30 Aralık 2008 Salı

Geçerken Uğradım

Yeni yıl yaklaştıkça benim yapılacaklar listemde yavaş yavaş şekillenmeye başladı.

Bir kere yeni sene bana anne adaylığı getirebilir, yani senenin sonuna doğru mesela. O yüzden bu seneki listem daha ziyade sağlık ve alışkanlıklarım üzerine. Listenin en başına artık büyümem gerek diye yazdım. Ruhen de…

Bu kısmı becerebilirsem gerisini hallederim diye düşünüyorum. Genel olarak mesela azda olsa artık alkol alımını kesmek, kafein alımını azaltmak ve Memo’nun sigarayı bırakması için 1000 Turna kuşu yapmak gibi şeylerden oluşan bir listem var.
Özel sağlık sigortası başlattım bu benim için iyi bir gelişme. İşi abartıp hastaneleri gezmeye şimdiden başlarsam hiç şaşırmam doğrusu.
Sahi listenin en mühim maddelerinden biri “ Bu kadar çok düşünme”. En azından çocuğun hangi okula başlaması aşamasına kadar gelme ne olur. Doğmamış bebeğe don biçmeyi kat be kat geçmiş durumdayım. Kolej bakmaya başlamam an meselesi!!!,

Bütün bunların dışında, hayata daha olumlu bakıp pozitif olmaya çalış maddesi de var tabi. Melankoli ve dramadan bıkmış olmalısın lütfen samimi ol. Kendine acı çektirip durma artık. Birde hayatındaki her şey senin kontrolünde olamaz. Kader diye bir olgu var ve başımızda bir büyük Patron var. Bazen bunu unutuyorsun olmuyor!

Genel hatlarıyla böyle bir listem var işte. Bilmiyorum uygulamaya sokabilir miyim? Yeni yıl bize güzel şeyler getirsin istiyorum. Sağlık ve neşe versin gerisi zaten olur bir biçimde.

Hiç kimseye hediye almadım bu yıl. Değişiklik olsun bu sene ne yapalım. Bu akşam halledebilsem çok iyi olurdu. Fazla bir kişi yok aslında ama ne alacağımı bilemiyorum. Bu sebepten bayanlara kırmızı don, erkeklere de çorap alıp böylede rezillik olmaz ki dedirtmeyi düşünüyorum. Nasıl fikir.

Çalışırken Vivaldi dinliyorum iyi geliyor.
Bana elimde olmadan bir yaz günü Versailles’in bahçesinde çay içiyormuşum gibi hissettiriyor. Gel gör ki, Osmanbey’de bir ofisteyim ve dışarıda kar acaba yağsam nasıl olur? derdinde. Yağacaksan yağ şöyle lapa lapa seyredelim.

Keyifsiz ev kadını modunda bugün hava, olmaz başım ağrıyor demeye getiriyor. İyi sen bilirsin diyorum dönüyorum havaya kıçımı. Jaluziler kapalı, kendimi Cezayir’de ki bir otoparkın egzost hesabına gömmüş durumdayım. Fan seçmekten kanal döşemekten öğğğk! gelmişti, kendime kahve molası verdim yanında da sabahtan kalan havuçlu kek.. Akşam eve gidince yap diye kendi kafamı ütülüyorum fakat kendim hiç oralı değilim zannımca.

Saat 15:12 itibarıyla klasik eve gitsek mızırdanmama başlayabilirim. Kaldı iki saatim.
Beni bugün hiç diye Memo’ya ekşisem biraz kendime gelicem sanki. Buna fazlasıyla hakkım var çünkü bu akşam ofislerinde yeni yıl partisi var ve geç gelicek
Biz yeni yılla hiç yüz göz olmuyoruz ofisçe. Zira bizim politikamız deliye her gün bayram.

Devam edicektim ama kahvem soğudu yine, tazelemem gerek. Bir yere ayrılmayın dönüyorum iki dakikaya.

27 Aralık 2008 Cumartesi

Sevgi Böcüğü

Bugün güzel bir cumartesi. Annem ve Banu bende misafir. Halen uyanmadılar bende bir yandan kahvaltı hazırlamaya başladım. Kayısı kıvamında yumurtalar, Banu için kızarmış patatesler, kendim için peynir tabağı annem içi ceviz :)

İşe gitmedim bu cumartesi ne güzel. Kahvaltıyı uzun tutup evde yapmam gereken işleri görmezden gelme hinlikleri içindeyim :) Anneme şımarıklık yapmayı düşünüyorum bolca.
"Kız sen gençleşiyosun her gün" diye onu bıyık altından güldürcem :)
Annem badem sütünü keşfetti, kendisi Bebak dışında bir şey kullanmaz!!!
Bayan otorite :)

Burcu Edirne'de hava çok soğuk diye veryansın ediyor. Sürekli yeni yıl gecesi İstanbul'da olma hayaliyle mutlu oluyor. Bazen daha uzak bir yerde okul kazansa ne olurdu diye düşünmeden edemiyorum. Psikolojisi kaldırmazdı sanırım. Şimdi onlar orada kahvaltı ediyor oh ne ala! diye dertlendiğine eminim.
Ne yapalım, gülü seven dikenine katlanır. Okumak kolay mı? Hele ki, bu ülkede. İstediğin bir bölümü kazandığına şükret bence.
Kendini olumsuzluğa o kadar bağlıyor ki, her şey koca bir drama onun için. Hay Allah kime çekmiş acaba? :D

Benim gidip pattiz kızartmam lazım. Ayy! ne güzel, bugün cumartesi ve ben çalışmıyorum...

26 Aralık 2008 Cuma

Nişan


Banu'nun nişanından bir kaç foto eklemek istedim ama ele gelen bir fotoğraf yok.
Ben panikten ya gölgeli çekmişim, ya titrek, ya alakasız bir köşeyi.
Düzgün fotoğrafları çekenler vardı ama benim elime geçmedi. Bende bari çiçek ve çikolatanın resmini koyup bu günü tarihe not düşürelim dedim.

Güzel bir gündü. Sevinç ve burukluk vardı ama en çok heyecan. Kardeşim nişanlandı ama şu an yanımdaki koltukta battaniye altında yatıyor. Üşütmüş kendisi. Bünyesi nişanlanmayı kaldıramadı galiba :)

Neyse, kızdırmayalım şimdi kuzucuğu...

23 Aralık 2008 Salı

Salı akşamı ne güzel :)




Ekmek mak. çok seviyorum. Kendileri benden iyi olmasın, pek hamarattır.

Neyse o çalışırken bende boş durmamak adına dolapta günlerdir yalvaran gözlerle bana bakan 3 adet yufkadan pattizli börek yaptım. Bol acılı. Şahane oldu az önce bir dilim yedim çünkü.




Sonra hızımı alamadım ve kurabiyede yaptım. Yeni kalıplarımı denemek için bahane yarattım aslında.

Süslü püslü değil ama kurabiye yapmak terapi gibi bir şey. Tavsiye ederim.






Bir kutu kurabiyem var ama nasıl ve kim tarafından bitirilecek merak içindeyim.




Benim kurabiyelerle yarışamaz ama ekmekte süper oldu :)


.


Her şey bitince kendimi ödüllendirdim doğal olarak.



Gossip Girl'ü izleyip Mariachi'den soğuk bir yudum aldım.

Birazdan romantik salı kuşağı başlıycak. Memo'ya cebren ve hile ile film izletilecek!

Salı akşamı ne güzel :)

22 Aralık 2008 Pazartesi

Bugün Pazartesi

Pazartesi sabahları çok asabi olurum. Genelde sabahları asabiyim evet. Özellikle iş olan sabahlar.

Neyse, bugün pazartesi sabahı olması yetmezmiş gibi, Starbucks’ın bana sabah yanlış sipariş paketleyen o kıymetli çalışanına buradan sevgilerimi gönderiyorum. Bana koca bir bardak neskuikli süt vermiş adam yahu. İnsan orta boy sade filtre kahveyi nasıl yanlış anlar üstelik tek sipariş veren benken. Kalabalık olsa anlarım karıştı her halde diye düşünürdüm ama bu ne ya!. Önce tepside getirmesinden anlamalıydım zaten. 3 kez paket diye tekrar etmeme rağmen hem de. Yazılı beyanat mı vermem gerek acaba?
Tanrım bugün pazartesi sabahı tamam mı? Sadece kahve istemiştim. Üstelik bu o adamın kaçıncı zevzekliği. Rumeli cad. Starbucks, elemanınıza lütfen daha iyi bir eğitim verin veya kasada durup sipariş alacak kulağı sağlam ve salak espriler yapmaya uğraşmayan bir eleman bulun. En azından o sersemi sabah vardiyasına koymayın yakında ben cinnet geçirip onu süt buharıyla boğabilirim ona göre.

Tamam daha sakinim şimdi…

Bugün pazartesi ve pazartesiye çok yakışan bir hava var dışarıda. İsli, sisli ve puslu. Güzel bir gri ve insanı sinir eden ince bir yağmur var. Yağmur dediğin şakır şakır yağmalı. Böylesi karaktersiz yağmasından hoşlanmıyorum. Her şey ama her şey günlerden pazartesi diye bas bas bağırıyor. Unutmak ne mümkün…

Şimdi evde oturuyor olmak isterdim. Yatak odasındaki battaniyenin bir ucundan sürükleyerek salona getirmek ve koltukta tatlı bir sıcaklıkla kalmak isterdim. Sadece bunu isterdim işte. Sıkılmazdım orda oturur ve düşünmem gereken her şeyi düşünürdüm. Güneş gidip yerine ay geldiğinde ve Memo işten dönüp anahtarı olmasına rağmen zile bastığında bile orada öylece oturuyor olurdum.
Düşünmesi bile güzel.
Şimdiyse, karşı masadaki karaktersiz insanın yüzünü görmemi engelleyen paravana astığım Çin Seddi, Özbekistan ve Mars fotoğraflarına bakıyorum. Birde köçeklerin resmedildiği bir gravür fotoğrafı var arada bakışlarım ona kayıyor. Nazlı bir biçimde gerdan kırıyorlar elleri yana açık. Hafifçe tebessüm eden güzel oğlanların olduğu bir gravür bu ve bakmayı seviyorum.

Başkada bir şey yok sadece bugün pazartesi o kadar.

