28 Aralık 2011 Çarşamba

Bu Aralar



İçmekten keyif aldığım yegane içecek, demlenip soğutulmuş yeşil çay, soda, nane ve limonun birleşiminden oluşan karışımımdı.

İzlemekten keyif aldığım programsa Hell's Kitchen. Ba-yı-lı-yo-rum!!!

Keşfettiğim yegane yiyecek, kırmızı pancar. Voule! ilk defa pancar yapıp yedim ve kerevizden sonra aşık olduğum ikinci sebzenin pancar olduğuna karar verdim.

Beni güldüren ama gerçekten katılarak güldüren tek şeyse Egeydi. Onun kendine has oluşturduğu yeni dili beni gülmekten öldürüyor.

Yapmadan duramadığım şeyse, biter bitmez yeniden pişen kekler. Evde kek kokusu olmazsa kışın bir anlamı yokmuş gibi geliyor.

Sabahları olmazsa olmaz olan şeyse, tazecik mis kokulu fitre kahve.

17 Aralık 2011 Cumartesi

Eylem Planı

Bugün ne zamandır düşündüğüm bir şeyi eyleme dökmeye karar verdim. Asıl hedefim markete gitmekti ama ben bir anda mefruşatçıda buldum kendimi. Demek o gün bugünmüş diyerek beğendiğim üç kumaştan birer metre kestirip, birde 2 kilo silikon ve elyaf karışımı aldım. Amaç yeni koltuk kırlentleri yapmak. Bu sebepten üç metrede ince bir kumaş alıp, kırlentlere astarlık işini halletip eve döndüm. Farkındaysanız kumaşların türleri hakkında hiç bir fikrim yok. Benim için hepsi kumaş.
Memo şaşkın ben daha çok şaşkın. Ne olacak bunlar diye sorunca hiç bir fikrim yok dedim. Memo beni kendi halime bırakıp, arkadaşlarıyla buluşmaya gitti bende elyaftan kızaran kollarımı kaşıya kaşıya, nasıl dikerim diye düşünmeye başladım. Dikiş makinem olmadığından elimde dikicem ama sonradan aklıma kırlentlerin dış kumaşının sökülebilir olması gerektiği geldi. Yoksa nasıl yıkanacak? Fermuar dikmeyi bilmiyorum hele elimde nasıl dikilir? Bende çıtçıt dikip oralarada düğmeler dikmeyi uygun buldum. Tabi bunların hepsini düşünce bazından çok güzel yerlere yerleştirdim ama halen ortada bir şey yok.
Elinde ne diktin bu güne kadar diye sormayın. Evet sadece düğme diktim bir iki tanede onarım tarzı şeylerdi ama zor bir şey değil. 50x50 kırlent dikmek zor bir şey olmasa gerek. İşin aslı kumaşlar çok güzeldi ve almadan edemedim.

Yakında el işi bloguna dönersem şaşırmayın ;)

13 Aralık 2011 Salı

Ay Üssü Alfa'dan Bildiriyorum

Ege hiç bir şeye izin vermiyor. Şu an sandalyeye tırmanıp masaya çıkmak için yapmadığı hokkabazlık yok. Bende ite kaka yazmaya çalışıyorum.

Aslında bir çok şey oluyor ve ben yazamadan bir diğeri oluyor vs. vs. Şimdi bugünlük olanlara geçelim.

Ege tam anlamıyla en iyi arkadaşım oldu çıktı. Birde konuşsa süper olurdu. Şimdilik sadece kuru gürültüyle baş ağrıtıyor. Kimi zaman acayip geveze olabiliyor ve ciddi biçimde baş ağrısına sebep olabiliyor.

Bugün nihayet tam teşekküllü sağlık kontrolü için randevu alabildim. Sağlık sigortamın ücretsiz sağladığı bu hakkımı hiç kullanmamıştım ama bu sene bunu kullanmak istiyorum. 27 aralık için gün aldım. Bakalım neler çıkacak!

Evde hayat tam anlamıyla rutine döndü. Zevzeklik edip mızırdanmıycam merak etmeyin. Kabullendim yani herkes rahat olsun. Aklımda bir sürü şey var fakat sadece düşünce bazında. Yani dünya henüz benim için hazır olmayabilir değil mi? Bir müddet daha eyleme geçmeyi düşünmüyorum. İnsanlık hazır olana kadar beklemede kalıcam ;)

Yeni yıl için her zaman içimde kıpırdayan bir şeyler olmuştur. Depresyonun en karanlık labirentlerinde dolanıyor olsam bile yeni yıl için bir mola verebiliyorum. Hevesle yemek menüsü düşünüyorum çünkü bu sene Ege'de sofrada bize eşlik edecek. Güzel bir sofra kurmam şart.
Bu akşam yemeğimizin olmamasıysa tam bir ironi bence!

Birde evde taze çiçek olması çok güzel bir duygu. Her ne kadar eşiniz değilde, kardeşiniz getirmiş olsa bile taze çiçek gibisi yok.

4 Aralık 2011 Pazar

Gezememe

Ailece gezme özürlüyüz. Memo ve ben birbirimize iyi toslamışız. Ege'de bu düzene kurban gidecek eli mahkum.

Bugün pazar ve havada güneşli diyerek, kahvaltıdan sonra yola çıktık hesapta gezicez sahile doğru. Her zaman olduğu gibi herkesin gezesi geldiğinden bizim gezmemiz mundar oldu. Sahil yolunda bir kalabalık, trafik gıdım gıdım gidilemiyor. Ege'de uyudu. Ne yapsın başka? Pıtı pıtı gidilemiyor ki!.

Bundan sebep Bebekten öteye gidemedik. Baktık olacak gibi değil, kırdık ara yoldan bir yerden benim laf arasında, "Valla şimdiye İkea'ya varmıştık he!" demem üzerine İkea'ya yollandık. Ne yapcaksak orasıda meçhul? Dedim ya, isteyerek yapmadığımız için, iş bir türlü bir yere varamıyor. Velhasıl herkesin İkea'ya gidesi gelmemiş mi? Park yeri yok, dolaş dolaş kavga kıyamet bir yere girdik. Memo'nun acil tuvalet molasını verdik, benim de madem geldik bende gireyim canım dememle ailece huzura erdik. Ege'nin böyle sorunsalları yok o uykudan uyanmış mel mel etrafa bakıyor garibim.
Baktım etrafımız kıyamet ününden kesitler sunmakta, dönelim dedik hiç bulaşmayalım. Tepeüstü'nde bir pideci var oraya girdik. Tahmin edildiği gibi herkesin pide yiyesi geldiğinden popomuzu ilişterecek sandalye bulana kadar az biraz dingildek bir biçimde bekledik. Sonra artık siparişleri unuttuğumuz bir ara pideler geldi. Ben evvela yavrum yesin diyerek onu besledim kuş gibi o ara açlığımda geçti gitti zaten. Benim siparişi paket yaptırıp eve doğru yollandık. Oh be! nihayet eve gelmiştik.
Dört saat İstanbul trafiğinde dolanarak pide yiyip eve gelmiş olmak insanı mest ediyor vallahi.

Bir daha ne zaman niyetleniriz dışarı çıkmaya hiç bir fikrim yok ama yakın bir tarihte gerçekleşmeyeceği kesin!

3 Aralık 2011 Cumartesi

Kabuk

Cumartesi gecem nostaljik şişeden gazoz içip geğirerek ve bugün iyiyim sankim diye hesap kitap yaparak geçiyor.
Zaten çok daraldığımda infilak edip yeniden kaldığım yerden devam ediyorum.

Geçelim bunları, asıl mevzu internete giremiyorum. Her ay bir avuç para veriyorum ama TTNET bana zerre değer vermiyor. Son bir haftadır VINN sayesinde internete giriyorum. Ha! olmasa çok mu dert? değil. Lakin dert kusmaya bir mecra lazım olduğunda lazım oluyor bu meret. Sayısız defa arıza kaydı girmeme rağmen halen bir yere varamadık. En sonunda kapattırıp başka yolları tercih edicem.

Dün ekmek mak. kek yaptım taş gibi oldu. Bende bugün şerbet yapıp dilimlediğim kekin üstüne döktüm. Çakma revani oldu hesapta. Bu uydurma tatlının üstünede kaymaklı dondurma konup yenecek diye umuyorum. Öyle hesap ettim ama sanırım yine elimde patlyacak.
Sıkıntıdan mutfağa dadandım ama gidişat pek bir yere varacak gibi görünmüyor!

30 Kasım 2011 Çarşamba

Manik Depresif Yazılar Seriselleri

Hayat nedense bom bok. Her akşam bir birinden berbat haberleri dinliyorum. Şu an Van'da deprem yardımlarının dün akşam yandığını izliyorum. Kara yollarının depolarında yangın çıkmış. Bebek bezi, battaniye, mamalar ve daha bir sürü şey yanmış. Van bir türlü toparlanamıyor. Bende bu aralar Van gibiyim. Habire artçı depremler yaşıyor, karda kışta dışarıda kalmış gibi beyhude dolanıp duruyorum. İç dünyam tam bir Van!

Dış dünyadaysa bir haftadır mide rahatsızlığıyla uğraşıyorum. Sinirsel mi?, keyiften mi? her nedense midemle aram hoş değil ve migren ataklarım son bir iki aydır her zamankinden yoğun. Açıkça depresyon ben geldim buradayım diyor ama ben kulaklarımı kapatıp duymazdan geliyorum. Haftada bir banyo yapar oldum. Burdan bile, vehametim gözler önüne serilmiş olsa gerek.

Diğer yandan hayatın en güzel varlığı serpilip büyümeye, her gün yeni bir şeylerle beni şaşırtmaya devam ediyor. Ben kendimle haşır neşirken, o alt ve üstlerden azı dişlerini çıkartıyor ve gıkda demiyor ve bense yemek yemiyor nazlanıyor diye dertleniyorum. Her zaman olduğu gibi gülerken fark ettim diş çıkarttığını. Ben bir haftadır hasta halimle koltukta battaniyeyle yatarken, o beni anlar bir uslulukla halıda oyuncaklarıyla legolarıyla oyalandı durdu. Onu hakedecek ne yaptım bilemiyorum. Varoluşumun tek sebebinin Ege olduğunu düşünüyorum. Başka bir halta yaramadığım oldukça belli.

Birde bu ayı kara listeye almama sebep olan bir olay oldu. Ege koltuktan parkeye alnının üstüne düştü ve takla attı. O an uyuştum sanki. Anında alnında ceviz büyüklüğünde bir şiş oluştu. İlk defa düştü. Şaşırdım kaldım. Tam banyo yapıp uyutucaktım ama bir anda olan oldu. Mahvoldum. Açıkçası beni bunalıma sokan etkenlerden biri bu olay oldu. Ona bir şey olursa ne yaparım? Allah'ım canıma kıyarım bu kesin. Ben başka türlüsünü düşünemem. Onu bir fanusta tutamam elbette ama bu kötü düşünceler beni yakında bir akıl hastanesinde fanus içinde yaşatacak diye korkuyorum. Çok keyifsizim bu aralar çok. Aklım sürekli bana oyunlar oynamakla meşgul.

Kendime oyalanacak bir şeyler bulmak istiyorum ama bir türlü bu sis perdesinden sıyrılamıyorum.

Klasik depresif Ruhdağı yazılarından birine daha burada son veriyor, esenlikler diliyorum efendim.

19 Kasım 2011 Cumartesi

İki Sene Önce Bugün

İki sene önce bugün, sabahın ilk saatleriyle ömrü hayatımın en büyük haberini almıştım. Kimseye söylememiş, sadece akşamı beklemiştim ama içimdeki kelebeklerin bir kısmını buraya kusmadan duramamıştım.

Blogumu seviyorum. Biraz hor kullansam bile...

Bu Hafta

İzlediklerim,



Okuduklarım,



...

11 Kasım 2011 Cuma

Homur Homur Homur

Yazamıyorum. Daha doğrusu kendimi salak gibi hissettiğim bir dönemden geçiyorum (evet yine) anlatmak istediğim şeylerin hiç birini kelimeye dökemiyorum aslında işin doğrusu dökmek istemiyorum.
Peki ama neden? çünkü tembelim, miskinim, uyuşuğum. İşte ben!

Bütün gün koca bir hiçlikle geçip gidiyor yine. Sene bitti gitti. Amaçsız ve beyhude dolanıp duran, dert yanan, kendi kendinin kafasını yiyip bitiren tam anlamıyla ruhu bedenine eziyet olan bir adem evladıyım ben. Suçu kapalı havaya atıp sıyrılmak isterdim ama ne yazık ki, ne olduğumu gayet iyi bilen biri olarak parlayan güneşinde çoğu zaman bir işe yaramadığının farkındayım.
Bu ruh haliyle ne hikmetse yeniden Dostoyevski Bey'in hayat öyküsünü okuyup hepten dertlenen bendeniz, Aniiyy! ne hayatlar var bir silkin kendine gel diye kendimi dürtüklemem sonucu olarak, bari bir değişiklik olsun diyerekten bu satırları yazmaya yeltendim.

