31 Mayıs 2010 Pazartesi

32. Hafta

Hava malum sıcak o konuya dönmeyelim :) Akşam yemeği çoktan yendi, üstüne kalsiyum tableti eritilip içildi ve ekmek mak. yeniden sütlü ekmek yapsın diye malzemesi itina ile doldurulup çalıştırıldı. Sütlü ekmek şahane oluyor benden söylemesi. Memo dışarı çıktı alışveriş listesi eline tutuşturuldu bekleniyor. Onu beklerken bende Rude Boy'u dinleyip popo salladım biraz.



Göbeğimi fotoğrafladım bolca. Blogları turladım, oğluma seslendim her hareketinde. Oyalanıyorum ve evet bu boşluğun keyfini çıkartıyorum.

32. haftada beni rahatsız eden yegane şey, ellerimin uyuşması ki bunu en yoğun bu sabah kalktığımda hissettim. Sıcak hava bir gebenin kabusu olabiliyormuş bunu idrak ettim. Bunun dışında öyle matah bir şikayetim yok. Hapşırırken altıma kaçırırmıyım ki endişesini saymazsak tabi :D

Günler hızlı ilerliyor. Bir çok şeyi sonra yaparız ya, daha vakit var diye kulak arkası ediyorum, ediyoruz hatta! Bugün hastahane için gecelik bakıyım dedim hiç bir şey beğenemedim. Tek parça almak daha mı doğru, yoksa iki parça mı? Aman bilmiyorum işte. Aslında hiç bir şey bilmiyorum iyi mi? Öyle bir hal geldi bu ara üstüme. Sanki hiç doğurmıycam ve hep böyle yaşıycaz gibi geliyor. Kafam bom boş hiç bir şeyi düşünemiyorum. Sanki Temmuz geldiğinde Memo ve ben güneye tatile gidicez, fütursuzca içip, güneşlenip, kitap okuycam gibi bir hal var üstümde.

Gerçekten ne olacak temmuz ayında? Olacak olana halen kafam basmıyor. Tıpkı evde yaptığım o gebelik testinde çıkan iki pembe çizgiyi gördüğümde ne olacak şimdi? diye afallayan halime döndüm. Serseri mayın gibiyim anlıycanız.

Neyse, gidip bir top dondurma yemek iyi gelebilir belki di mi?

Sıcak


Çok sıcak. Belki bana öyle geliyordur ama yok yok valla çok sıcak. Mümkün olsa önüme incir yaprağı koyup saçlarımı savurarak işe gelicem o derece!

28 Mayıs 2010 Cuma

Cuma Sohbetleri :)


Sabahları işe taksiyle geliyorum ama akşamları eve metroyla dönüyorum. İlk aylar kusmanın ve mide bulantısının getirisi olan hızlı kilo kaybı ve yorgunluktan taksi tutma fikri cazip gelmişti. Üstelik sabahları Memo'yla beraber işe gitmek eğlenceliydi. Onu Mecidiyeköy'de indiriyor ben Osmanbey'e devam ediyordum. Şimdiyse gücüm kuvvetim yerinde ama taksinin rahatlığına alıştığımdan son gaz devam ediyorum.

Bu sabah kapıda taksi durağından çağırdığım taksiyi beklerken, arka arkaya sıralanmış 3 taksi yoldan aşağı inmeye başladı. Öndeki yavaşlayınca ben plakaya bakmadan içine attım kendimi, arkadan da habire korna sesi geliyordu :) Taksiciye duraktan geliyorsunuz di mi? diye sorduğumda bön bön bakan bir ifade gördüm. Ay! dedim kusura bakmayın, ben duraktan taksi çağırmışta!!! İnmemle binmem bir oldu. Benim taksi gelince beni payladı. Plakaya neden bakmadan binmişim taksiye!!! Ama indim ya diye savundum bende kendimi. Haylaz bir çocuk gibi arka koltuktan cıvıldadım, ama sizde üç taksi arka arkaya gelip beni şaşırttınız dedim. Bazen çok taksi beklersin bir tane boş gelmez, bazen de üç boş taksi arka arkaya sıralanır kafam karıştı dedim.
Nereye? dedi affetmiş bir ses tonuyla, bende Osmanbey dedim. Mecidiyeköy üzerinden gidelim lütfen.