18 Aralık 2008 Perşembe

Dağdan Geliyor Bir kız Döne Döne...




Bu sevimli kızı tanıdınız mı? Bu kız 5 yaşındayken benim idolümdü.
Hayatta istediğim tek şey bir gün o olabilmekti. Nadia Comaneci.




Bende onun yaptıklarını yapabiliyordum işte. Önce çok güzel bir selam veriyordum annemle babama, sonrada serimi sunmaya başlıyordum. Annemin çığlıkları ve “Kızım bir dur bir yerine bir şey olacak, sakatlık çıkarma başımıza!” feryatları eşliğinde hem de. Sonunda güzel bir alkış alıyordum. Afferimdi bana.



Her günüm “Bacaklarımı iki yana açabiliyorum anne baaak!” diyerek atlama zıplamalarımla ve annemin “Yapma çocuğum, kızım yapma” sesleriyle geçerdi.



Herkesin beni Nadia Comaneci’ye benzetmesinde kahkülleriminde etkisi vardı. Yani her şeyim tamamdı. Çok istedim ama jimnastikçi olamadım maalesef.
Seneler geçti, ben yine egzersizlere devam ettim ama gösterilerim hep kendimeydi. Sonra kahküllerimde saçlarıma karıştı gitti kesmedim bir daha.




O kadar zaman sonra saçlarımı kestirdim bugün. Hem de öğle tatilinde. Hiç tanımadığım bir kuaföre, Ya bismillah diye daldım. Kahkül kes, birde uçlardan azıcık al dedim. İşte bu, söyledim gitti. İçimden en fazla ne olabilir dedim, düşünme bu kadar. Her kuaför gibi oda saçıma methiyeler düzdü. Ne zamandır böyle doğal, boyasız kaliteli bir saçı taramamıştım dedi. Ay mersi dedim hatta monjante.

Dur dedi madem ofise döneceksin balık sırtı örelim saçını, hem rahat çalışırsın hem de kah küllerin gözüksün. Ben ustanın işine karışmam o ne derse tamam benim için. İşi bittiğinde ben kendimi yeniden 5 yaşında gibi hissettim. Yeniden Nadia Comaneci olmuştum. Kalbim küt küt, ayaklarım yerden kesilerek ofise döndüm. Herkesten Aaa! Ooooo! Sesleri gelmeye başladı. Yakıştı dedi herkes ben onların yalancısıyım.

Kuaförden çıktığımda kahküllerim beni 5 yaşın umutlarına ve heyecanlarına kavuşturduğu için çok mutluydum. İçimden parende atmak geldi.
Nadia Comaneci olmamı sağlayan kahkullerime yeniden kavuştum işte ye hu!
Sahi ben ne zaman sıkılıp uzatmıştım bu kah küllerimi.

17 Aralık 2008 Çarşamba

Büyülü Gerçekçilik



Hani var ya benim için Marquez'in dişisisin. Bunu diyebileceğimi hiç düşünmezdim. Kitaplıkta Marguez'lere dönüp şöyle dedim. "Hele bir kardeşinize yer açın bakalım."
Sonrada mutlu mutlu seyrettim manzarayı.


Bu E.Sevgi Özdamar var ya, beni elimden tutup bulutların üzerinde gezdiriyor. Sanki o anlatıyor ve ben bıkıp usanmadan dinliyorum. Arada dur bir çayımı tazeleyeyim diye sözünü kesiyorum.

Hiç bitmesin. Şehrazat’ın 1001 gece masalları gibi hiç ama hiç bitmesin istiyorum. Geceleri yıldızların üstünde uyuyalım, ay odamıza insin hatta.
Tüm gün yüzümde güzel bir tebessüm, içimde banyo sonraları hissedilen yeniden doğmuş olma duygusu.

Tamda zamanında karşılaşmadık mı? Ne öncesi, ne sonrası. Tam şimdi olmalıydı buluşmamız. Kaldığımız yerden devam ettiğimiz bir sohbete koyulmuş gibi.
Bir cigara daha yak hele, dur hatta ben çayımı tazeleyeyim olmaz mı?

16 Aralık 2008 Salı

Koşturmaca



Bu keseciğin içinde önemli bir emanet var az önce aldım geldim. Kim derdi ki kardeşime yüzük bakıcaz ben gidip alıcam.

Ama yok, üzülmiyceeeem!!!





Bu iki arkadaş dün akşam beğenip aldıkları alyanslarını inşallah bir aksilik olmazsa cumartesi günü kırmızı kurdalelere bağlı olarak parmaklarına takacak ve bir ömür boyuda çıkartmayacaklar. Dedecim kurdaleyi keserken duygulanacak yine. Ama ben önlemimi çoktan aldım. Akmayan bir maskara...

Geçen hafta çok yorucu günler geçirdim. Bir koşturmaca, bir heyecan ve nihayet sayılı gün çabucak geçti işte. Bugün nişan yarın düğün ama üzülmüyorum!!!
Kalbimde ağır bir yük var gibi. Dün aynada saçlarımı tararken beyazlar gördüm sanki...
Banu saçlarımı beyazlattı, Burcu'da inme iner herhalde. Kız çocuğum olmasın lütfen!
Kalbim bu yükü kaldıramıyor işte.


Neyse, bütün bu koşturmaca dışında Japonya'dan dönen arkadaşım bana çok zarif bir hediye getirmiş.





Bu sevimli Turna kuşunu saklıycam tabii.
Onun hediyesi bana yetmemiş olacak ki, bir küçük hediyede ben aldım kendime. Ofiste kahve molalarıma yandaş olsun diye...





Hayat çok hızlı akıp gitmiyor mu? Banu'ya takı olarak bir paket jelibom ve bir sürü topitop alıcam. O tavşan dişleriyle gülücek tabii.
Allah'ım üzülmiycem demiştim di mi?

10 Aralık 2008 Çarşamba

Huzur evde!

Bu Memo'nun sloganıdır. Dua etsin Allah ona uygun bir eş vermiş. Gezmeyi seven biri olsaydım halini düşünemiyorum.
Bu akşam üstü bayram geldi geçti bir aktive içine dahil olamadık diyerek, sinema izleme fikriyle kendimizi yola attık. Öncelikle arabaya park sorunuyla cebelleştik. Onu atlatınca bu sefer uzun bir bilet kuyruğuna tosladık. Olacak gibi değil diyerek kendimize kahve ısmarlayıp eve döndük. Memo'da klasik duruşunu sergileyerek, ulu cümlesini kurdu. "Huzur evde"

Bana göre huzur İkea'da. Bu sebepten ben yarın İkea'nın tatlı kollarına atıcam kendimi. Çok seviyorum ne yapabilirim, tek zaafım bu.
Memo'da azıcık sabrediversin artık...

9 Aralık 2008 Salı

Anti örücü

Tanrım biri soulemama'yı durdurabilir mi? Lütfen artık örgü örmesine bir son verebilir mi?

Bebeği bari rahat bıraksın yahu!!!


Bal yiyen baldan usanır be!

8 Aralık 2008 Pazartesi

Bayram Gelmiş Neyime?

Bir eblehlik var üstümde sormayın gitsin. Bayram gelmiş hoş gelmiş. Bana pek hoş gelmedi. Aklımda sürüsüne bereket düşünce. Vong vong sesler.
Kafamda bir sürü minik adamcık bir ağızdan konuşmakta. Ya! bir susun arkadaşım, bir işinize gücünüze bakın. Rahat bırakın beni azıcık. Beni dinleyen kim? Herkes kendi havasında.
Hayır bu kalabalık başımı ağrıtmasa amenna lakin, başım çatlamak üzere. Kafamdaki minik adamlar neden bayram tatili yapmıyorlar acaba?

İçimde her zaman ki buruk özlemim. Düşünme dediğim ama böyle telkin verdikçe daha çok düşündüğüm derdim, uhdem, boğazımdaki düğümüm, her şeyim.
Sensiz kaçıncı bayram bu, bir fikrin var mı?
Ben saymayı bıraktım çünkü...

2 Aralık 2008 Salı

Evlilik nedir???

Evlilik sürekli parayı nasıl çoğaltabilirim? Ne kadar artırabilirim endişesidir. Fatura ödemeleri ve mutfak masrafıdır. Beğenilen bir şeye “boş ver sonraya kalsın” demektir. Ofiste sinir küpüne dönsen de, eve dönerken yolda kendini sakinleştirmen gerekliliğidir. Üstünden ceketini çıkarıp mutfağa hızla depara geçmen aynı zamanda makineye çamaşır tıkıştırmandır.
Ne yiycez? sorusuna sinirlenmemeyi öğrenme çabasıdır.

Ütülü gömlek hazır etmek en birinci vazifen olmalı.Seninde haftada tek pazar günün olmasına rağmen kendini eve adamalısın. Pazar kelimesi sana bir şey ifade etmemeli!
Üstelik bu yaptığın hiçbir zaman önemli değildir, sakın takdir filan bekleme. Evin beyi ayakkabıyla eve girebilme lüksünü kendinde görürken senin bu duruma bozulmaman gerekir. Senin vazifen sinirlenmek değildir. İşe gitmeli çalışmalı, eve dönmeli çalışmalı ve hep güler yüzlü olmalısın.
Hayattaki amacın bu olmalı işte. Sen kadınsın çünkü. Ka-dın-sın. Saçı uzun aklı kısasın.

Senin yaptığın iş değildir. Önemli değildir. Aynı evde yaşasanız da, tuvaleti temizlemek senin vazifendir onun değil. Çamaşırı yıkamak senin, ütü yapmak senin görevindir. Asla bir başkasına ait olamaz. Para biriktirmek senin sorumluluğundur onun değil.

Evlilik nedir? sorusunun cevabı budur işte. Bu evliliğin % 80’dir. % 20’sinin ne olduğunu henüz bulamadım ne yazık ki…

28 Kasım 2008 Cuma

Vs. vs. vs.

Bir sürü şey yazmak laf kalabalığı yapmak istemiyorum. Biraz küsüm hayat sana ve sen sebebini çok iyi bilirsin. Bir ateşkes imzalamak için karşıma çıkardığın jest için teşekkürler. Ofisi biraz daha yaşanılır kıldığın için en azından...