Istırap ve sara nöbetleri ve dahi parasızlık ve birde kumar aşkı olan Dostoyevski Efendi sana dertlendim bolca ama sonra durup kendime baktım hepten moralim bozuldu. Bu moral bozukluğuyla Ecinniler gibi bir şey ortaya koyamayacağım malumunuz. Bundan sebep en iyi yaptığım şeyi yaparak dert yanayım, kendimden şikayet edip itin anüsüne sokup çıkartıyım dedim. Gerçi beni bu kesmez amma nihayet bir şişe Kalecik Karası ellerinizden öper sanırsam. Gerçi eskisi gibi şişenin sonunu görebilme lüksümüz yok zira çoluk çocuk ve dahi sorumluluk sahibi biri olaraktan, kendime ikinci kadehi hor görsemde bugünlük neden olmasın?

Sizin sara nöbetleriniz varsa benim de mis gibi migrenim var Fyodor Bey!
Ne haber ???

1 Kasım 2011 Salı

Ana Oğul

Bu hafta oğlumla baş başayız. Memo iş için yollarda ve sonrasında bayramı geçirmek için ailesinin yanına geçecek. Bizde ana oğul her anımız sarmaş dolaş bolca kahkaha ve oyun döngüsüyle harmanlanmış durumdayız. Memnunuz mutluyuz.

Bugün fotoğraf mak. boşalttım nihayet. Temmuz ayından beri yığınla fotoğraf birikti ama bir türlü boşaltmadım. Ege'nin doğum günü resimleride dahil ancak bugün bilgisayara yüklendi. Onun sebebine eski fotoğraflara göz attım çok duygulandım.
Bu aralar zaten oldukça tuhaf bir dönemdeyim. Bundan 2 sene evvel Ege'ye bu içinde olduğumuz haftada hamile kalmıştım. Tabi bunu kasımın 3. haftası öğrendim yani kasım ayı benim için çok güzel bir ay. Özel ve anlamlı bir ay. Bu karışık duygular beni içinden çıkılmaz bir duruma sokmaz umarım :)

Öncesi,


ve sonrası :)


Her haliyle güzel ve benim oğlum. Kardeş için biraz daha zaman tanımam gerek ama abuk sabuk dalgalanmalar yüzünden başına dert açıcam gibi Egecik :P

28 Ekim 2011 Cuma

Beslenme

Ben biraz hatalı bir katı gıda geçişi yaptım şimdilerde daha iyi anlıyorum. Zaten bir çok konuda 2. bebekte bu hatalara düşmek istemiyorum dediğim oldukça şey var.

Anne sütü veremediğim için 6. ayın sonunda katı gıda temelli bir sisteme geçtim ve saatle programla gidiyordum. Ege yeme sorunu çıkarmadı ve her sebzeyi yedi ama ben önce kendim tadıyorum ve tadsız tuzsuz şeyler vermiyorum. Gerçekten lezzetli tadları yan yana getirmeye ve muhakkak et, sebze, bulgur, mercimek karmasının olduğu sulu bir yemek tarzını benimsiyorum. Sebze mevsiminde ne varsa onu muhakkak koyuyorum. Karnıbahar, kereviz, pırasa, havuç bu aralar mevsimsel sebzelerimiz. Bakliyatta değişiklik yapıyorum. Mercimek, nohut dönüşümlü olarak ilave ediyorum. Yağ olarak zeytinyağı veya köyden sipariş verdiğim tereyağından ilave ediyorum. Et olarak kıyma, tavuk somon dönüşümlü olarak ilave ediyorum. Böyle bir yemek yediriyorum ana öğün olarak. Sofrada pilav varsa muhakkak yiyor geri çevirmiyor. Yayla çorbasınıda severek içiyor. Makarna, boncuk ufak makarnaysa yiyor ama mesela tel şehriye diline damağına yapıştığında öğürüyor. Büyük daha doğrusu diri lokma istemiyor. Maalesef eliyle bir şeyi alıp ağzına götürmesi mucize gibi bir şey. Elma armut gibi şeyleri yiyor ama diğerlerini genelde atıyor. Bunları yerkende dikkatle izlemem gerek büyük bir parşa ısırırsa anında öğürüyor. Bende sabırsız biri olduğumdan kendim besliyorum bundan vazgeçmem gerek ama ona kendisinin yemesi için ne zaman şans vereceğimi bilmiyorum.

Bu arada sabah kahvaltısınıda halen bulamaç olarak veriyorum. Ama 1 bardak süt, tereyağ, bal, 1 adet yumurta ve bir adet rendelenmiş meyveyi lokma lokma nasıl yedirebilirim? Tahıl karışımı ilave ettiğim bu kahvaltıyı severek yiyor. Sonra ben kahvaltımı ederken kendi yediklerimden ufak ufak ona yediriyorum. Her çocuk farklı olur biliyorum ama bu tarzda devam edersem kendi kendini beslemesini öğrenemeyecek diye endişeleniyorum.

15 aylık bir bebeğin daha iyi bir sofra kültürü olması mı gerekirdi acaba?

24 Ekim 2011 Pazartesi

Deprem Hastalık ve Diğerleri

Ne zamandır bir iki satır yazmak istesem bir şeyler oldu. Dün tam post girecekken deprem haberini duydum sarsıldım. Hep ya biz olsaydık diye diye bugünü ettim. Çocuk sahibi olduktan sonra her şeye çok başka bir açıdan bakar oldum. Çok daha duyarlı hassas biri olup çıktım. Delilik derecesinde analizlere girdim ve başka çocuk yapmıyorum ben diyerek kapattım gece gözlerimi. Bilmem ki saat kaçtı? Kaç kere kalkıp Ege'yi seyredip geri dönmüştüm yatağa. İçimden bu gece deprem olursa Ege odasında mı kalmalı? yoksa yanımda kalsa daha mı emniyette? Peki ya onun odası daha güvenli olursa? Ne yapmalıyım???? Kafamda bin tilki biraz sızmışım. Korkuyorum. Çocuğum olduğundan beri her şeyden çok korkuyorum. Eskiden korkmadığım her şeyden çok ama çok korkuyorum.

Bugün Yurt İçi Kargo'nun Van'a ücretsiz kargo götüreceğini öğrendim. Ege'nin olmayan nesi varsa ve hiç kullanılmamış dört adet emziği ve dört adet biberonu yarın kargoya vericem. Elimden geldiğince maddi yardım yapmaya çalışacak ve tüm kalbimle dua edicem. Dün facebook ortamlarında dönen saçma yazılardan bahsetmek dahi istemiyorum. Faşizm denen belanın insanların beyninden silinebilmesi için neler vermezdim. Cahillikle nasıl baş edilecek bilemiyorum. Bunun gibi şeyler beni deli ediyor. Burda o saçmalıkları yazmak istemiyorum öyle düşünen insanlarla aynı havayı solumak dahi midemi bulandırıyor.

Diğer yandan Ege ilk defa hastalandı. Ateşi yok ama burnu aktı bolca hapşırdı ve bu onu oldukça güldürdü. İki gündür fena değildi ama bugün burnu epey tıkalı ve bu onu sinirlendiriyor. İlaç kullanmıyorum. Mandalina suyu, bal ıhlamur filan idare ediyoruz. Ateşi olmadığından şimdilik sıkıntılı değilim. Bir taraftan sevindim bile. Çünkü hastada olması gerek ne yazık ki! Bağışıklık sistemi için virüs lazım.

Birde çok anlarmışım gibi AVON satış temsilcisi oldum. Sormayın oldum işte. Eline krem sürmeyen biri için tuhaf bir durum ama bunu sonra anlatıyım en iyisi. Şimdi Ege için tavuk suyuna çorba pişirmem gerek.

5 Ekim 2011 Çarşamba

Geldim Burdayım

Evime döndüm nihayet. Uzun bir zaman bir yerlere gitmek istemiyorum. Mecburi aile ziyaretlerinin son noktasını koydum zaten kış geliyor artık bu kadarı kafidir sanırım.

Ev delisi olan benim gibi tipler için gurbet yollarında olmak çok feci bir iştir. Misal ben arabada seyahat ederken eğer akşamsa evlerde yanan lambalara bakıp gıptayla iç çekerim. Ah! ne güzel şimdi onlar salonlarında oturuyor bir işle meşgul oluyorlardır. Çay demlemişlerdir belki veya okudukları kitabın en heyecanlı yerindedirler belki de güzel bir film oynuyordur televizyonda. Böyle iç çeke çeke eve bir dönseydim diye diye varırım gideceğim yere. Gittiğim her yerde oralı olmayı becermişimdir ondan yana sorunum yok ama illede evim derim ne yapayım???

Ege dersen eve dönünce deli oldu. O da anası gibi evini pek özlemiş. Nereye koşacağını şaşırdı. Bende döndüğümden beri çamaşır yıkayıp evi temizlemekle uğraştım. Dizilerimin yeni bölümleri başlamış internetten izlemek kısmet olmadı halen merak içindeyim.

Sonra Ege'nin saçları çok uzadı çok hoş oldu ama habire gözünün önüne dökülüyor. Resmen burnuna kadar uzadı ön tarafındaki saçlar. Bir zaman toka taktım ama şimdi tokayı alıp fırlatıyor habire elinin tersiyle saçını ötelemeye çalışıyor. Annem habire çemkiriyor kessene saçını, kessene saçını, kessene saçını, kess.... nihayet dün aldım elime makası ön perçemlerden kısaltıcam güya. Oraya dönüyorum yok buraya dönüyorum yok kıyamıyorum bir türlü. Nihayet Banu'nun gaz vermesiyle kestim ve elbetteki eski Türk filmlerindeki beslemeler gibi oldu Egecik :D Kınalı yapıncak!
Küçük beslemem benim diye seviyorum dünden beridir. Ama yüzü boncuk gibi oldu elini yüzünü gördük zavallının çok şeker bir şey oldu. Eğer berberde babasının kucağında otururda becerirlerse güzel traş ettiricez olmadı bir müddet böyle takılacak.

Bende aynı tas aynı hamam takılıyorum. Kah çok mutluyum kah çok dertli her insan evladı gibi kendimle bir küs bir barışık yaşıyor ve adam sende bende buyum işte deyip kestirip atıyorum. Bu gidişle bir altın gününe girmeme şuncacık kaldı demişti dersiniz.

24 Eylül 2011 Cumartesi

Gitmeden Önceki Gün

La Roux eşliğinde kahvaltı yapıyorum. Ege yanımda garip dans figürlerini sergiliyor. Kafamda bir sürü ıvır zıvır var. Zira yarın sabah Taşköprü yolcusuyuz. Kış gelmeden gidebileceğimiz son zaman dilimi önümüzdeki hafta olduğundan dede ve babaanne ziyareti amaçlı gezimizi yapmayı uygun gördük.

Bavulu dünden hazırladım ondan yana sıkıntım yok ama bir iki kıvır zıvır şeylerin alınması gerek. Unutulmamalı. Ne bileyim mesela cam rende veya biberon temizleme fırçası veya geceleri Ege'ye eşlik eden titreşimli müzikli kutunun pillerini şarj etmek için gereken alet gibi şeyler.

Bu ara bir sürü kitap okudum ama buraya not düşemiyorum. Bu hafta bu iki kitabı okudum ve ikiside okumaktan keyif aldığım kitaplardı.
Bu özelikle ilgi çekici bir kitap. Çin'de geçen bir dönem kitabı. Kadınların ayak bağlama ritüellerini anlattığı ilgi çekici bir konusu olan bir kitap. Tavsiye ederim. Bu arada, kitap Kanyon D&R'da 4 TL'den satılan kitapların standına konulmuş haberiniz olsun.

Marilyn için söylenebilecek ne olabilir? Kitapta buna biraz cevap bulunmaya çalışılmış. Biyografi okumaktan keyif alanlar için hızla okunup bitirilecek bir kitap. Fiyatı kitapçılarda 20 TL ama D&R'ın internet satışı 14.90 haberiniz olsun.


Dizi sezonu nihayet açıldı. House, Big Bang Theory, Fringe ve diğer hepsi sezonu açtı acayip keyifliyim.

Çay soğumadan bir bardak daha içip evin içine karışmam gerek.
Bana iyi yolculuklar :)

15 Eylül 2011 Perşembe

Küçük Bir Rica

Türkiye'de yaşayan bir kadın olarak istediğim yegane şey, bir sefer olsun marketten prezervatif aldığımda kasiyer gözlerini açarak bana "Bu da sizin mi?" sorusunu sormasın. Veya panik halinde barkodunu okutup kurtulmaya çalışmasın. Genelde bayan olan bu kasiyerlerden sıtkım sıyrıldı. Evet kardeşim bu prezervatif kutusu benim. Mütemadiyen alıyorum ve menopoza girene kadar da alıcam ve korkarım sizin yüzünüzden bu gidişle tez zamanda menopoza giricem!

