27 Eylül 2008 Cumartesi

Günün sonu

Ne mi yapıyorum? Anlatıyım.

Cumartesi günü akşama kadar çalışan bir bünyenin yapması gerekenleri yapıyorum. Televizyonda en sevdiğim filmlerden biri olan Mesajınız var'ı izleyip bu filmi neden bu kadar çok sevdiğimi yeniden keşfediyorum.

Yorucu bir gündü. Hatta işten eve dönerken metroda Levent durağı yerine Mecidiyeköy'de inerek boş boş çevreme bakınıp "Ne yapıyorum ben?" diye kendime sorarken buldum kendimi. Kısaca yorgunum. Yanlış durakta inecek kadar hemde!!!

Şimdiyse günlük taze süte bir kaşık türk kahvesi, 2 adet kesme şeker eklemesiyle nefaset bir Starbucks duygusu yaşatan kahvem ve çikolata parçalarıyla dolu kocaman bir kurabiye eşliğinde film izliyorum. Mevsim uzun bir hırkaya sarınma ve hatta iskoç battaniyesini dizlerime çekme mevsimi. Sonbahar New York'da güzel, film haklı ama İstanbul'da bam başka. İstanbul'u çok seviyorum. Her şeyini hemde.

Ne yazık ki Pazartesi günüde tüm gün ofiste bitmek bilmez projelerle boğuşarak geçirilecek. Hayali kurulan o küçük kitapçı dükkanı ne zaman gerçekleşecek? Kapısında çıngırağı olan hani.

Bayramsa, Başbakan kızıp hiddetlenmesin ama gerçekten bu gariban için yatıp dinlenecek üç günden ibaret. Ramazan, şeker veya fitre ne isim konursa konsun ben sadece nefes alabileceğim kıymetli üç gün olarak anıyorum. Lütfen kimse alınmasın.

Annem şimdiden bayramda ne yemek istediğimizi sorarak, yüce bir insan olduğunu bir kez daha ispatladı. Kuru fasulye pilav Memo'ya, Karnıyarık bana.
Küçük kardeş bayram sonrası okul yollarına düşecek bir diğeri yeni bir yuvanın ilk temellerini atma yollarında. Sonbahar çokca yenilik getiriyor bize. Yeni yıl nelere gebe acaba?

Neyse, galiba bir kurabiye daha yiyebilirim. Esnememi görmezden gelip cumartesi gecesini sonuna kadar götürmeliyim. Bayram için aldığım bademli şekerlerden tırtıklasam mı acaba?

24 Eylül 2008 Çarşamba

Rüya

Uzun zaman oldu onu rüyamda görmeyeli. En son ne zamandı hiç hatırlayamıyorum. Bu 17 Eylül’de tam 18 sene oldu sen öleli ve benim seninle ilgili hayalim hiç tükenmedi. Bir gün gelivereceksin duygusu hep içimde. Benim için derin bir uykudasın ama bir gün uyanacaksın sanki.

Senle ilgili hep aynı rüyayı görüyorum sende biliyorsun. Hani bir hastane odasındasın ve yıllar sonra komadan çıkarak beni sevinçten deliye döndürüyorsun. İşte dün gecede aynı şey oldu ama çok daha yoğundu yaşadıklarım ve uyanmamak için çok direndim.
Seni bırakıp sensiz devam eden hayata dönmemek için hiç uyanmak istemedim.

Seni görmeye hastaneye gelirken yaşadığım çoşku sevinç ve kemiklerime kadar hissettiğim heyecan duygusu o kadar gerçekti ki, kim iddia edebilir bunun bir rüya olduğunu?
Belki de rüya, şu an içinde bulunduğum dünya ve gerçek dünyada sen halen hayattasın.

Hastane odasında seni görmeye gelirken şunu düşünüyorum 18 sene oldu acaba biraz değişti mi? ve beni nasıl bulacak acaba? Ne kadar büyümüşsün, ne kadar güzelleşmişsin diyecek mi?
…..odaya giriyorum ve ağlamama engel olamıyorum. Sende ağlıyorsun ama sevinçten ve mutluluktan ve içimde biliyordum, her zaman biliyordum duygusu. Sana hep inandım ve sende döndün işte. Ah! Seni o kadar seviyorum ki. Seni o kadar özledim ki. Sana sarılmak ne güzel, teninin o şahane kokusunu içime çekmek ve saçlarının yüzümü gıdıklaması bunlar rüya mı? O anın gerçekliği için şu hayatta feda edemeyeceğim hiçbir şey yok biliyorsun değil mi?