Haftayı güzel kapatabildim ve yarın çalışmam gerekse bile önemli değil.

Çok içim sıkıldı geçen cumartesiden bu güne kadar. Şimdi nispeten daha iyiyim. Kapaktan feyz alıp bir adet sigara iliştirdim dudağımın kenarına. Sol gözümü kıstım, sağ gözüm iyice açık. Akşam yemeği bekleyebilir, benim E.Sevgi Özdamar'la randevum var.



...ve bu arada, Tanrım beni seviyorsun değil mi? çok gururlanıyorum bu duyguyu içimde hissettiğim anlarda. Elimde değil en çok beni sevdiğini düşünüyorum. Haksız mıyım?

22 Kasım 2008 Cumartesi

Canı sıkılan biriyim



Bütün hafta iş yerinde can sıkıcı projelerle uğraştım...



Cumartesi sabahı kız kardeşimle uzun bir kahvaltı yapıp ardından kahve keyfine geçtim.



Akşamında ise vaz geçemediğim bir tat olan Lindt \ Tiramisu yiyerek



ve sudoku oynayarak geçiriyor ve sıkıntıdan patlıyorum...

19 Kasım 2008 Çarşamba

Bugünden

Nasıl iş bu
Her yanına çiçek yağmış
Erik ağacının
Işık içinde yüzüyor…
Neresinden baksan gözlerin kamaşır
Oysa ben akşam olmuşum
Yapraklarım dökülüyor
Usul usul
Adım sonbahar.

Seviyorum bu mevsimi hem de çok. Arkasından gelen kış mevsimini de.
Atkımı boynuma dolamak hoşuma gidiyor. Sıcak bir şeyler içmek tarifsiz keyifli oluyor.

Bugün öğle tatilinde Osmanbey’den Maçka parkına kadar yürüdüm. Tek derdim Cemal Reşit Rey’den bu ayın Kültür Sanat Bülteni’ni alabilmekti. Biliyorsunuz tiyatro sezonu başladı ve sonbaharın son günlerine en çok yakışan aktivite tiyatrodur bence.
İstanbul Şehir Tiyatrolarında bu hafta sonu neler var diye baktım. Bu Pazar tiyatroya gitmeyi kafama koydum bir kere ve Devlet Tiyatrolarında da bu sezon izlemek istediğim iki oyun var aslında. Neyse, Maçka parkından geçip CRR’ye varmak çok keyifli. O yolu çok severim. Her öğlen bu yürüyüşü yapıp ofise dönebilirim. Neden daha sık kullanmıyorum bu yolu diye epey hayıflandım.

İçimde yavaştan bir yeni yıl coşkusu kabarmaya başladı. Yeni yılda yeni hedefler minik sürprizler umuyorum. Alınması gereken kararlar listesini kaleme almaya başladım ufaktan. Birde en büyük zaafım olan dekorasyon dergileri aklımı yeni fikirlerle meşgul etmekte. Aslında olabilir diye kenara not ettiğim bir sürü kalabalığı eleyip yapılabilme ihtimali yüksek olanları gün ışığına çıkarmalıyım. En önemli olansa yeni ve kullanışlı bir yatak örtüsü. Kaftan gibi bir yatak örtüm var ve ne yazık ki makineye bile girmiyor. Kuru temizleme yapılması gerek. Birde elektrik süpürgemi değiştirmeyi kafama taktım. ( Memo sen bu postu okuma bence…) Su içine tozları çekenlerden almak istiyorum. Daha bir sürü ıvır zıvır şey işte. Öyle ayakkabı vitrinlerinin önünde saatlerce duramam ben ama Paşabahçe’de yada Ikea’da günlerce kalabilirim hiç sorun olmaz. Saatlerce Koçtaş’ta sıkılmadan gezinebilirim.

Sanırım bayram sonrası bir nişan töreni olacak ailemizde. Banu’cum o minik parmaklarına nişan yüzüğü takacak şaka gibi ama gerçek. Bense kendime aradığım gibi bir elbise bulamadım. Elimdekilerden bir kombinasyon yapmak daha mantıklı gelmeye başladı.
Birde pırasa gibi olan saçlarımın uçlarından kesilmesi gerek. Uzun saçlarımı çok seviyorum ve kestirmeyi istemiyorum ama sonbaharda ve ilkbaharda uçlarından aldırıp birazcık kısaltıyorum. Doğal olarak kuaförle aramızdaki klasik konuşma başlar tabi,

Bak minicik kes tamam mı?

Tamam merak etme sen.

( Elle gösterilir ) bak bu kadar cık işte tamam mı?

Tamaaaaaaam!!!

Ay çok mu kestin bakıyım

!!!!!!!

Çok kesmişsin işte ühühühü…


Ve böylece kuaförün Allah’ım neydi günahım bakışıyla bir kesim macerası daha tamamlanır.
Fakat ne yapabilirim ki, çok seviyorum saçlarımı.

Bayram gelmeden bu saç işini halletsem iyi olur. En kısa zamanda zavallı Ekrem’den bir randevu alalım en iyisi.

14 Kasım 2008 Cuma

Özlem

Dün sabah balkon kapısını açıp havayı kokladım. Kış kokuyordu. Tamam dedim geldi işte. Uzun zamanda buralarda. Benim keyfim yerinde ben kışı severim. Tek sevmediğim şey kar sonrası yolların buzlanması. Onun dışında Allah’a şükür mızmızlanacak bir durumumuz yok. Sıcacık evimizde bir tas çorbamız her daim bulunmakta. Başında bir damı bile bulunmayan fukaralara yardım eli uzatabilmek çok mühim asıl. Ne kadar merhem olabiliyoruz ki yaralara. 5 katlı evi olanların kömür yardımı aldığı, erzak aldığı mahalleler biliyorum. Vicdanları rahat uyuyabilmeyi nasıl becerebiliyorlar hiç anlamıyorum.

Annemin bahçesine daha kış gelmedi. Meyve ağaçları yapraklarını dökse bile, kasımpatılar bütün bahçeyi sarı bir coşkuyla sarmalamış durumda. Kar soğuklarına kadar dayanır hep bu kasımpatılar. Geçen hafta bana gelirken kocaman sarı bir buket hazırlamış annem. Bir hafta geçti ama vazoda gayet canlı duruşlarıyla beni keyiflendirmeye devam ediyorlar.

Benim balkonda iki sardunyam var acizane. İkisi de bir birinden şeker. Sardunyaları seviyorum ve bu sene biraz daha balkona önem vermek istiyorum. Hatta bir limon ağacı alma hayallerim bile var.

Sonra, Memo seyahat dönüşü bir adet balkabağı ve bir sürü elmayla geldi eve. Sarı, kırmızı, ekşi tatlı karışık ilaçsız, hormonsuz köy meyvesi. Birazını patronuma getirdim çünkü sevimli bir torunu var ve organik meyve yemesi iyi olur diye düşündüm. Kötüleşmeye başlayanları rendeleyip pişirdim. Turta ve elmalı kurabiye için iç malzemesi olur diye hazırladım. Kalanlardan elma reçeli yapmaya niyetlendim inşallah becerebilirim.

Eskiden bize köyden buruş gelirdi. Buruş kesilip kurutulmuş meyvedir. Elma erik ve armuttan yapılır. Yazın meyveler dilimlenir ve çatılarda kurutulurdu. Kışın bu meyve kurularından hoşaf yapılırdı. Çocukken kıymetini bilmediğimiz bu buruşları şimdi ekolojik ürün adı altında el yakan fiyat etiketleriyle görünce içim sızlıyor. El emeğiyle kesilip gönderilen eriştelere burun kıvırıp paket makarnanın sevdasına düşerdik. Şimdilerde herkes evde taze makarna yapma hevesinde. Hele yazın köyde kaldığımızda köy ekmeğini istemez, dedeme kasabadan beyaz ekmek siparişi verirdik. Şimdiyse kendim evde ekmek yapıyor, şöyle ekşi mayalı bir taş fırın ekmeğinin hayallerini kuruyorum. Eskiden babaannem kendi ineklerinden peynir yapıp bize gönderirdi. Ben yinede beyaz peynir derdine düşerdim. Şimdilerdeyse evlendiğimden beri benim içinde küçük bir paket geliyor memleketten. Kutudan bir teker peynir çıkar illaki. O kadar mutlu oluyorum ki, deden bunları da sana yollamış dediklerinde kuzenlere dönüp, “Evlenince size de böyle ayrı paket gelecek” diye hava atıyorum.

Çocukken aman bunlar köy kokuyor diye burnumu tıkadığım o kutuya bugün özlemle bakıp derin derin içime çekiyorum köy kokusunu. Ah! sonbaharda köyde olmak ne güzeldir. Her yer sararmış yapraklarla doludur . Kızıl, yeşil ve sarının harika karması. Akşamları odun sobası yanmaya başlanmış ve kuzinede taze ekmek pişiren babaanne silueti de çoktan yerini almıştır.
Gece zorla taze inek sütü içirilmeye çalışılsa yine, şimdiki aklımla bir bardak daha derdim.

Sabah uyku mahmurluğuyla kalksam, içeriden çay kaşıklarının şıkırtısı gelse. Sobanın üstünde kızarmış ekmekler ve *keş kokusu beni kendime getirse. Soğuk suyla yüzümüzü yıkayıp annemden “Ayağınıza çorap giyin,üstünüze hırkanızı!!!” diye azar işiterek masaya sıkışsak. Radyoda ajans haberleri olsa ve ben çayımdan ilk yudumu aldığımda yurttan sesler korosu sevdiğim bir türküye başlasa. Suratımı asıp ben niye erken uyandırmadınız diye sitem etsem, babaannem dişsiz damaklarıyla gülüp saçlarımı okşasa ne güzel olurdu.

Uçanda kuşlara malum olsun, ben köyümü özledim :)

*KEŞ: Süzme yoğurdun kurutulmasıyla yapılan bir çeşit peynir türüdür.