İşte sabah böyle başladı. Sonra ofiste hiç yoktan bir iş kaldı üzerime, sinirli sinirli onu halletmeye koyuldum. Nihayet elimdeki işe geri döndüğümde bir elma molası verme zamanı gelmişti bile. Sert sulu bir elma pek şahanedir. Ben elmaya girişmişken doktora gitmiş olan iş arkadaşım girdi ofisten içeri. Üç gündür boynu ağrıyordu kızın ve boyun fıtığı teşhisi koymuşlar. Boyunluğuyla kuğu gibi süzülerek masasına ilerledi. Ameliyat demiş doktor ama bir diğeri önce fizik tedavi demiş. Düzgün oturmak lazım dedik hep bir ağızdan, üstelik yapamayacağımızı bile bile. Ben kendi adıma stajdan itibaren sayarsam yaklaşık 16 yıldır masa başında çalışıyorum. Staj yaparken üstelik aydıngere rapidolarla çizim yapardık. Okul sıralarında dirsek çürüttük keza şimdide sağ elim sürekli mause üzerinde, resmen mause elimin bir uzantısı gibi bir şey oldu. Boyun ve sırt ağrısı benim için rutin bir iş gününün sıradan mızmızlanmaları artık. Ağrıdan saymıyorum bile.

Sonra Memo bu hafta yoktu. İş gezisinde. Yazarken havalı oluyor di mi? :) Annem bende kalıyor. Ben her akşam göbeğimden oğlumu severken, o bir doğursaydın hayırlısıyla diyerek endişeyle beni izliyor. Bir yandan da bana takılıyor. Sen ne meraklıymışsın bebeğe, birde istemiyorum diyordun habire. Böyle diyenden korkacaksın zaten!!! Ama anne dün dündür, bugün bugün :D

Benim olayım bismillah diyip işe girişmekti, ondan sonra kim tutar beni :D Birde Memo'nun, bebek için baktığımız her şeyde ama ikinci de kullanacak bunu dememe şaşkın bir ifadeyle, hangi ikinci sorusunu sorması çok keyifli. Zavallı Memo halbuki ben üçüncüyü bile istiyorum ama o henüz ikinciye alışma sürecinde. Birde her seferinde, bir sakin ol hayatım hele bir ilkini doğur, bir onu büyütelim de sonra düşünürüz diyor.
( Kendime not: Doğumdan sonra bu bölümü tekrar oku! Pes etme!!! Tekrar yapabilirsin :D )

Bugün cuma oh! ne güzel. Öğlen yemeği için hellim peynirli salata düşünüyorum. Cevizli bol limonlu filan. Her gün üç ceviz yiyorum. Hiç ceviz yemezdim halbuki. AkşamSA iş çıkışı annemle pazara gidiyoruz. Ne keyifli, en son pazara geçen sene gitmiştim :) Taze yeşillik almaya gidiyorum aslında. Taze soğan, tere, kıvırcık. Sonra bezelye, taze fasulye ve yeşil biber. Közlemelik olandan hani böyle tombul ve kısa olanlardan. Evet anladınız siz :) Cumartesi sabahı o biberleri ızgarada pişirecek, yanına Ezine peyniri koyacak ve ev yapımı çavdar ekmeğiyle götüreceğim.
Görüldüğü üzere aklım midemde :) Kilomda arttı zaten. 31. hafta, 55 kiloyla devam etmekte. Doğuma 60 kiloyla girersem çok mutlu olurdum doğrusu :) Umarım daha fazla olmaz.

Böyle işte. Memo pazar günü dönüyor bu sebepten ısrarla Lost'un son bölümünü izlemiyor, bu konuyla ilgili yazıları okumuyorum. Söz verdim beraber izliycez. Beni tatmin etmeyen bir son olduğu belli ama ne yapalım bu kadar dağılan bir mevzuyu toparlayamayacakları belliydi zaten. Bir devirde böyle bitti işte. Artık Lost keyfimizde bitti.