14 Eylül 2011 Çarşamba

Zaman

Hayatımın bir döngüsü var. Bitmek bilmeyen bir döngü ve ben bu döngünün içinde kayboluyorum. Olduğum yerde debelenip duruyor gibiyim ama aslında bu tamamen benim vesveselerim başka bir şey değil.
Bütün o gülünç kaprislerimi filan bir tarafa atıyorum lakin bazen dolaptan indirip tozunu üfleyip gün yüzüne çıkarıyorum. Sonra bu sıkıcı geldiğinde tekrar kaldırıyorum ve bu sürekli sürekli tekrarlanıp duruyor. Pikapta dönüp duran bir plak gibiyim. Kim bilir belki sizde öylesinizdir. Bu bana mahsus bir durum değildir.

Bu aralar sabah uyandığımda kelimeye dökemeyecek kadar saçma rüyalar görmüş olarak kalkıyorum yatağımdan. Gene çok garip bir rüya gördüm diyorum ama anlat desen anlatamam. Çok ilginçti tıpkı Salvador Dali'nin tabloları gibi rüyalarım var.
Sabahları kafamı toplamam biraz zaman alıyor. Çocuğu doyur, kendini doyur, çocukla oyna, çocuğu uyut ve bir şeyler izle veya evi sil veya oku. Bu klasik sabah programına hiç aksatmadan uyuyor ve açıkçası bundan büyük bir memnunluk duyuyorum. Şikayet etmiyor yiyor, seviyor ve dua ediyorum. Nirvana'ya ulaşmama şu kadarcık bir zaman kaldı.

Kafamda sürekli büyük bir projeye kafa yoruyor gibiyim. Ne olduğunu bilmiyorum ama benim için bir dönüm noktası olacak bir şey olduğunu biliyorum. Ne diye sormayın tıpkı anlatamadığım rüyalarım gibi bir şey. Orada durduğunu biliyorum, hissediyorum ama henüz göremiyorum. Sislerin ardında bir yerde ama biliyorum bir şeyler yapacaksın diyen bir iç sesim var çünkü.

Ve sonbahar. Benim mevsimim her şeyiyle benim. Her gününü, her saatini çok sevdiğim mevsim. Sonbahar seni çok özledim. Sarı yapraklarını, rüzgarını, hafif yağmurlarını ve kahvesini her şeyini çok sevdiğim biricik kıymetli mevsimim hoşgeldin.

7 Eylül 2011 Çarşamba

Tıkanma

Blog kabızıyım bu aralar. Ne oluyorsa oluyor giremiyorum bu bloga.
Çok ayıp ediyormuşum gibi geliyor ve gibisi yok kesin öyle.
Doğum günü mesajlarınız için hepinize teşekkür ediyorum. Herkese tek tek ayrı ayrı sarılıyorum ona göre. Zaten en büyük ayıbı yorumlara cevap yazamadığımda hissediyorum. Özür diliyorum çünkü yorumlara cevap yazmam gerekir. Bu tıkanıklıktan çıkabilmeyi umuyorum.

Neyse, bugüne gelelim. Birazdan doktor randevumuz var. Ege Bey su çiçeği aşısı olucak. Ben postaneden işsizlik paramı çekicem :P filan. Günler hep aynı hep rutin ve aslında bundan gizli gizli memnunluk duymuyor değilim. Çünkü ben Başak burcuyum ve istikrar düzen benim için en mühim şey. Ağız tadımızı bozan bir şey olmadığı müddetçe mutluyum huzurluyum daha ne olsun. Bugün biraz Polyanna gibiyim galiba. Durun yav bu ben değilim ki! Benim şikayet tarzı bir şeyler yazmam gerek. Açıldıkça oda gelir durun bakalım :P

Bu arada Ege büyüdü. Bana resmen arkadaşlık yapıyor. Iıı-ıı diyerek konuşuyoruz. Bu Iııı-lar tonlamasına göre evet hayır tamam gibi manalara geliyor ki, çok şeker. Komik bir durum olduğunda basıyor kahkahayı, dalga geçilmesinden hiç hoşlanmıyor. Ciddiye alıcaksın onu. 13 ayı doldurdu oğlum 14'den yemeye başladık çoktan. Dünyaya gelen büyüyüp gidiyor diyorlardı doğruymuş.

Benim içsel sıkıntılarım bu ara geri sindi veya onlarda kabullendi sanırım benden bir halt olamıycağını. Bende buyum kardeşim ölene kadar kendimle kavgalıyım ne yapıyım???

Önümüzdeki hafta bazı düğünler var mecbur gidilmesi gereken. Ben kendi düğünümde dahil düğünlerden hiç hoşlanmam. Mecbur olmadıkça gitmiyorum. Kendi düğünümle beraber gittiklerim parmaklarımın sayısını geçmez. Lakin Memo'nun iş arkadaşının oğlunun sünnet düğünü var. Yazması bile sıkıcı birde düğünü düşünün peh!. Sünnet için salon tutup düğün yapmak bana resmen eziyet gibi geliyor. Hele altın fiyatlarını düşününce tam bir zulüm. Gitti çeyrek altın :P Üstelik aynı gün yakın bir akrabasının oğlunun nikahı var. Bu biraz daha tahammül edilebilir bir durum. Lakin nikah Ümraniye Evlendirme Dairesi'nde, sünnet düğünü Bakırköy tarafında. Aradaki uçurumun farkında mısınız? İşin birde kıyafet boyutu var ki, onu hiç sormayın. Evde ferah ferah oturup, yiyip içip film dizi izlemenin sonucunda aldığım kilolar yüzünden canım kıyafetlerin içine giymem pek zor oldu. Giyiyorum ama üstümde garip duruyorlar. Tek bir kıyafet buldum ki, en sevdiğim elbisemdir o uydu ve Alman gülle takımının bir üyesi gibi görünmedim çok şükür. Fakat derin nefesler almamalıyım :P Fakat ilgimi çeken şu oldu. Düğün olur giyerim diye ucuzluktan aldığım elbiselerin olması beni hayrete düşürdü. Hem düğün sevmiyorum hem elbise alıyorum. Bu ne yaman çelişki böyle! Severek gitmiyorum ama gidilmesi gerek diyerekten toplumda ayrık otu gibi durmamak adına bir kaç eli yüzü düzgün elbise almışım işte ne yapıyım? Birde evlendikten sonra büyümüşüm ben :) Kına gecesi adı altında yapılan ki, ondan da nefret etmeme rağmen kına gecesi yapmak zorunda kaldım. İşte o gün için aldığım ayakkabılar ayağıma olmuyor. Bir baktım nerdeyse Edith Piaf'ın minik ayakları için yapılmış gibi duruyor. Nasıl yani? Sanırım hamilelik insanın ayaklarını büyütüyor. Valla öyle ben bilmem. 30'dan sonra ayağım büyümüş işte. Gerçi ben kına gecesi yaptığım tarihte 46 kiloydum. Şimdi 53 kiloyum. 1 kilo verdim farkındaysanız. 54 diyordum geçen post. Yani fark etmediyseniz dikkatinizi çekiyim dedim :P

Böyle işte. Kahvaltı tepsisini kaldırmam lazım şimdi. Bulaşık mak. boşaltıp, beyaz çamaşırları çamaşır mak. tıkmalıyım vs. vs. vs...

2 Eylül 2011 Cuma

33

Sevgili günlük, bugün benim doğum günüm. 33 yaşına girdim.
Başka bir şey olmadı. Bu kadar işte.
Saaaaaaaaaaadece 33 oldum...

26 Ağustos 2011 Cuma

Cuma Yazısı

Bazen çok mız mız oluyorum biliyorum. Çok hoşlandığımdan değil ama böyle biriyim işte. Ben mızırdandığım zamanlarda beni babalayan yorumlar yazan çok güzel insanların olmasıysa süper bir şey.

Bu konuyu geçelim şimdi. Canımın çok sıkıldığı o gün Banu ve ben kaçamak yaptık. Memo eve erken geldi ve Ege ona emanet edildi. Biz kocaman hafif balonlardan oluşan ipe sapa gelmez konuşmalarımızla kafa dağıttık :)
Kanyon'da ki pahalı mağazalara girip,(Harvey Nicols!!!) 4000 liralık kotlara baktık. Ben püüh! bunu yer bezi bilem yapmam ayol! diyerek tavrımı koydum :) Bir kot pantalonun 4000 lira olması hadi onu geç, bebek zıbının 250 lira olması beni kendimden aldı. Sinirim tavan yaptı. Aç insanlar var bu dünyada biliyor musunuz?
Her daim fönlü ful makyajlı tezgahtarlara ters ters bakıp çıktım. Şaka gibi. Kot pantolon bu be!


Sonra, Ege kızamık çıkarır gibi kırmızı beneklere büründü. Hayır kızamık değildi peki neydi? Dün doktora gittik alerjik dedi. 6 aydır aynı şeyleri yiyor ne alerjisi anlamadım ama damla verdi birde krem. Neşesi iyi, yaramazlık ve keşfetme arzusu tavan yapmış durumda. Sevimli, mutlu bir çocuk. Ona sahip olmak gerçekten yegane mutluluk kaynağım.

Sonra, bugün Rabbit Hole filmini izledim ve bir sürü ağladım.


Uzun zamandır böyle ağlamamıştım. Demek ağlayasım varmış. İnsan çocuk sahibi olduğunda her şey gerçekten daha bir başka oluyor. Hisli bir yaratığa döndüm. Gözümde yaş hazır bekler oldu.

Memo yarın ailesinin yanına gidiyor. Bayramda Taşköprü'de olucak bende annemde olucam. Yine bavul hazırlamam lazım. Yine yine yine...

Bayramdan sonra diyete başlıyorum. 5 kilo vericem. Peki nasıl? Sadece ekmeği kesip bilgisayar karşısında abur cubur yemeyerek :) Görün bakın demişti dersiniz.
Tabi önce buzluktaki dondurma stoğunun bitmesi lazım :P

Böyle işte. Sonra görüşürüz :)

24 Ağustos 2011 Çarşamba

!'^+%&/()=?

Canım sıkılıyor. Offfffffffffffff! çok sıkılıyor. Ama böyle nasıl sıkılıyor anlatamam.

Bir anda aklıma çok parlak bir fikir gelsin istiyorum. Bir anda acayip zengin olıyım. Canımın sıkıntısı bile çabucak geçerdi o zaman. Allah'tan çocuk var. Can sıkıntısına bir nebze ilaç oluyor. Bazen iç sıkıntısının yegane sebebi olabiliyor ama bazen.
33 olmama çok az kaldı. Ne seksi bir yaş değil mi? Otuzzzüççç :P
Neyse işte 33 oluyorum yani bu demek oluyor ki, halen yapmak istediğim bir sürü salak saçma şeyi yapamadım. Halen ışınlanamadım ve bir uzaylıyla tanışamadım. Sonra işte ünlü biri olamadım. Mucid şeysi... Hımm, sonra bir sürü şey var da kelime israfı olmasın.
Velhasıl 33 yaşına bir yıllık anne olarak girmek dışında bir halt edemedim. Listeden üstüne çizik atabileceğim bir şey yok. Bugün Allah için ne yaptın??? özlü sözünü, bu yıl kendin için ne yaptın? diye değiştirecek olursak, koca bir hiç diyebilirim. Bu yıl kendim için hiiiç bir şey yapmadım keza Allah için'de bir şey yapmadığım gayet ortada. Sanırım bu sene gayet idiot bir biçimde geçirmiş gayet asalak ruhlu bir bireydim. Yıl boyunca yaptığım üç beş şey, okunan kitaplar ve izlenen filmlerdi.

Pöffff! sıkıcı bir gün bugün. Bu yazı benim kadar sıkıcı. Ege'de uyanmak bilmedi. Kalk işte canım sıkılıyor benim sen uyurken :(

19 Ağustos 2011 Cuma

Yemek Daveti

Eskiden yani ilk evlendiğim zamanlar yemekli misafir ağırlamaya çok özenirdim. Evlendiğimiz sene Ramazan'a denk gelmişti. Bu sebepten nerdeyse her hafta sonu ve bazen hafta içi iftar daveti vermiştik. Hem yeni evlileri görmek isteyen arkadaşları hemde kendi ailelerimizi ağırlamıştık. Her davet bir birinden bağımsız olsun aynı yemekler pişmesin diye kafa patlatmıştım.
Ofiste uzun uzun mönü hazırlayıp malzeme listeleri çıkarırdım filan. Açıkçası bu özen hamileliğime kadar devam etti. Geçen sene hamileyim diye oruç tutmadım yemeğede kimseyi çağırmadım. Bu senede herkesi bir arada yemeğe çağırmaya karar verdim. Bu mantıkla cumartesi günü 10 kişilik bir yemek daveti veriyorum. Böylece annem ve Burcu, Banu ve eşi, Memo'nun kızkardeşi Emel, eşi ve çocukları hep beraber olalım dedim.

Cumartesi geldi çattı ama bende hiç bir hareketlenme yok. Birde üstüne bademciklerim şişti. En son ortaokulda böyle bademcik bunalımı yaşamış biri olarak, nasıl olupta bademciklerimin şişmesine vesile oldum bilemiyorum. İki gündür halsiz bitkin ve yutkunamaz haldeyim. Dün antibiyotiğe başladım bugün nispeten gözüm açıldı, yarına da Allah Kerim diyerek halen yemek davetimde ısrarcıyım.