10 Kasım 2008 Pazartesi

Yeni Umutlar

Arada sekteye uğrasa da hayatın döngüsü son hız devam etmekte. Kız kardeşimi Cuma günü istemeye gelecekler. Bu tabirden hoşlanmıyorum ama adı bu “İstemek”.
İnanamıyorum bir türlü kız kardeşim evlenme hazırlıklarında. Dinlediğim her şarkıda ağlamaya hazırım. Benim için o 25 yaşında bir bayan değil ne yazık ki. Ona baktığımda, halen 5 yaşın sevimliliği ve hınzırlığını görüyorum. Çürük dişlerine inat şeker ve jelibom yiyen nereye gitsem eteğime yapışan o haylaz kız işte. Mantığım o artık büyüdü dese de, kalbim bu gerçekle yüzleşmeye hazır değil. Sanırım bir ömürde o benim küçük kız kardeşim olarak kalacak.
İçimde bir kıpırtı bir sürü kelebek kanat çırpmakta. Kendim için bu kadar heyecanlanmamıştım. Her şey sorunsuz ve kolay olsa bitse ve ben kendime bir an evvel ağladığımda akmayacak bir rimel alsam ne güzel olur. Ağlamaya bu kadar meyilli olduğum bir dönem daha hatırlamıyorum.

Şimdi abla sıfatıyla o gece ne giymeliyim derdine düştüm. Beni istemeye geldikleri akşam bile siyah boğazlı kazak ve blue jean giymiş biri olarak, böyle bir kıyafet Banu’yu istemeye geldiklerinde acaba hafif mi kaçar telaşına düştüm. İlk defa karşılaşıyoruz aile bireyleriyle.
Memo’da takım elbise giymemişti bizim isteme törenimizde. Kanvas pantolon yeter artar ne gerek var takım elbiseye demiştim. Çok rahat güle oynaya geçen bir geceydi. Aynı rahatlık kardeşimin gecesinde de olur umarım.

Kızlar büyüyor, bende olduğum yerde saymıyorum doğal olarak. Pazar günü Memo’ya sonbahara uygun spor bir ceket aldık. Durum eşitlendi. Kendime bir şey aldığımda ona alınmazsa içim hiç rahat olmuyor.
Diğer yandan bebek eşyaları satan bir mağazaya göz ucuyla baktık. Bir bebek arabası bile beğendik. Sanırım 500 ytl’ye yakındı ama hani var ya ana kucağı, baba şevkati, bütün ıvır zıvırlarıyla beraber.
Ben çok cici bebek battaniyeleri beğendim. Memo’ya hastane çıkışı için satılan takımları gösterdim, “ne ki bu?” diyerek boş gözlerle baktı. Bende “Lost dizisindeki gibi ıssız adada yaşamıyoruz, bebeği sırf battaniyeyle büyütmeyiz herhalde” dedim.
Böyle mağazalara girmek pek tehlikeli bence. İnsan kendini tutamayıp bir sürü şirin zıbınla oradan çıkabilir. O renkli biberonlar ve minik patiklerse cabası. Akşam eve geldiğimizde Memo, “ O 500 YTL’lik arabayı almalıyız bence” diyerek konuya son noktayı koydu.

Biz bu bebek kararını verirsek o doğana kadar her yer bebek eşyasıyla dolup taşacak gibi. Kendimi nasıl zapt edebilirim bilemiyorum. Gizlice mothercare’de ki indirimleri takip eden başka bir deli tanıyor musunuz?

Not: Kanal 1'de CHICAGO var :) en sevdiğim filmlerden biri.

8 Kasım 2008 Cumartesi

Nem Galdı



Bazen kocaman bir toz bulutunun içinde yaşatıyorum kendimi. Pespembe bir bulut. Böylesi yalan bir aldanışa muhtaç oluyorum belli ki.
Fakat birden bu bulutu dağıtıveren bir şeyler oluyor. Bazen traş losyonunun tütünle karışık kendine has kokusu, bazen bir film karesi, bazen de kulağıma çalınan bir şarkı her şeyi dağıtıveriyor. Büyü bozuluyor, ben uyanıyorum ve bir bakıyorum her yer aslında çirkef bir gri.

Seni özlemediğime inandırmaya çalışıyorum kendimi. Yalan dünya işleriyle oyalanıyorum. Yinede Cem Karaca dinledim diye bir anda dağılıveriyorum işte. Birden küçülüveriyorum. İçine saklanacak bir döşek arıyorum. Yorganın altına saklanmak ve her şey düzelene kadar derin bir uykuya dalmak istiyorum. Aklıma keyifli zamanlarındaki gülüşlerin geliyor ama bu akla gelişler benim için çok akla zarar bir hal alıyor.
Cem Karaca içime kazıyor acımı tekrar tekrar ve tekrar. Daha ne kadar sürecek, hiç mi geçmeyecek?
Çaresi, susup dinliyorum kulağımda bir ezgi, aklıma düşen rakı kadehi.

“ Böyle parsel parsel bölünmüş dünya, bir dikili daştan gayrı nem galdı
Dost köyünden ayağımı kestiler, gözlerimde yaştan gayrı nem galdı

Yiğit geçinenler namert çıktılar, sonra ettiğine pişman çıktılar
Eski dostlar bize düşman çıktılar, bir gaç tane itten gayrı nem galdı…."

6 Kasım 2008 Perşembe

Bugünlerde

Üstümde acayip bir rehavet var. Bunu iyi anlamda söylüyorum. Memnunum yani. İçim tarifsiz bir huzurla kaplı. Çok rahatım bilmem neden?
30 yaşın bir getirisi mi acaba?. Yoksa farkında olmadan Nirvana’ya mı ulaştım?

Sebebi neyse, ister olgunlaşmak olsun ya da adı her neyse ben memnunum. İş konusunda bile çok rahatım. Ağustos ayından beridir alamadığım zam farklarını bile kafama takmıyorum. Sonu kötü bitmez inşallah bu gidişin.

Memo’nun gelmesine daha iki gün var. Kendileri hafta başından beridir Karadeniz illerinde müşteri ziyareti yapıp, Amasra’da bizim pidecimizde 1,5 karışık pideleri afiyetle yiye dursun, ben zat-ı alilerini pek çok özlemiş bulunmaktayım.
Gittiğinden beri her gece rüyama girmekte. Zaten benim rüyalar Hollywood setlerinden daha karışık, birde bu cümbüşe Memo eklenince tam oldu.
Bir önceki gece Çin’deydik. Bunda Evrim’in bloğunun payı büyük tabii. Bu geceki rüyamdaysa, Memo ve ben Hindistan’da bir iç savaşın ortasındaydık. Buyurun buradan yakın. Ben bu rüyayı kimlere yorumlatayım sorarım size?

Diğer yandan Osmanbey’de, bir çift gri ayakkabı gördüm ve o benim olsun istiyorum. Çok ama çok istiyorum Memo’cum. Gerçekten çok istiyorum ama.

O yokken okuduğum kitapsa Rubem Fonseca / Usta İşi.



Ön kapakta “Fonseca için bir yolculuğa değer” demiş Marguez. Arka kapakta Mario Vargas Llosa’da yazar için çok güzel bir referans verince bana okumaktan başka yol kalmadı.
Kitabın orijinal adı El Gran Arte. 1. Basımı Ekim 2008’de Doğan Kitap tarafından basılmış olup Walter Salles tarafından sinemaya da çekilmiş. Walter Salles 'i Motorsiklet Günlüğü'n den hatırlamışsındır. Tarzı polisiye/gerilim. Yazar Portekiz edebiyatının yaşayan en önemli yazarlarından biri olarak kabul ediliyor.

Benden durumlar böyle işte. Harala gürele hafta sonuna da geldik çaktırmadan. Umarım her kesin keyfide benim gibi yerindedir.

5 Kasım 2008 Çarşamba

Alışveriş

Çok ama çok istediğim bir şey vardı onu aldım bugün. Çok keyif aldım yaptığım alışverişten. Kendimi güzel hissettirdi. Sonbaharda üstüme ne giysem derdini bitirdi.
Çok yakıştı bence. Böyle önde büyük düğmeleri olan, çok tatlı bir şey. 40'lı 50'li yıllardan çıkıp benim olmaya gelmiş sanki. Bir an kendimi Audrey Hepburn kadar zarif hissettim.
Şimdiyse içtiğim Türk kahvemi ters çevirip kapattım. Birazdan kız kardeşim fal bakacak. Üç vakte kadar neler görünecek bakalım.

1 Kasım 2008 Cumartesi

Mazi

Cumartesi akşamı evimde oturup son ses Red Hot Chilipeppers dinleyebilmeyi seviyorum.
Halen ruhum olduğunu algılamamı sağlayan tüm gruplara müteşekkirim.
MTV, SUPERROCK programıyla küllerimden doğmamı sağlıyor.

Yarınki lise toplantısına katılamasam da, yeniden liseli gibi hissedebilmeyi seviyorum. Bütün o saçma dünya işlerine rağmen hemde...
Patron, iş, proje, evlilik, fatura, kart ekstresi gibi kelimelerin olmadığı, tek derdimin Tasarı Geometri sınavının olduğu günleri şimdi özlemle anıyorum.
Yarın size katılabilme imkanım yok çocuklar ama bizim bölümün orada çektirdiğimiz, benim artist gibi birde güneş gözlüğü taktığım fotoğrafta olduğumuz kadar çocuğum halen haberiniz ola.

31 Ekim 2008 Cuma

Başım ağrıyor

Yıkanması gereken çamaşırlar var, mutfak dolaplarını silmeliyim ve feci şekilde kahve içmeye ihtiyacım var. Üstelik yarın işe gitmem gerek çünkü işini zamanında yapması gereken insanlar işlerini yapmadığında, benim cumartesi günleri işe gitmem gerekiyor ki bu durumun başımı ağrıtmasına şaşmamalı.

Sonra önümüzdeki hafta Memo iş seyahati için Karadeniz yollarında olacak ve en önemlisi TÜYAP Kitap Fuarı yarın kapılarını açıyor ama ben o kapıdan belki bir ihtimal son günü girebileceğim. Üstelik fuarın bu yılki konuğu Füruzan. Ben Füruzan'ın Kırk Yedi'liler romanını okumuştum ilk. Çok etkilenmiştim. Daha 18'imdeydim. Her şeyi değiştirebileceğime inancım tamdı. Her şeyi yapabilir, her şey olabilirdim. Kanımın en hızlı aktığı zaman dilimiydi. Durup kendime dışarıdan baktığımda, o küçük gerilla ruhlu kahküllü kızı tanıyamıyorum şimdilerde. Hayatın dişleri benide ezdi mi?

