31 Aralık 2010 Cuma

Uyku Halleri

Bu gece çok huzursuzdu Ege. Hem uyumak istiyor velakin sinirinden uyuyamıyor. Hep kaşları çatık. Gece bir iki kez kalktım üstünü örttüm, emzik verdim ama pek emzikle arası yok. Birde titreşimli bir zımbırtı var park yatağa takılıydı eskiden ben şimdi gece uyanmalarında sakinleştirici etki yaratıyor diye büyük yatağa koydum. Onu açtım filan ara ara sakinleşti. Son kalktığımda saat 02:30 filandı bir daha kalktım baktım saat 06:15 ve Ege bu halde.




Uykusunda yüz üstü dönmüş. Birden panik oldum nefes alıyor mu? ağzı kapalı mı? ne zaman döndü ???
Sonra dikkatlice bakınca huzurla uyuduğunu gördüm. Ama oda ne? daha yakın bakınca ellerinin ağzında olduğunu ve kaşlarını çattığını gördüm.(Anasının oğlu, illa kaşları çatılacak!)

( O uykulu haliyle yaptığına bak. Gündüz dönsün diye gözünün içine bakıyorum ama o sırtıp sadece yan dönüyor ne zaman odadan ayrılsam bir bakıyorum yüzüstü dönmüş.)

Bu hale sebep dişleri yani. Sızısı var ve o uykulu haliyle dişlerini kaşımaya, bir yandansa uyumaya çabalıyor oğlum :(





Sonra mama yapıp verdim. Biraz daha sakinleşmiştir diye yatağa yatırdım lakin kaşlar yine çatık!



Şu an itibariyle uyumaya devam ediyor :)


* Ben çocuğumun kaşının çatık olmasının nedenini şimdi anladım. Aptal kafalı ben gece modunda çektim fotoğrafları daha hava aydınlanmamış olduğu için doğal olarak flaş çakıyor bu durumda. Zavallı oğlum öğreniyorum fakat kolay olmuyor :D Özür, özür, özür....

* Bu arada fotoğraf mak. gece modu süper çekiyormuş :P

* Ayrıca tarih ayarı yanlışmış :(

30 Aralık 2010 Perşembe

5.AY



Ege dün itibariyle tam 5 aylık oldu. Bu ay çok kolay geçti. Üstelik ilk dişini çıkarma çabasıyla geçmesine rağmen çok uyumlu, hep gülen, dikkat çekmek için ağlamak yerine bağıran tatlı bir bebekti Ege.

İlk 2 ay adapte olma süreciydi. Yeni anne olanları okuduğumda hep benzer yollardan geçtiğimizi görüyorum. Üstelik Ege gaz, reflü gibi sıkıntılar yaşamadı ve ağlama krizleri filan hiç yaşamadım. Hep uyumlu ve sakin bir bebekti buna rağmen bocaladım. O zamanlar oturupta uzun uzun kahvaltı filan yapmazdım ve şu an bunları yazarken çayımdan yudumlar alıyorum, kahvaltı tepsim solumda, Ege oyuncaklarıyla konuşuyor. Bu olabiliyormuş demek lakin bunu fark etmek o zamanlar mümkün değildi. O dönemlerde yemeği nasıl yapıcam diye dertlenirken, şimdilerde her gün Ege ve ben mutfakta tıngır mıngır yemek yapıyoruz. Fırın makarnalar, biber dolmaları, kekler, pohçalar filan yapıyoruz.



Çevreyi izlemek en büyük keyfi.



Sürekli konuşmaya çabalaması, ellerine hayran olması, annesiyle boğuşmayı ve şimdilerde ayaklarıyla oynamayı çok seven bir bebek o.



Sevilmeyi çok seviyor bence bu yönü Memo'ya çekmiş :)



Varsa yoksa kakari kukuri olsun. Tüm gün oyun olsun kucakta havalarda taşınsın bayılıyor.

Benim 5. ayımda çok şahane geçiyor. Ege'ye kardeş (ler) düşünüyorum :)
Bu sene değil tabi ama yaş sorunsalı insanı panikletiyor. 32 yaşındayım Ege 3 yaşına girince gebelik olsa, 36 yaşında ikinci bebeğimi kollarıma alabilirim. Fakat üçüncü için 39 yaşını bekleyip, 40 gibi kollarıma alsam diyorum ama 40 yaş beni biraz korkutuyor. Üstelik tam Ege'nin ilkokul dönemine denk geliyor, hem Ege hem 4 yaşında bir çocuk ve yenidoğmuş bir bebek aynı evde.
Olmaz diye bir şey yok olur ama bende biraz insanlıktan çıkarım sanırım :)
Bakalım önce Egemi 3 yaşına getirebiliyim de :)

Öğleden sonra saat 14:00'te doktor randevumuz var. Rota 2. dozu alıcak ve rutin muayenesini olucak. Katı gıdaya resmen başlıyoruz onun detaylarını sormam gerek. Kilosu bence 8,2 kg. ama doktorda ne çıkacak bakalım :)
İşte böyle. Egeyle boğuşma saatimiz geldi, bize müsade :D

28 Aralık 2010 Salı

Son Sefa

Her zaman söylüyorum kardeş iyi bir şeydir. Her derde devadır. Her daim acil butonu gibi iş görür ki, bu muazzam bir durumdur.

Geçen cuma tıs tıs vakit öldürmeye çalışırken, Memo işten erken geldi. Hımm birazcık kaytarma diyelim biz en iyisi :) benimde içimden Banu işten çıkıp Kanyon'a gelse diye geçiyordu. Saçlarımı yıkamış, Ege'nin mamasını hazırlarken telefonum çaldı! Banu Kanyon'da ve madem Memo evde o halde sen neden oradasın? dercesine bir ifade! Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın madem diyerek hızla saçlarımı kuruttum, evladımın bezini değiştirip babasına emanet ettim, ay ne giyciğim diye kısa bir süre delirdikten sonra, vurdum kendimi yola.

Aklımda oğlumun bakışları vicdan muhasebesi eşliğinde girdim Kanyon'un döner kapısından içeri. Banu'ya az biraz mızırdandım bebeğim filan diye ama babasıyla yahu! bir rahat ol diyerek olayı savuşturdu. Bende evvala oğulun ihtiyacı olan şeyleri alıp, aslında bunun için geldim gezmeye değil ki diyerek kendimi kandırdım. Sonra açlık herşeye galip geldiğinden, ne yesek? derdine düşüp çocuğu filan unuttum. Her daim favorimiz olan, karamelize soğan, kapari ve kurutulmuş domatesten oluşan nefaset pizzamıza kavuşup, iki kadehte Kalecik Karası söyleyince, ne gam kaldı ne kasvet :)


Bir şeylerden konuşup güldük bolca her zamanki gibi. Ben ki, yaklaşık 1.5 senedir şarap yüzü görmediğimden, eski bir dostla buluşmuş gibi sevindirik oldum. Hayyam'ın ruhuna diyerek yudum yudum içtim.


Ardından Macro'dan bir iki ıvır zıvır aldım. Gözüm habire saatte. Mama saati yaklaştı diye paniklerken, Banu gel hele kahve içmeden gidilmez diyince, likör eşliğinde Türk kahvelerimizide içip huzura erdik. Hesabı öder ödemez mama saati diye otomatiğe bağlandığımdan pür telaş koyulduk yola :)

2010 senesinin son etkinliğide buydu işte. Artık yeni seneye, Egeyle gezebilmek dileğiyle :)

24 Aralık 2010 Cuma

İlk

Oğlumun dişi çıktıııııııııııııııııı :D

Herşey saat 21:00 gibi mamasını yedikten sonra yatırıp sevmeye başlamışken oldu. Damağında bir farklılık var bir bakıyım dedim ve 5 aylık olmaya 5 gün kala, alt damağında o kıtırlığı fark ettim. Gözlerim doldu resmen. Oğlum büyüyor ya. Fakat çok hızlı geçiyor zaman :(

Biraz iştahsızlığı vardı acaba diş mi diye düşünüyordum. Bolca salyası vardı ve zavallı işaret parmağı hep ağzındaydı. Eliyle kulağını oğuşturuyordu ki, diş çıkarma belirtilerinden biriside buymuş. Ne zaman çıkar?, ateşi olur mu?, ishal olacak mı? derken her şeyinde olduğu gibi bu konuda bile beni üzmeyen oğulcuğum ilk dişini sessizce pıtlatıvermiş.