Eskiden olsa deli gibi liste çıkarıp, 1 hafta önceden kafa patlatırdım. Hangi örtüyü sersem, hangi bardağı koysam diye düşünür dururdum. Şimdiyse sürekli yaparım bir şeyler canım dert edecek bir durum yok diyorum. Kafamda hazır hepsi pat pat yaparım ne olacak sanki. Çocuktan sonra mı böyle geniş olmaya başladım bilemiyorum. Üstelik yarın evide temizlemem gerek. Ama önce alışverişi aradan çıkarmam lazım. Alışverişi bugün yaparım. Halim yok ama olsun. Yarın öğlene kadar evi temizlerim. Az dinlenir ikindiye doğru yemekleri pişiririm. Yetişir her şey. Fakat kompostuyu bugünden yapsam hiç fena olmazdı. Tatlıyıda bugünden mi yapsam acaba?

Amaaan yaparım bir şeyler yav! aç kalacak değiliz ya!

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Evde Hayat

Ege uyurken hiç bir şey yapmıyorum. Oturup film izliyorum veya kitap okuyorum. Kendimi şımartıyorum bolca. Biz yemeği oğlumla beraber yapıyoruz zaten. Sürekli bacaklarıma dolanıp Ayyii diyen bir çocukla pişen yemekler o kadar leziz oluyor ki anlatamam :)

Çamaşırları beraber asarız. O yere atar önce, ben yerden alıp askılığa. Evi beraber temizleyemiyoruz ama. Elektrik süpürgesinden hoşlanmıyor. Şimdi artık yürüdüğü için su kovasını hiç affetmiyor. Zaten benimde işime geliyor bu durum. Benim için banyo ve mutfak temizse o ev temizdir. Çamaşırlar yıkanıp yerleştiriliyorsa, mutfakta yemek pişiyorsa ve yazın balkon yıkanıyorsa daha ne olsun. Toz dediğin nedir ki, üflersin uçar gider :D

Bu ara yine Bukowski okuyorum. Piyasada bulamadığım bir kaç kitabı vardı onları buldum. Seviyorum bu adamı. Neyse o. Abartı, mübalağa, şişirme yok. Sadece yazıyor ve bende sadece okuyorum. Fakat aklıma sürekli viski düşüyor onu okurken. Her geldiğinde bir kadeh içsem ayyaş olmam an meselesi olurdu.

27 beden bir kot aldım kendime kilolar umurumda değil. 54 kilo olmuşum ama ne gam. Az biraz daha bekliyorum sonra çok pis diyete gircem. Ama önce Ramazan geçsin :P

Geçen gün Banu Ege ve ben Kanyon'a gittik. Önce pusetinde oturdu Ege sorun çıkarmadı ama yarı yolda salya sümük ağlamaya başladı. Ben bir kez daha mağlup olup kucağımda taşıdım Ege'yi. Güya Midpoint'te yemek yiycektik ama ne mümkün sürekli ayakta olup dolaşma derdinde olan Ege yüzünden Banu sıkış tıkış yemeğini yedi ben ayakta onu bekledim bir yandan limonatamı içip bir yandan Ege'yle ayakta dans ettik. Garsonlarda biz onu oyalayalım siz yemeğinizi yiyin dediler ama Ege yabancı birine hayatta gitmez. Sağolun ama benden başkasında durmaz siz benim yemeğimi paket edinde biz gidelim dedim. Pizzamı paket yaptırdım ( kiloya doyamayan rezil bünye pizza yiycek illa!) sonra Memo'ya telefon açıp bizi al Ege pusete oturmuyor dedim. Evet oturmuyor çocuk pusette. Dolayısıyla yazın gezerim ümidiyle yanıp tutuşan ben eve mahkumum halen. Neden ağlıyor anlamıyorum. Üstelik belli bir yol alıyor beni ümitlendiriyor önce. Ulen bu sefer ağlamıycak diyorum ama ne mümkün bir zaman sonra başlıyor ağlamaya. Kalkmak istiyor filan. Neyse işte bu puset macerasıda böyle son buldu. Artık iyice yolda yürüyecek aşamaya gelsinde elinden tutar yürütürüm.

Bu arada Ege'nin saçları yüzünden herkes onu kız sanıyor. Birde ben pek renk takıntısında olmadığımdan kırmızıyıda giydiriyorum. O yüzden mi? yoksa saçlarının uzunluğundan mı? bilemiyorum. Ama acayip haşarı olmaya başlıyor. Erkek çocuk illa bir deli fişeklik yapıyor arkadaş. Siz ne kadar kız mı? diye sorsanızda, erkek be ya! Hemde ne erkek :) 15 sene veriyorum en fazla. Piyasanın tozunu attırmazsa gel o zaman sor kız mı? diye :D

Böyleyken böyle işte. Akşama balık menüsü var. Balıkları Memo getircek bu sebepten mutfakla işim yok. Ege uyansında biz eğlencemize bakalım ana oğul.

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Zırvalama

Napoli'ye gitmek istiyorum. Üç günlüğüne evet üç gün olsa yeter. Napoli'ye gitmeliyim.

Lakin şu anda John Travolta'nın Yaşıyorum (Staying Alive) filmini izliyorum. Adam yakışıklı beee!

daha doğrusu yakışıklıydı. Maalesef yıllar insanı yoruyor :(

Film 1983 yapımı. Tam benim senelerim. Mümkün olsa 70'li 80'li yıllarda yaşamak isterdim. O zamanlar her şey daha güzeldi bence. Filmler, müzikler, kıyafetler her şey daha güzeldi :)

Pazartesi günleri temizlik günü. Apartmanın diğer hanımları için yani. Ben dans eden adamları izlerken üstümdeki kadın var gücüyle bir şeyler çırpıyor tepemde. Bizim evin hali içler acısı ama elimi sürmek istemiyorum hiç bir şeye. Ev temizliğinden nefret ediyorum. Tekrar başladığımız noktaya geldiğimiz haybeye bir uğraş. Deli gibi uğraş ertesi gün her yerde yine o toz zerreleri. Ben pes ettim artık uğraşmıyorum.

Zaten Napoli'ye gitmem gerek şimdi evle ne uğraşıcam :) Napoli 'ye gidip Pizza Napolitan yemeliyim.

9 Ağustos 2011 Salı

Ben

Nevresimleri değişmiş bir yatağa ilk kez yattığımda hissettiğim huzur duygusunu,

Yağmur yağarken ortaya çıkan o sihirli havayı,

Soğuk biradan alınan ilk yudumu,

Sıcak ekmeğin köşesini kırıvermeyi ve kırılma anında çıkan o çıtırtıyı,

Kerevizin, mandalina ve çileğin kokusunu,

İlk aşkın karnımda uçuşan minik kelebeklerini,

Kışın içilen çorbaları,

Film izlerken kafamı dayayabileceğim geniş bir omuzun olmasını,

Kahve içerken insanları seyretmeyi,

Her aldığım kitabı ilk kitabımmış gibi sevmeyi,

Kırmızı ojeyi,


Severim.


5 Ağustos 2011 Cuma

Sen Ne Güzel Gündün Cuma

Cumanın bir özelliğinin kalmayışı çok üzücü. Cuma artık çok uzaklarda kalan eski bir sevgili oldu bana.

Artık resmi olarak işten ayrıldım. Bana bunca zaman imkan verdikleri için minnetarım tabi ama işte...

Geri dönecek misin? dediler bende dönemem dedim. Dönebilmem mümkün değil çünkü. Bende temmuz ayından beridir işsizim. Tabi dışarıdan devam edebilmem halen mümkün ama bana birden öyle bir soğuma geldiki anlatamam. İşten çıkarılmış olmak ki, gerekçesi vardı ve ne zamandır bunun olacağı belliydi ama üzülüyorum işte. Sigortasız olmayı bünyem kaldırmıyor ne yapıyım? İşsizliğe alışkın değilim. Yani resmi olarak işsiz olmaya!!!

Bende Taşköprü dönüşü İşsizlik parası için başvurdum. 2012 şubat ayına kadar komik bir para alıcam. İşçi Bulma Kurumunda benimle ilgilenen kız yaşımın 33 olduğuna inanmadı. Kimlik bilgilerimi ve kaç senedir sigortalı olduğumu görünce inandı ve çok şanslı olduğumu söyledi kendisi 25 yaşındaydı ama benden büyük gözüküyormuş! o kadar değildi ama az biraz yaşından büyük gözüküyordu. Genç görünmek ne işe yarayacak??? Yüzümle para kazanmıyorum ki! Fotomodel olmadığıma ve yıllarca masa başında bel ve sırt ağrısıyla yaşamaya alışmış biri olduğuma göre nedir yani 33 yaşındayken 23 göstersem ne olur 33 göstersem ne olur?

Aman böyle işte. Canımın sıkkınlığı bundan. Kendimi çöp gibi hissediyorum bazen. Atık kutusundaki her hangi bir nesne gibi. Çocuk büyütüyorum evet çok mühim işler bunlar tamam ama bu ayrı bir şey, benim birey olarak hissettiğim başka bir şey. Annelik başka Ruhdağı olmak başka...

4 Ağustos 2011 Perşembe

Rehavet Havası

Bitmek bilmez bir gudubetlik çöreklendi üstüme. Kalkmak bilmiyor ve benimde kaldırmaya mecalim yok. İster yazın rehaveti de, veya Ramazan'a çamur at ama ne olursa olsun var bir gudubetlik benden söylemesi.

Bu gibi durumlarda benim anladığım kadarıyla bendeniz az biraz depresyonda oluyorum. Bir aymazlık ve boş vermişlikle sarmalanmış durumdayım. Her şeye üşeniyorum. Buna banyo yapmaktan tutta, Teksas'ta rüzgarda uçuşan ot kümelerine dönmüş evimin toz zerrecikleriyle harmalanmış haline dahi gıkım çıkmıyor.

Bendeniz cumartesinden beri annemdeyim. Bu evin çocuğa göre değiştirilmiş olmaması beni strese sokuyor. Her çekmece ve dolabın açılabiliyor olması Ege için cennet bahçesine düşmüş gibi bir hale gelmesine sebebiyet vermekte. Uzun koridorda koşar adım yürümesi odalarda beni araması çok şeker. Eni konu her yere yürüyor artık ve bu yeni becerisi ona tarifsiz bir gurur ve küçük dağları ben yarattım havası vermekte. 1 yaşına giren birisi artık bebek diye isimlendirilmemeli. Eni konu küçük adam havasıyla coşmakta. Dıgıl dıgıl sürekli konuşuyor ve acayip kafa ütülüyor.

Eve dönmek için Memo'nun cuma günü şehre dönmesini bekliyoruz. Memo'yu çok özledik. Bu ara evimizde pek oturamadık. Bizim gibi evine tapanlar için çok zor bir durum. Evimi ve evimin tozlarını bile özledim. Lakin bir an evvel bu ruh halinden sıyrılıp adam gibi yaşamaya başlamam gerek. Yürüyen bir çocuk ve depresyondaki anne yan yana olmuyor.

29 Temmuz 2011 Cuma

Bir Sene Önce Bugün

Bu saatlerde grisini ile açık bir bardak çay içiyordum zira doğuma daha çoook vardı. Doktorum beni görmeye gelmiş muayene etmiş ve bir şeyler atıştır daha doğuma çok var demişti. Üstümde hastahane geceliği kolumda serum + suni sancı karışımı damarlarıma akmaktaydı. Lavman bile yapılmıştı. Göbeğimin üstünden geçen kayışlarla sırt üstü yatıyor, oğlumun kalp atışını dinleyerek vakit öldürüyordum. Annem yanıma gelmiş, beni öyle görünce bayılmış ve ebelerin uğraşları sonucu benim odama çıkarılıp yatırılmıştı :) Arada Memo geliyordu, arada Banu ve bolca geyik. Doğuma hazırlık odasında ben ve ebeler :)

Geçen sene bugün bu saatlerde, ne kadar tam teşekküllü güzel bir hastahanede yatıyor olsamda, doğumu sadece ben ve bebeğim bir başımıza gerçekleştireceğiz diye düşünüyordum. O ve ben. O kimdi? nasıldı? görünce ne hissedecektim???

Oğlumu dünyaya getirmeye hazırlanırken hep elimdeki yegane resme bakıp duruyordum.

Oğlum benim diyordum bugün kollarımda olacaksın.

Bugün bu saatlerde bunları yazıyorum ve odasında uyuyan oğlumu özlüyorum. Her ne kadar arada bozuşup kafasından aşağı yoğurt dökmüş olsam bile iyi bir ikili olduğumuzu düşünüyorum.

Bugüne kadar binlerce kez teşekkür ettim ben oğluma, beni anladığı için ve binlerce kez özür diledim ona daha sabırlı olamadığım için. Ama gayret gösteriyorum. Çok gayret göstermeliyim. İyi bir anne olabilmeliyim. Çünkü her çocuk iyi bir anneyi hakeder.