Bu kadar zaman sonra seni yeniden görmek ne güzel. Bana söylemek istediğin bir şey mi var?
Biliyorum belki de mezarını ziyaret etmemi istiyorsun ama yapamıyorum biliyorsun. O mezarın sana ait olduğunu kabul edemiyorum. O kadar genç ve o kadar güzeldin ki, ölmek seninle anılabilecek bir olgu değil. Hiçbir insan 23’ünde ölmemeli.

Seni ne kadar özlediğimi biliyor musun? Rüya bile olsa seni görmenin sevinciyle bugün ne kadar mutlu uyandığımı, sana sarıldığımda üzerimde kokunun kaldığını ve sevgili halam halen ne kadar güzel olduğunu biliyor musun?

Tanrı bana dün gece çok güzel bir hediye verdi. Bilmem bunu hak edecek ne yaptım. Belki de Tanrı’nın beni teselli yolu bu. Adaletsizlik olduğunu o da biliyor.

Kabul et Tanrım adaletsizlik değil miydi? Genç bir kadın kanserden ölüveriyorsa ve kanser olduğunu bile bilmeden aniden. Ona tapan 12 yaşında bir kız onu en son baygın bir halde, bir taksiye bindirilirken görüyorsa bu adaletsizlik değil mi?

19 Eylül 2008 Cuma

Gecikmiş Sobe

Şu anda Msn'de Michael Jackson konserini izliyorum. Benim için zamanında çok büyük önemi olan bir konserdi, bilenler bilir Bükreş konseri. Msn' de baştan sona izleyebilirsiniz.

Çokça sene önce Star tv vermişti bu konseri ve ben gecenin bir vakti bütün ışıkları söndürüp tv nin dibinde sanki içine girecekmişcesine izlemiştim.

Sanırım lise sondaydım. Yoksa okul bitmiş miydi? Hatırlayamadım velakin mevzu şu, konserin bir yerinde sahneye bir kız atlıyor tamda Michael romantik bir parça söylerken. Hepimiz o anda kendimizi o kızın yerine koyuyoruz tam bir hayalin gerçekleşmesi anı. Bu konseri izlediğimde ağladığımı hatırlıyorum. Ertesi günde devam eden bir sarhoşluk hali vardı üstümde. Oysa aynı sahneye şimdi tebessümle bakıyorum. Saf duygularım aklıma geliyor ve bir şeye karşılıksız ait olabilme yaşlarımı anımsıyorum. Belki bir gün benim kızımda ayıla bayıla bir konser izleyip bana "Beni anlamıyorsu anne, hiç bir şey bilmiyorsun" diyecek. Oysa ki, gayet iyi biliyor olmama rağmen ona ifade etmekte zorlanıcam.
Şimdi izleyince o sahneye çıkan kızın düzmece olduğunu fark ediyorum o kadar bariz ki. O zaman bana bu söylendiğinde Medusa gibi saçlarım uçuşarak Hayır! kıskanıyorsunuz demiştim arkadaşlara. O zaman şimdiki sağ duyu yok tabii oysaki ayarlanmış bir sahne belli.

Gerçekleşmeyen hayallerin başına kuşkusuz Michael'ı koymak lazım.
Daha gerilere gidecek olursak sanırım ilk hayal kırıklığım bana 4 yaşında alınan o kocaman ayı olmalı. Adını Gamsız koymuştu babam. Papyonlu büyük bir ayıydı ve alındığı gece onunla yatmak istedim. Gecenin bir yarısı rüyamda ayımın canlandığını, beraber sohbet ederken birden beni boğmaya kalktığını gördüm ve hiddetle uyanarak ayıyı yataktan odanın en uzak köşesine attım.
4 yaşındayken oyuncak kısmını bir kenara koydum işte. Zaten çok oyuncağım yoktu, olanıda beni boğmaya kalkıyodu ne dehşet.

İşte ilk hayal kırıklığı oyuncaklar!!!

Bir zaman sonra, ne kadar esnek ve çırpı gibi zayıf bir çocuk olsam bile ritmik cimnastikçi yada balerin olamayacağımı çünkü bir oyuncak fabrikasında usta başı olan babamın buna gücünün yetmeyeceği gerçeğiyle yüzleşerek onulmaz bir yara daha aldım hayattan hemde 5 yaşında.

Bu çocuk nasıl iflah olsun sorarım size?