Neyse, yarın çalışmam gerektiğini söylemiş miydim?. Olsun tekrarlamakta fayda var. Kahve istiyorum birde, üst paragrafta bahsettiğim üzere. Kahve gerçekleştirilebilir bir düş en azından. Türk kahvesi ve bir adet Captan Black çok iyi olurdu şimdi.

Dün akşam işten eve dönerken bizim sokaktaki o küçük bakkala girdik Memo'yla. Mandalinalı Schweppes ve abur cubur bir şeyler almak için. Ben içeri girmeden dışarıda bekledim. O sırada babasıyla gelen küçük bir kız, koşar adım gelirken hızını alamayıp ayağıma bastı. Üzerinde okul forması vardı sanırım 1 yada 2. sınıf öğrencisi. "Ay düşüyodum" dedi. Hayatımda gördüğüm en sevimli okul öğrencisiydi. Saçını okşamak istedim ama yapmadım. Sadece sıcak bir gülümsemeyle baktım oda mahcupca gülümsedi. Çok güzel bir andı.

Çocukken alışverişe gittiğimizde yada misafirlikte, hiç tanımadığım kadınlar annemin yanında bana "sen benim kızım ol" derlerdi eminim sizede demişlerdir. Bana bu söz çok ürkütücü gelirdi. Fakat o kadınları şimdi daha iyi anlıyorum sanırım. Bende o an o sevimli çocuğa bakarken benim olmasını istedim. Bir iki dakikalık bir zaman dilimiydi. O çocuk benim olsaydı fikri. İnsanın içini ısıtan sıcak bir duygu.

Sonra dün gece uyumadan az önce Memo bana sarılmışken, "Keşke lise biter bitmez evlenseydik. Ne kadar çok bir birimizden ayrı uyuduk. Sana sarılarak uyuma keyfinden mahrum kaldım" dedi. Ben Memo'yu seviyorum :)

Gidip kahve yapmalıyım ve ağrıyan başım için Novalgin içmeliyim.
Tanrım inanabiliyor musunuz? yarın işe gidicem. Agghhh!!!

30 Ekim 2008 Perşembe

Murakami

Murakami okuyorsan, yanı başında bir fincan kahve olmalı ve sert kuru kurabiyeler. Eğer acıkmışsan hemen bir omlet yapmalısın ya da minik bir sandviç.
Bu işte, öyle yalın ve durudur. Kahve mutlaka olmalı ama…

Okurken içinde bulunduğun zamandan seni ayıran, zaman ve mekandan münezzeh sadece onun anlattığı o yerlerde dolandıran, biri sana seslendiğin de yanıt veremediğin bir dünyada yaşatır seni.

“Duymadın mı? sana sesleniyorum.”
“ Ya! bilmem duymadım, Murakami okuyorum ben.”

Bu diyalogu sıkça yaşarsınız ama endişelenmeyin bu çok keyifli bir zaman dilimidir. Bitmesin isterseniz ama her rüyanın bir sonu vardır.
Sonra kitap bitiverir. Damağında acı kahve tadıyla kalıverirsin.
Nokta.

29 Ekim 2008 Çarşamba

28 Ekim 2008 Salı

Bugünden

Severek okuduğum bir kitap bittiğinde kendimi tuhaf bir boşlukta buluyorum. Elim kolum devinimsiz bir biçimde salınmakta, amaçsız bir biçimde günü biten, başlayan ve bu kısır döngüde yuvalanıp giden birine dönüyorum.

Kirpinin Zarafeti bana ne kadar iyi geldi anlatamam. Ne zamandır sevdiğim, bağlandığım bir kitap okumamıştım.
Bilirsiniz, hani her daim kitaplığınızda olmasından memnunluk duyduğunuz, ani duygu dalgalanmalarınızda raftan çekip aldığınız ve sayfalarında kaybolduğunuz kitaplardan bahsediyorum. Kirpinin Zarafeti böyle bir kitap işte.
Mutluyum, bir dostum daha oldu ne güzel. Beni etkileyen bir kadın yazar daha, Muriel Barbery.

Ne diyordum, işte kitap bitince bende amaçsızca her zamanki işlerimi yaparken günlerimi öldürdüm. Bugünse yeni bir doğuş günü. Eski bir dostun yeni bir kitabıyla bir anda hiç aklımda yokken karşılaşıverme günü. “HARUKI Murakami, nerelerdesin?” diye serzenişte bulundum. Usulca raftan kitabı aldım. Yüzümde tebessüm, ruhumda doygunluk ve hayat güzel, hayat iyi tekerlemesiyle kasaya yöneldim.



Akşam olduğunda evimin en sevdiğim odasına yani kitaplıktaki yerine yerleştirdim.

Ofise dönerken köşe başındaki aktara yasemin çayı sordum yok dediler. Hevesim söndü birden ama yılmadım. Renee’yi anmak için yasemin çayı almalıyım çünkü onda bir kirpinin zarafeti var.
Zarif bir fincanı yarısına kadar doldurup, bademli kurabiye eşliğinde içecek ve sevgiyle Renee’yi anacağım.

Hayat güzel, hayat iyi …

27 Ekim 2008 Pazartesi

Anadolu Notları

Reşat Nuri Güntekin’i seviyorum.

Gerçekten seviyorum. Yazarlığının dışında bu bahsettiğim, tamamen bir dostun dosta duyduğu türden bir muhabbet. Tanışmayı çok istediğim ve bunu sonraki gerçek dünyaya bıraktığım biri benim için.
En huzursuz zamanlarımda okumaktan çok keyif aldığım ve belki satır satır ezberlemiş olmama rağmen her okuduğum da, ilk okuduğum zamanki doygunluğu yaşatan bir kitabın yazarıdır o.

Bana bu kitabı sevgili Adnan Ağabey vermişti. Yanında bir iki kitap daha vermişti ama ben bu kitabın aşığı olmuştum resmen. İlkokula gidiyordum ve delicesine Reşat Nuri Güntekin hayranıydım. Adnan ağabeyin verdiği kitap çok eskiydi. Sanırım oda sahaftan almış. Sayfaların kenarları dökülüyordu. Ben birkaç kez okuduktan sonra özenle saklamıştım kitabı başına bir iş gelmesin diye. Hele kokusu muhteşemdi. Yıllanmış bir kitabın kokusu kadar güzel bir kokuyla tanışmadım henüz. Yıllar sonra işe girip elimiz para görünce ilk aldığım kitaplardandı. Halen açıp açıp okuduğum, kıymetli bir kitap benim için.

Böylesi sevdiğim bir diğer yazarda Hüseyin Rahmi Gürpınar’dır. Olduğu gibi olan ve öylede yazan insanları çok seviyorum ben. Bize bizi anlatmalarını okumaktan keyif alıyorum.
Aradan yıllar geçiyor, ama kitaplarının anlattığı insanlar halen bugün gibi capcanlı önümüze seriliyor. Bizim insanımız hiç değişmiyor sanki.
Benim en keyif alarak okuduğum yazarlar Tanzimat döneminden genç Cumhuriyetin ilk yıllarına değin uzanan yazarlardır. Günümüz yazarlarında ben aradığım o tadı bulamıyorum. Bilmiyorum neden ama tutkuyla bağlandığım bir yazar yok ne yazık ki. Okuduğum bazı kitaplar bana o kadar zorlama geliyor ki, konular ve cümleler hep olduğu yerde dönüp durmakta. Bir iki gerçek yazar var, birde onlara yaslanarak cümle kuran diğerleri.
Boyumu aşan şeylerden bahsetmek istemem. Emeğe saygısızlık etmekte.
Ama olmuyorsa olmuyor kardeşim. Sen kendini göklere de çıkarsan neysen osun.

Neyse efendim. Bugün benim için Reşat Nuri Güntekin’i sevme, özleme ve anma günü. Bugün ruhum, Anadolu Notları okuyarak kalorifer peteğine yaslanmak, kucağıma bir kedi alıp camdan dışarı bakmak istiyor.
Yanında taze demlenmiş bir bardak çayda varsa ne ala.

26 Ekim 2008 Pazar

Neler oluyor ?

Çok şaşkınım.
Bir şey yazmak istemiyorum sadece Funda'ya teşekkür etmek istedim. Göçük altından beni çıkardığı için... ve şaşkınım halen orta çağ karanlığında olduğumuz için.

21 Ekim 2008 Salı

Prince of Tides



Bu empatimi bilmiyorum ama kaç gündür aklımda bu film vardı. Uzun zaman olmuştu ve tekrar izlemeyi isterdim diye aklımdan geçirdiğimi anımsıyorum. Dün akşam tamamen tesadüf eseri Cnbc-e'de karşılaştım. Memo maç izlemeye arkadaşlarına gidince, bende hırkama sarılıp bir kupa sütlü kahve yaptım kendime ve romantik salı kuşağının kollarına bıraktım kendimi.

New york'dan karelerle ve Nick Nolt'un yakışıklı simasıyla ruhumu besledim ve Ahh!o Barbra Streisand. Ben onu çok zarif bulurum. Bacaklarını ve ellerini özellikle. Ses kısmına girmeye bile gerek yok.


Onun zarifliği karşısında kendimi çok hantal hissettim doğrusu.




Bir sorunda bu işte kendimi bu aralar fazlasıyla kilo almış hissediyorum. 36 beden olan biri için hastalıklı bir düşünce tarzı bu ve ben bununda farkındayım ama uzun zaman 34 beden olunca ve son iki yılda yeniden lise yıllarındaki kiloma dönünce biraz afalladım sanırım. Normalde olmam gereken kilodayım halbuki ama yinede iki kilo versem ne olur sanki...

Neyse, Memo bu kısımları sen okuma olur mu?

Diğer yandan dün gece rüyamda bir ziyafete davet edilmiştim hemde Dustin Hoofman'ın evindeydi. Bir sürü ünlü artistse cabası. Sofrada o kadar çok yiyecek vardı ki, hangisini alacağımı bilemiyorum ve gidip barbunya alıyorum tabağıma.
Düşünebiliyor musunuz? Amerika'da bir ziyafet ve sofrada pilaki var!!!

Allah'ım bu hayal dünyası bazen ağır geliyor doğrusu...

