27 Şubat 2009 Cuma

Ulu Cuma Sen Ne Güzelsin Bir Günsün.

Ofiste öğle tatilinde yemek yemek yerine, kahve eşliğinde yemek dergisi okumak daha keyifli bence.




Bakıp bakıp iç geçirdiğim tariflere bir sürü sarı post-it yapıştırdım. Allah büyük. Eh! bizde pek küçük sayılmayız, yaparız bir gün inşallah.

Dün akşam lütfedip bize kulak asan Özii, yolumuza bir ışık tutmuş diyerek şuraya şarkı ekleme çabası verdim. Hatta koydum ve çaldığını zannederek yazı bile döşedim altına ama sonra bloga girince sadece ikonu koyabildiğimi ama play tuşuna bastığımda derin bir sessizlikle baş başa kaldığımı gördüm.
Utanıp sildim postu :D Vuslat başka bahara artık.

Memo şu an Bolu Dağları'ndan beyaz atıyla bana koşuyor. Sanırım iki saat sonra İstanbul'da olur. Hafta sonu için film, yemek, film yemek film..... işte böyle bir düşüncem var. Arada bira ve çerez veya güzel bir şişe Shiraz olabilir.
Cam filan silemem hava berbat zaten. Üzgünüm karşı komşular ama çevreye bir müddet daha kirli camlarımla zarar vericem ve evet utanmıyorum. Camın iç tarafı temiz yani dış tarafıda beni pek dertlendirmiyor. Yatak odasının çekmecelerini yarın elden geçircem ama.
Tabi evvela, upuzun bir cumartesi kahvaltısı yapmam gerek. Eee! öyle ama yani. Sonrasına bakarız artık.

Cuma, seni benim kadar kimse sevemez. Ya benimsin, ya toprağın!

26 Şubat 2009 Perşembe

Dün

Aşk Tutulmasını izledim dün. Güzeldi, keyifliydi.
Sonra ne oldu peki? Gece hiçbir şey yoktu sabah kalktığımda dudağımın uçukladığını gördüm.
Neden ben? Şu uçuk yani, neden hep bende çıkar. Asıl olansa hep hastalık sonrası uçuk çıkartırım ben ve ancak o zaman iyileştiğime kanaat getiririm. Yine öyle oldu.

Dün kaktüslerimi aldım nihayet. Başım göğe erdi yani. İnşallah çürütüp kurutmam kaktüsleri. Bunlar minicik kaktüsler. İki tanede büyük kaktüs almak istiyorum. Bu minikleri evde olan üçlü seramik saksıya diktim.


Biraz eline yüzüne bulaştırmışım ama ancak o kadarı geldi elimden.

Evde yapılması gereken yığınla iş var. Ben habire görmezden geliyorum ama nereye kadar?
Camların silinip, tüllerin yıkanması icap ediyor. Karşı binanın kıymetli ev hanımları kurdeşen dökecek yanında, bu kadın ne zaman silecek bu camlarını diye :)Sonra, vitrin temizliği ve yatak odasındaki dolaplarda birbirine geçmiş çorapların ayıklanması gibi eften püften işler var işte.

Dün internetten habire Banu için nikah şekeri ve nikah davetiyesi örneği aradık. Ay! Çok güzel nidaları eşliğinde bilmem ne kadar vakit geçti bilgisayar başında. Bende çaktırmadan bebek şekerlerine ve süslerine bakıp durdum. Annemde hülyalara daldı tabi.

Bu akşamsa Banu’ya kahve falı baktırmak şart oldu. Bu konuda iddialı bence. Kendisi abartmayın canım ben öylesine şettiriyorum dese de, var bu kızda bir şey benden söylemesi. En fanatik hayranıysa teyzemdir. Bütün söylenenleri de itinayla aklında tutar. Ben dakikasına unuturum aklımdan çıkar gider ama bazen bir şey olur ve o an, Banu söylemişti diye aklıma gelir. Hemen arayıp Banu’ya haber veririm “böyle böyle oldu kız sen demiştin di mi?” diye naklen yayın yaparım.