Yahu bu oğul sevilmezde ne yapılır?

Cuma Postası

Nicedir cumanın güzelliğini içimde hissedemiyorum. Cuma coşkusu kayboldu. Çalışmayınca günlerin sıralamasının bir önemi kalmıyor. Önem sırasına göre en mühim gün ayın yirmidokuzu. Zira o gün Ege için ay dönümü demek. Eğer aşı veya doktor kontrolü varsa bunlarda o güne önem vermemi sağlıyor yoksa diğer günler hep bir biri ardına sıralanıp gelen kopyalardan başka bir şey değil.

Aslında şikayet gibi başlamıs olsada şikayet değil. Her nasılsa hayret doğrusu. Kabulleniş gibi bir şey belki bilmiyorum. Bugün Memo işten erken gelirse ben biraz dışarı çıkmak istiyorum. Bunları yazarken Ege resmen anne diyor. Yok hayal değil eni konu ennnnneeee diyor. Akvaryumdaki balıklara karşı koyuyorum onu, mırıl mırıl konuşuyor onlarla. Bizim akvaryumumuz var sahi, üstelik ay başı yavruladı bile bir balığımız. Onlar ayrı bir yavrulukta iki ay kalıp sonra diğerleriyle karışacaklar. 13 tane daha turuncu balığımız olacak yani. Akvaryumdaki cümbüş görülmeye değer :)

Günlerdir iyi uyuyamıyorum. Sırtım çok ağrıyor. Bir türlü geçmiyor deliriyorum. Dün anneme gittik bana bir ağrı kesici verdi. Hayret iyi geldi sırtım ağrımıyor. Biliyorum doktor ve sonra ilaç ama Türklerde adet olduğu üzere birine bir ilaç fayda etmişse otomatik olarak sende içersin :) Genlerimize işlemiş galiba :p
Reçeteyi okudum ağrı için yazıyordu bende madem ağrım var neden içmiyeyim diyerek içtim ve faydası oldu. Sırtınız ağrıyorsa hemen veriyim. Ben kullandım şıp diye kesti :)

Dün annem aşurede yaptı. Bizim evde aşureye fasulye nohut kunulmaz. Yemek gibi oluyor yiyemiyoruz.



Bizim aşure sadece keşkekten oda az miktarda gerisi kuru meyve ve taze meyvalarden bir karma olur. Böylesi daha hoş tavsiye ederim.

Ege Efendiyse dün anneanne evinde bolca sevildi. Halinden memnundu.


Dün gece uykusuna yatmadan evvel alt temizliği popo kremlenmesi derken ayakları serbest kaldığından dört köşe olmuş keyifleniyordu. Ayaklarını ağzına götürünce bende biraz takılsın dedim ama popoda bez yok bende onu seyrediyorum. Derken bir anda pipi dalgalanması sonucu her taraf çiş oldu. Hem gülüyorum hem Memo diye sesleniyorum. Ege mayışmış ayaklarını kemiriyor dünya umurunda değil. Soyup doğruca banyodaki lavaboda yıkadık. Hepten keyiflendi tabi. Bu başımıza gelen ilk vukuattı o sebepten yazdım. Bize göre komik bir andı Ege içinse durum, çiş yapıyordu yani nedir bu kadar komik olan bakışıyla bakıp deli bunlar diye mırıldanmaktan başka bir şey değildi.

O şimdi ne yapsa bize ilk defa yaşıyor olmanın coşkusunu yaşatıyor. Mukayese edebileceğimiz bir durum değil. İlk çünkü. İkinci bebekte ise muhtemelen hep Ege şöyle yapardı hatırladın mı? diye konuşup durucaz. Yine heyecan olacak ama ilk defa yaşıyor olmayacağız ki. İkinci çocuklar arada kaynıyor mu? Bazen bu beni oldukça düşündürüyor. Şimdiden ikinci bebeği merak ediyor ve içten içe inşallah Ege gibi olur diye mukayese etmeden duramıyorum.

22 Aralık 2010 Çarşamba

Mutluluk

Dağına göre kar diye bir deyim var ya, çok doğru bir sözmüş.
Ben böyle tatlı bir oğula nasıl kavuştum bilmem. Beni hiç üzmeyen, annesinin kapasitesini bilip onu asla zorlamayan oğulcuğum canımın içisin.

O demir ilacı var ya, ben olsam kusarım içemem ama sen yutup ardından şöyle bir titreyip gülümsüyorsun. Hayranım sana. Yüz kere bin kere teşekkür ederim oğlum. Senin için tüm o saçma kaprislerimden arınmaya çabalıyorum emin ol.



Aşığım sana...

21 Aralık 2010 Salı

Şalter

Beni çıldırtan bazı şeyler var.

1- Saçlarım. Evet bir isteri anında kafamı kazıtmayı düşünüyorum. Dökülüyorlar, dökülüyorlar, dökülüyorlar...

2- Elma lekesi bebek kıyafetlerinden çıkmıyor. Şöyle söyliyim, granül toz çıkartmıyor ve acaba ne çıkartıyor. Ne feci oldukça cahilim. Birde elma suyunu düdük gibi bir kaseye koyup bebeğe vermeyin. (Benim gibi cahil olanlara sesleniyorum)
Bebeğinizin eli kolu rahat durmadığından kaşığı çekip elinizden alabilir ve dahi kase elinizden düşebilir...

3- Yeni yıl coşkum nereye kaçtı biri bulup getirebilir mi?

4- Ege sana sesleniyorum. Bir kerede ben sana bakarken yerde dönebilir misin? Ne zaman arkama dönsem pıt diye sırt üstünden yüzüstüne dönüyorsun. Neden?
Şimdiden arkamdan iş çeviriyorsun olmuyor.

ve daha bir sürü şey...

18 Aralık 2010 Cumartesi

Akşam Yemeği

Süzme mercimek çorbası vardı dünden kalan. Ama öyle blendır işi değil ha! gerçekten süzgeçten geçirme çorba. Yanına yapacak hiç bir şeyim yok dolapta. Memo şekerleme yapıyor aynen Ege gibi. Bende rafların ta dibinde konserve doğranmış domates bulunca içine kırmızı, yeşil biberleri doğrayıp menemen yapmaya karar verdim.

Memo yemek konusunda beni çok zorlamaz. Ne bulsa yer, kötü demez. Olmadı gel kahvaltı yapalım der :) Ama ben özenirim veya özenirdim. Çorbası salatası yemeği filan tam olmalı akşamları. Zaten bir akşam yemekleri beraber yeniyor, baştan savma olmasın derdim. Şimdi genelde doğrayıp tencereye dolduruyor pişince altını kapatıyorum. Ama dün süzme mercimek çorbası yapmışım yani daha ne yapıyım ? Memo sever diye yaptım. Genelde onun sevdikleri öncelikli benim için. Önceden daha özenirdim ama şimdi ne bulursa idare ediyor.

Ne anlatıyordum?
İşte, menemende karar kılınca dolaptan bir yumurta çıkardım. Bizim evde her şey biter ama yumurta asla. Çok severiz ikimizde. Menemende tek yumurtayı tercih eder Memo. Domates baskın olsun ister. Ben iki yumurtalıyıda severim ama öyle bulamaç olmayacak, fazla karıştırmadan. Kendi tercihimi bir kenara bırakıp, tek yumurtalı ve karıştırılmış olarak yapıyorum. İçimde düzgün yemek yapamadım bari onun sevdiği gibi olsun duygusu hakim olduğundan aslında. Ha, yemek olmasaydı neden yok diye sormazdı Memo. Hiç bir şey olmasa bile bir kase yoğurdun içine ekmek doğrayıp yer ve çok güzel oldu der. Öyle de şahanedir. Birazda o sebepten onun sevdiği şekilde yapmayı istiyorum ya. Höt, zöt etse yapmam zaten.