Daha bitmedi bir ara kapının zili çalıyor ve bir bakıyoruz gelen Steven Spielberg. Geçerken uğramış hesapta.


İşte böyle gecem ayrı alem, gündüz ayrı.

Bu aralarsa sokakta duyduğum en klişe söz, " Doları olanlar yaşadı valla ama borcu olana Allah kolaylık versin".

Dolarımda yok borcumda kafam gayet rahat yani...

İşten dönerken Barilla'nın o upuzun spagettileri varya, işte onlardan aldım sevinerek. Ben çok severim spagettiyi, özellikle uzun olanlarını. Fesleğenli domatesli makarna yemek beni acayip mutlu ediyor. Dolayısıyla üst paragraftaki kilo aldım diye ağlayan bayanı az biraz zora sokuyor.

Olsun zaten makarna kilo yapmaz ki dimi?

20 Ekim 2008 Pazartesi

Dostluk ödülü


İşten eve geliyorsun yorgun argın. Başın feci ağrımakta üstelik evde yemekde yok ama bunları unutturup yüzünde gülümseme yaratan bir şeyle karşılaşıyorsun blogunu açtığında.
Aaaa! diye tepki verip, sevgili Banu'ya, Zerrin'e ve Lalenin bahçesi'ne şükranlarını sunuyorsun, sonrasında kara kara düşünüyorsun ben kimi seçicem diye :(
Bu dünya çapında bir arkadaşlık ödülü, ödül sürekli alıcı tarafından devrediliyor, her alan kişi kendine gönderenden 1 fazla kişiye yolluyormuş haberiniz ola...


Benim acizane listem şöyle ki, yazamadıklarım zaten ödüllendirildiğinden birde ben veremiyormuşum. Bu bilgi doğrultusunda:

Sevgili,


http://www.acalya.blogspot.com/
http://www.kedilimutfaklar.blogspot.com/
http://www.seraptan.blogspot.com/
http://www.aslicin.blogspot.com/
http://www.saneminpenceresi.blogspot.com/
http://sugibi.blogspot.com/
http://sarhosbalikvetopalmarti.blogspot.com
http://primarima.blogspot.com/


lütfen kabul buyurunuz :)

18 Ekim 2008 Cumartesi

Cumartesi sabahı

Saat 10:30 kahvaltı sonrası keyif çayımı içiyorum. Tabi Marta Stewart eşliğinde. Bir kedinin dişlerini fırçalamaya çalışıyor. Bu programı seviyorum ama Marta teyzenin her şeyi ben biliyorum havalarından rahatsızlık duyuyorum.
En sevdiğim kısım iyi mutfakların şeflerini ağırlayıp yemek yaptıkları kısım. Birde tabi mutfak kısmı. Ben o stüdyoda yaşayabilirim sanırım hiç sorun olmaz.

Dün gece yarısına kadar soule mama'nın blogunda dolandım durdum. Öyle bir aşamaya geldim ki, evi baştan aşağı yeniden düzenlemek, derhal iki kasnak almak, bir sürü yumak almak ve reçel kaynatmamak için kendimi zor tuttum. Gidip kendime kahve yaptım. Kendine gel dedim, Aaa! ne oluyo.
Hafta sonu iki gün sonra işe gidince soul mama hayal oluyor tabi. Akşam sıcak yemek hazırlamış mısın? sen ona bak.

Soule mama'ya saygılarımı gönderiyorum.
Benimse evi temizlemem gerek. Mutfakta büyük bir temizliğe girişmem gerek ama biraz daha bekleyebilir diye habire erteliyorum. Dün akşamdan başlayan kırıklık bu sabah boğaz ağrısı olarak güne başlamama sebep oldu. İlaç aldım sıcak limonlu sular içiyorum.

Bu akşam taze ekmek pişiricem. En azından onu yapabilirim. Fırın çalışacak madem birde kek. Memo sabahları işe giderken yanında götürebilir.
Benden bu kadar valla.
İşleme yapmayı seviyorum ama şimdi kim alıcak o kasnağı, sonra kumaş nerde? birde çocuk bulmak lazım kumaşa resim çizecek de bende işliycemde ooooo!

17 Ekim 2008 Cuma

Kitap

Dün Cumhuriyet’in Kitap ekinde görmüştüm bu kitabı.



Öğle tatilinde Remzi’ye uğrayınca bir baktım rafta yerini almış hemen. Yayın evine baktım,Turkuvaz Kitap. Bu yayın evinden çıkan bir kitabım olmamıştı daha önce. Kitaplar kadar yayın evleri de önemli bence.
Beni aslında kitabın ismi ve sonrasında kapak tasarımı cezp etti. Birde kitabın içindeki, kapakla aynı olan kitap ayracı.
Kitapların içinde ayraçları olduğunda çok mutlu oluyorum ben.

Daha sonra aklımda olmamasına rağmen tamamen kapağına vurulduğum aynı yayın evinden çıkan Lawrence’in kitabını da almadan çıkamadım ki, Lady Chatterley'in Sevgilisi kitabından sonra pek benim adamım olmadığını düşünmüştüm açıkcası. Bu kitap Lawrence'in ölümünden sonra bulunup basılmış ayrıca.



Hafta sonu okumakla meşgulüm anlayacağınız.

Dün akşam iş çıkışı annemle Metro city’e uğradık. Çok ama çok şeker çoraplar gördüm Boyner’in üst katında. Annem her gördüğünde “Bunları nasıl böyle küçücük paketleyebiliyorlar” diyerek, uzun uzun T-box’ların önünde oyalandı. Her zamanki gibi,“Tüh! uzun kollu olsaymış” cümlesiyle alamadan bıraktı.
Benim derdim kısmetse Kasım ayında büyük kız kardeşimin nişanı olacak ne giysem derdiydi. Bir iki şey beğendim aslında. Fikir sahibi oldum denebilir. Çok şahane bir gecelik gördüm neredeyse elbise fiyatına. Aklım onda kaldı.
Belki doğum sonrası, hastanede giymek için alırım diye kendimi teselli ettim. Annem yol boyu “ Artık bir çocuğunuz olsun” diyaloglarıyla beynimi yıkadı bolca. Olsun mu?

Akşama kız kardeşimde geldi bize elinde bir pilates topuyla. Erkek arkadaşı nihayet Bakırköy’de bir alış veriş merkezinde bulmuş. Gözümüze girdi yani…
Annem ve kız kardeşim 45 dk. Boyunca el pompasıyla şişirmeye çalıştı. Nihayet şişince, “sıra bende ama” diyerek tüm gece tepesinden inmedik. Harika bir şey. Özellikle pilates topuyla masa hareketi yapmak insanı çok rahatlatıyor. Derhal alına dedik Memo’ya bakalım ne zaman alacak.

Bugünse Cuma işte.

Cuma hakkında yazılabilecek tek şey, haftanın en şahane günü olduğudur bence.
Nokta.

15 Ekim 2008 Çarşamba

Havadisler

Gayet yoğun bir çalışma temposu var bugünlerde. İki adet daha göz, kol ve bu yoğunluğu taşıyabilecek bir beyin diliyorum ama olanlarla yetiniyoruz mecburen.

Küçük kardeş Edirne’den geldi hafta sonu. Akşam sofraya oturmuştuk tam ilk lokmaları alıyorduk ki, bizim ufaklık coştu birden. İki gözü iki çeşme ağlamaya başladı.
Havadisler pek içi açıcı değil yani.

Anlaşılan bizim kardeş yurttan pek memnun değil. Hadi yurdun eksiklikleri bir yana ama kafa dengi insan bulma konusu gerçek bir problem oluşturmuş. Odasındaki kızlar anladığım kadarıyla son sınıf öğrencileri ve yaş aralıkları 25-28 olduğundan, bizimki biraz kendini dış kapının mandalı gibi hissetmiş. Yurt pismiş, oda ufakmış birde odadaki hatunlar gece gece halay çekince!!! bütün toz havaya kalkıyormuş gibi açıklamalarla ne yediğimiz yemekten tat aldık ne de annemim o gelmeden bizi tembihlediği “sakın yüz vermeyin” sıkıştırmalarının değeri kaldı.
Daha biz bir şey demeden annemin “evladım ne gerekiyorsa yaparız, ağlama yemeğini ye” talimatıyla olay sükuta kavuştu. Bizim kıymetli kardeşimiz pek hoşlaştığı iki arkadaşıyla eve çıkmak istiyormuş. Okula döner dönmez alt yapı hazırlıklarına başla dedik yüzü güldü.

Bizde diğer kız kardeşimle dedikodu yaptık.
“Çocukken de böyleydi bu anında ağlardı gözünde yaş hazır bekliyor sanki.”
“ İki ağlamaya olayı bağladı gördün mü annemi?”
“İlk haftada gözü açılmış keratanın” gibi ileri geri konuştuk. Bizim muhabbetimize bir daha dertlenip ağlama hazırlığındayken, “len takılıyoz iyiki üniversiteli oldun ha!” diye susturdum.

Bölümünü derslerini pek sevmiş bu konuda çok memnundu ki önemli olanda oydu zaten. Edirne’ye çok içi ısınmış. Pazarına bile gitmişler. Salı pazarı demişti galiba.
Gece boyunca okuldan havadisler verdi bolca. Ben ve diğer kız kardeşimde köye gelen Almancı’nın muhabbetini dinleyen köylü gibi ağzımız açık onu dinledik. Geyik muhabbetinin cılkını çıkardık o akşam. Daha dört sene bu muhabbet çekilecek Allah kolaylık versin bize.

Az önce aradı grip olmuş şimdide. Mandalina ye, sıkma portakal suyu iç dedim. “Aman abla dedi”.
İlerde bunun birde “Tamam anne ya! “ modeli olucak başımda.

10 Ekim 2008 Cuma

Güzel Şeyler



En sevdiğim akşam cuma akşamı.
Bu akşamı daha güzel kılan şeyse bir kase mandalina. Mandalina kokusu harikadır. İnsanı çocukluğuna döndürür. Kabuğunu soymaya başlar başlamaz kendini harika hissedersin. Mandalinanın iyileştiremediği hiç bir depresyon yoktur.
Canınız sıkkınsa,hava çok kasvetliyse ve hatta ağlamışsanız filan hemen bir mandalina soyun. Tüm pozitif enerjileriyle marketlerdeki yerini aldı çoktan.