Dün akşam Metro City’de Banu’ya yemek takımı bakarken bana da LCW’den gri bir şey aldık. Şey diyorum çünkü paltomudur nedir pek emin değilim. Sonuçta sevdiğim aldığım bir şey işte. İndirimden dolayı 30 TL’ye aldım. Annemse örgü modellerinin olduğu bir dergi istedi. Bulduk bir dergi ama içindekiler süper ötesi şeyler. Bilmiyorum yapılabilir mi? Biraz zorlu modeller vardı. Aklıma Ebru geldi. Örgü örmeyi sevdiği için hoşlanabileceği bir dergi gibi geldi bana.

Dün akşam epey yoğun geçmiş doğrusu. Bu akşamsa, dün akşam bulamadığım digital tartıyı alarak evden içeri muzaffer bir kumandan edasıyla girdim. Tabi bu hava tartıya çıkınca fos diye dağıldı. İmrenerek Banu’nun kilosuna baktım sonra annem çıktı tartıya moralim düzeldi, halime şükrettim. Kusura bakma anneciğim :)
Ben habire buradan diyet rejim diye yırtınsam da, hep Memo veya annem beni bozguna uğratıyor. Aslında doğru, kilom olması gereken kadar ama ben son 5 seneyi fazlasıyla zayıf geçirdiğim için olması gereken halimi unutmuşum. Şimdide çok kilolu gibi hissediyorum kendimi olan bu.

Ooo! Türk kahvem geldi. Bol köpüklü, mis kokulu. Hadi kalkın hemen cezveler ocağa :)

25 Şubat 2009 Çarşamba

Çarşamba Çarşafa Dolanır.

Ofisten çıkmama kaldı 1,5 saat. Sonra ver elini Koçtaş. Kaktüs alıcam kimse beni tutmasın, acayip gaza geldim almadan çıkmamam gerek. Sonra digital baskül ve ıvır zıvırı toparlamak için kutular bakıcam.

Açık konuşalım bence bugün çok sıkıcı bir gündü. Sabahtan itibaren akşam olsa da eve gitsem diye kendi kendimin başının etini yedim. Günü çekilebilir kılan tek şey müzikti. Tüm gün kulaklarımı Noir Desir’e adadım. Solistin sevgilisini döverek, ölmesine sebep verdiği için hapiste olmasından üzüntü duysam da dinlemeden edemem. Aşk paranoya getiriyor bence başka bir açıklaması olamaz.

Bir saat önce Memo aradı Bartın’daymış ve az kalsın bir minübüsle kafa kafaya tokuşacakmış. Yolda çalışma varmış bir karışıklık olmuş filan. Kaza atlatmanın şokuyla beni arayıp, beni çok sevdiğini söyledi. Ola ki ölür mölürse beni sevdiğini biliyormuşum di mi? Biliyorum da senin işin arabesk değil, dikkatli ol ölme! diye tersledim. Öyle ama.

Öğle yemeklerini bazen evden getiriyorum. Ben dışarıda yemek yemeyi sevmiyorum pek. Hem doyma hissine erişemiyorum, hem de midem rahatsız oluyor hep. Ben ev yemeğiyle büyüdüm ne yapalım sevmiyorum fast food filan. Mis gibi anne elinden çıkma zeytin yağlı pırasam ve (kanlıca) mantar kavurması vardı. Yanıma iki dilimde has buğday unundan ekmek aldım. Al sana yemek. Olmadı koca bir kase yoğurtla bir tabak domates yiyorum. Böylece sürekli oturarak çalıştığımdan yediğim yemek şişkinlik yapmıyor. Gayette sağlıklı. Yeter ki yatmadan önce ertesi gününün öğle yemeğini çıkın yapıp hazırlayabileyim. Yoksa sabah benim yataktan kalkıp, dış kapıda ayaklarıma botlarımı tıkıştırdığım süre hepi topu 10 dk. dır belki daha bile az.

Serap gelecek Mart ayında. İnşallah bir araya gelebileceğiz ama ben düşündüm de, acaba başka gelmek isteyen olur mu? Olursa çok sevinirim. Öyle organizasyonlara aklım ermez ama bir kahve içmek için bir araya gelmeyi kotarabiliriz diye düşünüyorum. İsterseniz tabi.

Neyse, nasıl olduğunu bilmediğimden ve öğrenmek içinde hiçbir çaba sarf ederken kendimi görmediğimden mızmızlanmaya gerek yok, şarkı ekleyebilseydim işte hemen buraya şu an dinlediğim parçayı koyardım. NOIR DESIR / TOSTAKY.