27 Mayıs 2010 Perşembe

20 Sene



Tam 20 sene oldu. Ne zaman hangi ara hiç bilmiyorum ama olmuş işte. Doğduğun gün bugünmüş kadar taze benim için. Seni ilk gördüğüm an ve ebenin üç kız oldunuz kızlar cümlesinin kulağımda çınlayışı az önceymiş gibi. Oysa 20 sene olmuş. Senin o simsiyah saçlı kafan ve cam gibi gözlerle yüzüme bakışın, o tatlı tombik yanakların ve seni kucağıma alışım o kadar taze bir anı ki.

Ah! kardeşim, ne kadar tatlı bir bebektin. Saçların kıvır kıvır, yanakların kırmızı, bir Japon animesinden çıkıp gelmiş gibiydin. Bizi hiç üzmedin, hep anlayışlı ve olgun bir çocuktun. Kaynağından taşan bir sel gibiydin sen ve önüne hiç beklediğimiz bir set çekildiğinde bile vakur ve olgun kalabildin. Ben sana hayranım. Seni hep çok takdir ettim. Belki fazla gösteremiyorumdur ama sen beni bilirsin. Ben sevgisini pek dışarı gösteremeyen biriyim.

Bu sene ilk defa doğum gününde ayrı kaldık, sen Edirne'de ben İstanbul'da. Mumları üfleyemedin ve ben hediyemi veremedim. Sen o tatlı mahcubiyetinle gözlerini devirip, Abla neden zahmet ettin diyemedin :) Kutlama niyetine bütün gün senin sevdiğin müzikleri dinledim ama. Leydi Gaga ve ABBA dolu bir gündü :)

Bugün doğduğun gün kadar sıcak ve o gün gibi tatlı bir huzur var havada. Ben sana her baktığımda, o yeni doğan bebeğin şaşkınlığı ve merakını görüyorum. Her zaman da bu böyle olacak. Sen daima benim minik bebeğim, çok sevgili küçük kardeşim olarak kalacaksın. İster 20 ol ister 40, daima sana baktığımda kıvırcık saçlı tatlı bebeğe bakıyor olacağım. Dilerim yeni yaşın seni hedeflerine biraz daha yakınlaştırır ve dilerim yeni yaşını, sağlıkla, huzurla, mutlulukla geçirirsin.



Seni çok seviyorum Burcu. Nice senelere.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

02:30'da

Akşam 21:00'de uykum geldi. Uykudan çok bir ağırlık hissiyle devrildiğim yatağa. Yastığı kucaklayıp sızmışım güya banyoya gidiyordum duş almaya. Gece Memo yatarken üstümü örttü istemedim sıcak dedim, değil dedi. Saçlarımın dibi terledi dedim, yok dedi kadın üşürsün! Yok dedim üşümem.
Sonuç, gece 02:00'de tutulmuş bir sırtla ve sol karın boşluğumda süren harfiyat çalışmasıyla uyanış. Çiş arası ve mutfaktaki kiraz tabağına depara geçiş. Tek tek ye şunları diye kendimi ikaz ederek dibini boyladım kasenin. Gece kalkıp kiraz yemek şekeri çıkarır di mi? diye vicdan muhasebesi yaptım. Gidip bir bardak süt içsem ya!

Şimdi aklıma annemin Banu'ya hamileliği geldi. Banu ekim doğumlu olduğundan annem yazın en sıcak dönemlerinde hamileydi ve limon aşererdi. Gece yarısı bilmem kaçta mutfaktan sızan ışığa illaki bende uyanırdım ve hemen dibinde biterdim. Bir dilim limonda bana verirdi. Uykulu gözlerle o ekşi limonu yemek bana çok keyif verirdi. Annemle gecenin bir yarısı gizlice paylaştığımız bir sır gibi gelirdi. O vakitte bunu yapan başka iki insan daha muhtemelen olamazdı. İkimize özel bir şey diye mutlu mutlu ekşi bir yüzle emerdim limonu. Uyku daha bir keyifli gelirdi sonrasında. Bir ayin gibi hemen hemen her gece tekrarlanırdı.