Menemeni yaparken acaba dedim Ege tek yumurtalı mı sevecek, iki yumurtalı mı? Hımm, belki menemen sevmez ve böyle olursa doğrusu pek hoş olmaz. Menemen güzel bir yemektir. Pazar kahvaltılarının paşası olup, arada işten kaytaran annesinin akşam yemeği mahiyetinde kakalamasıda olabilir. Sevmesi lazım ki, aman yine mi menemen demesin :)

Ege uyurken aradan çıkaralım şu akşam yemeğini. Ama lütfen unutulmasın, çorba şahane süzme mercimekti dikkatinizi çekerim.

15 Aralık 2010 Çarşamba

Balon Kafa

İçim dışarısı kadar karanlık. Nasıl sıkkınım anlatamam. Oysa ben bu kışı eski Hayat Bilgisi kitabında anlatılanlar gibi geçiririm sanmıştım. Kar yağarken mutlu bir ev kadını ifadesiyle mutfakta kek pişiririm filan sanıyordum ama ı-ıhh! yapamıyorum.
Evde olmaya tahammül edemiyorum. İkiye ayrılmış gibiyim. Benlerden biri sağımdan diğeri solumdan çekiştirmekte. Evde kaldıkça içim çürüyor gibiyim. Her gün migrenim tutmakta. Yine avuçla ağrı kesici içiyorum ve ciddi biçimde kalbim ağrıyor.
Ocakta başlarım demiştim ama sanırım haftaya başlamak en iyisi. İş olmadan hayatımın hiç bir değeri yok gibi hissediyorum. Yapabilirim sanmıştım. Ege yeter sanmıştım ama yetmiyor. Ege ve annesi olan ben ayrı onun yeri başka, ama ben? yani sadece ben ne olacak? Onun mutsuzluğu ayyuka çıkmış durumda. Ben maddi bağımsızlığım olmadan yapamam. İllaki kendi kazancım olmalı. Kendimi odalık gibi hissetmemeliyim. Yapamıyorum işte. Evde ev hanımı rolünü üstlenemiyorum. İşten nefret ediyorum evde kalsam biraz ne iyi olur gibi veryansınlara boğulmak istiyorum yine. Böyle derken bile aslında aklımda ne mutlu dert yanacak bir işim var dürtüsü hakim olurdu hep.
İçimde evden çalışarak bunu idare edebilirim. Bu kışı atlatabilirim hayali ışıldamakta lakin mantık tarafım nasıl olacak Ruhdağı? diye beni sorguya çekmekte. Hayal görme evden nasıl olacak? Sen kitap çevirisi filan yapsan eyvallah ama evden mühendislik olur mu? Bir projeye 5 farklı sunum hazırlarken, günde bin kez patronun odasına gidip gelirken evden nasıl olacak? Mantığım bu iş yaş diyor ama halen annelik hormonlarıyla tıka basa dolu olan kalbim olabilir sen bakma beynin söylevlerine diyor. Fakat kalpte bende biliyoruz ki, bizi derleyip toplayan beyin. Romantik hayallerimizin ceremesini hep o çekip bizi hizaya sokmadı mı? O halde o ne derse o olacak yine.
Evden çalışmak demek bana uykusuz geceler demek. Gündüzleri iş çıkarmak zor. O zaman Ege ne olacak? Amaç Ege ilgisiz kalmasın değil mi? "Al çocuum oyuncanla oyna sen anne çalışsın oldumu bebeeem" diyeceksek o halde işe gitmemenin ne espirisi kaldı. İşe git o vakit. Yani geceleri proje çizip, gündüzleri anne ve ev hanımı görevlerimi yerine getirmem icap ediyor. Nasıl yapacaksam???
İçerde yatağında uyanmış mis gibi kokusuyla Egem var. Elleriyle oynayıp sesler çıkarmakta. Biliyor ki, birazdan annesi onu alacak. Şimdi bu yavru bırakılıp işe nasıl gidilsin. Diğer yandan o uykuya daldığında annenin kafasında yankılanıp duran, iş ne olacak kabul et böyle yapamazsın diyen o ses ne olacak? O ses nasıl susturulacak?

İllaki olacak.

Daha fazla çalışırım o zaman. Gündüzleri onu ihmal etmem. Geceleri çalışırım migrene inat.

Her devrim sancılı olmuştur öyle değil mi?

14 Aralık 2010 Salı

Hissiyat

Bazen bir ip yumağı gibi hissediyorum kendimi.
Bazı zamanlar saçaklanmış, düğümlenmiş, karman çorman.
Bazen bir kedinin patilerinde mutlu olan bir yumak gibi ve bazense bugünlerde olduğu gibi yokuş aşağı son hız yuvarlanıp gider gibi hissediyorum.

10 Aralık 2010 Cuma

Malumat

Bu hafta çok koşturmacalı geçti. Memo İstanbul dışında olduğundan annem bize geldi. Bende fırsattan istifade evde ertelediğim kaba işleri hallettim. Mesela bazanın altını kaldırıp havalandırmak istiflenen ıvır zıvırdan kurtulmak gibi çok mühim işleri derdest ettim. Çeyizlik örtüleri dantelli yatak takımlarını filan annemin "Çocuğum gençken kullanmıycan da, ne zaman kullancan? " gazıyla yıkayıp kullanıma açtım.

Sonra, salı günü sabanın köründe kalkıp işe gittim. Zira patronu sabah saatlerinde bulmak mümkün sonrasında toplantı için ofis dışında olma ihtimali yüksek olduğundan aldım büyük boy sade kahvemi limonlu kekimi vardım ofisin kapısına. Şaşırdı tabi. Kahveyi bölüştük ve bebekten hayattan ve daha bir sürü şeyden bahsedip özlem giderdik. Açıkçası ikimizde özlemişiz sohbet etmeyi. Asıl mevzuya gelecek olursak, iş durumunu bir olura bağladık gibi. Bir kere evden çalışılacak. Pazartesi ve cuma günü yarım gün işe gelip durum değerlendirmesi yaparız dedik. Şimdilik bu şekilde başlayıp durumumuzu görücez. Kış geçsin baharda oğlumla beraber ofise uğrar bir iki saat takılırız. Yeter ki, kışı bir düzene sokup başarıyla atlatalım. Bu şekilde annemede ayak bağı olmamış olucaz. Tam zamanlı bakma durumuna annem sıcak bakmıyor zaten bende istemiyorum. Ege'nin artık tam anlamıyla gelişim dönemi başlamışken onu bırakmak istemiyorum. İşte bir şeyler yapıcaz bakalım.

Yeniyıl heyecanı sarmalamaya başladı beni. Geçen sene bu aylar hiç hoş değildi. Hem hamileliğin sıkıntıları hem kayınpederimin rahatsızlıkları hayli üzücü bir kış geçirtmişti. Umarım bu kış çok güzel bembeyaz bir kış olur.

Bu aralar tam anlamıyla Uzakdoğu edebiyatıyla sarmalanmış haldeyim. Deli gibi okuyasım var. Bu ay okunanlar bunlardı.



Sırada neler olacak bakalım.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Devrim





* "Söyle ben saçlarımı kestirsem ne olur
Bir baş kaldırma ancak saçlarından tutulur"


*Turgut Uyar

5 Aralık 2010 Pazar

Tuhaflıklar

Sevgili Judy beni çok önce bir mim konusuna davet etmişti ve ben ancak bu pazar günü evin erkekleri uyurken cevaplayabildim :) Zararın neresinden dönsen kardır diyerek başlıyorum.

Mim konusu Garip Alışkanlıklar !!!

Hangi birini sayıyım bilmiyorum ama içlerinden bir kuble seriveriyim dedim.

* Sebebini bilmiyorum ama La Boum serisini izlemek beni çok mutlu eder.



Sophia Marciu aşkımdan olabilir tabi ama altında yatan başka bir neden var henüz bulamadım :)


* Kendimi depresyonda hissedersem hemen Colette'in Claudine'in Evi kitabını okurum. Bu kitap beni çok mutlu eder.


Tahmin edileceği üzere sayısız defa okumuşumdur hatta en son iki hafta önce okumuştum :)


* Çok fazla sayarım. Ardışık sayılarla aramda bitmeyen bir savaş var. Aynı mantıkla halı motifi, dükkan tabelası ve buna benzer diğerleriyle hayatım bazen tam bir kabus!