Geçen sene bugün yattığım o yataktan bugün koltukta oturduğum şu ana kadar öğrendiğim en önemli şey sabır oldu. Sabırlı olmak anne olmanın birinci kuralı bence. Çok çalışmam gerek birde bunu öğrendim.

İstediğin kadar kitap oku, sor soruştur yine de tam bir kara cahilsindir. Annelik yaşamadan öğrenilemiyor çünkü. Aynı olayı başkasından duymak, okumak, anlamaya çalışmakla bire bir yaşamak çok farklıymış.


Daha inşallah yaşanacak çok günümüz var. Öğrenilecek sayısız yeni mesele.

Oğlum canım Egem daha doğmana 9 saat 35 dakika var. Geçen sene bugün bekliyordum halen. Ebelerin mesai değişimleri bile olmuştu. Ben bekliyordum ve daha bekleyecektim. Çünkü doğmak için tam 20:22 olmasını bekliyordun.

Canım oğlum seni seviyorum. Odandan gelen ağlama sesine yetişmek için akşama devam etmek üzere nokta koyuyorum bebeğim.

26 Temmuz 2011 Salı

Medusa Serisi I

Bundan sonra böyle bir bölüm var hayatımda.

Medusaya döndüğüm vakalar!!!


Dün tam bir Medusaydım. Ama ne Medusa. Çok kızdım Ege'ye öfkelendim. Şuncacık çocuğa hönkürmek istedim ama yapmadım çünkü bunun yerine bir kase yoğurdu başından aşağı döktüm.

Olay şöyle cereyan etti.


Bu aya kadar bu kadar ciddi yemek sorunumuz olmamıştı. Kuş gibi ağzını açan çocuk tam tersine döndü. Yani öyle bir modunu yakalaman gerekiyor ki, sorun çıkartmasın. Taşköprü'de geçen zaman ve aşırı ilgi hepten durumu kötüye soktu.

Dün artık tamamen şalterler koptu bende. Öyle bir duruma geldim ki, yemek saatlerinden ölesiye korkar oldum. Öğlen çorba macerası döke saça ite kaka oldu. İkindi vakti yoğurt veriyim dedim. Her zaman bayıldığı yoğurda yine aynı şekilde davranıp birde elime vurup yoğurdun üstüne dökülmesine sebep olunca derin bir nefes alıp öyle dökülmez böyle dökülür diyerek yoğurdu kafasından aşağı döktüm :(
Ne salak anneyim di mi? Getirdiğim çözüme bak. Deli kadın.
Neyse tabi banyoya götürüp güzelce yıkandık, güldük keyiflendik. Çplakken yatağına bıraktım bir dakikalığına bir baktım yatak göl olmuş. Sen yoğurdu dökersen bende yatağa işerim tabi! Sırıta sırıta banyoya gittik yine ve tekrar yıkandık tekrar kurulandık vs. vs.

Yemek konusu beni çok boğmaya başladı. Bu aralar çok bunaldım. Kendim için hiç bir şey yapamaz oldum. Kendime ait bir saatlik bir zaman dilimi istiyorum. Bir saat bile yeterdi. Çocukla gitmek istiyorum ama Ege pusete binmez oldu. Ciyak ciyak ağlıyor. Kucağımda çocukla nereye gidebilirim?

Dün akşam saçlarım elektriklenmiş sinirden. Akşam misafir vardı Ege'nin uykusuda geçe kaldı. Tam uyudu derken yatakta oturup gözüme bakmaya başladı. Bende onun yatağına yanına yattım. Öyle uyudu. Memo'da beni arıyormuş. Yatakta olduğumu nerden bilsin çok korkmuş. Dün o kadar yorgun gergin ve üzgündüm ki, beni balkondan filan atladı sandı galiba :( Paranoyaklık konusunda benden çok önde kendisi.

Dün işte Medusa Serisinin ilkini yaşadım. Korkarım böyle günler daha çok olacak :(
Benim bir molaya ihtiyacım var ne yazık ki!

İlk 9 ay rüya gibiydi, giderek gerçek hayata dönüyoruz işte...

Aptalım di mi? Kim çocuğunun kafasından aşağı yoğurt döker???

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Heves Kursak İkilisi

Tam bir heves oturdum yazı yazmaya lakin inceden bir kaka kokusu gelmeye başladı yanımdaki küçük bücürden. Önce onu temizliyim sonra dönerim inşallah. Pek matah bir şey yazıcak değilim ya, heveslendiydim işte :(

22 Temmuz 2011 Cuma

Havadisler

İki haftadır Taşköprü'de aile ziyaretinin dibine vurduk. Döneli 1 gün oldu. Çamaşır yıkayıp yerleştirmekten sıra gelirse bloguma üç beş bir şey yazıcam lakin şimdilik sadece önsöz yazıyım dedim :)

İstanbul çok sıcak, Ege isilik olmanın eşiğinde ama en önemlisi Ege yürüyor! Tabi canı istediği zaman. Doğum gününe 1 hafta kalan Ege Bey resmen büyüdü.

Ay! bir sürü şey varda şimdilik önsöz, devamı çamaşır ev temizliği filan bir derece hafiflediğinde inşallah.

Özlemişim seni be Blog!

30 Haziran 2011 Perşembe

11. Ay

Ege 11 aylık oldu. Pardon 11+1 !!! :)

Artık tüm gün ayaktayız. Sürekli masanın çevresini ve koltukları tavaf etmekte.
Benim bacaklarıma tutunup yürümesi onun için çok keyifli ama tek başına yürüme eylemi pek göstermiyor. Sanırım yürümek için biraz daha bekleyecek.

Tüm günler keyifli bir derdimiz yok. Uykuları eskisine oranla daha kısa. Azami gündüz uykusu 45 dakika. Bir 45 dakikada ikindi uykusu var.
Gece 21:30 gibi uyursa sabah 07:00 veya 07:30 gibi uyanıyor. Gece uyanırsam devam sütünü veriyorum.
Bazen de bu gece olduğu gibi kesintisiz sabaha kadar uyursak vermiyorum.
Yemek konusunda bir şey danışmak istiyorum. Akşam öğünümüz halen muhallebi ama artık çorbaya geçmem gerek değil mi?

Bizim yemeklerden tatmayı pek sevmiyor. Öğürme refleksi anında hazır. Ama pilava hayır demiyor birde ekmeğe!

Oyun ve eğlenceye hep hazır. Seninde onunla yerde oturmanı istiyor. Sende iştirak etmelisin. İçiçe geçen kutuları pek seviyor. Tekerlekli şeylere yeni alışmaya başladı. Ses çıkaran şeyleri ilk başta pek sevmiyor. Zamanla göre göre alışıyor yadırgamıyor. Bu ay baya baya müzik çıkınca oynamaya başladı. Bu aya kadar coşkulu dans ettiğini görmemiştimm. Bana numaralar yapıyor. Mesela kucağımda uyumuş gibi yapıp bıyık altından gülüyor veya yüz üstü yerde yatıp uyumuş numarası yapıyor. Dalaverelik had safhada yani :) Mutfak çekmeceleri ve buzdolabı kapağını kapatma hastası. Açık kapı dolap çekmece anında itiliyor. İçinde sen var mısın, yok musun ona ne?
Küt!Anam kolum vardı çocuğum benim orda bir dur yavv!! diye feryat figan etmen onu hiç alakadar etmiyor.

Kollarını açıp sarılması şahane bir şey. Çok eğlendiğimizde güldüğümüzde, bana annii diyerek cilvelenmesi tarifsiz bir duygu :)
Arkamızdan ağlamaya başladı artık ve bundan garip bir zevk duyan babasına bazen gıcık olmuyor değilim.

"Memo çık işte çaktırmadan niye üzüyorsun çocuğu???"
" Ya!, çok hoşuma gidiyor :P"
"Ne kadar bencilsin ya! git hadiiiii!!!"



Genel olarak her günümüz tereyağlı ballı ekmek :) En kötü günümüz böyle olsun inşallah.

21 Haziran 2011 Salı

Gün Başladı

Ege sayesinde gün hep erken başlıyor. Öğlene kadar uyumalar filan hep mazide kaldı. Ama iyi oluyor güne erken başlamak. Memnunum. Sabah yedide bir mızırdanıyor pış pışlanıp yatırıyorum belki yarım saat daha uyur. Genelde yedi buçukta ayaktayız.

O uyurken bende kahve yaptım kendime ama önce perdeleri açtım dışarıyı kokladım ötüşen kuşlara ve aşağı mahalleden gelen horoz sesine gülümsedim :)

Bugün karşıya anneme geçiyorum. İki üç gün kalma planım var. Malta erikleri oldu çoktan bensiz yenmemeli :) Bahçede keyif çayları içip, terasta mangal yapmak aşkıyla yanıp tutuşmaktayım. Temmuz sıcağında bile akşamları bahçede otururken, serin olduğundan omzuma hırka almayı seviyorum. Ormandan gelen çam kokusunu içime çekmek çok güzel olucak. Ege içinde, benim içinde güzel bir kaç gün işte.

Fakat bu güzelliğin ön hazırlığı biraz zahmetli. Evvela bavul yapılmalı. Dört mevsimi içine alan bir karma olmalı! Mamaları, yoğurtları, biberonu, cam rendesi, ıvırı zıvırı konmalı. Banyo malzemeleri, kremleri, ateş ölçeri, ilaçları! ne olur ne olmaz konmalı. Sonra mama sandalyesi, paston puset, konmalı. Park yatak annemde durduğundan birde yatak taşıma zahmetinden yırtıyoruz. Nihayet kapıya çıktığımızda, sefere giden ordu gibi bir şeyle karşılaşıyoruz. Mırıl mırıl söylenen bir adet Memo! Her seferinde muhakkak "mama sandalyesini götürecek misin?" sorusunu sorması, benimse EVET! demem klasik rutinimiz. Her çocuklu böyle mi? yoksa ben mi böyleyim? bilemiyorum. Biraz pimpirikli olduğum doğru ama alınması gerekeni almam gerek ne yapabilirim ki ???


Dün akşamsa Banu bize geldi. Ege tüm hünerlerini teyzesine sundu. Meğersem Latin müziği çıkınca el çıkıp popo üstünde dans ediyormuş Ege Bey. Dün akşam ilk defa şarkı eşliğinde coştu. Biraz videoya aldım. Çok sevimliydi.

Önden Kanyon'da buluşup azıcık turladık Banuyla. Alınması gereken bir iki ıvır zıvırı aldım ama saatin altı olduğunu duyunca, eyvah geç oldu diyerek ikimizide eve sürükledim.
Garibim Banu böyle durumlarda topuklu ayakkabılarla bana yetişmek zorunda kalıyor. Yine de zarif, yine de çok hanım hanım acele acele yürüyor yanımda. Bense bağından çözülmüş bir inek gibi saldur savuş, mevsime göre ayağımda ya kocaman botlar veyahut spor ayakkabı veya sandaletlerle, labada labada kocaman adımlarla yürüyorum :)


Memo'da krizin eşiğine girmek üzereydi ki, eve vardık. Ege'nin klasik akşam mızırdanması tavan yapmıştı çünkü. Önce Ege sonra biz doyduk. Türk kahvesinden son yudumu alırken Enişte Bey karısını almaya geldi. Enişte Bey meşgul bu ara. Tüm hafta Umman'lı Beyler için gezi programı yönetiyor. Yapsa ayrı, yapmasa ayrı iki ucu boklu değnek.

Ege uyanmadan azıcık bloglara göz atıyım ve sonra başlasın bu günlük maratonumuz ;)



Herkeslere GÜNAYDIN.

20 Haziran 2011 Pazartesi

Hafif Dalgalı

Akşamları çok sinirli ve yorgun oluyorum. Enerjim o kadar azalıyor ki anlatamam. Bu sebepten tahammülsüz ve hırçın olabiliyorum. Kime karşı tabi ki oğluma karşı. Cumartesi akşamı çok sinirlendim. Bir an Ege'yi tutup sarsmak istedim. Kafamın üstünden duman çıkar gibi oldu. Sonra DUR! dedim kendime ne yaptığını sanıyorsun? masum masum sırıtan Ege'yi sıkıca kucaklayıp özür dilerim dedim. Aklımdan geçen saçmalıklar için yüz kere bin kere özür dilerim. Sinirlenmemin sebebi 45 dakikadır uyutmaya çabaladığım Ege'nin halen ağzında emzik sırıtmasıydı. Kötüyüm ve adiyim evet. Saat 23:00 olmuştu halen uyumamıştı. Sinirlenilmeyi haketmiş miydi?

Offf! çabalıyorum halen çabalıyorum. İyi bir insan, iyi bir anne olmak istiyorum. Dediğim gibi hayat sadece pembe güller ve şen kahkahalardan ibaret değil ne yazık ki! Çok sevimli masum yavrunuzun henüz 11 aylık, kendinizinse 393 aylık olduğunu unutup sinirlenebiliyorsunuz. O gecede gece yarısı uyusun ne olur ki? Gelişimimi aksayacak nedir? Hiç! Kuralların canı cehenneme. Yemek yemedi diye sinirlen, uyumadı diye sinirlen, mızırdanıyor diye sinirlen...