Üç beş sene sonra bende ikinci bebeğime hamileyken bir gece yarısı yine böyle uyanacağım ve mutfakta tıkırtılar çıkarırken bir bakmışım oğlum banada ver diyen gözlerle yanımda bitivermiş. Ne yiyorsam bir parçada ona verecek ve mutfak masasında gizli bir şey yapıyormuş gibi sessiz ve keyifli olacağız. Yıllar sonra annem kardeşime hamileyken diye başlayan bir not düşecek belki günlüğüne. Bilmem ne zaman olur ama olacak biliyorum.

18 Mayıs 2010 Salı

Havadisler


Yazacak çok şey var aslında. Blog aslen bir kişisel günlük formatına sahipse eğer, düşülmesi gereken oldukça not var.

Öncelikle Ocak ayından bu yana hastahaneler ilaçlar ve sıkıntılarla yoğurulan hayatımız geçtiğimiz cumartesi Memo'nun ailesini Taşköprü'ye götürmesiyle başka bir boyuta kaydı. Hastalık ne yazık ki iyileşmedi, tümör yeniden faaliyette ama umudumuz var. Onkolojiden verilen ömür biçmeye inanmıyoruz. 9-10 ay neyin pazarlığı? İnsan ömrüne doktorların biçtiği süreyi uzatabilirize inanmak istiyoruz. Kemoterapiye devam. 28 günde bir 5 gün süreyle ilaç tedavisi ve sürekli kullanılması gereken nöbet ilaçları vs. vs. vs.

Geçtiğimiz cuma günü doktor kontrolümde bana sırtını dönen oğluma hiç küsmedim bu sefer. 1273 kg. olmuş oğlum. Ters bir durum yok. 15 Haziran bir sonraki kontrolümüz, sonrası daha sık doktora gidiş.

Bu hafta göbeğe sihirli değnek mi değdi nedir? Birden büyüdü sanki. Havaların ısınmasıyla beraber saçılıp dökülünce saklanacak hali kalmadı. Dolayısıyla metroya bindiğimde ayakta kalma gibi bir ihtimalim yok. Hemen birileri böyle geçin diye yer veriyor. Alışkın değilim bir tuhafıma gidiyor. Bir kere illaki yüzüm kızarıyor ve bütün vagonun gözleri üstümde oluyor. Ben ya neon yeşili, ve yahut saks mavisi ama genellikle kırmızı ojeli tırnaklarımı kemirmemek için ellerimi kavuşturup "next station Levent" anonsuna kadar sıkıntıyla oturuyorum. Birden "Bayan" statüsüne teşrif etmenin ve erkeklerin genellikle türbanlı bayanlara verdiği yer verme önceliğinden, oğlum sayesinde istifade ediyor olmanın şaşkınlığını yaşıyorum. Kuru kafalı kolyelerime rağmen hem de!

30. haftanın içindeyiz ve doğuma 10 hafta kaldı paniği sarmaladı şimdilerde. Biraz korkmaya başladım. Hep böyle kalsak ne olur ki?

Boşalan misafir odasını artık bebek odası formatına sokmaya başlamamız gerek. Halen işin neresinden başlayacağıma karar veremedim. İkea'da gördüğüm dolabı almaya karar verdim. Bir adet odaya uygun avize ve yeni perdeler. Halı tabi oda var.

Memo sabah beni, pijamamı göbeğimin üstüne çektim diye Obirikse benzetti. Çok romantik di mi? Kızma ama! dedi birde.
Vay anasını başka bir şey demiyorum.
Memo Efendi, sen bana baksana! Obiriks görmemişsin sen hayatında tamam mı? Şişman filan değilim bir kere!!!

Hülya'nın Tükkandan emzirme yastığı aldım. Şahane bir şey. Hamileyken uyku yastığı olarak kullanılan cici şeyden. Bu gece çok rahat uyudum. Sabah bir baktım Memo sarılmış yastığa.

32. haftanın başında doktordan çalışabilir raporu almak gerekiyormuş, yoksa SSK ben anlamam kardeşim diyip para filan vermezmiş. Dün bunu öğrendim. Öyle mi?