* Küpe takmadan hayatta sokağa çıkamam kendimi çıplak gibi hissederim. Unutmuşsam filan o gün başıma bir şey geliceğini düşünürüm :(


*Saçlarımın uzun olmasını isterim özellikle gögüslerimi örtecek kadar. Öldüğümde beni kim yıkayıp hazırlarsa muhakkak saçlarımla göğüslerimi örtsün daha huzurlu hissedeceğim kesin!


* Uyurken lahitte yatar gibi uyurum, nasıl yatıyorsam öyle kalkarım ellerimde göğsümde kavuşturulmuş biçimde mumya gibi.

Velhasıl artık sık sık bebek sesine uyandığımdan şeklim biraz bozuldu :)


* Uzaylılara, eski medeniyetlere, kuantuma, kara deliklere ve bilhassa

Atlantis'e bitip tükenmeyen bir merakım vardır.


* Bir gün Hakasya ve Tuva'ya gidebilmeyi istiyorum. Çok çok istiyorum.



* Bir şamanla oturup dertleşesim var :)


* Hastaneleri çok severim. Allah düşürmesin ama kendimi çok güvende ve huzurlu hissederim. Hastanelerdeki geçmişimi düşünürsek bir kez kolonoskopi, sıkça serum yemeye gitmek ve doğum ama yinede hastaneleri seviyorum. Aslında güzel hastaneleri demek daha doğru olur :)

* Bebek olduğundan beridir yerli yersiz sesini duyuyorum.
- Egenin sesi geldi di mi? cümlesi benden en sık duyulan cümle oldu.


Burada bırakıyım zira Ege uyandı. Yazmakla bitmez zaten :)

2 Aralık 2010 Perşembe

Tarihte Bugün

Bin Pişman...

Hayatım tam anlamıyla bir kabusa döndü. Evet kabus. Mide bulantısı sürekli öğürme ve su dahi içememek kabus değilde nedir?

Bayramın 3. gününden beridir hayatım bundan ibaret. İki gündür işe gidemiyorum. Patronum bana inanmıyordur belki. Elimden bir şey gelmiyor işte kafamı dik tutamıyorum. Hep iki büklüm ve mide bulantısının üstüne habire yeni kokular ekleniyor.
Milyon tane gözenekle koku alıyorum sanki. Aç olduğunu bilmek ama yutkunamamak çiğnemenin işkenceye dönüşmesi Allah'ım bu kadarını beklemiyordum. Sinirlerim harap durumda. İçimden ağlamak geliyor ama ağlayamıyorum bile.

İçimde ne var benim yaratık mı?



Demişim geçen sene tam da bugün. Hey Allah'ım nerden nereye?

Hamileliğinin ilk aylarında olan ve benim gibi kusmaktan helak olanlar size sesleniyorum G E Ç E C E K !

Valla geçiyor .Gerçi şimdi bu kelime size çok gıcık geliyordur ama idare edin.

O yaratıklar sonrasında böyle bir şeye dönüşüyorlar hahaha :)


Genel Durumlar

İnsanın hayatına çocuk girince ilkin bocalaması doğal. Ben bocaladım mesela. Yani sadece çocuğa ait olmam gerek gibi hissettim. Memo bile devre dışı kaldı.
Lakin toparlandım. Yine merkezde çocuk var ama başka yönlerede kayabiliyorum.
Şimdi anlıyorum ki, ikinci bebekte bu bocalamayı es geçip hayatımı bir kenara bırakmadan da anne olabilicem.

Ne zamandır yeni kitap alamadım ama işi bırakmadan evvel eve kitap stoklamıştım. Zira dışarı çıkılamayacağının farkındaydım.

Ben oğlumu ana kucağında sallayarak uyutuyorum. Bu sebepten okumaya bolca zamanım oluyor. Elimdeki stok tükendiğinden önümüzdeki hafta ofis ziyaretinden dönerken kitapçıları gezmek farz oldu.

Bir diğer problemde saçlarım! Bu pazar artık saçlarımla vedalaşıyorum. Açıkçası bu kararı vermem benim için zor oldu ama oğlumun her yanından benim saçlarım çıkıyor ve çıldırıyorum. Ayrıca çok zayıfladılar kesilip yeniden güçlenmeye ihtiyaçları var. Bende bel seviyesinden gögüs seviyesine çekmeye karar verdim. Kökü bende nasılsa değil mi? :(

İş konusuna gelecek olursak son kararım işe dönmemek! Evden destekle yarı maaşla filan idare edebilirsem bir müddet daha iyi olurdu. Zira emekli olabilmek için 5 sene kaldı. Ama bu şekilde çalışma durumları kabul görmezse bile dert değil, bende sigortamı dışarıdan yatırmaya devam ederim. Açıkçası tam zamanlı çalışmam gerçekten artık mümkün değil. Bakıcı olayına sıcak bakmıyorum, bakamıyorum. Ayrıca kazandığımı bakıcıya vericeğime çocuğuma kendim bakarım bence daha mantıklı. Annemle yakın oturmuyoruz ve tam zamanlı bebeğe bakması onun için zor bir iş. Diğer yandan 3 yıl sonra ikinci bebeğimi kucağıma alma hayalleri kuran biri olarak işi yeniden askıya almam gerekecek. Neyse işte bakalım zaman ne gösterecek :)

Oğula geri dönecek olursak, beni her geçen gün şaşırtıyor. 4. ay gerçekten bir çok şeyin değişimi oldu. Bir kere artık kendi odasında yatıyor. Bu çok iyi oldu onun için. Benim içinse alışmak zor oldu. 10 gün kadar onun odasındaki koltuğa kıvrılıp uyudum. O değil ama ben ayrı odada kalmaya alışmakta epey zorlandım :)



Gece uykuları güzeldir. Gece sürekli kalkmam ama bazen istisnalar oluyor. Dün gece çok mıkırdadı gidip geldim odasına ama sabah 07:30 gibi ağlayarak uyandı. Hiç ağlamazdı Ege ciddiyim yani vıZırdanmak ayrı ama ağlamak gerçek anlamda ağlamak çok çok istisnadır onun için. Bu sabah ağladı işte hemde içini çeke çeke kendine gelemedi. Hem uyumak hem uyanmak istiyordu. Kötü bir rüya gördü bence. Sonra yanıma yatırdım. Sevindi şirinlikler yaptı. Ardından ikimizde uyuyakaldık. Beraber uyumak çok güzel bir duygu çok.

Artık kendi kendine daha çok oyalanabiliyor, oyuncakları tutmaya daha hevesli. En sevdiği şey boğuşmak :) Sevilsin, okşansın bayılıyor. Aksi bir çocuk değil, uykudan gülerek uyanır ve altı açıldığında dünyalar onun olur. Ayaklarına saldırır, tekmeler savurur. Ayrıca bezimizde artık 4 numara oldu.


Dün elma dilimi yalattım sevdi bence. Biz bir şey yerken sürekli yalanıyor. Bu ay doktor kontrolümüz yok aşı için sağlık ocağına gidicez. Doktorumuz 5. ayda başlayalım meyve püresine demişti ama ben önümüzdeki haftada çıksın vermeye başlıycam galiba. Mesela D vitamini filan verirken kaşığı yalıyor resmen. Bence hazır beklemeye gerek yok :)




Bende 4. aydan sonra daha bir hayata yüzümü döner oldum. Mesela dün evde ekmek yaptım yine. Yemek yaparken beni uslu uslu seyreden Ege sayesinde tabi. Önceden mızırdanırdı artık oyalanıyor beni izliyor ve heyecanlanıyor. Banyo yapmayı çok seviyor ama havluyla kurulamaya başlayınca kıl oluyor bana. Aksi aksi eüüvvlüyor. Yaz gelsin hep suda bırakıcam :)



Genel anlamda çok güzel bir 4 ay geçirdik. İlk iki hafta ben kendi adıma dengesizdim. Süt sorunu emzirememek filan ama sonrasında hayat daha güzel gitti. Çok kasmamak lazım biraz akışına bırakmak gerek. Benim gibi pimpirikli biri için zor ama ne yapalım denemek gerek.