24 Şubat 2009 Salı

Yeni Bir Anne



Yeliz umarım doğumun sorunsuz geçmiştirde şu an Arca'yla beraber huzurlu bir uykudasındır. Ağrın sızın yoktur. Arca'nın gaz sıkıntısı filanda yoktur tabi :)

Her şeyin çok güzel geçmiş olmasını umuyorum. Selamlarımı yolluyorum Arca'ya.

İyi uykular.

23 Şubat 2009 Pazartesi

Durum Halleri

Proje teslimatının olduğu ve deli gibi çalıştığım günlerin sonunda evime, çok şükür elimize yüzümüze bulaştırmadan çıktık bu işin içindende diyen gülümsememle dönerim. Bilgisayar karşısında sıkılan her kas ayrı ayrı tutulmuş ve sızlamaktadır. Olsun, çalışmış olmanın gururu daha baskındır. Ben bir numarayım diye zafer çığlıkları atarım içimden.
Akşam sevdiğim diziler var Cnbc-e’de. Adamım Chuck ve CSI-NY pazartesiyi güzelleştiren etkenlerden. Umarım annemin izlediği bir dizisi filan yoktur bugün. Kanal çatışması yaşamayız.

Memo yollarda, inşallah cumaya dönecek. Bense bu aralar hem ruhen hem de bedenen oldukça nane mollayım. Buluttan nem kapasım var. Ez cümle bu halimden hoşnut değilim ama her gün bal börek olmuyor işte.

Neyse, bu ruh karmaşası arasında okuduğum 3 kitabı not düşmek istedim.



Alınacak çok kitap var öyle böyle değil. İçimde bir okuma açlığı var ki, bir türlü doyuramıyorum. Bilirsiniz bazen zihnen tamamen okumaya odaklanırsınız. Yani eşinizin kravat etiketi bile elinizden kurtulamaz. Sigara paketindeki çok iyi bilinen o cümleyi, bilmem kaçıncı kez “Sigara Sağlığa Zararlıdır” yazısını okursunuz. Sigara yanında birde bonus olarak kibrit varsa ve işte yılların klas cümlesi “Vasati 40 çöp” diye yazıyorsa, okumayıp ne yapacaksın? O derece vahim bir durumdayım işte.

Şu an elimdeki kitapsa işte bu.



Burcu İstanbul’dayken beraber bir sahaf turu yapmıştık oradan yadigar. Onun dersleri için kaynak kitap ararken ben kendime çok güzel bir kaynak kitap buldum hem de 3 TL. Sahafları ve o eski rutubetli kitapların kokusunu çok seviyorum.

Şarlo sevdası bizde aile boyu o sebepten onunla ilgili her türlü dökümanı itinayla toparlarız. Filmleri, film müzikleri, hakkında yazılan kitaplar ve hatta magnetleri bile bulunduğu anda alınır ve kesinlikle kaçırılmaz.

Kız kardeşler arasında “Bak! bende ne var” diye birde nispet yapılır hatta.
Neyse, kafa şişirmeden kaçıyorum ben. Dizi başladı zaten.

22 Şubat 2009 Pazar

Kırmızı Polar Battaniyenin Altında Yazılanlar

Burcu'yu bugün Edirne'ye yolcu ettik. Arabası kalkalı yarım saat oldu. Tatil dönüşleri ne kadar zor oluyordur kim bilir. Ders notları açıklandı. Notları iyi 3 dersten kırığı varmış ama onlar mühim değilmiş. İyi canım olacak o kadar. Ben şahsen kardeşimle gurur duyuyorum. Kendi ayakları üzerinde durabilen sağlam karakterli hassas duyarlı bir çocuktur. Cebine koyulan harçlığı bile utanarak almak istemeyen bir kardeştir. Gelecek dönemin daha başarılı ve güzel geçeceğini düşünüyorum.

Bense kırmızı battaniyenin altında bu satırları yazıyor, pazar akşamının kasvetini dağıtmaya çalışıyorum. Memo yarın seyahata çıkacak bir hafta yok. Bu hafta annemle Banu bende kalacak. Banu'da zaten şu an nişanlısıyla İstanbul'da ki nikah salonlarını gezmekte. Mart ayında tarih almak üzere hazırlıklarını tamamlamaya çalışıyorlar. Haziran için gün almak istiyorlar bakalım, kısmet olursa.