Dün oğlum ilk kez ABBA dinledi. Çünkü teyzesi üşenmemiş, ta Edirne'de okuldu sınavdı demeden bizi düşünmüş ve 70'ler ve 80'lerden güzide parçaları bir araya getirmiş. Neler yok ki aralarında saymakla bitmez. İşte benim oğlan ABBA çıkınca kudurdu resmen. Tam bir cumartesi gecesi ateşi yaşandı göbeğimde. Yan masalardan görücekler diye göbeğimi iyice masanın altına soktum, resmen çalkalanıyordu. Bir ABBA fanımı doğuyor ne?

Tantitoni'den çok sevimli bir çaydanlık aldım birde Boyner'in mutfak kısmındaki her şeyi alasım var. Zor duruyorum.



Bugün Sabiha Al Khemir'den Mavi Elyazması'nı okumaya başladım.

Çıkmak istersen eğer arş üstüne
İki fincan kahve iç berş üstüne
Ehl-i irfan arasında bir ziyafet büsbütün
İki fincan kahve ile bir lüle keskin tütün


demiş Vehbi Surname'de.

Katılıyorum azizim.
En kısa zamanda nargile fokurdatsak şöyle yanında bol köpüklü kahveyle ne ala olurdu.



Daha bir sürü şey vardı ama unuttum sanırım...

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Çarşamba Çarşafa Dolanır


Çarşamba sabahına, sabah ezanında yine dolmuş taşmış bir mesanenin baskısıyla başladım. Gözümü açtığımda yine sırt üstü yattığımı fark ettim. Sola yatamama gibi bir özürüm var :( Tuvalete git gel ve uyuyamama! Sola bir ümit tekrar dönüş ve 07:00'de saatin alarmıyla bu boğuşmaya bir son vermeyle nihayet uyanış. Çaydanlığa su doldurma ocağın çıt çıt çakmak sesiyle poflaması ve resmen günün başlayışı. Haftanın her günü genelde bu ritüel sekteye uğramıyor sadece günlerin adı değişik. Gece bir ara o kadar sıkı tekmeler yedim ki, resmen bebek bu cendereden kurtarın beni çığlıkları atıyor gibi geldi.
Memo futbolcu olacak dese de , ben balet olacağı konusunda eminim :D

Neyse, hava İstanbul'da şahane resmen yaz geldi. Bende üşenmeden sabah sabah tırnaklarıma yeşil oje sürdüm tam Aysel Gürel havasındayım :) Lakin bu renk benim ölü beyazı ellerime hiç olmadı gibi! öğlen aseton almaya gidebilirim. Sabah tartıldım, tam olarak 29+3 haftalık hamile ve 53 kiloyum. Fena değil gibi. Bundan sonrası nasıl olur bilemem tabi.

Bana her zaman ki gibi Piaf eşlik ediyor. Cri du Coeur eşliğinde iş konusunda çok sıkıcı bir güne adapte olmaya çalışıyorum. Şunu belirtmeden geçmiyim bende iş konusunda bir rahatlık gözlenmeye başladı. Dışarıdan anlaşılmasa bile içten içe amaaan zaten 1,5 ay sonra işe ara veriyorum nedir yani gibi düşünceler geçiyor aklımdan. Tam olarak işe ne zaman döneceğimi bilmiyorum. Yasal izin süresi sonrası çok kısa ve böyle bir niyetim yok. Eğer olursa, evden devam edip hafta içi bir iki saatliğine ofise uğrama planını devreye sokma niyetindeyim. Umarım bir aksilik olmaz. İş stresini kapı arkasına asmış durumdayım yani. O yüzden aslında daha bir verimliyim. İşler her şekilde yetişiyor boşuna kendimi paralıyormuşum. Gerçi patronun şaka yollu olsa bile aslen kalbinden geçen dileği olan 15 Temmuza kadar çalışırsın canım ehehe şeklindeki cümlelerine sadece gülesim geliyor. Gerçi bende onun dediği tarihten iki hafta önce işe ara vermiş oluyorum o kadar olsun ama. Eğer 23-26 Temmuz gibi doğum olursa ki, belki daha erken olur bilemeyiz benim önümde doğum öncesi 3 haftalık bir süre oluyor. Bu sürede de ancak hazırlıkları yapabilirim gibi geliyor. Çünkü gerçek anlamda zerre hazırlığım yok ve hepsini Haziran sonuna bırakmış durumdayım. Bu ay zaten benim için çoktan piç oldu. Öff! bilmiyorum işte bir şeyler yaparım değil mi?

