30 Eylül 2009 Çarşamba

Değil mi Memo ?


Esse’de kırmızı bir expresso makinesi gördüm. Çok ama çok, çok çok güzeldi Memo. O kadar güzeldi ki mümkünü yok anlatamam. Çok güzeldi işte. Ama çok, çok güzeldi.
Benim olsa ne güzel olurdu. O zaman çok ama çok mutlu olurdum. Ne güzel olurdu değil mi Memo ? Evet, evet çok ama çok güzel olurdu.
Hı Memo, olsun mu? Lütfen o kırmızı expresso makinesi benim olsun mu Memo? Lütfen olsun mu? O makine benim olsaydı başka hiçbir şey istemezdim. Çok severdim onu hiç bozmazdım.

Hı Memo, olsun mu? O kırmızı ekspresso makinesi benim olsa ben çok mutlu olurdum Memo. Çok ama çok mutlu olurdum, o zaman da çok güzel olurdu işte.

Öyle olmaz mıydı Memo? Olurdu işte. Hemde çok ama çok güzel olurdu.

28 Eylül 2009 Pazartesi

Kıymık

Hayatım bir Jamiroquai şarkısı gibi olsun istiyorum. Mükemmel bir yaz günü gibi. Ama heyhat hayat bu kadar istikrarlı gitmek istemiyor. İllaki bir yerlerden pürüzler çıkartıp elime batıyor.

Bu aralar kalbim kıymık dolu, hangi birini çıkartacağımı bilemiyorum. Üstelik her yeni batan kıymık, bir eski kıymığın sızlamasına ve unuttuğum şeyleri hatırlamama neden oluyor. Sonuçta bütün kıymıklarımın acısını, kalbimin tam orta yerinde çakılı olan o kazığa bağlıyor ve daha çok öfkeleniyorum.

Bunun sonucunda dudağımda hiç geçmeyen ve üzüntüden arka arkaya çıkan o minik baloncuklardan pırtlayıveriyor. Dünyadaki bütün uçuklar bende mi birikti nedir?

Bir ikindi vakti bağdaş kurup yere oturmak ve üşenmeden tek tek bütün kıymıklarımı temizlemek istiyorum. Sonrada tüm yaralarıma alkol basmak!

24 Eylül 2009 Perşembe

Bayram Raporu





Bayramın en keyifli kısmı Memo'nun ailesini ziyaret için gittiğimiz Taşköprü gezisiydi. Köyde hayat son hız akarken biz turist olarak keyfini sürdük. Bolca böğürtlen yedim. Ne kadar yesem doymam o ayrı gerçi :)
Ellerim dikenlerle dolu yara bere içinde ama olsun yıllardan sonra dalından böğürtlen yedim.



Anne ve Bebişi, uzak diyarlarda bahçeyle haşır neşir olup bizi bizden almaya devam ede dursun, bendeniz bayramda gidip hazıra kondum :)





Tarlada dalından koparıp domates yemek kadar keyifli bir şey olamaz :)



Bol temiz hava alıp yedik içtik. Kısa ama güzeldi.





Dönüş yolunda benim memlekete uğradık kısa bir kahvaltı molası verdik dedemde. Gezmeye vakit olmadığından kısa fotoğraflarla geçip gittik kıymetli Hadrianapolis'ten. Dedem bize çocukluğundan dinlediği hikayelerden kısa pasajlar geçti. Misal yağmur yağdığında toprağın yüzüne çıkan sikkelerin çay suyuna akıp gitmesi gibi. Çok gömü (hazine) çıktı ama kimseye yaramadı evladım dedi.



Olaki Karabük tarafına yolunuz düşerse, Eskipazar'a uğramadan geçmeyin derim.

23 Eylül 2009 Çarşamba

Bir Garip Ademoğlu

Hani var ya, bu sabah her şey çok iyiydi yalanım yok. Kahvemi içmişim keyfim ala, işler birikmiş ama olsun dert değil yaparız ufaktan ufaktan. Kulaklığımdan yayılanlarsa en sevdiğim şarkılardan güzel bir karma. Hayat güzel, hayat iyi yani.