Daha da sonrasında, Arkeolog olamama, asla ünlü bir bilim adamı olamama, New york'da yaşayıp bir cafede keşfedilerek ünlü bir film artisti olamama, selülitsiz ve sütun gibi bacaklara sahip olamama, reankarnasyonun olmadığı gerçeğiyle yüzleşme gibi envai çeşit hayal kırıklığından sonra, gerçek ve hayatta egale olamayacak olan bir hayal kırıklığı yaşayarak gerçek dünyaya döndüm.

Şimdilerdeyse güçlü bir annesi olan, güzel kız kardeşleriyle gururlanabilen, ben hiç sevmesemde bacaklarıma deli olan bir Memo'ya sahip olan, aklı başında düzgün bir kadın olmayı başarmış bir ruhdağı görüyorum.

Hal ve gidişat idare eder lakin, elbette ki halen ümidimi kesmediklerimde var!!!

Orhun anıtlarını görmek ve Orta asya steplerinde rüzgara karşı at sürmek, bir şaman ayinine katılmak, Katmandu'ya İstanbul'dan motorsikletle varabilme anının bünyede yarattığı hoşluk duygusu, Prag ve Mısır gezileri, Michael Jackson'la karşılaştığımda yüzüne iki tokat atmak, Çocuk sahibi olup büyüdüğünde yani 30-35 yaşlarına geldiğinde arkasından bakıp gururlanarak bunu ben yaptım demek gibi bitmek tükenmez hayallerim var.

Beni bu sobeye layık gören gülteinen enkelini'ye teşekkürü bir borç bilir eğer haberleri yoksa bu sobe mevzusunu, Zerrin Pasta Evi ve Asortik Krep'e paslarım.

Konu kısaca:
Hayal kırıklıkları, gerçekleşen hayaller ve umut kesilmeyenler olup en geç 5 iş gününde cevaplanarak, ivedilikle üstünde durulmalıdır. Bilginize.

16 Eylül 2008 Salı

Memo'cum

Hem çok az gibi hem de çok uzun bir süre sanki. 2 yıl bitti 3’den gün almalar başlayacak.

Sormana gerek yok artık, sana alıştım evet. Ya sen?

Ama inan hiç aklıma gelmezdi hayattaki en büyük önceliklerimden birinin erkek çorabı almak olduğunu ve hiç durmamıştım daha önceleri erkek gömleklerinin olduğu reyonlarda ve yine inan ki hastalanmanın kalbimi bu kadar ezebileceğini de düşünmemiştim hiç…

Yemeğin en güzel porsiyonunu sana ayırmayı seviyorum. Her zaman eline sağlık demeni de.
“Bugün beni hiç düşündün mü?, kocam ne yapıyor diye aklına geldi mi?” diye sormalarını da.
Sabırsız ve panik atak hallerini de. Film izlerken hep bir şeyler sormanı ve ofise hiç beklemediğim bir anda gönderdiğin o çok güzel gülleri de tahmininden çok daha fazla seviyorum.

Sana sarılıp uyumanın huzurunu, geceleri korkulu rüya gördüğümde ben korktum diye sana sokulmayı da seviyorum.

Bir sürü yıl dönümleri geçirmek istiyorum seninle. Bir sürü küsüp barışmalar, milyon tane öpücük, sıcacık sarılmalar diliyorum.

Seni seviyorum.

15 Eylül 2008 Pazartesi

Kutlama

Tanıdığım en güzel ebe,

Kitap okumayı seven, kızıyla iyi vakit geçirmeyi bilen şevkatli bir anne,

Her İstanbul'a gelişinde göremeden yolcu ettiğim güzide insan,

Kara fatmalardan korktuğunu bildiğim,

İki tabak işkembe çorbası içerek sınırları zorlayan,

Başak burcunun güzide insanlarından olan sevgili arkadaşım (sanırım bu kelimeyi kullanabilirim!) Serap doğum günün kutlu mutlu olsun. Nice yıllara.

Yeni yaşın sana sağlık, huzur mutluluk ve para getirsin. Gelen bu paraları en iyi biçimde değerlendir emi :)

Öperim ve çok çok selam ederim.

Not: Sahilde dolaşırsan yarın, benim içinde denize doğru uzun uzun bak olur mu?

Hafta başı

Yine Memo'nun yolculuk hazırlığı ve kapıdan uğurlanışı ile başladı yeni haftam. En son mutfak camından el sallıyorum ve o gaza basıp vınn! gözden kayboluveriyor. Ben arkasından doğru yatağa, biraz daha kestirmeye. Bir zaman sonra kalkıyorum yataktan çok gönülsüz bir biçimde ve işe gitmek için bu kez ben düşüyorum yola, Memo'ysa çoktan Bolu sokaklarında oluyor.