İçim çok sıkıntılı. Hiç ummadığım anda ummadığım birinden haberler aldım. Kendimi teskin etmeye çalışıyorum. Memo'ya sinirli ve üzgün olduğumu ve bunu engelleyemediğimi söyledim ama beni anladığını hiç sanmıyorum. Artık bu konuda üzülmemek gerekiyormuş sanki neye ne kadar üzülmemiz gerektiğini belirleyen bir kural varmış gibi. İnsanların sırtımı sıvazlayıp hadi ama kendine gel demesine sinir oluyorum. Her insanın olaylara karşı tepkisi farklı değil midir? Beni hasta edende üzüntümü asla gün yüzüne çıkartamamam oldu zaten. Annem üzülmesin kardeşlerime karşı güçlü durmalıyım, eşimi boş yere üzmeyeyim diyerek hep kendi hislerimi görmezden geldim. Artık üzüntüm içimde bastırılamaz hale geldiğinde herkesin bana artık aş bu mevzuyu bakışı atmasından nefret ediyorum. Herkesin yaralarını sarıp onarırken kimse benim ne kadar kanadığımı gördümü?. Şimdi onların yaraları iyileşti ve herkes bir yola doğru açılmışken ben ancak durup kendimi sorgulayabiliyorum ve bu insanlara tuhaf geliyor anlaşılan.

Bazen hayatta bencil olmak gerek diyorum. Kimse için kendini feda etmemelisin. İnsanın şu hayatta kendinden başka dostu yokmuş ben bunu çok iyi öğrendim. Sen ne kadar iyiysen insanlarda sana o kadar iyi. Kimse kendi ailen ve eşin bile hiç bir şey beklemeden senin için çabalamıyor.

Kendimden başka hiç bir kişiye inancım kalmadı zaten. Bununla yüzleşmek bazen sarsıcı oluyor olan o işte.

20 Şubat 2009 Cuma

Özii İçin :)



Ani gelişmeler

Dün akşam işten çıkıp Memo'yla buluştum. Yemek yer, sonrada sinemaya gideriz diye plan yapmıştık. İki gündür üzerimde bir yorgunluk, kırgınlık vardı ama umursamamıştım.

Sinemada zor sabrettim. Bir mide bulantısı ve halsizlik arkasından tansiyonumun düşmesi derken, koşar adım eve geldik ve hemen pijamaları giyip yatağa yattım. Saat 22:00 gibiydi. Yatakta kıvranıp durdum gece 01:00 gibi lavaboya zor yetiştim. Kusmak biraz iyi gelmişti. Bu hal sabah 08:00 olana kadar 5 defa tekrarlandı. Her seferinde yataktan sürünerek kalktım. Tabi arkasından ishal derken ben tamamen nakavt oldum. Sabah işe gidemedim ve saat 14:00 gibi sürünerek kalkıp, iki dilim kızarmış ekmek ve 6 adet zeytinle mideme bir şeyler gönderebilmenin rahatlığıyla tekrar yattım.
Akşam annemle kızlar geldi. Ne varsa annede var zaten :)

Annem çorba yaptı yemekler hazırladı da, midemize yemek girdi. Sanırım virüssel bir durum bu. Geçtiğimiz baharda aynı sorunu yaşamış acilden serumlar ve ilaçlarla eve dönmüştüm. Aynı ilaçlarımı almaya başladım. Şimdi iyiyim çok şükür. Çok halsizim ama. Bir gece boyunca insan 5 defa kusabilir mi? ve aynı anda ishal olarak yerlerde sürünebilir mi?

Halbuki benim cumartesi günü, annemi koluma takıp Eminönü, Kapalıçarşı, Sultanahmet güzergahlarında dolaşmak, Cafer Ağa Medresesinde yorgunluğumuzu alacak sıcak bir çay içmek gibi hayallerim vardı.

Neyse sağlık olsun.

18 Şubat 2009 Çarşamba

Gidenlerin Ardından



Çocukluğumdan bir kare daha eksildi. Sevgili Gazanfer Özcan'ı, yani Kuruntu ailesinin sevimli babası Hüsnü Bey'i kaybettik.
Tanrı'dan rahmet, sevenlerine sabır ve baş sağlığı diliyorum.