Öğle tatiline çıkmışım gayet mutluyum. Kitabımı atmışım çantama (J.M.G Le Clezio/ Açlığın Şarkısı) tek derdim kalan 40 sayfayı okumak ve keyifli bir öğleyemeği yemek. Güneş var Rumeli caddesinde sıcacık. Yemeği yedim, üstüne dondurmamı da ve neden sonra aklıma saat geldi ofise yollandım. Mutlu mutlu ofise doğru gidiyordum. Ester’i düşünüyordum, Fransa’yı ve işte tam o anda karşıma çıktın bey amca. İki kolunun altında değneklerle ve biri olmayan ayağının yerine takılı bir kütükle, elinde beyaz poşetin, başında kalın kalpağın ve sakallı yüzünde, burnunda, yanaklarında kim bilir nasıl oluşmuş yara berelerinle ciğerimi deldin. Olduğum yere çaktın beni. Sen koltuk değneklerinle giderken ben oracıkta su olup akıp gitmek istedim. Toprak yarılıp beni yerin içine alsa veya bir hortum alıp göğe kaldırıp atsa veya her ne oluyorsa olsa da şu an burada arkandan baka kalmayayım istedim.
Hayat çirkin, hayat kötü yani. Kendimden ve mutlu olduğum her andan, tok olan o kahrolası midemden, temiz olan üst başımdan o kadar tiksindim ki, hemen oracıkta yok olabilmeyi istedim. Dinden çıktım ben bugün bey amca.
Neden herkes tok olamıyor?.
Neden herkes sağlıklı, mutlu, neşeli olamıyor?
Neden?, neden?, neden?....

Ofise gelene kadar Gök Tanrıyla kavga ettim. Neden bize bunu yapıyorsun dedim.
Cennet vaadi boş geliyor bazen. Yetmiyor. Bütün bu hengameyi açıklamıyor. Ben kendimle çok küsüm bugün.

16 Eylül 2009 Çarşamba

Bir Tuhaf Rastlantı

Hayatta bazı anlar vardır, hayatınızı tümüyle değiştirecek o küçük ayrıntılar. Mesela sabah evden her zaman çıktığınız saatten 5 dakika erken çıkmak gibi, yada her zaman gittiğiniz restoran dışında bir yer tercih etmek gibi. Belki de bir cumartesi günü, iş çıkışı son dakika kalkan minibüse yetişmek gibi…

Kimi kader der, kimisi tuhaf bir rastlantı. Fakat o olan her neyse, zamandaki o küçük sapma işte, bütün hayatınızı değiştirebilir. Milyonda bir ihtimalle o minibüste yan yana düşmek ve erkeğin cam tarafındaki tek kişilik boşluğu, o sol yanına gelecek kişiyi tüm hayatı boyunca bekliyormuş gibi boş bırakması bir film karesi gibidir. Çok saçma bir senaryo dense de bu gerçek hayattır. Hatta aradan geçen bir ay sonra yine bir minibüste yan yana düşüvermek saçmalığın daniskasıdır. Bu senaryo kimin elinden çıkmıştır?

1997 Eylülünün ilk haftaları bir cumartesi öğleden sonrası Şişli minibüs durağında yaşananlar.

Kız: Bugün minibüste yanımda oturan bir çocuk vardı durup dururken cebinden *Pink Floyd albümü çıkartıp bana verdi. Delimi ne ? Ama albüm çok güzeldi. Neden daha önce dinlememişim?
Durağa gelene kadar walkmane takıp dinledim. Adını söylemiş miydi? Hatırlamıyorum şimdi ama albüm süperdi.
Tanrım! Bu albümü almam gerek.


Erkek: Tanrım, Aşık oldum!!!


Düşes’in seni seviyor Memo. O zamanlar sevdiğinin farkında değildi sadece…
Evliliğimizin 3. yılı kutlu mutlu olsun. Beni hep sev emi.

* Pink Floyd/ Welcome To The Machine

14 Eylül 2009 Pazartesi

Muhasebe

Bugün The Tea Party’i dinledim. Uzun zamandır dinlemiyordum. Belki dinliyordum da hakkını vererek dinlemek çok başka. Amanda Marshall dinledim sonra. Let It Rain’i. Eskiden çok severdim bu şarkıyı.