Nihayet uyuyunca bende gittim banyo yaptım ama sinirim artık sadece kendimeydi. Her zaman olduğu gibi kendimden nefret ederek uykuya daldım. Ertesi gün Ege sabah altıda ayağa dikilince hiç mızırdanmadım. Güne erken başladık. Erkenden uyudu tabi. Öğlen Bebek parkına gittik. Biraz dolaştık uyuyunca eve döndük. Tüm pazar miskinlikle geçti. Ben evin temizlenmesi gerekliliğini tamamen göz ardı ettim. Önceliği Ege'nin artık olmayan kıyafetlerini hurçlara koyup, bazanın altına kaldırmaya verdim. Sonrasındaysa çok gerekli olan kitaplığımın düzeltilmesi görevini üstlendim. Yayın evi sırasına göre dizmeyi daha uygun buldum ve eski dergileri filan ayıkladım iyi oldu. Ev halen tozlu ama Ege evin içinde yuvarlanıp sürünerek evi kısmen temizliyor :)

Birde sinirleniyorum bu çocuğa. Ah! ben yok mu...

16 Haziran 2011 Perşembe

Öykünme

Ben bir türlü ev hanımı olamıycam sanırım. Öyle öyle. Evi sevmek başka ev hanımı olmak bam başka bir şey. Sabah yataktan kalkıp her yer leş! diyen kadınlar vardır. Mesela her sabah yatak çarşaflarını camdan silkelerler. Her gün ev çekilir, öğleden yemekleri pişer hazır olur filan. Muntazaman camlar silinir, balkondan aşağı sarkan sardunyaları olur. Komşu kadın çıkar geli kahve içerler dedikodu yapılır vs. vs.

Bilmiyorum ya!. Aynı duygu blog dünyasında da mevcut. Mesela sevgi böcüğü tadında bloglar okuyorum çok hoşuma gidiyor. Onları okurken ne güzel, ayy! ne hoş gibi nidalar yükseliyor bendenizden. O bloglarda illaki vintage bir eşya veya muhakkak pöti kare masa örtüsü gibi bir şey olmalıdır. Olmazsa olmaz. Mesela komidinin üstü mıncık mıncık bir sürü küçüçük objelerle dolu olur. Seramik kuşlar, minicik çerçeveler bir sürü başka şey. Ben o fotoğraflara baktığımda, Allah be! oranın tozunu almak bitmez valla duygusuyla bakıp onların yerine dertlenirim. Oysa o senin ıvır zıvır dediğin şeyden keyif alır, hatta o keyfi yazar, sende keyiflenirsin. Sanki o kadınlar anlattığında yazdığında her şey daha bir güzel. İnsana ben neden böyle yazamıyorum, bende bir terslik var muhakkak duygusu yaşatıyorlar. Onlar bardağın boş tarafını yazdıklarında bile dolu tarafı yazar edasıyla anlatıyorlar. Bense dolu tarafı bile boşmuş gibi yazmada ustayım.

Orada okuduğum hayatlar çok başka geliyor bana. Pişen kekler daha kabarık, çocukları daha kırmızı yanaklı, kocaları daha bir sevgili, içilen şaraplar daha bir hoş.

Peki bende eksik olan ne arkadaş ???

14 Haziran 2011 Salı

Yaz Yağmuru

Dışarıda mükemmel bir hava var. Eylül doğumlu biri olarak yağmuru sevmemek elde değil. Hele yaz yağmuru ne kadar ferahlatıcıdır.

Bir fincan kahve yaptım kendime. Taze çekilmiş Türk kahvesi evvela kokusuyla büyüler sonra lezzetiyle. Oğulcuğum tatlı rüyalar içinde huzurlu bir uykuda ve ben evdeki bu dinginlik içinde içimde şükran duygusuyla kahvemden yudumlar alırken, yüz kere bin kere şükrediyorum bu günüme.

Her gün bir başka gün. Dün ne kadar boğucuysa bugün o kadar ferah. Dün bir o kadar üzgünken bugün fazlasıyla umut dolu bir gün benim için. Eften püften şeylere kafa yorup migren krizleriyle boğuşup ertesi sabaha yeni bir ben olarak uyanabilmeyi çok seviyorum. Yukarı çıkabilmek için illaki dibe batmam gerektiğini hep unutuyorum ama hayat ivedilikle hatırlatıyor.

Bugün içimde çok şey yapma arzusu var ama yapmıyacağımı biliyorum lakin yapmak istemek bile beni fazlasıyla memnun ediyor. Mesela Egeyle beraber dışarı çıkmaya niyetliydim ama hava kapalı ve yağmur yağıyor. Bu demek oluyor ki kek yapmalıyım. Evet aslında portakallı kek yapmak isterdim ama portakal yok o halde limonlu kek yapmalıyım. Belki ekmek makinasına ekmek yaptırmalı bilmem ki her şey olabilir.

Sabahları Show Plusta sevdiğim bir program var. THE DELICIOUS MISS DAHL. Çok tatlı bir ses tonuyla konuşan Sophie Dahl ve onun mutfağı. Onu dinlemek ve solak eliyle yaptığı yemekleri izlemek çok hoşuma gidiyor. O mutfak beni yansıtıyor sanki orada kendimi buluyorum.

Bugün yağmurlu güzel bir gün. Şükretmek için çok sebebimin olduğunu hatırlatan bir gün. Sevgili Gök Tanrı çok teşekkür ederim ;)

13 Haziran 2011 Pazartesi

13 Gündür Olanlar

İlginç bir haber bekliyorsanız baştan söyleyeyim yok! Klasik Ruhdağı mızmızlanması bekleyenler, iyi haber istediğinizi alıcaksınız ;)

13 gündür aralıklarla işe gittim, günü birlik Edirne'ye gidip küçük kardeşi derdest edip İstanbul sınırlarına getirdik ve ömrü hayatımda ilk kez eve temizlikçi kadın geldi. Oy kullandım, Ege'ye homurdandım durdum filan.

Bütün bunların hepsi sıkıcı, sıkıcı, ve sıkıcı.

Dünden başlayalım. Sabah 08:30'da evden çıkıp oy kullanmaya gittim. O saate göre iyi bir katılımcı topluluğuyla karşılaştım sevindim. Eve dönerken sıcak simitler, gazete ve kahvaltılık malzeme aldım. Arkamdan Memo gitti oyunu kullanmaya. Benim simit aldığımı bilmiyormuş, bir postada o almış. Böylece tüm pazar simit yemek zorunda kaldık :)

Öğleden sonra ikindiye daha yakın gibi olan saat diliminde dışarı çıktık. Ege babasının kucağında, yürüyerek Kanyon'a geldik. Amaç Ege'ye baston puset almaktı. Mothercare'de indirimde olan puseti alıp (169.90 TL)az turlayıp eve döndük. Bu pusetle dışarı çıkmak daha basit ve çok az yer kaplıyor. Hem evde, hem yolda. Chicco'nun bebek arabası az biraz sıksa taşıt vergisine tabi tutulucak. Sinyal lambası takmak gerek bence. Bir arabalık yer işgal ediyordu :)

Neyse işte, dün kahvaltılık alırken gül reçeli aldım. Eskiden ben çocukken köyden dönerken mutlaka Gerede'den gül reçeli alınırdı. Çok şahaneydi o reçel. Mis gibi gül kokardı. Koyu kıvamlı lezzetli bir reçeldi. Bizim evde para verilerek alınan tek reçel gül reçeliydi. Ama dün aldığım reçel tam bir fiyaskoydu. Çocukluğa özlem maalesef her geçen sene daha bir artıyor :(

Tüm diziler sezon finallerini yaptı. Eylüle kadar beklemek çok sıkıcı. Bende Digitürk'ün sinema kanallarıyla vakit öldürüyorum. Heyhat çoğu izlediğim film. Bu sabah Oyuncak Hikayesi 3 vardı. Ege oralı değil zaten ama ben ağzım açık bir kez daha izledim ve sonunda ağladım. Evet artık animasyonlarda bile ağlıyorum. Allah'ım neye dönüştüm böyle!

Ege demişken, ben küsüm ona. Biraz dengemiz bozuldu. Mesela öğlen ve akşam yemek yeme krizleri yaşıyoruz. Şaşkınım. Kaşıkla beslenmeye geçtiğimzden beri ilk kez böyle bir protestoyla karşılaştım. İlk ergenlik bunalımı diyorum ben buna. Bu mesela beni allak bullak etti. Daha ilerisini tasavvur edemiyorum. Şu an korku içinde öğlen uykusundan uyanmasını bekliyorum. Sabah kahvaltısında bir derdimiz yok ama her öğün kahvaltı yediremem ya.
Bir diğer problem uyku! Daha doğrusu uyku seramonisi. Artık illa kucağımızda uyumak istiyor. Yatağına koyup emziğini battaniyesini verdiğimiz dertsiz çocuk buharlaşıp yok oldu. Yerine yatağa konulduğunda salya sümük ağlayan hatta inat edersen, ağlarken işi kusmaya götüren bir çocuk oldu çıktı. Daha bugün öğle uykusu öncesi inat edip az ağlasın çatlayacak mı? demem üzerine bütün yatağa kusarak ağzımın payını verdi. Zaten bunu çok yapmaya başladı. Anında öğürüp kusuyor. En ufak bir zorlamada veya ağlamada işi kusmaya götürüyor. Ağzına büyük parça geldiğinde kusuyor! En sevdiği şey kusmak olucak diye endişeleniyorum.

Yani bu ara ben ciddi ciddi depresyondayım sorunda çocuğum. Allah'ım henüz erken değil mi?

Bu yemek derdi beni çok geriyor. Ortadan çatlayıvericem o olucak. Hadi uykuyu Allah'a havale ettim. Ne oluyorsa oluyor ben kasmaktan yoruldum dedim ama ya yemek?
Bazı anneler, "Bütün gün ağzına bir şey komadı" diye veryansın ettiğinde, içimden yok len daha neler. İlla yemiştirde seni kesmemiştir illa fazla yedireceksiniz çocuklara derdim. Ama şimdi hak veriyorum. Yemek istemezse yemiyor ve sen bir halt edemiyorsun.

Mutsuzum, şişkoyum (54 kg) evet ömrü hayatımda ilk defa bu kadar kilo aldım. İyiki tatile gitmiyoruz. Kendimi Godzilla gibi hissediyorum. Çok çirkinim ya! Bende Ege gibi yemezsem çok iyi olurdu. Ama sinirlendikçe yemeye başladım. TV izleyip yiyorum. Ben buyum işte! Tüm gün bir biri ardına gelen kopya günleri yaşıyor. Vara yoğa dertleniyor, her söze içerliyorum. Alıngan, sinirli (bir dakika o zaten hep vardı) üzgün bir kadınım ben.

31 Mayıs 2011 Salı

Maziden Bir Kuble

Bloğun istatikler kısmına girdim dün. En çok okunanlara baktım, içlerinde Hüzün başlıklı yazımı buldum. Bugün 10 aylık bir çocuğun annesi olarak okudum o zaman yazdıklarımı. Yorumları okudum tekrardan ve üzüldüm kendime. Ne kadar sıkmışım kendimi. Yazık! Şimdi bende yazık diyorum kendime ama o zaman ne kadar zorlasamda böyle diyemiyor, kendimi motive edemiyordum. Açık söylemek gerekirse, halen içimde bir yara emzirememek ama üstü kabuk tutmuş bir yara. Amma velakin, bazen biri gelip o yaranın kabuğunu kanırtıveriyor. İstemeden olsa bile canımı yakıyor. Evet hiç anne sütü veremedim ben diyorum ama artık gayet rahat ve aşmış bir ifadeyle söylüyorum bunu. Gel gelelim maskemin altından, Ah! diyorum ne gerek vardı şimdi bunu hatırlatmaya Bu soruya ne gerek vardı???

Neyse, öyle veya böyle büyüyor işte. Hafızasıda zehir gibi mübareğin ve acayip bağımsız. 3. ayından beridir kendi odasında yatan artist bir oğlum var ve geceleri paşa paşa uyur. Hiç burnu akmadı, öksürmedi, ateşlenmedi, dengeli düzenli yemek yer, ağız tadı vardır çok şükür iyi yemek ve baştan savma yemeği ayırt eder ve evet


HİÇ ANNE SÜTÜ ALMADI. N O K T A !!!

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Ege 10 Aylık

Güzel oğlum tam 10 aylık oldu hatta bugün itibariyle 10+1 günlük kendisi. 10 ay önce bugün annesiyle hastahane odasındaydı. Taburcu olamamışlardı çünkü annesinin epizyotemi kesiğine atılan dikişlerinde problem çıkmış, bebeğini normal doğumla doğurup güle oynaya odasına giden biri olarak ertesi günü anestezi alıp resmen ameliyat olmak zorunda kalmıştı. Şans işte ne yapalım diyerek sineye çekmiştik.