Di mi Ege?

29 Kasım 2010 Pazartesi

Kısaca

Fazla söze gerek yok. Oğlum 4 aylık oldu daha ne olsun ki. Ömrümün en güzel 4 ayı geçti gitti, şimdi doyasıya diğer ayları yaşamaya. Oğul sen benimsin ya, başka bir şeycikler istemem.

20 Kasım 2010 Cumartesi

...

Mutlu olmak için görme, bilme, çok düşünme...

Yapabilenlere ne mutlu.

11 Kasım 2010 Perşembe

Voila !

Dün ikindi sonrası şahane bir şey oldu. Ege yatakta yüzü koyun yatarken pıt diye sırt üstüne döndü. İnanamadım tekrar yüzüstü koydum hop bir daha döndü. Nasıl sevindim anlatamam. Sanki yürümüş gibi bir şey oldu benim için. O kafasını devirip kolundan destek alması filan Ay, büyüyor oğlum ya!
Zaman gerçekten su gibi akıp gidicek. Bugün sırt üstüne döndü diye sevindiğim oğlum, yarın bana gece geç gelirim bekleme filan diyecek ama ben genede bekliycem ühühühüh! anne olmak ne zor Allah'ım!!!
Çok çabuk büyüme Ege lütfen.

Bendeniz bütün gün evde olunca normal olarak tüm gün Ege'ye sarıyorum :) Onu şekilden şekile sokup gülmek en büyük eğlence. Yarın bir gün tüh! maymun etmişin beni anne diyecek belki ama yok yok , benim oğlumun espri anlayışı annesinden kat be kat fazla olacak bence :)


İlk önce masum yavrunun uyanması beklenir.



Uyandığında gülerek uyanan tatlı bir oğluştur çünkü.



Az koklanır filan tabi koklarken benim saçlarla Ege bir bütün olur.



Doğal olarak aşağıdaki pozlar çekilmeden durulamaz.







Bu arada annenin fena halde kuaföre ihtiyacı vardır.



Bu acı gerçek gün gibi ortadadır :D

10 Kasım 2010 Çarşamba

Saygı

Yazmak istememiştim ama yazıcam! Oturduğum mahallede saat dokuzu beş geçe ne bir siren sesi duydum ne kornaya basan insanlar. Bugün 10 Kasım bilmem hatırladınız mı ?
Yazık, utandım yine bu sabah. Bu duyarsızlık nereye kadar devam edecek ???

Kucağımda oğlumla dışarıya baktım. Benim gibi bu muhitte oturan ve bu durumdan içi sızlayan diğer insanlarla aynı şeyi düşündüm.

Biraz saygı çok mu zor ?

Sabah Kahvesine Eşlik Edenler

Oğul içeride uyumakta anne kahve kupasını önüne almış internette dolanmakta. Klima servisini bekliyor itinayla. Balkonunda bir kucak strafor birazdan bızzzztttt sesleri ayyuka çıkmadan Ege'nin odasına kaçma derdinde. Klimacı erkenden gelip gitse ne güzel olurdu o zaman ana oğul rahatça koklaşır sarılırlardı. Anne Umutsuz Ev Kadınlarının yeni sezon bölümlerini izleyecek, oğul ellerini her sabah yeniden keşfetmenin tadını çıkaracaktı. Yok klimacı geç gelirse neler olacak bilinmezdi.

Kahve soğumadan güzel bir yudum alınsın önce. Oh! ne ala. Ne lezzet, ne koku. Bir yerlerden keş para düşse elime hemen bir kahvehane açardım. Cafe değil, kahvehane. İçeride her çeşit kahve ve kahvenin eşlikçisi nargile. Bir köşede büyükçe bir kütüphane. Gelen giden kitap okurdu. Kütüphaneye kitap bırakmak almak serbest olmalıydı. Ne hoş olurdu.

Artık bende umutsuz bir ev kadını olduğuma göre, ister istermez ara sıra televizyonu zaplıyorum. Martha Stewart eşliğinde çaylar içiyor, kadın programlarına göz atıyorum. Ama beni hoşnut eden şey internetten dizi takip etmek. Israrla devam ettiğim Scrubs :) Fringe (Meraktan ölüyorum resmen), House M.D. , Grey's Anatomi, How I Meet Your Mother, The Big Bang Theory, Desperate Housewives, Gossip Girl gibi dizilere yenilere eklendi. Mesela Weeds! 3.sezondayım :) Sonra en baştan C.S.I NY başlıyım filan diyorum. Günler böyle geçiyor. Açıkçası beni doğum sonrası depresyon veya adı her neyse ondan çıkaran yegane şey diziler oldu. Bilhassa o dönem başladığım Grey's Anatomi :D
Mesela yeniden Battlestar Galactica'ya başladım dün. Sylonları özlemişim.

Hah! Ege uyandı. Tam zamanında. Kahvenin son yudumunu almış ve artık gün başlasın demişken. Gidip gıdıya gömülme seansı alıyım bir kuble :P

9 Kasım 2010 Salı

Birikenler

Üstümde acayip bir tembellik var. Her şeyi sonra diyerek öteliyorum. Oysa yapılacak ne çok şey var.

Her şey bir tarafa Ege'nin önceliklerini yazmayı ertelemiyim bari diyerek laptopu kucağıma aldım. Ayağımın altında ana kucağına sıkışmaya çalışan Ege'nin mızırtısı eşliğinde bir iki not düşeyim dedim. Nasılsa dünden kalan pırasa ve sebzeli bulgurum var. Yemek yapılmayacak yani bu daha fazla yayılmaca demek :)

Valla hangi gündü unuttum Ege'ye mevlüt okuttuk. Bir dakika galiba ekim ayının sonlarına doğruydu. Tam tarihe üşenmeyip bakayıp bari. Hımm, 21 ekim perşembe günüymüş. Lakin tek kare fotoğraf çekmek aklıma gelmedi. Bebek mevlütünde adetmiş mevlüt sonunda kadınlar kucaktan kucağa geçirip dua okudular. Kuzu gibiydi çok şekerdi. Neden bilmem gözlerim doldu. Tekbir sesleriyle en son benim kucağıma geldi. Sıkıca sarıldım kuzuya sanki kapacaklarmış gibi. Başka kucaklara gitmesi bile dayanılmaz bir durum :)



Sonra geçen hafta 3. ay sonu doktor kontrolümüz vardı. Kilo: 6.40 kg. Boy: 61 cm. Bu ay Rota aşısını oldu Ege. Bunu devlet karşılamıyormuş. Özel sigortadan faydalandık. Hoş özel sigorta olmasada yaptıracaktık. Birde 2. dozu var 5. ay sonunda. Önümüzdeki ay kontrole gitmiyoruz gerek yok dedi doktor. 5. ay sonunda gidicez. Lakin 4. ay sonunda Sağlık ocağına aşı olmaya gitmemiz gerekecek. Sağlık Ocağından öyle çok dert yandık ki, en sonunda daha büyük düzenli bir binaya taşınmışlar. Oh be! söyleye söyleye en sonunda becerdik :)



Sonra bu pazar günü Memo ve ben Nevizadeye kaçtık. Annem Egeyle beraber takıldı bizde mahsuscuktan Ege yokmuş gibi davrandık ama rakıdan alınan ilk dubleyle muhabbetin tek konusu Ege oldu.



Fotoğraf mak. resimlerine baktık durduk. Fakat arada böyle kaçamaklar iyi oluyormuş bunu anladık :)




Geçen hafta ben iş durumları için ofisede gittim ama bir sonuca varamadım. Patron toplantıya tüymüş bende ofisdekilerle takıldım. İki katlı olan ofisin benim olduğum ikinci katında hayat resmen bitmiş. Tamamen bitkisel hayattalar. Yokluğumda dört beş kişi alınmış işe. Bir baktım İTÜ'nün matematik bölümü bizim kata toplanmış :) Yani demem o ki, okuldan yeni mezun körpe mühendis adayları yetiştirme adı altında toplanmış. İş öğrenme derdindeler fukaralar.