Zaten bu yeşil ojede hiç yakışmadı bana!

11 Mayıs 2010 Salı

Öğle Kaçamağı


Bu öğlen ofis arkadaşımla tam bir kaçamak yaptık. Beni Kurtuluş'a yürümeye ikna etti hem de külahta dondurma yeme vaadiyle kandırarak. Bende hemen kandım tabi :)

Arkadaşın eşi doğma büyüme Kurtuluş'ta oturmuş, doğal olarak her köşesini biliyorlar. Dondurma yemeye gittiğimiz ufacık dükkana gidene kadar Kurtuluş'un çok güzel eski evlerini inceledim. Yanıma fotoğraf mak. alsaymışım keşke diye hayıflandım. Yol üstünde harika Çanakkale domatesleri ve kırmızı kirazlar satan bir satıcıyı mimleyip, dönüşte mutlaka uğrayalım diye bir birimizi uyardık.

Neyse, dondurmalar müthiş lezzetliydi. Üstelik çikolata, çilek ve sütlü üç top dondurmaya 2,25 TL verdim. Lezzeti muhteşemdi. Çilekli topun içinde gerçek çilekler vardı. En güzeli beni çocukluğuma döndürmesiydi. Bu dükkan Kurtuluş'ta pek meşhurmuş ve yaz aylarında herkes dondurmayı buradan alırmış. Mekanda dondurma dışında bir şey yok. Kışın tulumba ve boza satılıyor, yazınsa nefaset dondurmalar. Bu yaz oldukça sık ziyaret edeceğimiz bir yer bana göre.

Elimizde dondurma külahlarımızla Osmanbey'e dönüşe geçtik. Yolda mimlediğimiz satıcıdan ofiste öğle yemeği niyetine yemek için 2 tane domates ve 1/2 kilo kiraz aldık. Domateslere katık olsun diye Kurtuluş'un her biri birbirinden güzel fırınlarından birinden de taze ekmek.

Güneşi ardımızda bırakıp, ofise gelir gelmez ikiye böldüğümüz kocaman domatesleri tuza batırıp çıtır ekmekle mideye indirdik. İstanbul'da yaz ne şahane. Yedik içtik iyi güzel ama işe dönmek düşüncesi kötü. Bu saatten sonra artık ne kadar kendimi işe verebilirsem o kadar olacak.
Elimde İran'da yapılacak olan bir projenin CD si var ve bir birimize bakışıp duruyoruz. Benim aklımsa halen dondurma külahında :)

10 Mayıs 2010 Pazartesi

NEHIR

Kendimi çok aciz ve küçük hissettiren kocaman kalpli kadınlar var bu hayatta. Kendi küçük acizliklerimden utanmadan dert yanabilmeyi nasıl matah bir şey sanıyorum.
İşte bazen gerçek insanlar, ve onların kocaman hayatları önünde çok utanıyorum.


NEHIR sen gördüğüm en tatlı kız çocuğusun ve annen gördüğüm en yüce gönüllü annelerden.

"Aklımda hep "Going To Bear Hunting" kitabı var. Üstünden geçemeyiz, altından geçemeyiz, içinden geçmek zorundayız bu sürecin. Ben de ilk kez gülümsedim bugün. Çok şükür. Daha yeni başladık mücadeleye ama ilk adımı geçtik. Gerçi Nehir'in en sevdiği bölüm olan, en sondaki ailecek yorganın altına girdikleri sahneye daha var, ama biz de tek tek geçeceğiz tüm zorlukları."

...ve evet aynen yazdığınız gibi olacak biliyorum.
Zeynep Hanım kalbim sizinle.

Her şey NEHIR için.

6 Mayıs 2010 Perşembe

Deliliğe Övgü


Malumunuz deliliğin bir sürü çeşidi olabilir. Her bünyede farklı zuhur da edebilir lakin gelin görün ki, anne adaylığı insanda hiç bilmediği bin çeşit deliliğe yol açabiliyormuş.