Sanat dünyasından çok kıymetli yıldızlarımız kayıyor ama toplum olarak yerine yenilerini koyabiliyor muyuz?

Gelecek nesile güzel eserler bırakabilecek miyiz?
Kaybettiklerinde özlemle anabilecekleri değerleri olacak mı?


Ben neden her zaman bardağın boş tarafını görüyorum?

17 Şubat 2009 Salı

Her gün, yeni bir gün



Ay! ne depresifim ben ya. Ne kadar iç sıkıcıyım öyle. Kendine gel ayol, paçoz muyum neyim? Allahını seversen sarhoşken yazı yazmada içimiz bayılmasın. Ayol iki kadeh şarap içtin götü boklu şair oldun. O ne öyle be!

Ağlak ağlak habire...

Neyse, az önce mercimek çorbası yaptım ama içinde her şey vardı. Sonra bızzztladım iki fokurdattım yanındada çekirdekli ekmek, roka salatası ve yoğurt. Akşam yemeğimiz tam bir ziyafet yani :)

Hımm, birde şu alt foto varya, ben oraya gidicem bir gün söylemedi demeyin.

15 Şubat 2009 Pazar

Berbat Bir Gece

Bir şişe Doluca Kalecik Karası, arkasından 2 şişe Heineken içince düşündümde halen istediğim sarhoşluğa erişemedim.Kanalları zaplarken şunu düşündüm ki,

"Benden anne filan olmaz!"

Memo beni seviyor musun gerçekten?

Oysa ben berbat biri olduğumu düşünüyorum.

Gece

Saat 01:30 yanlızım. TRT-2'de Divan "Klasik Türk Müziği" isimli programı izliyorum. Dinlediğim şarkı beni efkarlandırınca, gittim sigara tabakasından bir cigara aldım. Evde çakmak yoktu mutfak ocağının ateşinde yaktım.
İyiki TRT-2 ve Cnbc-e var diye geçirdim içimden yoksa bu koca kutu ne işime yarardı.

Bu akşam tek başıma otururken bacaklarıma serdiğim kırmızı polar battaniyenin altında bir sürü şey düşündüm. Aklıma sıralı sırasız bir sürü şey geldi. Tek kaldığımda yaptığım gibi kendimle konuştum. Evde bu deliliğimi görecek kimse olmaması iyi bir şey.

Karnım acıkınca dünden kalan iki kaşık pilavı yedim. Sonra bir ara ekmeğimin arasına biber turşusu tıkıştırdım, üstünede bir bardak su. Tok olmak ne iyi. Doyunca açlığı unutmak ne kadar adice.

Her zaman olduğu gibi evde tek kaldığımda sanki bütün insanlık yer yüzünden silinmiş ve bir ben, bir Tanrı kalmış gibi hissettim. Tanrı'yla baş başa olmak beni utandırdı. Ondan kaçtığımı hissettim. Aslında bildiğim şeyle yüzleştim sadece. Biraz daha zaman istedim ve her türlü aptallığım için özür diledim. Bazı bazı olduğu gibi içimde var olan ona ulaşma arzusunu hissettim. Yani bir şey oluverse ve ben yedi katı hemencecik aşıversem ve öylesine hiç bir söz olmadan ana kaynağıma ulaşsam ne iyi olurdu. Kendimi uzaydaki ana gemiye varmaya çalışan bir keşif aracı gibi hissediyorum.

Bu akşam bir kez daha kendimle kalmanın bana hiç yaramadığını teyit ettim. Oyalanacak bir şeyler yoksa hele, çok daha vahim. Kitap veya bir film filan olmalı. Düşünmemi engelleyen her şey mübah bu halde. Bu zamanlarda kollarımı dirseklere kadar sıvayıp ellerimi kalbimin içine sokuyorum. Kendime acı çektirecek her şeyi bulup çıkarıyor, yeniden ve yeniden silip parlatıp itinayla yerine yerleştiriyorum. Unutmaya yüz tuttuğum her şeyi yeniden hatırlatıyorum kendime. Bazen acıyıp çocukluktan güzel bir anı bulup kendimi teselli ediyorum. Kendime acımak büyük bir haz veriyor bana. Hastalıklı ruhumun elinde oyuncak olduğumu düşünüyor, bu tuzağa düşmiycem diye kendimi motive ediyorum. Ama olmuyor. Her seferinde bilmem kaçıncı kez aynı acılara gark oluyor, yaralarımı kanatıyorum. Kabuk bağlayan her şeyi yeniden kanırtmak, daha derinlere kadar inmek kaçınılmaz oluyor.