Geçen gece yatakta hep o günü düşündüm. Sebebini bilmiyorum. Yok yok aslında biliyorum. Sebep inşallah iki ay sonra oğlumun doğum gününü kutlayacağımız gerçeğiydi. Evet kesinlikle öyleydi. Bu sebepten o gün her anıyla aklıma geldi. Mesela son doktor kontrolünden çıktığımızda doğum alameti filan yok diyen doktora bozum olmuştum. Hastaneden çıkıp sinemaya gitmiştik. O an vizyonda olan Sihirbazın Çırağı filmine gitmiştik. Hamburger yemiştim. Sonra Memo için kot pantalon almıştık. Eve dönünce göbeğimi sevmiştim her zaman olduğu gibi. Sonra saat 22:00 gibi Memo tost yapıcam dediğinde ben istemem dememe rağmen banada yapmıştı ve ben iki tane tost yemiştim. İyiki yemişim zira o tostlarla 24 saat geçirmiştim. Aynı gece 03:00 gibi karnımdaki ağrıdan işkillenip, Lan yoksa doğum sancıları mı bu??? diye kalkıp nihayetinde sabah saat 06:00'da hastaneye gitmiş, harbiden akşam 20:20 gibi doğurmuştum.

Çok güzel bir gündü. Ege'yi doğar doğmaz karnımın üstüne koyduklarında şaşırmış afallamıştım. İşte gerçekti. Gerçek bir bebek! Benim bebeğim. 9 ay boyunca içimde taşıdığım şey buydu. Akıl alır gibi değildi. Ama işte oydu oğlumdu. Avuçlarımın içinde olan, benim dünyadaki en değerli varlığımdı. Ne şahane bir andı.

Böyle işte. Ege 10 aylık oldu ama ben ilk gündeyim halen. Eminim 30. yaş günü içinde o ilk günü düşünecek ve ne şahane bir gündü diyeceğim. Umarım o günleri görmek nasip olur.

Bu ayın en büyük olaylarından biri Ege'nin ergenlik bunalımlarına girmesiydi :) Bu ay bana ileride 15 yaşın nasıl olacağının az buçuk sinyallerini verdi. Sanırım beni hiç anlamıyorsun ANNE! diyeceği günlere minnacık bir zaman kaldı. KORKUYORUM!!!


Şaka bir yana Ege büyüyor ve ben çok mutlu bir anneyim. Umarım bir an önce yeni bir bebeği kollarıma alabilirim. Bu annelik acayip bağımlılık yaratıyor benden söylemesi :)


Seni seviyorum Ege. 10. ayın bir sürü 10 yıllara dönüşsün inşallah.

24 Mayıs 2011 Salı

Geçerken Uğramak Lazım Arada

Pas tuttum ben iyice. Evde oturmaktan iyice şaşırdım yönümü. Fazla Martha izleyip krize girdim.

Annem Umre'den geçen hafta dönünce, Ege Efendi ile anneme gittik. Bir kaç gün kaldık ve hafta başı gelmesi için sözleştik zira benim işe gitmem gerekiyordu. Memo pazartesi sabahı seyahate çıktı, annem bize geldi ve ben işe gittim. Eve döndüğümde bacaklarıma yapışıp ayrılmayan bir oğulla kalakaldım. Özlenmek ne güzel şey arkadaş, hele evladın tarafından özlenmek. İş dersen şahane vazgeçilmez bir şey. İki ucu boklu değnek işte.
Bu hafta sabah öğle arası iş olmak zorunda ama Allah'tan tam zamanlı ve ayın her günü işe gitme durumum yok. Öyle olsa ona alışılırdı elbet ama böylesi iyi. Arada iş, çokça oğlum.

Ege bu ay çok büyüdü. Ebat olarak değilde, karakter olarak bam başka biri oldu çıktı. Az biraz afacan ama akıllı, problem çözen, baya baya küçük adam hallerine bürünen bir bebek oldu. Bebek dersem azarlayabilir bile. Ön iki dişin yanlarından birer tane daha patlattı. Hepsi bir boy olmasada toplamda 6 dişli bir canavar. Canavar çünkü ısırıyor. Sıklıkla beni ısırıyor hemde. Öpücük ver annecim dediğimde ağzını öne doğru uzatıyor. Yürüme çalışmaları son gaz devam ediyor. Hep ayakta, poposu üstüne oturtmak zor. Evde hiç bir engel tanımadan odalara girip çıkıyor ve kapaklı elektrik prizleriyle oynamak en büyük hobisi. Açılabilen tüm çekmeceleri çekmek, dolapları açıp kapatmak istiyor. Aynayı yalamayı kendine vazife edinmiş durumda. Eğer annemin evi gibi zeminde fayans varsa, yere yatıp yalamak için deli oluyor. Beni sürekli takip ediyor ben nereye o oraya. Aşığız az biraz. Çok seviyoruz bir birimizi. Anlatılmaz tarifi yok yaşamak gerekiyor.

Ben evde onunla harala gürele vakit geçiriyorum işte. Arada Martha aklımı çeliyor Fransız tatlıları yapıyorum. Memo yemiyor ben yiyorum bol tereyağlı meyvalı tartımsı şeyleri. Neyime gerekse akıllanmıyorum bir türlü. Kilo almak için her şey var yani. Üstüne üstlük Klasikleri okumaya and içtim bu aralar. Turgenyev'den tut, Dostoyevski'den çık. Arada Maupassant'tı efendime söyliyim Flaubert'ti derken gerçek dünyayla aramda şöööyle bir yarık açıldı. Kitaba ara verip mutfağa girince şatafatlı adı olan ama benim kısaca astiri visting dediğim o Fransız tatlılarından yapıyorum. Olmadı Güney Kore filmleri izleyip tamamen dağılıyorum. Fakat şaka maka hani o krem bürüle şeysinin üstündeki şekeri yakmaya yarayan o çakmak gibi şeyler var ya hani o alevli olan ondan alıcam ben. Çünkü o olmadan tatlı kişiliğine bürünemiyor. Ondan bitiremiyor Memo tatlıyı. O lazım o! Olmadan olmuyor.

Neyse ne diyordum, işte öyle böyle yaşayıp gidiyoruz. Yazda geldi bu arada di mi?

12 Mayıs 2011 Perşembe

PIH PIHHH DENEME 1, 2, 3 SESS SEESSSSS...

Şeytanın bacağını kıramadım gitti. Elim gitmiyor bloguma. Pek hoş beş değiliz :)

Olan biten pek bir şey yok aslında. Bu haftanın en büyük olayı dün aşıya gitmemizdi. Malum bir ara kızamık salgını vardı ve 9. ayda aşı olunuyordu bende aldım gittim oğlanı ama salgın geçtiğinden yeniden 12. aya çekmişler kızamık aşısını. Bizde sevine sevine eve döndük.

Anneler günüyse pek sönük geçti. Ege büyümeden heyecanlı bir anneler günü beklemek pek mümkün değil zaten!

Annemse halen Umre için yurt dışında ve bu sene ilk kez Anneler Günü ayrı kaldık. Sabah kahvaltısını hazırlayıp, bahçeden yabani çiçekler toplayıp su bardağına koyamadım :)
Ben kendi adıma özel günlere pek önem veririm. Ticari filan diyerek ört bas edemem. Yaparım ve yapılsın isterim ama her şey benim istediğim gibi olmuyor tabi!

Bu ara klasiklere taktım. Günlerim Rus ve Fransız klasikleriyle harmanlanmış vaziyette. Kitap ne güzel şey arkadaş. Bütün gün ev insan dolu yemin ederim :)

Hava ısınmadı gitti. Ege'nin yazlık kreasyonlarını evde giydirip mıncıklıyorum habire. Güneş çıksa, bizde gezsek tozsak azıcık.

Pazartesi günü Banucumla Kanyon buluşması yaptığımızda, şarap ve peynir ikilisiyle dönmüştüm eve fakat o günden beri migrenim tuttuğundan içemedim gitti. İlahi adalet mi? yoksa fazla kitap okumaktan mı? tam bir muamma!
Artık cumartesi gecesine diye kavilleştim, şişeyle bakışıyoruz.

Dün dolabımı düzenledim. Tişörtler filan böyle üst üste mağazı stilinde bakalım kaç gün gidicek.
Birde giymediğim kotlarımı çıkardım dolaptan. Benim eşyalardan ayrılamama gibi bir huyum var. Gidişat çöp eve doğru gibi görünüyor. Fakat asıl olay anıları bırakamamak. Eşyalar, kıyafetler hepsinde bir şeyler saklı. Hani kızım olsa ona saklıyım diycem ama kızım yok ve hissiyetım öyle ki, diğer çocuklarımda olursa erkek olucak. Bundan sebep çıkardım, ayıkladım ve dolap daha bir güzelleşti. Sırada Memo'nun eşyaları var. Bir ilham gelincede onlara dalıcam.

Kilo aldım biraz. Biraz??? Çok iyimserim sanım :P
Evde oturmak nasıl kilo aldırıyor? Oturmuyorum aslında. Ege varken oturmak mümkün değil ama nasıl oluyorsa oluyor işte. Aslında işe gitmediğim için stresede girmiyorum. Ege ve ben evde çok mutluyuz. İş demek stres demek. Zira stres demek benim için istediğin kadar ye ama kilo alma demek. Çalıştığın sürece 49 kilo olmak demek. Şimdiyse keyifli mutlu ve 53 kiloyum :) Ne yapalım "Çok yaşa sen Anne :) "
Anne olmak demek azıcık hamur yoğurmaya müsait kolların olması demek bence. Zati çocuk taşımakta kolay iş değil rica edicim yani. O kilolar bana lazım yani bir kere :D

Bu arada annem artık dönsede bende arada birde olsa iş gitsem çok güzel olurdu :)

Yemekte yapmadım. Canımda istemiyor. Aslında Yeliz'de okuyup canımın çektiği körili kremalı tavuk var ama şimdi malzemem yok. Almaya gitmeye üşeniyorum. Yeliz yapıp gelse ne güzel olurdu :D

Ben bu kafayla çok kilo alırım daha. Püühh!...

5 Mayıs 2011 Perşembe

Elde Var Bir

Çok parlak bir hayatım olmadığını çocuk doğurduktan sonra daha iyi idrak etmiş bulunmaktayım.

Hasbel kader şuraya iki satır yazı giriyim diyorum, iki cümleden biri Ege şöyle yaptı diye başlıyor. Yok mu başka bir şey? Yok demek ki!

Zati çocuktan önce iş vardı birde yok yere kendime yarattığım problemler. Çocuktan sebep her ikisinede vakit olmadığından, laf dönüp dolaşıp eldeki yegane malzemeye geliyor. Misal şimdi olduğu gibi uyuduğu zamanlar elimi ayağımı kurt yiyor, ciddi ciddi afallıyorum! Yapacağım şeyleri filan unutup, Ege olmayaydı ben nice olurdum diye hayıflanıyorum.

Allahtan bana ait olan hayatımdaki yegane güzellik kitaplar ki, henüz ondan mahrum kalmadım. Bir kitap bir diğerini çağrıştırıyor. Misal okuduğum kitaptaki yazar bir başka yazardan alıntı yapmışssa önceliği o yazar ve kitabına veriyorum. Tıpkı Murakami'nin Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu kitabında Turgenyev'den bahsetmesinin beni direk Turgenyev'e şutlaması gibi.

Ege'nin uyku aralarındaki boşluğu dolduran Turgenyev'e saygı ve sevgilerimi yolluyor, uyanmadan şu bölümü bitiriyim diyorum.

3 Mayıs 2011 Salı

Keyifsiz

Akşam Memo gelince markete çıktım. Bir saydım tam 5 gün olmuş evden çıkmayalı. İnceden bahar yağmuru eşliğinde havayı koklaya koklaya markete vardım. Saat 19:30 olduğundan bir halt kalmamış sebze reyonunda. Hayalini kurarak geldiğim çileğin tezgahta sadece kokusu kalmıştı. Bari Magnum alıyım dedim oda yok. Çok mutsuz oldum. Eti Puf aldım bende. Öyle kös kös eve döndüm. Yerler ıslaktı spor ayakkabılarımın altı kayıyordu. İtinayla basarak indim bizim hafif yokuş aşağı olan sokağımızdan.

Ege'de bu saat oldu uyumadı. İnatla yatağın korkuluklarından tutunup ayağa kalkıyor. Doğal olarak emziği aşağı atıp duruyor :( işte homurtusu buraya kadar geliyor duyuyorum. Bu gece oğlumun içine çaki kaçtı !!!

29 Nisan 2011 Cuma

Ege 9 Aylık

Ege bugün tam 9 aylık oldu. Onun sebebine bende bloga yazı girmeye yeltendim inşallah yarım kalmaz.

Bu ayda her ay gibi inanılmazdı. Her sabah yataktan daha başka bir haliyle bana gülümseyen bir Ege vardı. Artık yatağında ayağa kalkıp alınmayı bekleyen, kollarını kaldırıp al beni diyen, öpme eylemini ısırmayla gideren tatlı bir oğulcuğum var benim. Emeklemeye dört nala devam eden, bulduğu her yere tutunup ayağa kalkan her çekmeceyi açmaya çalışan, haşarılığa başlamış bir Ege var artık. Uzun hava söyleyip kafa şişiren, öğle yemeklerinde lezzet arayan( misal kıymasız sebze çorbasını beğenmeyen ama hadi hatırın için yiyorum bir daha olmasın bakışı atan) biri oldu çıktı. Yediğim her şeyden bir parçacıkda ona verirsem sevindirik olan, çıplaklığın hastası olup mümkün olsa su içinde yaşamak isteyen bir Ege'den bahsediyorum. Dört adet dişi olan bir canavar, pipisini keşfetmiş muzur bakışlı bir Ege o.