Lakin bu pazartesi öyle olmadı, yarın iş başı yapıcam bana göre. Patronum ise perşembeden başladı tacizine. Ne yapalım her zaman tatile çıkılmıyor ki kardeşim. Bugün oruçlu değilim o sebepten kendime güzel bir kahvaltı ısmarlıyorum öncelikle. Böyle puf puf krepler filan. Sonrasında biraz evi toparlayıp kendimi dışarı atmak istiyorum. Kendimle biraz vakit geçirmeye ihtiyacım var. Bu akşam evimde kalıyım diyorum yarın iş çıkışı doğru anneme.

Zaten cumartesi akşamı anneme iftara gittik. Bir ara patlama sınırına kadar gittim. O kadar yemişim ki, anlatamam. Pazar günüde Memo 16'sında İstanbul'da olmadığından evlilik yıldönümümüz için dışarı çıktık iftar yemeği yedik. Memo tam cam önündeki masamızın manzarası daha iyi olan tarafına, lütfen ben oturayım deyince iyi dedim, sen otur. Duvar tarafında oturdum bende. Yazdım işte Memo ama yazıcam demiştim dimi!
Neyse porsiyonları oldukça fazla olan menü sonrası, biraz yediklerimizi hazmetme adına yürüdük ve doğruca evimize yollandık. Bu kadar evcimen başka çiftler var mıdır bilmiyorum? Biz dışarı çıkar çıkmaz eve ne zaman döneriz acaba? diye dertleniyoruz.

İşte böyle. Yarın iş başı yapıyorum ve patronumun bir haftalık tatilimi burnumdan getireceğini biliyorum. Öfff ya! oda zammımı versin o zaman. Haksız mıyım? Bir Türk kahvesi yapıp balkondaki sardunyalarımı sevmeye gidiyorum şimdi ve yarın ola hayrola diyorum.

12 Eylül 2008 Cuma

Pazar Yeri ve Sobe


Her semtin kendi ile müsemma bir pazarı vardır. Bizim semtin pazarıda cuma günleri olur ve cumalar ben çocukken en kıymetli gündü benim için. Canım annemin eli kolu dolu gelirdi hep. Yaz ayları ise taze meyveler, bol sebze çıkardı kese kağıtlarından. Eğer kış ayları ise illaki poşetlerinden birinden balık çıkardı. Cuma pazarları çok renkliydi. Kalabalık olduğundan pazara bizi götürmezdi annem. Yorulmayalım, aralarda ezilmeyelim diye. Büyüyünce de biz tenezzül etmedik o usanmadan bize taşıdı durdu her türlü güzelliği.
Ben doğma büyüme aynı semtte oturdum. Sonra taşındıksa da kader işte evlendikten sonra yeniden doğduğum semtte oturmaya başladım. İki yıl oldu daha bu cuma gittim pazara. Hiç aklımda yoktu ama sağ olsun Memo'nun kız kardeşi hadi sende gel deyince bende olgun bir ev kadını modunda aldım elime cüzdanımı attım kendimi yola. Pazar her zamanki gibi tıklım tıkış. Pazarcılar tiz perdeden bağırarak tezgaha müşteri çekmekle meşgul, yılların teyzeleri pazarlıkta bir jedi ustası modundanydı.
Ben önlerinde saygıyla eğiliyorum.
Beni benden alan yegane tezgahsa, turşu malzemelerinin olduğu kısımdı. Minicik salatıklar ve Arnavut biberlerinde gözüm kaldı. Mis kokulu naneler, reyhanlar arasında ayaklarım yerden kesilerek ilerledim. Aklımda çaydanlık içine takılan o yuvarlak süzgeçlerden alma fikri vardı ama bir baktım elim kolum dolu.
Mısır, közleyip içine peynir tıkıştırmaya bayıldığım yeşil biberler ve Çanakkale domateslerini almadan çıkamadım ve bir o kadar şeyde de gözüm kaldı ama ziyan olur iki kişi yiyemeyiz diye alamadım. Birde tanesi 3.5 ytl den üstüme elbise aldım. Bir sürü teyzeyle boğuştum o parçalar için ama sonunçta zafer benim oldu. Ayrıca bana hitaben "Biraz çekilir misin güzel kız" diyen teyzeyi yılın teyzesi ilan ediyorum.
Gelir gelmez mısırları ateşe koydum. Diğer zerzavat akşam yemeğinde taze fasulyenin yanına bir kase yoğutla eşlik etmekle sorumlu.