Geçen hafta kafamın çok dağınık olduğu bir haftaydı. Hamile olduğumu sanıp panikledim. Aslında “paniklemek” çok hafif bir kelime. Resmen kendimi duvardan duvara vurdum. Hamile miyim, değil miyim? O bilinmezlik beni delirtti. Bugün markette pedlere mutlu bir yüz ifadesiyle bakarken omuzlarımdan kalkan o büyük yükün hafifliğiyle sekerek yürüdüm kasaya. Hazır değilmişim yani. Bir kez daha deliliğin sınırlarında dolanıp hayatı bir kabusa çevirerek teyit etmiş oldum.
Bütün hafta boyunca koca bir soru işaretiyle yaşadıktan sonra bu öğlen gönül rahatlığıyla kahve içtim ve hayat ne güzel dedim.
Çok bencilim çok. Bu bencillikle annelik hangi yolda kesişir. Ben kendime olan aşkımdan arta kalanları çevreme serpmeye çabalayan narsist biriyim. Bunu zaten biliyorum ama bazı anlar görmezden gelmeye çabalıyorum. Hani mahsusçuktan öyle değilmişim gibi yapıp romantik hayallere dalıyorum. Kendi kendime yalan söyleme çabam takdire şayan doğrusu. Romantizm benim gibi Merkür tarafından çekip çevrilen bir kişi için koca bir hayal. Bazen yazdığım yazılara göz atıyorum ve fark ediyorum eni konu kendimi kandırıyorum. Sizde bu yalanın bir parçası oluyorsunuz doğal olarak. Bazen demek ki gerçekten pembe panjurlu evde yaşayan ve Hülya Koçyiğit gibi seke seke koşan biri sanıyorum kendimi. Gözlerimi Türkan Şoray gibi deviriyorum.

Çok iki yüzlüsün bebeğim. Bende seni bu yüzden bu kadar seviyorum ya!

Yine Pazartesi!



Pazartesileri tam anlamıyla buna dönüşüyorum işte.
Hemen salı gelsin bir zahmet!!!

12 Eylül 2009 Cumartesi

Bugün


Tüm gün sadece Charlie Brown izlemek istiyorum. Bir fincan süt ve çikolatalı kurabiyede olsa ne şahane olurdu.

8 Eylül 2009 Salı

Köşedeki Dükkan


Evdeki en rahat köşeyi kapmış ayaklarımı uzatmış keyf çatıyorum. Dışarıda mükemmel bir yağmur, evde harika bir kahve kokusu ve Televizyon'da bir milyonuncu kez, Bir Mesajınız Var'ı izliyorum.

Ah! en sevdiğim filmlerden biridir. Replikleri ve kareleri ezberlediğiniz filmler vardır hani, işte bu onlardan biri.

Sonbahar'da New York kareleri. Hep istediğim o köşedeki küçük kitapçı dükkanı. Elimde kahve, boynumda atkı kendimle özleştirdiğim Meg Ryan, ne şahane.

Filme dönmem gerek. Hani az biraz daha hava serin olsa ve bacaklarıma iskoç battaniyemi almış olsam tam olacaktı.

Magazin



Bu MSN Haberleri beni gülmekten öldürecek.

Sibel Can üç çocukluyum sevişemem demiş. E güzelim zaten sevişme artık sen ya. Lütfen rica edicim :)



Haberin gelişimi şöyle devam ediyor.

Sibel Can, Ejder Kapanı'ndaki pavyon kadını rolünü sert sevişme sahneleri yüzünden reddetti. Can, "3 çocuklu kadına yakışmaz" deyince rol Ceyda Düvenci'ye gitti.

Bıktım bu Sibel Can'ın üç çocuk annesiyim, çok gencim, çok başarılıyım nutuklarından. Ceyda Düvenci'nin çocuğu yok oynar yani. Sibel Can Rahibe Teresa ya!

Çocuktan filan soğutuyor insanı...

Aşk


Bu sabah Kanyon’dan geçerken güvenlik görevlisi elinde ağla havuzu temizleyen adama laf attı “Rast gele, balık çok mu?” Adam’da “Gayniir yiğenim” diye cevaplayınca küçük çaplı bir stand-up izlemiş olduk.

Her şey bir tarafa benim ayaklarım otomatiğe bağlanmış gibi Starbucks’a doğru yönelirken beyin son bir gayret “Her sabah aynı şey bıktım lan sizden, niyetlisin yahu!” diye bir kez daha bastı paparayı. Bende çaresiz kahve kokulu derin nefesler çektim bu seferde sağ omzumdaki melek “ Kusurlu hareketlere bulaşma, metroya yürü bacım” diyerek beni hizaya soktu.
En büyük sınav bu bence, kahve içememek. Susuzluğa bile katlanılabilir çünkü suyun cezp edici bir kokusu yoktur ama kahve öyle mi? Hele benim gibi sütsüz, şekersiz öz be öz sade kahve tutkunuysanız ne demek istediğimi anlarsınız. Zaten çaya, kahveye şeker koyup tadını bozmaya ne gerek var anlayabilmiş değilim.

Sabahı sabah yapan ve artık çalışmaya hazırım gün başlasın dedirten yegane ritüel, mis kokulu kahve olmadan ben pek bir mahzun oluyorum. Akşamları bu ihtiyacımı köreltmeye çalışsam da, en mühimi sabah kahvesi ve bünye bu eksikliği derinden hissediyor.