Birazdan her daim takipte olduğum dizi E.R. başlayacak Cnbc-e'de.
Mandalinalar bana eşlik edicek.
Dışarıda yağmur var inceden.
Çamaşır makinesine bir posta çamaşır attım, tıngır mıngır dönmekte.
Yarın kardeşim geliyor Edirne'den.
Patron tam çıkarken yarın çalışıyoruz dedi ama ben bunu duymadığımı sayıyorum.

Yani benden keyiflisi yok bu akşam.

Birde porcini mantarım var devasa :)



Dün akşam iş çıkışı beni almaya gelen Memo arabada "Sana bir hediyem var" diye bir anda bir yerlerden çıkarıp elime tutuşturdu.
Kimin karısı, kocasından kocaman bir mantar almaktan büyük mutluluk duyar sorarım size? Ben hediyemden gayet memnun arabada giderken, acaba nasıl yesek bu koca mantarı diye hesap ediyordum.

Dün akşam birazını sızma zeytinyağında sarımsak eşliğinde soteleyerek yedik, kalanını kremalı sosta kullanıcam makarna için.

İşte böyle, hayat ne güzel değil mi?

8 Ekim 2008 Çarşamba

Üç vakte kadar...

Bu aralar her yerden bir hamile haberi geliyor bana. Bu sabahsa iş yerine gelen patronun kızını görünce gözlerime inanamadım. Kendileri 6 aylık hamileymiş.
İkinci çocuğuna hamile ve ben onu en son bir ay önce görmüştüm ve karnı filan yoktu inanamadım görünce. Görgüsüzce karnına gözüm takıldı durdu. Halbuki hiç hoşlanmam dik dik bakarak hamile birinin incelenmesinden. Ben kendi adıma hiç hoşlanmazdım yani, uzaylı görmüş gibi ne ayıp.

Neyse işte, beni bir panik sardı hamile biriyle karşılaşınca anlatamam. Kafamda bir sürü tilki seyrü seferde. Kendime koyduğum mühlet giderek azalmakta diye bir panik havası. Oysa ben planımı yapmışım ne zamandır 2009 yazında hamile kalıcam, 2010 baharıda bebekliyim diyorum.
Evet diyorum da, kazın ayağı öyle değilmiş işte. Hazır mıyız? sorusu her daim kafamda. Ben tamam desem Memo acaba? demeye başlıyor, o evet dese ben başlıyorum mızırdanmaya. Bakalım hayırlısı. Nerden baksan daha daha 9-10 ay var.
Var da, bunun öncesinde bir Jinekolog filan bulmak lazım dimi? Ne biliyim ekstra vitamin filan almak gerekir mi? Kalsiyum filan???

Ayy! beni afakanlar bastı.
2009'da geçsin olur mu Memo? hııı olur mu?

6 Ekim 2008 Pazartesi

Yeni hayat



O sever diye kekler kurabiyeler pişirildi.



İşte böyle bir havada yola çıktık. Çok kasvetliydi...



Onu orada bıraktık



ve sonra bizi uğurlayan bulutlarla geri döndük. O orada kaldı, biz gece nasıl uyuduk hiç bilmiyorum...

Daha sonrasında...

Pazartesi demek iş demek. İş demek baş ağrısı demek. Baş ağrısı demek çifter çifter içilen Novalgin demek ve Novalgin üstüne en iyi yapılacak şeyi yapmak demek. Sevdiğin bir grubun şarkılarını dinlemek gibi mesela.

İkindi vakti Noir Desir dinlersin içinde bir garip hüzün. Hüzün senin göbek adın olabilir mi acaba?
Bu soruya cevap vermek istemiyorsun tamam anladım sen şimdi Claudie’in evi’ni okumak istersin Colette’den. Üzgünüm tatlım eve gidene kadar sabretmelisin.
Şimdi çalış çalış olduğun yerde kürek çek. Evet! işte bu. Bir kürek mahkumusun sen. Ölene kadar süren bir ceza bu. Lanetlisin bebeğim kabul et.

Bu arada sesi biraz daha aç lütfen Bouguet de nerfs ‘e eşlik etmeliyiz.
Böyle küçük mutluluklar da olmasa, bu hayat neye yarar ki zaten.

3 Ekim 2008 Cuma

Bayram Sonrası

Bayram geçti gitti arkada hoş bir seda bıraktı. Fazlaca bir mevzu olmadı. Genellikle kardeşimin okul hazırlıklarıyla uğraştık. Edirne'ye giderken ihtiyacı olacakları tamamlamaya çalıştık. Saç kurutma mak. bugün hallettim. Arkama yaslanıp Pazar günü onu okula bırakana kadar bir şey düşünmek istemiyorum. Onu orada bırakırken ağlayabilirim. Ağlamamalıyım ama!




Bayramdan önce tek uğraştığım şey üst fotodaki cevizlerdi. Evet bayram temizliğim buydu işte. Geçen kıştan kalan cevizleri nihayet ayıklayarak evdeki fazlalıklardan kurtulma çabası. Tutulan belimi ve sızlayan parmak uçlerımı saymazsak fena sayılmazdı. Bir yapılacak maddesini daha silebilirim listeden ne şahane.




Bayramın en güzel yanı 4.95'e inen LA BOUM serisiydi ki bu benim dört gözle beklediğim bir durumdu. Hep gözüm arkamda çıkıyordum ama bu sefer elimde ayrıldım ve o gece üçlü koltuğu salonun ortasına çekip, Sophie Marceau delisi üç kız kardeş olarak kendimizi filmlere adadık. Bol kurabiye ve kahve eşliiğinde iki filmide izledik. Tam arkasından "şimdi Isabelle ADJANI iyi gider valla. Bir La Reine Margot yapalım mı?" derken Memo elinde bir şişe kırmızıyla gelince gece yarısı ufak bir kutlama yaptık kardeşime. Kadeh kaldırdık tabi ben onun adına bir kadeh daha içince gece derin bir uykuya daldım.

Bayramın üçüncü günü Memo'yla sinema yemek ikilisiyle kapanışı yaparak bir bayramda böyle geçti diyerek uğurladık bayramı. Daha nice bayramlara...



Şu an okumakta olduğum kitapda bu işte.




Yemek yapmama gerek yok ama acaba pazara gitsem mi? Hımm, sonra bu akşam Blood Brothers'a izlemem gerek yoksa Banu beni aforoz edecek.

Birde kırdığım cevizlerle bir şeyler yapmalıyım ama ne? Memo'cum vallahi cevizli erişte değil. Ben daha çok erikli cevizli bir tart düşünmüştüm ama bilmem ki yer misin?

27 Eylül 2008 Cumartesi

Günün sonu

Ne mi yapıyorum? Anlatıyım.

Cumartesi günü akşama kadar çalışan bir bünyenin yapması gerekenleri yapıyorum. Televizyonda en sevdiğim filmlerden biri olan Mesajınız var'ı izleyip bu filmi neden bu kadar çok sevdiğimi yeniden keşfediyorum.

Yorucu bir gündü. Hatta işten eve dönerken metroda Levent durağı yerine Mecidiyeköy'de inerek boş boş çevreme bakınıp "Ne yapıyorum ben?" diye kendime sorarken buldum kendimi. Kısaca yorgunum. Yanlış durakta inecek kadar hemde!!!

Şimdiyse günlük taze süte bir kaşık türk kahvesi, 2 adet kesme şeker eklemesiyle nefaset bir Starbucks duygusu yaşatan kahvem ve çikolata parçalarıyla dolu kocaman bir kurabiye eşliğinde film izliyorum. Mevsim uzun bir hırkaya sarınma ve hatta iskoç battaniyesini dizlerime çekme mevsimi. Sonbahar New York'da güzel, film haklı ama İstanbul'da bam başka. İstanbul'u çok seviyorum. Her şeyini hemde.

Ne yazık ki Pazartesi günüde tüm gün ofiste bitmek bilmez projelerle boğuşarak geçirilecek. Hayali kurulan o küçük kitapçı dükkanı ne zaman gerçekleşecek? Kapısında çıngırağı olan hani.

Bayramsa, Başbakan kızıp hiddetlenmesin ama gerçekten bu gariban için yatıp dinlenecek üç günden ibaret. Ramazan, şeker veya fitre ne isim konursa konsun ben sadece nefes alabileceğim kıymetli üç gün olarak anıyorum. Lütfen kimse alınmasın.

Annem şimdiden bayramda ne yemek istediğimizi sorarak, yüce bir insan olduğunu bir kez daha ispatladı. Kuru fasulye pilav Memo'ya, Karnıyarık bana.
Küçük kardeş bayram sonrası okul yollarına düşecek bir diğeri yeni bir yuvanın ilk temellerini atma yollarında. Sonbahar çokca yenilik getiriyor bize. Yeni yıl nelere gebe acaba?

Neyse, galiba bir kurabiye daha yiyebilirim. Esnememi görmezden gelip cumartesi gecesini sonuna kadar götürmeliyim. Bayram için aldığım bademli şekerlerden tırtıklasam mı acaba?

24 Eylül 2008 Çarşamba

Rüya

Uzun zaman oldu onu rüyamda görmeyeli. En son ne zamandı hiç hatırlayamıyorum. Bu 17 Eylül’de tam 18 sene oldu sen öleli ve benim seninle ilgili hayalim hiç tükenmedi. Bir gün gelivereceksin duygusu hep içimde. Benim için derin bir uykudasın ama bir gün uyanacaksın sanki.

Senle ilgili hep aynı rüyayı görüyorum sende biliyorsun. Hani bir hastane odasındasın ve yıllar sonra komadan çıkarak beni sevinçten deliye döndürüyorsun. İşte dün gecede aynı şey oldu ama çok daha yoğundu yaşadıklarım ve uyanmamak için çok direndim.
Seni bırakıp sensiz devam eden hayata dönmemek için hiç uyanmak istemedim.

Seni görmeye hastaneye gelirken yaşadığım çoşku sevinç ve kemiklerime kadar hissettiğim heyecan duygusu o kadar gerçekti ki, kim iddia edebilir bunun bir rüya olduğunu?
Belki de rüya, şu an içinde bulunduğum dünya ve gerçek dünyada sen halen hayattasın.

