeden yatmaya gitmediğimden bahsetmiştim. Nasıl mutluydum kardeşim olacak diye.



5. yaş günü hediyemdi. Ben 2 Eylül’de doğdum, Banu 4 Ekim’de. Gerçekten hediyeydi benim için. Ömrümde aldığım en güzel doğum günü hediyesi. Onunla kendi evimize geldiğimiz ilk gün halen gözümün önünde. Annem kardeşimle uyumuş bende yeni pastel boyalarımla resim yapıyordum. Şiir gibi değil mi?

O minik bebek evleniyor işte. Çok mutlu olmasını istiyorum başka bir şey değil. Üzülmesin hiç…

Hediye demişken, dün ofisten bir arkadaşım pantolon almış bana. Bedenlerimiz aynı olduğu için kendisine alırken bir tanede bana almış. Çok mutlu oldum kalıbını çok beğendim. Memo dar bu pantolon diye veryansın etti ama bence harika oldu. Hediye almak ne kadar güzel bir şey. Üstelik Banu geçen sefer kahve falıma baktığında söylemişti de, ben kim bana hediye alacak diye söylenmiştim.

…ve yarın cuma ne güzel hafta sonu geldi. Umarım hava güneşli olur ve hafta sonu Sultanahmet’e gideriz. Süper olurdu.

14 Mart 2009 Cumartesi

Geçen Haftadan Elde Kalanlar

Geçtiğimiz Perşembe akşamı Serap’la buluştuk. Nihayet! Sağ olsun yağmur çamur demeden,
Beylikdüzü’nden kalkıp Osmanbey’e geldi Zaman darlığından kimseye haber veremedik. Benim iş çıkışı saatime denk getirebildik ve 2 saat kadar Starbucks’da oturduk.

Serap çok şeker, cıvıl cıvıl keyifli biri. Nasıl desem, gözlerinin içi gülen insanlardan.
Bir araya gelebilmemize çok memnun oldum. Kız kardeş sayım arttı ne güzel. Bilindiği üzere ben kız kardeşlerimi çok severim. Keşke bu kadar uzakta yaşıyor olmasaydı.
Biraz kafasını şişirdim kusura bakmaz umarım. Bebeklerden ve kendi iç sıkıntılarımdan ve genelde blogda yazdığım mevzulardan bahsedip durdum. Neden sonra aklıma bir sürü şey geldi ama zamanımız çoktan akıp gitmişti ve biz çoktan Metro'da vedalaşıp ayrılmıştık.

Yaza tekrar gelecek ama. Zaten yaza ne kaldı ki.

Sağ olsun bana Ordu'lardan çok güzel hediyeler getirmiş. Memo bayıldı. Hususi selam ve teşekkürlerini yolladı.




Teşekkür ederiz Serap, sana ve ailene.




Geçtiğimiz Çarşamba akşamıysa Memo ve ben tiyatrodaydık.



İstanbul Efendisi.



Bu oyunu görmeyi çok istiyordum muradıma erdim. Çok güzel bir oyundu, izlemenizi dilerim. Selam kısmında fotoğraf çekecektim ama kendimi alkışlamaya öylesine kaptırmışım ki fotoğraf çekmemiş olduğum eve dönerken aklıma geldi.

Bu fotoğrafı oyun başlamadan az evvel çekmiştim.



Cumartesi günü ne yazık benim tarafımdan telef edildi yine. Temizlik ne başa bela bir aktivite!
Tüm günün yorgunluğunun üstüne sanki çok gerekliymiş gibi heveslenip kurabiye yaptım yine.



İstediğim gibi olmadı ama.



Zerrin Abla 'nın ellerinden saygıyla öpüyorum. Nerde o nerde ben!

Birazdan ayaklarımı uzatıp, internetten bir film bulup keyfime bakıcam valla. Ütüde güzide günümüz pazara kalsın artık.

Amaaan! yine bitti hafta...

10 Mart 2009 Salı

Bunak Kadın

Üç günlük kırmızı ojelerim artık uçlarından sıyrılmış ve bu çirkin görüntünün bünyemde yarattığı iç sıkıntısından dolayı durgunum biraz. Israrla kendime tembih ediyorum aseton al lütfen! diye ama henüz mutlu sona eremedim. Bu akşamda unutursam dişlerimle kazıyarak çıkartmayı düşünüyorum.

İstanbul yağmurlarla yıkanıp paklanırken ben keyfi keder bulduğum her yağmur birikintisine dalıyorum. Paçalarım hep ıslak ve tabi saçlarımda. İyileşmeyen dudak uçuğumu nüfusuma aldırmayı düşünüyorum. Dudağımda mürdüm rengi 4 liralık rujumla Hint şarkıları dinleyip tatlı hülyalara dalıyorum.
Dilimde her günkü akşam olsa da eve gitsek ezgisi dolanıp durmakta. Öğlen Memo’yla buluşup kahve içmiştik oysa. Akşam için planımızı bile yaptık. Tabiî ki votka limon eşliğinde Umutsuz Ev Kadınları! Çünkü bugün Salı.