Sonuç olarak ben işe tam zamanlı dönmeyi düşünmüyorum. Kabul ederlerse ne ala olmazsa çıkışımı alır sigortamıda dışarıdan yatırırım.

Bu haftaya dönecek olursak Ege biraz beni üzüyor. Yemiyor. Dişleri önümüzdeki ay çıkacak bence. Tüm gün yumruklar ağızda salya gani ve birde biberonu tükürmeyi öğrendi ki tam oldu. İştah kesintisi diş yüzünden olabilir mi? Ateşi veya ishali filan yok. Ama yemiyor işte. Açıkçası bende elinde kaşık çocuğun arkasından koşan biri olmadığımdan, bir iki zorluyorum bakıyorum gerçekten istemiyor o halde ne zaman istersen diyor ve baskı yapmıyorum. Çünkü aynı şey bana yapılsa acayip kızarım. Ama var bu işte bir iş ben diş diyorum bakalım başka bir şey olmaz inşallah. Genelde bütün gün sırıttığından varsa yoksa kakari kukara hoplayıp zıplayıp annem beni mıncırsın derdinde olduğundan endişelenmiyorum :)





Bu haftanın en berbat kısmıysa dış cepheye mantolama yapılması :( Beynimiz oyuluyor her gün. Ege bile alıştı ilk etapta kollar havada titriyordu ama şimdi iyi. Camlar filan rezil durumda. Birde dış ünitenin ve Digitürk anteninin sökülmesi gerekiyor ki hiç yoktan servis parası bayılıcaz. Klima servisini aradım yarın gelecekler. Diğerinide Memo arasın. Böyleyken böyle işte.

6 Kasım 2010 Cumartesi

Pıffff


Ne zamandır kendim için yaşamıyorum. Hoş değil. Sorumluluk sahibi olmak iyi güzel ama bende ibre fena halde şaşmış durumda. Çocuklu hayata bahane bulmak kolay belki ama önceside farklı değildi ki. Bu gidişatta Ege'nin payıda var ama yaradılış neyse o işte yıllar geçtikçe daha bir kötüleşiyor sanki.

Bugün kendim için yaptığım tek şey banyo yapmaktı. Oysa aklımda çok başka hayaller var. Yapılabilir ama ben yapamam. Çocuğumuda yanıma alıp başıma buyruk aklımın estiği yere gitmek bana o kadar ters ki. Neden böyle sanki.

Gerçek hayata dönersek ilk olarak biberonları yıkamam gerek. Yatak odasını halen toplamadım ve toplamak istemiyorum. O dağınık yatak tamamen ruh halimi yansıtıyor. Bugün gerçekte yapabileceğim yegane şey Egenin tatlı gülücükleri ve şamatasıyla günü bitirmek olacak. Burnumu gıdısına gömecek ve öylece kalacağım.

2 Kasım 2010 Salı

Kim O ?

Zil çalıyor yine.
Hoparlörden soruyorum;

-Kim o ?

-Ben, ben Yurdagül'ün bacısı

-???


Akabinde iç ses;

- Bak sen! o kadar kendine güveniyorsun yani. Yurdagül'ün bacısı olarak her kapı bana açılır diyecek kadar iddialısın. Hiç tanımadığın bir zile gönül rahatlığıyla basıp aman canım ne olcek Yurdagülün bacısıyım ben aç ayol derim oldu bitti diyorsun yani. Lakin bilmediğin bir şey var ki, karşına çıkan benim şekerim. Birincisi Yurdagül kimdir hiç bir fikrim yok, ikincisi tanısam bile ne biliyim kardeşi olduğunu ayrıca bana ne yahu Yurdagül'ün kardeşiysen onun hangi katta oturduğunu bilmiyor musun? Doğru zile bassanaaaa !!! Durduk yere çocuğumu uyandırmasanaaaaa!!!

demiyor, kısaca hoparlörden sesleniyorum;

-Yurdagül kim bilmiyorum tanımıyorum kapıyıda açamam kardeşim doğru zile basss !!!!

Şimdi niye bu kadar çemkiriyon demeyin. Zira neden bilmiyorum apartmana gelen herkes benim zilime basıyor. Paket servis getirenlerden, suculardan kargoculardan onun bunun bacılarından bıktım artık. Kimse nereye geldiğini ve zilini bilmiyor mu? Benim zili cazip kılan nedir acaba?

Zili söküp çıkartıcam o olucak sonunda.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Gezmeye Gittik


Dün aile hayatımızda bir ilk yaşandı. Hastahane dışında ilk kez Ege'yi pusetine koyup gezmeye gittik. Bunun için tam 3 ay beklemiz ne kadar acınası düşünün. Buna da şükür.
Daha önce Ramazan Bayramı için Karabük ve Kastamonu'ya gittik ama o sayılmaz çünkü evden çıkıp eve girmişti. Sonrasında bir kez teyzeye kahvaltıya arkasından bir kez anneanneye haftasonu yatıya ve sonrasında halasına gezmeye gitti Ege ama dediğim gibi pusetle gezmeye hiç gitmemişti. Geçen ay Sağlık Ocağına aşı olmayı saymazsak bu anne ve babasıyla gittiği ilk geziydi. Bu seferki gezimiz güneş yüzü görsün maksadıyla olup kısaca Kanyon'a kadar gidip kahvaltı etmekten öteye geçmedi ama eylemlerimiz sürecek.

Lakin Memo'da bende puset konusunda acemiyiz. Hele bizim semtte bebek arabası sürmek kamyon şoförlüğünden daha zor. Ben ki markette market arabasını zor zapteden biri olarak bebek arabasını nasıl sürecem diye epey hayıflandım. Ama olacak gibi. Tekerlere dolanmam an meselesi fakat en zoru kaldırıma arabayı kaykıldatıp çıkartmak ki şu an bunu pek gözüm yemiyor. Sıkı kol kası yapmak lazım. Tek başıma çıkamam gibi ama havalar güzel giderse buna teşebbüs edebilirim yoksa Ege evden dışarı çıkamıycak. Anne olmak ne zor ya! Öğrenilecek çok şey var.

Yarınsa 3. ay kontrolümüz için hastahaneye gidicez. Kilo boy ne alemde merak etmekteyim. Sonra Ege epey tükürük üretmeye başladı ve yumrukları hep ağzında dişleri erken çıkabilir mi? 6. aya kadar beklemeyecek sanki. Birde kavanoz mamasından tattırmaya 4. ayda başlarız demişti doktor. 4. ayın sonunda mı? yoksa şimdi bu ayının içindeyken mi? diye sorucam. Aklımda başka bir şey yok. Bu ay çok hareketlendi. Bir şeyleri tutmaya yöneliyor ama tam anlamıyla tuttuğu bir şey yok birde ilgisi çabuk dağılıyor. Lakin epey gürültücü. Uzun uzun uluyor :) Eüüüvv, eüüvvv, ııımmmmm, ııımmmm en favori sözlerimiz. Birde doyduktan sonra kedi gibi mırıldaması var hasta oluyorum :) Yani pek tatlı , pek şeker kendileri.

İş konusunu düşünüyorum sıkça. İşe dönme konusunda çok kararsızım. Bir kere sabahtan akşama ofiste kalmam mümkün değil.Bakıcı olayına girişmem hiç mümkün değil. Annemide bu yaşta buna mecbur edemem. Ayrıca bebeğimi kendim büyütmek istiyorum. Dediğim gibi evden çalışmayı kabul ederlerse ne ala. Haftada bir iki gün bir kaç saatliğine uğrayarak olacaksa varım diğer türlü mümkün değil.
Ev beni sıkıyor doğru ama Ege için bunun daha doğru olduğuna karar verdim. Çarşamba günü görüşmeye gidicem bakalım ne sonuç çıkacak.

Durumlar böyle işte. Ben kaçıyım mama yapmam lazım. Ege'nin eeeüüvvvleri fena halde sıklaştı :)

29 Ekim 2010 Cuma

3. Ay


Ege bugün tam 3 aylık oldu.