Ah! blog, bugün sabah kahvesi olmadan geçen kaçıncı gün? Ruhum resmen çarmıha gerili.

5 Eylül 2009 Cumartesi

Şundan Bundan


Çarşamba akşamı doğum günü münasebetiyle yemeği dışarıda yemek istedim. Memo Mecidiyeköy, bense Osmanbey'de çalıştığım için Taksim'e gitme kararı aldık. Daha önce Timeout'da görüp gitmek istediğim Midtown'da karar kıldım. Ben yemeklerden ve servisten çok memnun kaldım. Özellikle Ramazan'da akşam ofis çıkışı gidilebilir. Tabi o çevrede çalışıyorsanız ve zaman sorununuz varsa. Resimlerde anlaşılacağı gibi ben fotoğraf çekmeden önce yemeklere daldığım için hep dürtüklenip dağılmış duruyorlar ama fotoğraflar idare eder :)
Kuzu sarma harikaydı. Kuzu veya koyun eti yemeyen biri için şahane bir lezzetti. Asma yaprağına sarılı gelen etinizi afiyetle yiyor, iç pilavdan gelen tarçın kokusu sizi mest edebiliyordu. Belki ben çok açtım bilemem. Yemek sonunda masamıza gelen ve hatırımızı, memnuniyetimizi soran ahçıbaşıda kalplerimizi çalmayı ihmal etmedi :)

Ofis arkadaşlarımda kahveye olan düşkünlüğümden bana Kütahya porselenden iki kişilik Türk kahvesi fincanı almışlar. Lale desenli filan pek memnun kaldım. Ramazan münasebetiyle mumlu pastam güme gitti ama ne yapalım kader utansın.

Bu akşamsa Bugs Bunny'e yani taze gelin Banu Hn. iftara davetliyiz. Valla çok açım ha! benden söylemesi. Garip geliyor aslında sanki evcilik oynuyormuşuz gibi :)
Evlenmişiz ve bir birimize komşuculuğa gidiyoruz. Ev gezmesi filan. Düşününce benim aklım almıyor. Bu kadar sene ne zaman aktı gitti. Tamam tamam demogojiye sarmadan susuyorum.

Banum benim için pasta siparişi vermiş bende kalktım kendime numaralı doğum günü mumlarımdan aldım velakin bir sürü 3 varken bir tane bile 1 bulamadım. Bende 0 aldım ne yapalım 30'a giriyormuş gibi yaparım bende.
Aile kutlaması bugün yani. Bana ne hediye aldılar kim bilir? Çok heyecanlıyım :)
Doğum günü manyağı olan tek ben miyim acaba?

Neyse, karnım aç olduğundan konu hep yemek üzerine. Şunu belirtmeden geçemeyeceğim ben tam bir sosisli sandöviç hastasıyımdır. Efendim her daim önüme çıkan her büfeden sosisli yerim. Sosisli asla vaz geçemeyeceğim bir lezzettir. Düşününki iftar yemeği olarak sosisli yapacak kadar ve dahi gecenin 4'ünde sahurda bile yiyecek kadar. İllaki büfe sosislisi olacak ama. Salçalı sosta kaynayacak böyle ağır ağır, koyulaşacak, lezzeti artacak. Sonra kornişon olacak, hardal olacak, mayonez&ketçap olacak ve Rus salatası. Tanrım ne şahane bir lezzet.
Bu mükemmel kombinasyonu sahurda bir gözüm kapalı diğeri az biraz açıkken bile yapar yutarım.


Sosisliyi benim kadar seven olamaz :)

Birde dün gece yine bir oğlum oldu. Hemde beni annem doğurtmuş. Annem ve beni doğurtmak. Düşer kalır her halde. Annemi kan tutar, iğne olurken bile ağlamaya başlar, kalkıp beni doğurtacak. Rüya işte!
Zaten benim rüyalarda doğurduğum oğlanlardan resmen bir ordu kurulurdu :) Doğur doğur bitmiyor kardeşim. Benim bilinç altım nasıl şartlanmışsa bu kadar erkek çocuğa anlaşılır gibi değil. Adını koymadık diyor annem tek derdimiz oymuş gibi. Benim derdim süt vermede. Hep en korktuğum kısım başlıyor. Kafasını tutayım, şöyle çevireyim diye cebelleşip duruyorum. Annem odadan çıkıyor kalıyoruz oğlanla başbaşa. Doğal olarak her rüyamda olduğu gibi emziremiyorum! Emmiyor daha doğrusu. Doktorda kafa ütülüyor mama verecem diye, ben diyorum emzirecem. Yine kan ter içinde uyandım.
Tabi niyetliyiz su içemiyorum, dilim damağım kurumuş.
Geceden yersen hardallı turşulu sosislileri sonrada kabus görürsün işte böyle.
Aslında bu rüyaya sebep bugün gitmem gereken jinekoloğa gitmekten vazgeçmem olabilir. Suçluluk psikolojisi galiba :(

En iyisi kalkıp ütü yapayımda aklım başıma gelsin.