... diye atıp tutmuşum ofisteyken. Saat 15:30 civarı. Şimdiyse saat 19:06 ve evdeyim işte. Ispanaklı böreğin altını az önce kapattım ve Üç akşamdır sektirmediğim unutkanlığımla bu akşamda aseton almadan eve geldiğimi şu an hatırladım. Ne mutlu bana! ojelerimi halen çıkartamıyorum. Az önce Memo, bir şey istiyor musun? ben geliyorum diye nezaketen aradı ama ben gene unuttum işte.

Aaaa! Votkayıda unuttum ben hay aksi. Aseton neysede, votka nasıl unutulur ya!!!
Başlarım böyle aşkın ızdırabına. 30 bunamak için erken bir yaş değil mi? Ne iş anlamadım.

2 Mart 2009 Pazartesi

Bu Güne Dair

Bir kitap almak niyetiyle kitapevinden içeri girmek, büyülüğü bir yolculuğa açılan ilk kapıdır. Ben asla kafamda kesin bir kitap veya yazar düşüncesiyle girmem kitapevinin kapısından. İçimden geldiği gibi gezerim evvela. Üç beş kez adeta tavaf eder gibi dolanırım. Başımda yardımcı olalım diye dikilen bir musibetsizde yoksa değmeyin keyfime. Nihayetinde ellerim ve kalbim beni muhakkak bir kitaba yönlendirir. Hiç şaşmadı bu zamana kadar. Okuyup beğenmediğim bir yazar ve kitabıyla tanışmadım henüz.

Benim kitaba düşkünlüğüm evvela, aramda beş yaş olan halama olan kıskançlığımla başlamıştır. Ben üç o sekiz yaşlarında bir talebe iken, bende kalem defter isterim diye ortalığı yıkardım. Halam okula gidiyorsa bende giderim diye diretirdim. O zamanlar bir kitabımın olmasını çok istiyorum ama karalarım diye halam vermek istemiyor. Birazda aramızda kıskançlıkta var belli. Oysa kitabın karalanmaması ve yırtılmaması gerektiğini bana göre halamdan daha iyi biliyorum ama vermiyor bir türlü. Bu durumlarda ben babaanneme halamı ispiyonlar, bana vermiyor diye ağlardım. Emir büyük yerden gelince halam kitabı ikimizin arasına koyar, bana da defterden bir dal koparır kalemde verirdi. Bende mahsuscuktan ödevimi yazar gibi halamı kopya ederdim.
O yıllarda birde üst kat komşunun yaşıt olduğumuz haylaz oğlu vardı. Bu çocuğun amcası o zamanlar ortaokul talebesiydi ve eski okul kitaplarını oyalanır diye çocuğa verirlerdi. Tabi oğlan her sayfayı karalıyor, hatta yırtıp atıyor. Benim bu durum karşısında içim gider, çocuğun elinden kitabı kurtarmaktan başka bir şey düşünemezdim. İlk defa bir şeye karşı arzu duyuyorum. Tek emelim o edebiyat kitabı. Okumayı bilmiyorum ama kitabın değerli bir şey olduğunu biliyor ve kitabı o canavarın elinden kurtarma arzusuyla yanıp tutuşuyorum. Hiç unutmam gizli gizli çalmayı düşünürdüm. O yaramaz çocuğun hakkı olmadığını düşünür dertlenirdim. Kitaptan karakalem resmi çizilmiş olan o iki yüz şu an bile aklımda. Biri Namık Kemal diğeri Ömer Seyfettin. O zamanlar bilmiyorum tabi kim olduklarını daha sonra ne zaman bir kitapta mevzuları geçse, o eski hırpalanmış edebiyat kitabı gelir aklıma. O kitabı kurtaramadım diye üzülürüm.

Bu yüzden mi bilinmez ama ben kitaplarımın sayfalarına asla not düşmem, cümle altlarına çizgi çekemem. Keyfi keder çocukları oyalansın, karalayıp yırtsın diye eline kitap defter tutuşturanlara çok kızarım. Bu durumda çocuk kitaba, kağıda değer verilmesi gerektiğini nasıl öğrenecek?

Velakin lafı uzattık yine. Sadede gelmek gerekirse, hafta sonu uyku önceleri, yemek araları derken yanımdan ayırmadığım kitabı buraya not düşmek istemiştim.



Kitap, Aliye Berger hakkında daha fazla bilgi edinme isteği uyandırıp, gravür sanatıyla ilgili hiçbir bilgimin olmayışıyla yüzleşmeme sebebiyet vermiştir.



Bazen kendimi çok cahil hissediyorum.
Öylede nihayetinde. Bazı bazı yüzleşiyorum sarsıcı oluyor. Durumlar bundan ibaret.