Doğduğu günden bu yana çok değişti ama değişmeyen tek şey bakışlardaki cinlik :)

24 Ekim 2010 Pazar

Özledim

En çokta İETT otobüsünün arka koltuğuna oturup, kafamı cama dayayarak kitap okumayı özledim. Otobüsün o tatlı ahenginde sanki içeride kimse yokmuşcasına rahat ve keyifle sayfaları çevirmeyi ve okuduğumu kendi hayatımmış gibi düşünüp hayaller kurmayı...


Bunu yapabilenlere ne kadar imrendiğimi fark ettim bu sabah.
Ah! Peri beni çok hassas bir yerden vurdun bugün :(

19 Ekim 2010 Salı

Top 5

Yeliz beni sobelemiş. En çok tıklanan ilk beş yazın hangileri ola?
Bir baktım hepsi Ege doğduktan sonra yazdıklarım.
3 numaralı yazı hamileliğin son demlerindeyken yazılmış. Diğerleri doğum sonrası mızmızlandığım ve sizlerinde eksik olmayın sırtımı sıvazlayıp geçecek diye moral verdiğiniz yorumlarla dolu. Bu vesileyle tekrar hepinize teşekkür ederim. Çünkü bu aralar pek yorumlara cevap yazamıyorum. Post girersem yorumlar cevapsız kalıyor, yorumlara cevap yazarsam post giremiyorum Ege işime çomak sokuyor :)


Benim blogun en çok okunanları sondan başa doğru şöyle sıralanmış;

5
4
3
2
1

İnsanların bana ulaştığı bloklarsa ilk 5 şöyle;

1- Anne ve Bebişi

2- Su gibi

3- Sibelin Kahvesi

4- Lalenin bahçesi

5- Hülyanın Tunası

diğer bloklarsa;

Açalya, Asortik Krep ve Aslıcin.

Bu blokların hepsi sevdiğim takip ettiğim ve sayfalarındaki okunanlar listesinden benimde istifade ettiğim bloklar.

Gogoldan hep Bahar Karları veya Ruhdagı diye aratılmış ama arada saçma şeylerde var oda başka bir konu zaten :)

Ege uyandı çığlıklar arşı delmekte ben kaçtım :)

18 Ekim 2010 Pazartesi

Bugün Pazartesi Di mi? İnsan İşe Gitmeyince Fark Edilmiyor :D


Yine gözü akıyor :( Damla kullanıyorum ama bu sefer iki günde düzlüğe çıkamadık maalesef.

Bu bizim her sabah olan klasik sabah oynaşmamızdan. Ege büyüyor bende yerimde saymıyorum tabi :)

Mesela evin gıcırdayan parkelerini ezbere biliyorum artık. Nereye basarsan gıcırdar, ne yaparsan az gıcırdar itina ile öğrenildi :) Birde şunu fark ettim, Ege uyurken ne kadar az ses çıkarmaya çalışırsam tam tersi acayip gürültü yapıyorum.
Ay! aman, hay aksi, tüh beaa! hassixtir yahu! gün içinde benden sıkça çıkan kelimelerden bazıları :D

Hem ayrıca ben evde Ege uyurken sessiz olmaya çalışsam bile, üst katta oturan dekoratör aile sayesinde evden gürültü eksik olmuyor. Her daim bir koltuğun veya komidinin yeri değişiyor zira bir evde bu kadar gürültü çıkmasını ben böyle çözümledim kendimce :) Onlardan nefret ediyorum.
Evet açıkça söylemekte bir beis görmüyorum. "Üst katımda oturan insanlardan, gerçi tam olarak insanlar mı emin değilim ama öyle varsayıyorum, N E F R E T ediyorum!"
Sentor olma ihtimalleri olabilir mi? Hani şu mitolojide adı geçen yarı at yarı insan varlıklar. Zira, bir insan evladının ayağında toynak olmadan yürürken bu derece ses çıkarması mümkün değil! Hımm, arada koşuyorlar bile.
Her sabah tepemde bir şeyler çırpmalarından, balkonumun saç dolu olmasından, gece gece deli gibi gülmelerinden filan her şeylerinden nefret ediyorum.
Ayrıca varlıklarıyla bloğu işgal ederek aslında yazacağım postumun içine ettiklerinden dolayı daha bir nefret ediyorum :(
Ne yazacaktım unuttum. Çünkü tepemde resmen harfiyat çalışması var!!!

*** Yeliz'cim favori 5 yazı olayını yazıcam ama ancak gece yazabilirim. Birazdan Ege kalkar. Zaten baktım hepsi Ege doğduktan sonra yazdıklarım. Link vererek yazmak uzun sürer diye geceye pasladım. Çünkü şimdi internetten dizi izliycem :) Ev leş gibi ayrıca yemek yok ama ben gidip dizi izliycem. House, Grey's Anatomi, Fringe, The Big Bang Theory, How I Met Your Mother gibi dizileri takip etmezsem bir yerim eksik kalır çünkü :D
Gece yazıcam valla tamam mı? Öpüyorum seni :)

11 Ekim 2010 Pazartesi

Meyveli Yoğurt

Hayatımızda bazı anlar vardır ki onların yeri hiç bir şeyle doldurulamaz. Merak kediyi öldürür derler ya doğru öldürür.

Seneler evvel özel kanallar yeni çıkmışken ve artık reklam dünyası daha bir çeşitlenmişken, belki çoğu kesimin bildiği ama bizim gibi orta halli ailelerin pek bilmediği çocuk kısmını cezbedebilecek ürünler kol gezmekteydi. Annem oldum olası dışarıdan yememize karşı olduğundan, ben hamburgeri liseye giderken acaba annem öğrenir mi? korkusuyla tırsarak yemiştim. Pekte bir haspaya benzetememiştim hatta ilk kez kantinden hevesle aldığım sosisliden koca bir ısırık almış, yutamadan geri çıkartıp sosisliyide çöpe atmıştım. Seneler geçtikçe müptelası olacağımı bilemezdim tabi :)

Neyse işte ,o ilk zamanlara geri dönersek, ben sanırım ortaokulda Banu'da ilkokuldayken, meyveli yoğurt reklamı dönüp durmaktaydı ekranda. Hangi markaydı şimdi hiç hatırlamıyorum hatta hangi meyveliydi onuda bilemiyorum ama meyveli yoğurt bizim için kutsal bir nesneye dönüşmüştü. Yasak meyveye kavuşmaya çalışan fukaralardık. Ne yapsakta alsak?, nasıl ulaşsak? tek derdimiz o meyveli yoğurttu. Annem iki cihan bir araya gelse bize o neüdüğü belirsiz şeyi almazdı, aldırmazdı da! O zaman harçlık biriktirilecek, olmadı üç beş kuruş anne cüzdanından aşırılacak ( Allah günah yazmasın diye bin kere tövbe edilerek ) bir biçimde gizlice alınacaktı.

Bunun için en uygun zaman annemlerin teyzeme gittiği bir akşamdı. Biz iki kafadar evde tek olduğumuzdan, bunu yapmak için gayet uygun bir zaman diye düşündük ve ben elimde bozuk paralarla caddenin karşısındaki markete doğru hevesle depara geçtim. Heyecanla yoğurdu alıp nefes nefese eve geldim. Banu dişlek bir biçimde sırıtıyor, saçlar Sezen Aksu model, kahküllü. Ben yüzümde aptal sırıtışımla yoğurdu açıyorum ve bu kutsal dakikalara ulaştığım için acayip mutluyum. O ilk tadış anı tarifsiz! Zira ben ve Banu orada dünyanın en güzel şeyine bakıyoruz. Bizce çok lezzetli olan o meyveli yoğurda acayip bir kutsallık yüklemiş durumundayız. Kötü olma ihtimali yok, olamazda zaten.