Kim bilir sende benim kadar üzülüyor musun?. Yaşlandın mı?, ellerindeki damarlar daha mı belirgin?. Güldüğünde yanağındaki çukur halen içimi ısıtır mı?.
Benden daha beter olduğunu biliyorum ve senin acı çekmen beni dahada üzüyor ve bir kezde onun için üzülüyorum. Bütün her şey bazen o kadar saçma geliyor ki, kendimi tanıyamıyorum ve çok ikiyüzlü buluyorum. Sadece bir maskenin arkasında saklanıp rol mü yapıyorum, yoksa gerçekten mutluyumda bunu mu hazmedemiyorum anlayamıyorum. Sanki iyi olmamalıyım hiç ve sanki her şey benim suçum.

Seni hatırlatan her şey, içimi kanatan her şey, seni bana daha yakın tuttuğu için ve yara her daim taze kaldıkça sen hep benimle kalacak olduğun için belkide bütün bu ruh hali.

Neyse ne, hemen şimdi saçmalamayı bırakmalıyım. Bulaşık makinesini boşaltmam ve mutfağı toparlamam gerek. Sonrasında sıcak bir duş ve ağlamanın verdiği huzurla uyumalıyım işte hepsi bu.

14 Şubat 2009 Cumartesi

Sevgili Sevgililer Günü




Bu sene Sevgililer Günü elimde patladı.

Memo çalışıyor bugün, bende kös kös elimde kumanda Tv zaplıyorum.

Mutsuzum işte :(

Ama sizin Sevgililer Gününüz kutlu olsun.

Gidip kırmızı bir ruj süreyim bari. Kimi öpeceksem!!!

13 Şubat 2009 Cuma

I Love Your Blog

Sıkı bir hafta geçirdim ve nihayet haftayı sonlandırdım.
Sonrasındaysa fullhouse ve tanıdığım en süper hamile kişisi :) sevgili yeliz beni bu akşam güzel bir ödülle karşıladılar. Cuma akşamını daha bir güzelleştirdiler.

İşin raconu icabı, ödül verirken aşağıdaki koşulları yerine getirmek gerekiyormuş:

1. Seni ödüllendiren blog yazarının linkini vermek.
2. Bu ödülü başka 7 blog sahibine linklerini vererek göndermek.
3. Seçilen blog yazarlarını durumdan haberdar etmek gibi.

Sizi bilmem ama ben blog işini fazlasıyla seviyorum. Severek takip ettiğim çok güzel bloglar var. Yazmadıklarında ciddi biçimde özlediğim, hastalandıklarında endişelendiğim güzel insanları blog sayesinde tanıdım. Belki yüz yüze gelmedik ama buda sevmenin başka bir şekli diye düşünüyorum. Eskiden mektup arkadaşlıkları vardı hatırlar mısınız?
işte ben bu blog olayını, internetin mektup arkadaşlığı gibi görüyorum.

Her şeyin başına dönersek, Aslicin sayesinde bir çok blogu tanıdığım için ilk ödülü Aslı'ya vermek isterim.

http://aslicin.blogspot.com


Güçlü ve güzel bir kadın olan Zerrin Hanım'a

http://zerrinpastaevi.blogspot.com/


Benim en büyük yaramı anlayan ve yorumlarıyla merhem olan Nihan'a

http://annelikgunlugu.blogspot.com/


Fethiye'nin Sultanı sevgili Asortiğimize :)

http://asortik-krep.blogspot.com/


Bana Ankara'yı sevdiren maharetli Ayşe'ye

http://aysesworld.blogspot.com/


Güzel kızları olan ve ilerde inşallah bende böyle olurum dedirten, gezmeyi seven lalenin bahçesine

http://laleninbahcesi.blogspot.com/


Yeni keşfettiğim ama tüm arşivini ilgiyle okuduğum ve nur yüzlü anneannesini yeni kaybetmiş olan sevgili İmge'ye

http://imgetan.blogspot.com/


Tanıdığım en tatlı sarı saçlı kızın annesi, Ebru'ya

http://primarima.blogspot.com/



Edirne'de sıcak bir kapım var dediğim sevgili Funda'ya

http://sarhosbalikvetopalmarti.blogspot.com/



Mutfağında besleme olarak yaşamaya gönüllü olduğum sevgili Annoyama

http://kedilimutfaklar.blogspot.com/

.
.
.
.
.
.
.