Gelelim sevgili zerrin pasta evi'nin sobesine. Sağ olsun beni düşünmüş ve acaba kadınlar ne ister? diye sormuş.



Bence her şeyden evvel saygı duyulmayı ister.
Benim için böyle en azından. Karşımdaki insanın dediğimi dinlemesini ve fikirlerime saygı duymasını beklerim. Erkeklerin kadınları bir güvercin gibi kollamaya çalışmalarıda anlayamadığım bir diğer konu. Kadınlara güdülecek koyun gözüyle bakılması beni çok rahatsız eder. Bence kadın kısmının en büyük derdi karşısında onu dinleyen birini bulamamak.
Elbette her kadın önemsenmek ister. Değerli olduğunu hissetmek ister ama inanın artık kadınlar toz pembe hayaller içerisinde, eşim olsun, yuvam olsun gibi şeylerden ziyade işim olsun, kariyerim olsun diğerleri zaten olur fikrinde.
Kadınlar hayatın her türlü madiği getirebileceğini bilen ayakları üzerinde durabilen yaratıklardır ki, heleki evlatlarıyla ilgili bir mevzu olsun kartal kesilirler. Bundan sebep, kadınlar zıvanadan çıkartılmak istemez çünkü doğacak olaylardan artık o mesul değildir.

Diğer yandan ne istediğini bilemeyen kadınlarda mevcuttur hayatta. Aslında hayattaki yerinin ne olduğunu bulamamış ve asalak pozisyonunda yaşamayı matah bir şey sanan kadınlarda var ki bunların ne istediği(para,para,para)gayet ortadadır.
Birde şöyle cümleler kurabilir bu kadınlar şaşırmamak gerekir. "Hanım sanada baksın banada, ben eşini boşa demedim ki!" evet böyle bir cümle kurabilen kadın örneğide şu hayatta mevcuttur ve kadının kendi cinsinden daha azılı düşmanı yoktur sözünü doğrular.
Kadın aslında çokta bir şey beklemez bana göre.Yediği önünde yemediği ardında başka ne istesin ki. Kocası var, başının üstünde evi var. Karnı tok, sırtı pek daha ne ister. Allah'tan bela mı? Haşa. O vakit derdest edilir zaten. Toplum dışına sürülür ve bu işi el birliğiyle kadınlar yapar zaten. İlk fırsatta altın günü toplantısında eni konu tartışılır.
Ama kardeş oda az değildi gibi cümlelerle bol bol çekiştirilir.

Birde kadınlar nedense başarılı bir hemcins görmek istemez. Kendinden daha iyi kek pişirene, tülleri daha beyaz olana, çocuğu daha akıllı olana tahammülü yoktur. Niye ki? valla bunu ben bilemem ama zannımca o hatunda bilemediğinden huzursuzdur. Ah bir bilse oda huzura erse bizde öyle değil mi ama?

Velakin kadın olsun erkek olsun her adem oğlu için en azından ben kendi adıma İnsan haklarının olduğu adil bir dünya istiyorum. Kadınların mal gibi alınıp satılmadığı, töre adı altında cinayetlerin işlenmediği, kız diye okutulmayan kadın haberleri okumak istemiyorum. Toplumun artık ata değerlerine sahip çıkıp kadına gereken saygıyı gösterdiği bir toplum olabilmek istiyorum.

Sobe konusunun özüne pek bağımlı kalamadık galiba afola velakin bu soru çok bilinmeyenli bir denklem gibidir gerçek cevabı bulanlar bir zahmet benide aydınlatsın. Bakalım Serap ne diyecek diyerek ben topu ona paslıyorum.

Dip not: Kekin kabarmasını ve hiç çökmemesinide ister ayrıca. Birde beyaz çamaşırların kar gibi olmasını ve birde bir sürü tatlı yiyip Brezilyalı hatunların kalçalarına sahip olmak ister bide bide kırmızı ruju taşırmadan düzgün sürebilmeyi ister. En azından bu bloğun sahibesi bunları istiyor olabilir bence.

Ev halleri

Hayat gayet yavaş akmakta gibi gelsede bugün cuma ve tatil bitti bile. Dün telefonuma sesli mesaj bırakan patronum bugün beni işe çağırsada ona yıllık iznimde olduğumu ve gelemiyceğimi söyledim. O zaman yarın gel dedi düşünsenize ve yarın cumartesi!!! hiç pes etmiyor.