Mesela, karnındaki bebeğe karşı tarifsiz bir hasret ve özlem duymak gibi ve sonrasında, doğduktan sonra yaşanacak o boşluk duygusuna nasıl tahammül edilecek gerçeğiyle kala kalmak gibi.
Bu aralar göbek büyüdükçe kollarla onu sarmalamak, her daim kucaklamak ve yerli yersiz canım oğlum nidasıyla seslenmek, bana sıradan ve normal geliyor. Her tuvalet öncesi sıyrılan faniladan fırlayan göbeğe dolan gözlerle bakmak ve okşamadan klozete oturmamaksa her şeyden normal!
Alınan her darbede veya göbeğimin bebeğin vücut hareketlerinin yoğunluğuna bağlı olarak yamru yumru olmasına her seferinde ilk kez görüyormuşcasına heyecanlanmak veya hipnotize olmuş gibi saatlerce göbeğime bakarak kala kalmak günün sıradan rutinlerine dönüştü.

Şimdilerde haftaya gidilecek doktor randevusu için sabırsızlanıyorum. Yüzünü net görebilir miyim? o tatlı yumrukları veya ayağıda kabulüm. Yeter ki o sarı resimlerden bir kare olsun elimde. Bana güzel bir profil resmi attırırsa yine, ne güzel bir Anneler Günü hediyesi olur diye sevinip duruyorum şimdiden.
Oğlumla ilk Anneler Günümüz. İçim nasılda kıpır kıpır. Bu sene her şey ilk kez onunla yaşanıyor ne hoş. İlk Yeniyılımız, ilk Sevgililer Günümüz, ilk 23 Nisanımız, ilk Anneler Günü, Babalar günü, sonra doğum günlerimiz, evlilik yıl dönümü ne biliyim Kabotaj Bayramı mesela! ilklerin sonu yok.
İçimde korku, heyecan, sabırsızlık ve merak ayyuka çıkmış durumda. Bebekli hayat nasıl olacak? Doğumdan sonra onu ilk gördüğümde ağlar mıyım? Doğru tutmayı becerilecek miyim? Hem sonra, ne biliyim doğum sonrası bir parça delirecekmişim gibi de hissediyorum. Şimdi bile göbeğimdeyken onunla ilgili konuşulmasını dahi kıskanıyorum. Doğduktan sonra başka kucaklara vermek düşüncesi bile bazen asabımı bozuyor.

Ama bu düşünceler bazen! gelip beni dürtüklüyor her daim bu düşüncelerle boğuşuyor olsam çok feci olurdu doğrusu. Değil mi? ne fena olurdu yani delirmemek işten bile değil ama ben deli değilim. Öyle değil mi? değilim yani. Bazen böyle oluyor dedim her zaman değil, bazen.
Neden deliriyim canım Allah Allah. Deli meli değilim yahu, değilim. Deli değilim ben, deli deği.....

.

2 Mayıs 2010 Pazar

Özetle

Yaz yaz sonra uçsun gitsin reva mı bu?
Demek lafı uzatmak iyi bir şey değil. O halde kısa bir özet geçelim bari.

Halbuki pazar günümün tüm rehavetini, ütü yapma gerçeğini kulak arkası edip şımardıkça şımardığımı, içemediğim Türk Kahvesinin açığını kapamak için kahve kutusunun kapağını açıp açıp kokladığımı filan yazmıştım ama artık hiç bir satırı olmayan posttan konu başlıkları kaldı :)

Özetle bizim oğlana gördüğüm her sevimli şeyi alıyorum demiştim.





...ve 27. haftamızı bile bitirdik demiştim. Benim de göbeğim var bakııınnnn :)



Birde kanaviçe aşkım nüksetti diye not düşmüştüm. Henüz bitmedi ama bugün bitecek kararlıyım. Bitsin ki, oğlumun odası için bir iki kuzu motifi işlemeye başlayabileyim :)




Şimdiyse bir kase papaz eriği eşliğinde Lost'un 14. bölümünü izleyecek ve koca bir kase dondurma hayali kuracağım :)