29 Temmuz 2012 Pazar

İKİ

Ege'nin bugün doğum günü. Güzel çocuğum iki yaşına girdi. Büyüdü, değişti ama uyurken hep onu ilk kucağıma aldığım haline dönüşüveriyor.

Onunla ilgili yazacak ne çok şey var...


15 Temmuz 2012 Pazar

Murakami Anadolu Yollarında

Az önce Haber Türk'ün pazar eki sayesinde, Murakami'nin seksenlerin sonunda Türkiye ve Yunanistan'da uzun seyahatler yaptığını sonra deneyim ve gözlemlerini kitap haline getirdiğini öğrendim.

Yağmur ve Cehennem (Uten Enten) adlı kitap Murat Komşucu tarafından Japonca'dan dilimize çevrilmiş ama henüz basılmamış.

Ne zaman basılacak? Basılmalı!

Haberde, Murakami'nin Arabistanlı Lawrence ve Geceyarısı Ekspresi filmlerinde yansıtılan kötü Türk imajının yalan olduğunu, bu imajı Japonların zihniyetinden bir nebze olsun silmeyi istediğini belirtiyor deniyor.


Güzel bir adam boşuna sevmiyorum ben bu insanı. 2005 senesinde Zemberekkuşu'nun Güncesi kitabıyla tanıdığım, sevdiğim, sevgili yazarın bu kitabının basılmasını gerçekten hevesle bekliyorum.

13 Temmuz 2012 Cuma

YAZLARI

Akşam saatlerinde yolda yürürken, herhangi bir evden gelen biber kızartmasının kokusunu

Gecenin bir yarısı açlık beni dürttüğünde, buzdolabında duran zeytinyağlı fasulye tenceresine gömülmeyi

Dışarıdan eve girdiğimde ilk iş, buzdolabındaki soğuk su şişesinden kana kana su içmeyi

Külahta dondurma yemeyi

İnce elbiseler giymeyi

Balkon kapısını açıp, durgun havayı izlerken, aniden gelen bir esintinin tülleri dalgalandırmasını

Kumruların balkona koyduğum kaseden su içmesini ve hemen uçmayıp benim için guguk guguk ötmelerini

Plajda kızgın kumların üstünde sekerek yürümeyi

Aklıma estikçe alkolsüz mojito hazırlayıp, tatil hayalleri kurmayı

Evde her zaman çıplak ayakla gezmeyi

SEVERİM.






2 Temmuz 2012 Pazartesi

Rehavet

Yaz getirdiği sayısız güzellikle beni sarmalamış durumda. Günler daha uzun, hayat daha bir sakin, elim ayağım çokça sıcak ve bir mahmurluk hali her daim bünyede yer edinmiş durumda. Ege bu yaz çokça çocuk oldu. Tazmanya canavarı gibi döne döne koşuyor, takla atıyor, her şeyin üstüne çıkıp pis pis sırıtıyor ve daha bir sürü muzırlığın hızla gelmekte olduğunun sinyalini veriyor. Geçen hafta ilk kez denize girdi ve su olan her şeyi çok sevdiği gibi denizinde hastası oldu. Suyun içinde beni tutma, bırak diye babasına kızdı. Sahilden denize koşa koşa gitti yaka paça zor tuttuk :) Çok mutlu oldum. Denizi sevmesi beni o kadar mutlu etti ki anlatamam. İşte böyle Ege her haliyle tüm günümü dolduruyor, bana sıkılmayı özletiyor. O olmadan önce ne yaparmışım, nasıl gün geçermiş bilemez oldum. Birde konuşsa... Ben işte tüm gün ev ve Ege arası mekik dokuyorum. Okunacak kitap, dergi izlenecek filmler, diziler yanıma kar kalan şeyler. Gidemediğim sinema filmlerini internetten aşıra maşıra izliyorum fakat benim hayatımı bu aralar oldukça dolduran ve hatta blogumu bile unutturan şey Kore dizileri ve Kore sineması oldu. Kore sinemasını ucundan kıyısından biliyordum ama şimdi koca bir okyanusu yudum yudum içmeye çalışıyor gibiyim. Diziler dersen, ruhumu besleyen yegane şey oldu. İşten çıkıp evde oturmanın getirdiği ruh bozukluğunu ve hatta sayısız ruh hastalığımı da sildi gitti. Kore romantik komedisi beni sarmalayıp nerede ne derdim varsa şifa oldu. Böyle sihirli değnek masalı anlatır gibi oldu değil mi? Bu dizileri sevmemin nedeni çok naif olmaları. Aşkı olduğu gibi anlatmaları. Durum komedileri ve insan halleri o kadar gerçek ki, insanda uzansam dokunabilecekmişim hissini veriyor. Çok seviyorum işte ne biliyim ben.