Bense sabahları E2'de Ellen'in şovunu izlemeyi seviyorum. Bininci kez izlesemde Umutsuz ev kadınlarının tekrar bölümünüde izlemek beni mutlu eden küçük şeylerden biri işte. Browni ve kahve ikilisinide göz ardı edemem doğrusu.

Önümüzdeki pazartesi Memo iş için Karadeniz yollarında olucak. Bense buralarda olucam. Temizlik yapmam gerek ama kendime şunuda izle ondan sonra diye avans veriyorum habire. Kek pişirmek istiyorum birde. Mis kokulu limonlu cevizli.

İş için kendimi çok isteksiz görüyorum. Hem alamadığım zammı halen alamamış olmak ve hemde tam bir politikacı olan patronumun iki dilli tutumları beni delirtmekte. Yaptığım işten bazen hiç keyif alamıyorum.

Diğer yandan Tibetli'nin okul için Edirne'ye gitmesine sadece bir hafta kaldı. Merak endişe ve bir sürü kuruntu kafamı meşgul etmekte. Ablalık zor zanaat en az annelik kadar zor.

Haftaya iş başı ve kaldığı yerden devam eden bir hengame beni beklesede bu hafta sonunu iyi geçirerek kendimi hazırlayabilirim diye düşünüyorum. 16 Eylül'de 2. evlilik yıldönümümüz Memo'yla. Ama o tarihlerde o yollarda olacağından bizde Pazar günü kutlamaya karar verdik. 2 yıl hem çok az gibi hemde çok uzun. Sanki hep evliydik gibi geliyor bazen:)

Dün akşam daha doğrusu geceyarısı Çengelköy'e Çınaraltına gittik. Birer kahve içip döndük. Saat geceyarısı olsa bile içerisi gayet doluydu. Ramazan'da çoğu mekan sahura kadar açık olduğundan İstanbul'da hayat son hız devam etmekte.

Gevezeliği bırakıp yapılacak işlere baksam iyi olur.
Ev kadınlığı hiç kolay değil :)

10 Eylül 2008 Çarşamba

Bu sabah yağmur var İstanbul'da

O kadar dingin ve güzel yağıyor ki, insan istem dışı balkona çıkıp seyre dalıyor. Elimde bir fincan şekersiz çay olmasını dilerdim ama Ramazan münasebetiyle bu hayali sonbaharın lütfedeceği diğer yağmurlara bırakıyorum.

Sonbahar en sevdiğim mevsim. Doğduğum mevsim olduğundan mı? bilemiyorum. Bildiğim tek şey yağmuru çok sevmem.
Kahverengi çizmelerle, boynuma şalımı atıp şemsiyesiz yağmurda yürümeyi sevdiğimi biliyorum. İstiklalde cadde üzeri bir kafede elimde kahvemle gelip geçenleri izlemeyi, inceden gelen müzik sesini sevdiğimi biliyorum. Çayın daha bir güzel koktuğunu ve yağmurun ruhumu yıkayıp irinlerinden temizlediğini, yaralarımı iyileştirdiğini biliyorum ve evet gerçekten ince bir kadın saçıdır o yer yüzüne dökülen. Bülent Ortaçgil dinlemek istediğimi biliyorum. Yağmuru dinleyip teselli buluyorum türküsünden.
Elime Reşat Nuri'nin Anadolu Notlarını aldığımı ve bininci kez onun yol hikayelerini dinlediğimi biliyorum birde ve birden aklıma düşen ekmek pişirmeliyim fikri. İftarda taze ekmekle orucumu açmalıyım bir kasede tarhana çorbası. Yaşam bu kadar basit bazen ama ben her zaman o kadar basit göremiyorum ne yazık ki.

Neyse, bu hafta evdeyim. Sadece kah yatıyor, kah oturuyorum. Kitap okuyorum ve bolca Dvd izleyip tamamen kendimi dinleyerek ve çokca da severek geçiriyorum tatilimi. Tanrı'da bonus olarak bana gecikmiş doğum günü hediyemi verdi ve yağmurla güne başlamamı sağladı.

Beni seviyor biliyorum bazen pek belli etmiyor ama o Tanrı sonuçta her kese eşit mesafede durmalı ama yinede beni sevdiğini biliyorum.
Bende onu seviyorum çünkü.