Aaa! 10 olmuş ama daha bitmemişti...

Velhasıl sol yanda olan ve oraya dahil etmeyi hep unutup ezberden girdiğim tüm bloglara en güzel ödülleri yollluyor, herkeslere selam ediyorum.








10 Şubat 2009 Salı

Salı Gevezelikleri

Salı gününe yakışmayacak kadar gergin bir ortam vardı bugün ofiste. Pazartesi olsa anlarım ama Salı böyle olmamalı. Salı evin küçük kardeşi gibi olmalı. Herkes tarafından sevilen, muzip ve afacan.

Bu arada, Adil Işık’ta indirim var Outlet kısmı daha bir indirimli haberiniz olsun. Ben kendime kırmızı bir hırka aldım. Hiç kırmızı bir giysim yoktu. Elim siyaha gitmişti otomatik olarak ama yanımdaki arkadaşların itirazlarıyla kırmızı olanı aldım. Beğendim de. Bugün işe gelirken giydim bile. Nedense hırkaları çok seviyorum. İçimde bir büyükanne gizli galiba.
Tesadüf, bir iş arkadaşım daha kırmızı kazak giymiş bugün.
Ortamın gerginliğini kırmızıya bağlayabilir, sinirli ve agresif bir hava yayıyor olabilir miyiz?

Bugün öğle yemeğimizi yeni açılan Çin lokantasında yedik. Biz üç bayan olarak tadımlık bir iki çeşit söyledik. Kızartma kokusu olmasa veya daha iyi çalışan bir havalandırma sistemi olsa ( işimiz gereği hemen buna dikkat ettik) daha hoş olabilirdi.



Mekanda çalan müzikler Çince pop parçalarıydı. Ayrıca ocak başındaki aşçılarda Çinliydi. Garsonlar bizdendi. Kasadaki sevimli Bey, Türkçesi elverdiğince hesaplarımızı aldı. Post cihazından kredi kartıyla kendi hesabımızı ödememiz çok komikti. Ben ay! çayın parasını vermedim diye tutuşunca gülüştük, çayın parasını almadılar. Yine gelecek ben diyerek ayrıldık. Umarım düzen tutabilir ve kapanmaz bu mekan. Ben yemeklerden memnun kaldım. Lezzetli bir tavuklu udon ve buharda pişmiş tombul Çin mantılarından yedim. Kızarmış dondurmayı başka zamana erteledik.


Sonra dün kitabım geldi kargodan. Ne yalan söyleyeyim çocuk gibi bekliyordum. Bir heves sormayın gitsin. Heveslendiğime de değdi.



Teşekkür ederim Banu Hanım daha önce okumadığım ve tanışmadığım bir yazarla beni tanıştırdığınız için.


Bugün nedense, aklıma geçen sene hevesle başladığım ve maymun iştahlı olduğumu tekrar hatırlamama sebep olan, etaminlerim ve ipliklerim düştü. Aldığım kanaviçe dergilerim ve beğendiğim motifler filan. Neden başladığım işi sonlandıramıyorum ki.
Bu huyumdan nefret ediyorum. Karar verdim şu postu yazar yazmaz, iplik kutularını ve dergilerimi gün yüzüne çıkartıp yarım kalan kırlentin işlemesini bitirmeye koyulucam.
Buda bana kapak olsun. Bakalım bu gaz beni kaç gün idare edecek.

Birde dün gece rüyamda bloğuma bir yazı yazmışım. 13 tane yorum gelmiş. İlk yorum beni güzelce eleştirmiş. Yazım hatalarım ve imla bozukluklarımla ilgili. Nasıl utanıyorum anlatamam. Birde ruh dağı Hunca bir kelimedir efendim, şu anlama gelir diye uzunca bir nutuk çekmiş. Hunca da ruh dağı hükümdar demekmiş güya.
Benim Hunlara karşı olan ilgimi nereden biliyor diye düşünüyorum. Hani hoşuma da gidiyor bu durum.