Bu ay sıklıkla ayağa kalkıp düştü ama acıdığı için değil, düşmeyi gururuna yediremeyip sinirden ağladı durdu. Gözümüzde sıklıkla bir damla yaş oldu.


Bu ayın en büyük şoku ana kucağımızın kırılmasıydı. Doğduğundan bu yana en büyük yardımcım olan (Fisher Price Yağmur Ormanı) canım ana kucağımız daha fazla sallanmaya tahammül edemeyerek kırıldı. Tam Kastamonu seyahati öncesi hemde. Sırf oralarda başım derde girmesin ne olur ne olmaz diye gittik 200 küsur para bayıldık Chicco'nun ana kucağını aldık. Bu sefer ki daha kalın geldi gözümüze lakin Ege içine tıkılıp kalıyor. O bir hafta işimize yaradı çünkü ana kucağında sallanarak uyuyor kendileri fakat İstanbul'a geldikten sonra ben,
kesin surette yatağında kendi kendine uyutucam diye and içtim. Her zaman olduğu gibi benden önce o istedi bunu ve beni hiç zora sokmadan kendi kendine sere serpe yatağında uyumaya geçti. Zira sıkışıp kalıyor rahat edemiyor oda fark etti ve yatağında uyumayı kendi seçti. Umarım geri dönüşü olmaz. Geçici bir tercih değildir. Lakin bana bu düzeni kendi seçtiği için değişecek gibi gelmiyor. Neyin ne olduğunun o kadar farkında ki bir tek konuşamıyor.

Bu ay her sabah uyandığında bizim yatağa alıp birazda orada takıldık. Benim saçlarımla oynamaya, babasınınsa göğsüne yatıp uyumaya hasta oluyor. Karşılıklı top oynuyoruz ve okuduğumuz bir kitaptan bir şeyleri kitap olmadan ezbere okuduğumda oturup dinliyor ve gülüyor sonra hemen fiti fiti emekleyip kitabı getiriyor. Deli ediyor beni bu hareketi :)

Çekmeceleri ve dolapları açmaya başladığından emniyet kilitleri taktık. Bebeklere ait her şey gibi bu zımbırtılarda bence çok para ama gerekli! Yürümeye başladığında klozet ve bazı dolaplar içinde emniyet kilidi gerekecek ama şimdilik onları sonraya bıraktık.




Bu ay hep yavru kedi gibi ayak altlarında dolandı durdu.


Arkamı bir dönüyorum Ege. Eline filan basarım diye korkuyorum :) Yerden bana böyle mıyıl mıyıl bakışına hastayım. Aramızda başka türlü bir bağ oluştu sanki. Artık sevgimin karşılığını alıyor olmak daha bir başka. Onun bana sevgi gösterisinde bulunması çok başka bir şey anlatılamaz. Kafasını omzuma koyuşu veya ben mutfaktayken pıtı pıtı emekleyip beni bulması, eşikten önce kafasını uzatıp Ayyy! oğlum gelmiş nidasını duyunca keyiflenip yanıma gelmesi tarifsiz duygular yaşatıyor.

Bu ay ceviz ve balığa başlandı. Aslında balığa başlanacak ama bu mevsimde çiftlik balığından başkası var mı? Balığı daha tattıramadım cevizide öğütüp kahvaltısına koyuyorum. Biraz temkinli gidiyorum gibi. Belki ikincide daha rahat olucam ama Ege biraz kitaba bakılarak büyütülüyor gibi :) Yiyecek konusunda yani. Fakat bu aralar tadımlık kendi pilavımdan filan tattırmaya başladım.

Öyle böyle ilerliyoruz işte. Ege beni büyütüyor, ben Ege'yi.

9 Nisan 2011 Cumartesi

Terelelli

Bir deyin bana bir deli ben miyim? Seyahat hazırlığında zıvanadan çıkan deli gibi hazırlık telaşına düşen tek insan evladı ben miyim? Envai çeşit hazırlık listesi yapan ve ciddi ciddi bu yapıldı, bu yapılmadı diye çentik atıp duran tek insan ben miyim?

Söyleyin hıı?

Bir seferde telaşa düşmeyeyim desemde na-mümkün. Yarın sabah yola çıkıyoruz inşallah. Ege babaanne ve dedesine doğru yola çıkacak. Kastamonu/Taşköprü bekle biz geliyoruz. Zira ben sefere çıkan padişah edasındayım. Bin türlü hazırlık içindeyim. Neredeyse Ege'nin dolabında ne varsa bavula koydum. Hiç içmemiş olmamasına rağmen ilaçları tedarik ettim. Mamaları bezleri hatta taze patatesleri ve organik yumurtaları dahi hazır. Ya orada bulamazsam diye mazallah evi yüklenip götürücem yanımda. Park yatağı, mama sandalyesi, ana kucağı ve yeni aldığımız yürüteç baş eleman olarak yanımızda gidecek. Bu arada arabada yer kalırsa bizde binecez ama bu gidişle Memo beni arabanın üstüne bağlayacak gibi.

Çok kararlıyım hazırlanacak her şeyi bugün bitirecek ve kapının yanına yığıcam. Sabah uyanınca Ege kahvaltı edecek ve giyinip çıkıcaz. Memo ve ben kahvaltıyı yolda yapıcaz. Bu hesaba göre 9:30'da arabanın kontağı çalışmalı diye şartlandırdım kendimi. Görücez bakalım.

Bu arada ben dün yine ofisteydim ve vücudumda başlayan kırgınlık hepten artmaya başladı. Ben böyleyimdir koca kış hasta olmam yaza girerken kuvvetli bir grip atlatırım. Olmasın böyle bir şey. Ege hasta olmadı diye sevinirken şimdi kasaba yollarında griple uğraşmıyım lütfen. Bende ne var ne yok yutuyorum, içiyorum. Memo psikolojik diyor ama boğazım şişti işte benden iyi mi bilecek?

Şimdi gidip Memo'nun gömleklerini ütüleyip onun bavulunu hazırlamam gerek. Zira o bizi Taşköprü'ye bırakıp aylık Karadeniz bölgesi müşteri ziyaretlerini yapacak daha sonra hafta sonu yanımıza gelecek ve dönücez. Dolayısıyla hazırlamam gerek iki ayrı valiz ve hiç yoktan ütülenmesi gereken koca eşyaları var!!!

Ama önce limonlu tarçınlı bir şey içmem gerek. Psikolojik değil hastayım işte...

5 Nisan 2011 Salı

Puslu

Hayat öyle hep aynı düzende akıp giderken araya küçük nüanslar giriyor. Mesela şimdilerde işe gitmek hayatımın güzel bir nüansı oldu. Ne ironi ama! Bu ay işe gidebileceğimi sanmıyorum zira önümüzdeki hafta Kastamonu/Taşköprü gezimiz var. Babaanne ve dede ziyareti yapılacak. Ben dönünce annem 20 günlüğüne Umre ziyareti için kutsal topraklarda olacak. Dolayısıyla Ege'nin bırakılması mümkün değil.

Geçen hafta her gün sabah-öğle arası işe gittim. Sabahları kahve çörek ikilisiyle kahvaltı yaptım eve dönerken kitapçılara uğradım.

Geçen haftanın ganimetleri bunlardı.


Nazlı Eray'ı kaç zamandır almak istiyordum muradıma erdim. Anı kitaplarını bir ayrı severim. Nazlı Eray'ın annesine aşık oldum bu arada. Çok güzel bir kadın çok.
Murakami'yi bir haftalık seyahatimize sakladım ama dayanamıyorum zira Murakami gidip gelip ucundan tırtıkladığım çıtır bir ekmek gibi.

Şu bloglar kapandı açıldı ya, mundar oldu sanki. Elim bloga gitmiyor. Aklımdaki şeyleri yazamıyorum. Bir tutukluk var. Sanki sevgilimle arama yalan girmiş gibi. Ayrılıp barışmışız gibi. Yine eskisi gibi olsun istiyoruz ama artık asla eskisi gibi olamayacağını ikimizde biliyoruz.
Nazlı Eray'ın ilk aşkının ismide Ege. Lakin gençlik aşkı kırık bir kalple İstanbul'dan kaçmasına sebep olmuş.

Benim Egecim kalp kırar mı acaba ? Yok yok yapmaz benim oğlum öyle.

31 Mart 2011 Perşembe

8. Ay


Ege taaaaaaaam 8 aylık oldu. Hemde iki gün bile geçti :)


Çok tatlı çok minnoş bıcı bıcı bir şey. Giderek büyüyen akıllı bir oğluş kendileri.
Artık tam manasıyla emekliyor. İleri geri çapraz gitmediği delik köşe kalmadı. Tabi dolayısıyla o tatlı kafayı vurmadığı eşya kalmıyor. Salı günü tok! diye kapıya vurdu kafasını ilk gerçek darbe. Ödüm koptu. Gerçekten düşe kalka büyülüyor demek ki!


Ciddi ciddi yürüteç almayı düşünüyorum. En azından tuvalete veya mutfağa gitmek icap ettiğinde içine koymak için. Doktor alma demişti ama bilemiyorum en azından günde 5-10 dk. yanından ayrıldığımda koymak için almayı düşünüyorum. Bu konuda bir akıl verin alıyım mı?



Geçen pazar sahile yürüyüşe gittik. Açık konuşalım bu pusetle ilk gezmesi çocuğumun :) Ama artık daha sık çıkartacak annesi. Hava güzelleşti artık.


Araba koltuğunda hiç sorun çıkarmıyor hatta çok ciddi olur genelde. İlk kez kıkırdadı bu sefer. Oyunlar yaptı bana :) Pazar günü artık araba koltuğu aldık Ege'ye. Ana kucağı dar geliyor. 9-18 kiloya terfi etti. Şu malum alışveriş festivali var ya ondan sebeplendik. Chicco'dan 790 TL olan koltuğu 390'a aldık.

Bende bu hafta hep işe gittim yarım gün. Bugün evdeyim yarın yine gidicem.
O koşuşturmayı gerçekten özlemişim ve o olmadan ben olamıyorum ne yazık ki!
Salı günü öğlen işten çıkıp Memoyla beraber Taksim kaçamağı yaptık. Kahve içtik hızlıca ve o işe gitti ben eve oğluma.

Günler çok çabuk geçiyor. Oğlumla hayatın tadına doyulmuyor :)

26 Mart 2011 Cumartesi

Hadi Bakalım Bismillah

Bloglar açıldı mı? Bir var bir yok. Az önce yoktu mesela ve fakat şu an var. O halde hızlıca bir şeyler yazıyım dedim. Çok gerekli ya! Allah muhafaza meraktan ölünmüş olunabilir !!!

Aslında hiç bir değişiklik yok. Benim kişisel gelişimimde bir arpa boyu yol gidilemedi halen fakat Ege pek bir değişti.

Kendisi her yöne emeklemeye başladı. Genelde emeklemeden ziyade en kısa yoldan nasıl ayağa kalkılır ki? problemiyle haşır neşir. Sürekli elleri yerde ayak ucunda yükseliyor amuda kalkacak gibi :) Diş konusunda biraz zorluk yaşıyoruz. Üst dişleri halen çıkmadı eller hep ağızda ve biraz iştah azalması baş gösterdi. Biraz zorlarsan anında öğürüyor zaten. Bu hafta gece uykuları çok fena hale geldi. Mütemadiyen gece üç veya dört gibi gözleri kapalı ağlıyor. Kucağıma alıyorum sallıyorum iyi güzel uyudu sanıp yatağa koyduğun an gözlerini sana dikip ağlamaya başlıyor. Bölük pörçük uykularla bir hafta geçti. Şu diş jelinden aldık geçen gece yatmadan sürelim dedim demez olsaydım :( bütün akşam yemeğini kustu. O jel ne menem bir şey ben bile kusacak gibi oldum tadınca. Ege'nin hassas midesi annesine çekmiş belli.

Alt açma veya üst baş değiştirme tam bir kabus :) Bir dakika sabit durmuyor. Kaka temizliği tam bir cehennem azabına döndü. Kuzu kıymasının geri dönüşümü pek bir fena oluyor. Böööğğkk!!!

Bende kendimi Mentalist izlemeye verdim. Son sezonun bir iki bölümü kaldı zor anlara saklıyorum. Mentalist dizisindeki Ajan Cho benim en sevdiğim arkadaşım olurdu eğerkim tanışmış olsaydık. En çok onun karakterini seviyorum :)
Sonra bir iki film izledim ve Keyif Evi'ni okudum. Elimdeki kimi kitapları yeniden ezber ettim filan.

Böyleyken böyle oldu işte. Resim ekliyim dedim olmadı. Bu bloglar açılmadı galiba di mi?