6 Eylül 2008 Cumartesi

Cumartesi hezimeti

Cumartesi günleri çalışmak insanı aksi ve çekilmez yapıyor en azından beni..

Bugün de bir cumartesi ve ben tüm gün çalışmak mecburiyetindeyim. Patronumun bu akşam yurt dışına giderken yanında götürmesi gereken projeleri hazırlıyoruz can havliyle. Tek tesellim haftaya yıllık iznimin kalan bir haftasını kullanacak olmam.

Diğer yandan herkes Orhan Pamuk ve Masumiyet Müzesi peşine takıla dursun benim bu akıntıya katılmama daha çok var. Bir kere mevsim henüz Orhan Pamuk okumama müsait değil. Öyle işte, her yazarın bir mevsimi vardır ve Orhan Pamuk benim için sonbahar sonunda, kışa girerken okunmalı. Hem bu debdebede durmuş olur. Bende sakince hırkama sarılıp arkamdaki yastığı pat patlayıp yaseminli yeşil çayımı içerken çevirmeliyim ilk sayfayı.
Orhan Pamuk bekleye dursun ben %50 indirimli standından aldığım kitapları bitirme derdindeyim. Bunlar tam mevsimlik kitaplar. Hafif yaz yemekleri gibiler.

Mesela dün başlayıp bugün bitirip huzura erdiğim (ki kitaba başlayınca bitmeden dünyevi hayata karışamıyorum) kitap, Tom HOLLAND / Çölde Uyuyan Sır. Kitap ünlü arkeolog Howard Carter’ın ağzından anlatılan bir roman. Biraz bin bir gece öykülerine gönderme biraz Mısır gizemi derken kitap tam yaz aylarında tatilde filan yanınıza alabileceğiniz bir kitap. 1999 yılı basımlı olup bendeki kitap 99 senesinin 2.basımı. Böylede bir takıntım var işte. Kitabın kaçıncı basım olduğuna hangi sene yayınlandığına kaçar tane basıldığına filan bakmadan diğer sayfalara geçemem. Bu kitaptan sonra yıllarca derin bir uykuda bekleyen Nefertiti merakım yeniden nüksetti. Eski Mısır’dan daha çok yazar ekmek yiyecek gibi gözüküyor.

Ama her şeyden evvel, Arap edebiyatı konusunda hemen hemen hiçbir yazarın kitabına yönelmediğimden kendimi kınadım. İran’lı yazarların bir iki kitabını okudum fakat yeterli değil bu sebepten şimdilerde seçeceğim kitapları Arap edebiyatına kaydırdım. Bu konuda, Mısır’ın ünlü yazarlarından 1988 yılında ilk defa bir Arap yazara verilen Nobel Edebiyat Ödülünü alan Necib Mahfuz’u ilk sıraya koydum. Elbette Kahire üçlemesine başlamayı düşünüyorum bilmem diğer kitaplarını bulabilir miyim?

Bu gece rüyamda üniversite kapısında kayıt olma telaşındaydım ne kötü ki mühendislik kazanmışım. Oysaki rüyamda olsa bile Arkeolojiyi kazanmış olmayı yeğlerdim ama Tanrı bunu rüyamda bile bana çok görmekte nedense.

Bir öğle arası vermem gerek. Biraz yürümeli ve bacaklarımı açılmasını sağlamalıyım. Sonrası kafamı bilgisayara gömüp hayalleri ertelemem olsa gerek.
Ne kötü, ne sıkıcı ve üstelik güneşli bir cumartesi…

3 Eylül 2008 Çarşamba

Bir minicik kız çocuğu



Annem dün akşam beni tam 21:00’de aradı yani doğduğum saatte. Moral verdi bana ve“30 yaş bunalımına düşme sakın, hele ki 50 olunca hiç düşünmüyorsun” dedi.
Sonra sabah işe geldiğimde Serap’ın kendi bloğunda benim doğum günüm için bir yazı yazmış olması beni çok duygulandırdı. İlk karşılaştığımızda sıkıca sarılıcam ona. Elbette bana yorum bırakıp doğum günümü kutlayan herkese çok çok teşekkür ederim.
Doğum gününe bu kadar değer veren biri olmak suç mu? ben aynı özeni diğer insanların doğum günlerinde de gösteririm ayrıca. O gün özel olmalı o kadar!!!

Üstteki fotoğrafı annem askerdeki babama yollamış zamanında ve arkasına şöyle not düşmüş:

“Sevgilim, sana kızımızla bir fotoğrafımızı yolluyorum hasretin biraz azalsın diye” demiş.