2 Eylül 2009 Çarşamba

XXXI


Doğum günü kutlaması için artık eski heyecanım kalmadı sanki. Gerçekten 30’dan sonra her şey değişiyor mu?

Artık yumurtalığım bile elinde kalan kötünün iyisi yumurtaları döllendirtmeye çalışıyor.
Artık saçımda bir adet beyaz saç var.
Artık vücudum 18’lik görüntüsünü kaybediyor.
Artık yaralarımın üzerindeki kabukları kaldırmaya çabalamıyorum.
Artık büyüyorum ve büyümekten korkmamam gerektiğini biliyorum.
Artık evimin bir odasını bebek odası diye isimlendiriyorum.
Artık hayata her an ölecekmiş gibi doya doya bakıyorum.
Artık kendimle olan bitmez mücadeleme bir ateşkes getirdim sanki. Karşılıklı anlaşarak sulh içindeyiz. Savaş meydanından yaralılarımızı çekmek, bir parça soluklanmak ve nihayetinde biz ne yapıyoruz diyebilmek için varılan bir anlaşma bu.
Artık kendimle savaşmak istemiyorum.

Ama…

Yinede halen bir zaman makinesinin mucizevi bir şekilde dibimde biteceğine ve zamanda yolculuk yapabileceğime inanıyorum.
Yinede halen uzaylılar beni ziyarete gelecek diye düşünüyorum.
Yinede halen bir anda Jet Li gibi kung fu yapabileceğime inanıyorum.
Yinede halen dünyanın en büyük keşfini yapabileceğimi düşünüyorum.
Yinede halen İndiana Jones gibi bir macera yaşayacağımı sanıyorum.
Yinede halen ritmik jimnastikçi olabileceğimi sanıyor, üstelik buna inanıyorum da.
Yinede halen bir gün Orta Asya’ya yerleşmek istiyorum.
Yinede içimde gizli bir Peter Pan olduğunu düşünüyor acayip mutlu oluyorum ve yinede halen milyon tane yinede olduğu için çok keyifleniyorum.

İyiki doğdum ben.

1 Eylül 2009 Salı

Sarı Sonbahar


Bugün 1 Eylül ve resmen sonbahar gelmiştir. Bu sabah minik damlalarla saçlarıma dökülen yağmur eşliğinde ofise yürürken çok keyifliydim. Kahve kokusunu hayal ettim zihnim aydınlandı. Keşke kendisi olsaydı şu an diye çok hayıflandım.

Eylül geldi diye içim kıpır kıpır. Bir kere doğduğum ay olduğundan kafadan ballı. Sonra eylül anne ve babamın evlendikleri ay, üstüne üstük benimde evlendiğim ay daha ne olsun.
Bunun dışında bu ay okullar açılacak, vitrinlerde okul önlükleri, her yerde kırtasiye malzemeleri ve benim favorim beslenme çantaları ve o çantaların içindeki minik kaplar, sevimli yumurtalıklar olacak. Bu yüzden Cuma günü semt pazarına gidip gezmek istiyorum. Sırf bu sevimli şeyleri seyretmek, suluklara bakıp ay ne güzel demek için. Yeni kitap ve defter kokusu ve onları düzgün kaplama telaşı.
Ne güzeldir ilkokullu olmak. Hele hayat bilgisi dersi, misal mevsimler ve kış hazırlıklarından bahsedilen bölüm. Türkçeden okuduğumuzu anladık mı? Matematikte kümeler. Keşke ilkokula alsalar beni ne güzel olurdu.

Gidip kendime bir okul çantası mı alsam ne?

Akşam cep telefonumu mesaj bombardımanına tutan Burcu sayesinde çok eğlendim. Bana çocukluk ve gençlik yıllarımdan kolaj yaptığı fotoğrafları ardı ardına gönderdi. Tam bir duygu sağanağı.

Bu cumartesi bir jinekologla randevum var. Rutin bir şey sadece her şey yolundamı diye gidiyorum. Ortada mevcut bir şey yok ve zaten bunun için daha çok erken. Ama ben startı verdim gerisi beni bağlamaz.
O “geri” kısmını Cosmosa havale ediyorum.

Hoş geldin Eylül. Çok güzel geç olur mu?