İşte böyle. Bu rüyadan bir şey anlayan varsa beri gelsin.

8 Şubat 2009 Pazar

Pazar Rehaveti

Anne evinden kendi evine dönüş gerçekten insan ruhunda tahribata yol açabiliyor. Zira tüm gün üçlü koltukta serilmiş keyif yaparken, elinin altına her nevi ihtiyacın getiriliyorsa, ertesi gün kös kös kendi evine dönmek keyifli olmuyor.
Hele ki, döndüğünde yemek yapmak ve evi çekip çevirmek sorumluluğu seni yol boyunca hindi gibi düşündürüyorsa varın siz düşünün.

Neyse, tez elden iki tencere yemek yaptım. Biri çorba, diğeri ekmek banmalık sulu yemek. Ekmek dersen, fotoğraftaki annemin pişirdikleriyle yarışamaz ama




Allah'tan ekmek mak. var diyerek bir paket köy ekmeği karışımını cihazın hanesine boşalttım çoktan. Birazdan piştiğini haber veren dit! sesini duymayı umuyorum.

Birde dışarıda yağmur varsa ve şiddetli bir rüzgar, aklıma hep portakallı kek düşer benim. Üşenmedim kekide çırptım fırına attım. O pişti çoktan ama her santimetrekaresini yağladığım kıymetli kek kalıbım, keki bana vermemekte ısrar etti. Ben sinirli insanım kardeşim. Önden biraz sakinleşmeye çabalayıp 5'e kadar filan sayarım ama kalıp benden asabi çıktı. Kekin üst parçası benim ısrarlı sallamalarım sonucu tabağa kendini bıraktı ama alt kısmı kalıptaydı. Tahta spatulayla ittire kaktıra diğer kısmıda çıkarttım.
Biraz bölük pörçük ama tadı şahane. Portakal işin içine giriyorsa kötü olamaz zaten.


Bu güzel hediyeyse, Burcu'dan geldi. Edirne'den her gelişinde minik şeyler getirmeyi adet edindiğinden bu sefer payıma bu düştü.



Hımm! evi ekmek kokusu sardı bile. İnşallah onuda çıkartırken parçalamam.
Memo sesleniyor içeriden, cok acıkmış. Benim sofrayı kurmam gerek. Sıcak ekmeğim ve yemeğin yanına lezzetli bir ev turşum var.

Allah'tan daha ne istenir ki?

6 Şubat 2009 Cuma

Hastayım, hastasın, hasta



Bu hafta hastalıktan başımı kaldıramadım. Üstüne birde okkalı bir migren atağı geçirince tamamen nakavt oldum.

Kitap hediyeleşme haftasıda hiç istediğim gibi olmadı. Serap sana kitap gönderdim ama ne yaptığımın farkında mıydım acaba?. İnan hiç bilmiyorum. Sana yazdığım kartı ve Eylül'e aldıklarımı hep unutmuşum. Kusura bakma lütfen, Allah'tan kitabı unutmamışım!

O kadar halsizim ki. Grip ilaçlarıda uyku yaptığından bu hafta yarı uyur yarı uyanık geçti. İyileşmek istiyorum artık. Göğsümde bir güreşçi oturuyor sanki. Resmen zor nefes alıyorum.

Neyse, bu haftada geçti işte. Yarın anneme gidip onda kalıcam. Bana dolmalar, mantılar yapar şimdi biliyorum. Gitti benim diyet.

1 Şubat 2009 Pazar

Mim İşleri

Mimlendim efendim hemde iki kişi tarafından. Yeliz ve Funda teşekkür ederim.
Mevzuyu duyan kalmadı diyerekten sadede geliyorum hemen.



Şimdilerde elimin altındaki tek kitap bu.



161. sayfanın 5. cümlesi ise aynen şöyle;



Doğru, daha 1940'larda rahmetli Uzunçarşılı ve İsmail Hami Danişmend gibi tarihçiler savaşın historiografisinin ne kadar karışık olduğunu biliyorlar ve 1364'te olduğunu düşündükleri savaşın 26 eylül 1371'de Meriç boyunda dövüşen Çirmen Savaşı ile aynı olma ihtimalini de akıllarında bulunduyorlardı.

Şimdi biraz mutsuzum o yüzden kısa kesip kimseyi mimlemiyorum. Ama isteyen herkes yazmalı bence.