Canım annem elbette o zaman hiç bilemezdi üstüne titreyen, hatta bir yaz günü sivrisinekler rahatsız etmesin diye uyumayıp başında bekleyen çok sevgili kocasının ona 23. evlilik yıl dönümlerinde “hayatımda başka biri var” diyebileceğini.

30 yılda hayatımda çok mutlu anlarım oldu ama yaşadığım bütün mutlulukları yerle yeksan eden o tek bir cümle olmuştur. Benim miladım olmuştur hatta. Ondan öncesi ve ondan sonrası diye ayırıyorum her şeyi. Artık ne yaparsam yapayım, ne kadar mutlu olursam olayım hep içimde acıyan bir yer var. Yaşadığım her an, hiçbir şeyin sürekli olmadığını hatırlatan bir iç sesim var. Masalların mutlu sonla bitmediğini biliyorum artık.

Bir şey daha öğrenmiş oldum hayatta diye teselli arıyorum acizane.

Yinede bir minicik kız çocuğuyum hep. Babasının yüzündeki, gülünce ortaya çıkan o gamzeye aşık olan, en sevdiği insan tarafından incinmesine bir türlü mantık bulamayan bir kız çocuğuyum.

2 Eylül 2008 Salı

Mühim Gün


Bugün doğum günüm.

Bugün doğum günüm.

Bugün doğum günüm.

Bugün doğum günüm.

Bugün doğum günüm.

Bugün doğum günüm.

Bugün doğum günüm.

Sahurda yazılan yazı bu kadar olur :) Sahi doğum günüm olduğumu söylemiş miydim?

Serap isteğini kırmadım fotomun olduğu pasta yaptım daha ne yapim :)

1 Eylül 2008 Pazartesi

Hoşgeldin Ramazan

İlk gün zor kabul edelim. Benim baş ağrım mesela tavan yaptı. Az önce alışveriş yaptık Memo'yla. Asla aç karınla alış veriş yapmayın diye bir not düşmek isterim burada:)

Mutfakta yemek hazırlıyorum hemde bloğa yazı yazayım dedim. Aslında canım sıkkın biraz ama bu sayfalara iç karartıcı şeyler yazmak istemiyorum. İşe bozuk biraz kafam ama ondan da mühim olan kardeşimin okulu. Tibetli yarın okul kaydı için Edirne'ye gidiyor. Trakya Ünv. Sanat Tarihi Bölümünde okuycak kısmetse. Yurt için yedeklerde çıkmış umarım bir yere yerleştirebiliriz. Benim kardeşim o kadar temiz kalplidir ki, umarım karşısına kendi gibi düzgün saygılı insanlar çıkar. İyi bir çevre edinebilir. Ondan ayrılıcam diye çok üzülüyorum. Okumasına deli gibi seviniyorum ama başka bir şehirde olma fikri boğazımda bir yumrunun çöreklenmesine sebep oluyor.

Biz hiç ayrı kalmadık kardeşlerimle. İki kız kardeşim var ikisinide kendimden önce tutarım. Bu güne kadar aramızda kavga gürültüyü bırak sesini yükselterek dahi bir konuşma geçmemiştir. Ortanca olan 24 en küçüğümüz 18 yaşında. Ortancanında evlenme gibi kötü fikirleri var zaten :(

Velhasıl yarın doğum günüm 30'uma hem çok mutlu hemde biraz buruk giriyorum.

Öff iç karatmada üzerime yoktur zaten. Geçelim bunları yarın doğum günüm benim be!

Artık şu kelimeyi kullanabilirim "30 yıldır şu hayattayım böyle şey görmedim yahu!"
Evet sık sık kullanıcam bu çatma ifadesini. Delilik bedava kardeşim :)

Yarın kendime franboğazlı çikolatalı çilekli felan bir pasta alıcam 30 tanede mum!
Sabahtan itibaren belli aralıklarla annemi telefonla arıycam ve "Anne sancıların başladı mı?" diye sorarak canından bezdiricem. Her sene yaparım bunu.

Memo'dan yine hediye bekliycem. Önceden aldı ya almaz ama olsun, umut fakirin ekmeği.

Kendime bir kitap hediye edicem ama karar veremedim yarın bulurum nasılsa.

Öyle işte, birazdan Memo gelicek ve ben daha sofrayı bile kurmadım:(
Gidiyorum şimdi, çok lazım ya gene gelirim bilahare.