Koca bir kaşık yoğurdu ağzıma götürüyor ve yüzümdeki o sırıtışla donakalıyorum. Kusmakla kusmamak arasında gidip gelerek yutuyor ve Banu'ya iğrençmiş diyorum. Ama Banu o kadar kötümser değil, yeniyor diyor.
"O kadar kötü değil". Ah! Banu'nun bu romantik hali beni hep büyülemiştir lakin ben gayet rasyonalist bir biçimde yok diyorum yenmez, yeme! atalım bunu çöpe iğrenç bu be!!! Öksürük şurubu bile daha lezzetli. Atalımda çöpte bulunması büyük risk. Yakalanmamak gerek. Bendeniz itinayla çöpün en altına kutuyu yerleştiriyor, ceset gömen birinin titizliğiyle tüm delilleri yok ediyorum. İçimde kırılan bir şey var. Yani halen anlayabilmiş değilim. Hayal ettiğim, o an için yanıp tutuştuğum şey berbat bir şeymiş meğerse. Bu bana iyi bir ders oldu. O yoğurt benim hayat felsefem oldu. Asla ambalaja havaya fiyakaya önem vermedim. Birde Banu'yla benim heveslenip fos çıkan her şey için verdiğimiz kod adı oldu. "Meyveli yoğurt"

Asıl mezuya gelelim şimdi. Geçen hafta Memo seyahatte olduğundan annem bizde kaldı. Bunu fırsat bilip, Banu ve ben ufak kaçamaklar yaptık. Ne zamandır aklımızda Ramen yemek olduğundan, cuma günü bu sefer şeytanın bacağını kıralım diyerek Wagamama'nın kapısından içeri girdik ve girer girmezde geyiğin dibine vurduk. Kimsenin anlam veremediği biçimde saçmalayıp güldüğümüz şeyler işte. Annemin sizde zerre akıl yok! yine neye gülüyonuz? diye çıkıştığı konuşmalarımızla, sadece bizim anladığımız bir dilde konuşup katılana kadar gülerek, ramenleri kah çubuklarla hüpleterek kah yanlarında verdikleri kepçeyle suyunu içerek yedik.

Tavuklu ramen bu kadar mı yavan olur? Suyu bulaşık suyundan hallice olup, neredeyse bir avuç kırmızı biber, kara biber takviyesiyle bile bir derece eli yüzü düzeltilen ramenler resmen "meyveli yoğurt" hezimetine dönüştü bizim için :)
Resmen "Bir daha gelmem Davos'a" diyerek çıktık Wagamama'dan!
Mezzaluna'ya gidip incecik pizzaya gömülmek varken, kazan gibi kaselerle kase denmez direk tencere işte!, ramen yemek verilen paraya yazık günah dedirtti. Ramen şahane bir şeydir ama güzel yapıldığında. Az biraz çeşniyle zerzavatla renklense fena mı olurdu? Allah'tan üç dal roka koymuşsunuz bravo!. Sende bol çeşitli alaydın efendi diyeceksiniz ama tavuklu ramen bu kadar sade olmak zorunda mı? elinizi vicdanınıza koyun rica ediyorum. Para veriyoruz buna ya. Peh!

6 Ekim 2010 Çarşamba

Aşı ve Diğerleri

Dün sabah Ege Bey ilk defa Sağlık Ocağında aşı oldu. Üç aşı birden ne feci.
Verem aşısını hastanede yaptıramadım. Doktoru sağlık ocakları ve Verem Savaş Dernekleri yapıyor dedi. Ben kendi semtimin Sağlık Ocağından pek memnun değilim. Moralim bozuldu ve 2.ay kontrolümüzü aşı olamadan bitirdik diye epey sinirlendim. Gözüm oraya gitmeyi hiç yemiyordu. Çok ufak bir yer, Arabayla bekleyecek yer yok. Yazın dışarıda bekleyebilirsin ama kışın ne olacak? Sonra bir sürü hasta insanla bebekler iç içe filan. Yapacak yok, mecbur gidilecek.

Bir haftadır stres içindeyim. Bu hafta Memo yine İstanbul dışında olduğundan iş başa düştü. Ben çarşambaya şartlandırmıştım kendimi ama annem salı bitirelim kafamız rahat etsin dedi. Bu sebepten dün sabah Ege uyanınca, 3 gündür kaka yapmıyor olduğundan azcık gliserin desteğiyle yani fitil dürtmesiyle kaka yaptırıldı. Üst baş değişti ve bebek arabasına yerleştirildi. Bu benim ilk deneyimim. İlk kez bebek arabası sürüyorum. İki aydır hep arabayla seyahat etti ve araba koltuğundaydı bu sefer sağlık ocağı yakın olduğundan ve Memo olmadığından, keza arabada yok tabi iş iman gücüne kaldı.



Bütün olay yola çıkana kadarmış. Sonrası basit oldu ama kaldırımlar çok büyük bir engel. Arabamız ağır, hafif bir puset olmadığından bazen yardım olmadan kaldırıma çıkartmak zor oldu. Her kaldırımda eğim yok ne yazık ki! Belediyeye lanet okuduk bolca. Lakin sağ salim vardık ve arabada kuzu gibi uyuyan Ege, hiç bir şeyden habersiz gülerek uyandı. Bizim sıramızda gelmişti. Boy ve kilosunu öğrenmek için ben onu soyarken, hayatta en sevdiği şey yapılıyor olduğundan (soyunmak!)mest olmuş şekilde sırıtıyordu. Kilo 5,80 gr. , boy 61 cm. dediler.
Sonra deri altından verem aşısı oldu, ardından iki kalçadan diğerleri. Korktuğum kadar ağlamadı. Hızlıca giydirip dışarı çıktık. Dışarıda benim gibi ilk bebeği olan acemi annelerin bakışları altında uzaklaştık. Üzerimizden büyük bir yük kalkmıştı.
Önümüzdeki ay rahatız sonra 9 aralıkta iki aşısı daha var. Aman en zoru şu aşı olma anı. Gözümün içine bakıp dudak büküşü ve bunu bana neden yaptırıyorsun bakışı içimi deliyor. Fakat korktuğum kadar zo olmadı gerçekten. Ateşi filanda olmadı. Her zamanki tatlı civelekliğiyle muzurca gülerek günü geçirdi.

Aşı olayını atlatmanın rahatlığıyla ikindi vakti Banu'yla beraber Kanyon'a tüydüm. Acayip neşeliydim tıpkı bağından kurtulmuş biri gibi nereye gideceğimi şaşırmış vaziyetteydim. Allah'tan yanımda Banu vardı, beni biraz zaptetti. Rutin uğranası yerler sıralamasını yaptık işte. Nerde kahve içsek sorunsalıyla boğuşup en sonunda yine burada karar kıldık.




Ben bazı eksik şeyleri aldım. Çıkarken ayak üstü sosisli yedik ve koşturarak eve döndük. Ege'de yeni uyanmış karnının doyurulmasını bekliyordu.
Bir günde böyle geçmişti işte.

4 Ekim 2010 Pazartesi

4 Ekim

Hayat kısa ama bunu her zaman aklıma getirmek delilik.
Hayat tüm hızıyla devam ediyor. Ben büyüyorum, kardeşler büyüyor. Kendi seçimleri, zevkleri, aldıkları kararları ve bu kararların arkasında duruşlarıyla bunu ispatlıyorlar. Kimi evleniyor, kimi şehir dışında okuyor ve bunlar olup biterken ben kendimi halen 16 yaşında hissediyorum. Halen pazar akşamları içimi ertesi gün okula gitme sıkıntısı sarıyor. Hep içimde okul formasını ütüleme telaşı oluyor. Ben büyüyemiyorum. Yatağında tatlı bir uykuya dalan Ege bana en küçük kardeşim gibi geliyor.

İçimdeki onaltıya kaçma takıntısı bazen aslında otuziki olduğumu pekala bildiğim gerçeğiyle çakışıyor. Mesela bugün. Bugün Banu 27 yaşına giriyor. Ne kadar ağız doldurucu bir söyleyiş. Yirrrmiii yediiii...
Bende ottttuuuzzzz ikiiii !!!

Kutlamaları seviyorum ama giderek bu kutlamalar kendi açımdan dramatikleşmeye başlıyor gibi.



Bugs Bunny, doğum günün kutlu mutlu olsun. Bugün annem erken gelirse eğer, küçük kardeşimi!!! :) ona bırakıp seninle Şarabi'ye gidelim diyecektim. Ama sanırsam annem akşama gelecek :(
Memo'da İstanbul dışında olmasaydı belki akşam pastamı alır gelirdim kapına lakin oda mümkün değil. Yine de bunları yapmışız say olur mu? Öperim gözlerinden. Nice senelere.
(Yirrrmiii Yediii. Tanrım!!!)