Hastane odasında seni görmeye gelirken şunu düşünüyorum 18 sene oldu acaba biraz değişti mi? ve beni nasıl bulacak acaba? Ne kadar büyümüşsün, ne kadar güzelleşmişsin diyecek mi?
…..odaya giriyorum ve ağlamama engel olamıyorum. Sende ağlıyorsun ama sevinçten ve mutluluktan ve içimde biliyordum, her zaman biliyordum duygusu. Sana hep inandım ve sende döndün işte. Ah! Seni o kadar seviyorum ki. Seni o kadar özledim ki. Sana sarılmak ne güzel, teninin o şahane kokusunu içime çekmek ve saçlarının yüzümü gıdıklaması bunlar rüya mı? O anın gerçekliği için şu hayatta feda edemeyeceğim hiçbir şey yok biliyorsun değil mi?

Bu kadar zaman sonra seni yeniden görmek ne güzel. Bana söylemek istediğin bir şey mi var?
Biliyorum belki de mezarını ziyaret etmemi istiyorsun ama yapamıyorum biliyorsun. O mezarın sana ait olduğunu kabul edemiyorum. O kadar genç ve o kadar güzeldin ki, ölmek seninle anılabilecek bir olgu değil. Hiçbir insan 23’ünde ölmemeli.

Seni ne kadar özlediğimi biliyor musun? Rüya bile olsa seni görmenin sevinciyle bugün ne kadar mutlu uyandığımı, sana sarıldığımda üzerimde kokunun kaldığını ve sevgili halam halen ne kadar güzel olduğunu biliyor musun?

Tanrı bana dün gece çok güzel bir hediye verdi. Bilmem bunu hak edecek ne yaptım. Belki de Tanrı’nın beni teselli yolu bu. Adaletsizlik olduğunu o da biliyor.

Kabul et Tanrım adaletsizlik değil miydi? Genç bir kadın kanserden ölüveriyorsa ve kanser olduğunu bile bilmeden aniden. Ona tapan 12 yaşında bir kız onu en son baygın bir halde, bir taksiye bindirilirken görüyorsa bu adaletsizlik değil mi?

19 Eylül 2008 Cuma

Gecikmiş Sobe

Şu anda Msn'de Michael Jackson konserini izliyorum. Benim için zamanında çok büyük önemi olan bir konserdi, bilenler bilir Bükreş konseri. Msn' de baştan sona izleyebilirsiniz.

Çokça sene önce Star tv vermişti bu konseri ve ben gecenin bir vakti bütün ışıkları söndürüp tv nin dibinde sanki içine girecekmişcesine izlemiştim.

Sanırım lise sondaydım. Yoksa okul bitmiş miydi? Hatırlayamadım velakin mevzu şu, konserin bir yerinde sahneye bir kız atlıyor tamda Michael romantik bir parça söylerken. Hepimiz o anda kendimizi o kızın yerine koyuyoruz tam bir hayalin gerçekleşmesi anı. Bu konseri izlediğimde ağladığımı hatırlıyorum. Ertesi günde devam eden bir sarhoşluk hali vardı üstümde. Oysa aynı sahneye şimdi tebessümle bakıyorum. Saf duygularım aklıma geliyor ve bir şeye karşılıksız ait olabilme yaşlarımı anımsıyorum. Belki bir gün benim kızımda ayıla bayıla bir konser izleyip bana "Beni anlamıyorsu anne, hiç bir şey bilmiyorsun" diyecek. Oysa ki, gayet iyi biliyor olmama rağmen ona ifade etmekte zorlanıcam.
Şimdi izleyince o sahneye çıkan kızın düzmece olduğunu fark ediyorum o kadar bariz ki. O zaman bana bu söylendiğinde Medusa gibi saçlarım uçuşarak Hayır! kıskanıyorsunuz demiştim arkadaşlara. O zaman şimdiki sağ duyu yok tabii oysaki ayarlanmış bir sahne belli.

Gerçekleşmeyen hayallerin başına kuşkusuz Michael'ı koymak lazım.
Daha gerilere gidecek olursak sanırım ilk hayal kırıklığım bana 4 yaşında alınan o kocaman ayı olmalı. Adını Gamsız koymuştu babam. Papyonlu büyük bir ayıydı ve alındığı gece onunla yatmak istedim. Gecenin bir yarısı rüyamda ayımın canlandığını, beraber sohbet ederken birden beni boğmaya kalktığını gördüm ve hiddetle uyanarak ayıyı yataktan odanın en uzak köşesine attım.
4 yaşındayken oyuncak kısmını bir kenara koydum işte. Zaten çok oyuncağım yoktu, olanıda beni boğmaya kalkıyodu ne dehşet.

İşte ilk hayal kırıklığı oyuncaklar!!!

Bir zaman sonra, ne kadar esnek ve çırpı gibi zayıf bir çocuk olsam bile ritmik cimnastikçi yada balerin olamayacağımı çünkü bir oyuncak fabrikasında usta başı olan babamın buna gücünün yetmeyeceği gerçeğiyle yüzleşerek onulmaz bir yara daha aldım hayattan hemde 5 yaşında.

Bu çocuk nasıl iflah olsun sorarım size?

Daha da sonrasında, Arkeolog olamama, asla ünlü bir bilim adamı olamama, New york'da yaşayıp bir cafede keşfedilerek ünlü bir film artisti olamama, selülitsiz ve sütun gibi bacaklara sahip olamama, reankarnasyonun olmadığı gerçeğiyle yüzleşme gibi envai çeşit hayal kırıklığından sonra, gerçek ve hayatta egale olamayacak olan bir hayal kırıklığı yaşayarak gerçek dünyaya döndüm.

Şimdilerdeyse güçlü bir annesi olan, güzel kız kardeşleriyle gururlanabilen, ben hiç sevmesemde bacaklarıma deli olan bir Memo'ya sahip olan, aklı başında düzgün bir kadın olmayı başarmış bir ruhdağı görüyorum.

Hal ve gidişat idare eder lakin, elbette ki halen ümidimi kesmediklerimde var!!!

Orhun anıtlarını görmek ve Orta asya steplerinde rüzgara karşı at sürmek, bir şaman ayinine katılmak, Katmandu'ya İstanbul'dan motorsikletle varabilme anının bünyede yarattığı hoşluk duygusu, Prag ve Mısır gezileri, Michael Jackson'la karşılaştığımda yüzüne iki tokat atmak, Çocuk sahibi olup büyüdüğünde yani 30-35 yaşlarına geldiğinde arkasından bakıp gururlanarak bunu ben yaptım demek gibi bitmek tükenmez hayallerim var.

Beni bu sobeye layık gören gülteinen enkelini'ye teşekkürü bir borç bilir eğer haberleri yoksa bu sobe mevzusunu, Zerrin Pasta Evi ve Asortik Krep'e paslarım.

Konu kısaca:
Hayal kırıklıkları, gerçekleşen hayaller ve umut kesilmeyenler olup en geç 5 iş gününde cevaplanarak, ivedilikle üstünde durulmalıdır. Bilginize.

16 Eylül 2008 Salı

Memo'cum

Hem çok az gibi hem de çok uzun bir süre sanki. 2 yıl bitti 3’den gün almalar başlayacak.

Sormana gerek yok artık, sana alıştım evet. Ya sen?

Ama inan hiç aklıma gelmezdi hayattaki en büyük önceliklerimden birinin erkek çorabı almak olduğunu ve hiç durmamıştım daha önceleri erkek gömleklerinin olduğu reyonlarda ve yine inan ki hastalanmanın kalbimi bu kadar ezebileceğini de düşünmemiştim hiç…

Yemeğin en güzel porsiyonunu sana ayırmayı seviyorum. Her zaman eline sağlık demeni de.
“Bugün beni hiç düşündün mü?, kocam ne yapıyor diye aklına geldi mi?” diye sormalarını da.
Sabırsız ve panik atak hallerini de. Film izlerken hep bir şeyler sormanı ve ofise hiç beklemediğim bir anda gönderdiğin o çok güzel gülleri de tahmininden çok daha fazla seviyorum.

Sana sarılıp uyumanın huzurunu, geceleri korkulu rüya gördüğümde ben korktum diye sana sokulmayı da seviyorum.

Bir sürü yıl dönümleri geçirmek istiyorum seninle. Bir sürü küsüp barışmalar, milyon tane öpücük, sıcacık sarılmalar diliyorum.

Seni seviyorum.

15 Eylül 2008 Pazartesi

Kutlama

Tanıdığım en güzel ebe,

Kitap okumayı seven, kızıyla iyi vakit geçirmeyi bilen şevkatli bir anne,

Her İstanbul'a gelişinde göremeden yolcu ettiğim güzide insan,

Kara fatmalardan korktuğunu bildiğim,

İki tabak işkembe çorbası içerek sınırları zorlayan,

Başak burcunun güzide insanlarından olan sevgili arkadaşım (sanırım bu kelimeyi kullanabilirim!) Serap doğum günün kutlu mutlu olsun. Nice yıllara.

Yeni yaşın sana sağlık, huzur mutluluk ve para getirsin. Gelen bu paraları en iyi biçimde değerlendir emi :)

Öperim ve çok çok selam ederim.

Not: Sahilde dolaşırsan yarın, benim içinde denize doğru uzun uzun bak olur mu?

Hafta başı

Yine Memo'nun yolculuk hazırlığı ve kapıdan uğurlanışı ile başladı yeni haftam. En son mutfak camından el sallıyorum ve o gaza basıp vınn! gözden kayboluveriyor. Ben arkasından doğru yatağa, biraz daha kestirmeye. Bir zaman sonra kalkıyorum yataktan çok gönülsüz bir biçimde ve işe gitmek için bu kez ben düşüyorum yola, Memo'ysa çoktan Bolu sokaklarında oluyor.

Lakin bu pazartesi öyle olmadı, yarın iş başı yapıcam bana göre. Patronum ise perşembeden başladı tacizine. Ne yapalım her zaman tatile çıkılmıyor ki kardeşim. Bugün oruçlu değilim o sebepten kendime güzel bir kahvaltı ısmarlıyorum öncelikle. Böyle puf puf krepler filan. Sonrasında biraz evi toparlayıp kendimi dışarı atmak istiyorum. Kendimle biraz vakit geçirmeye ihtiyacım var. Bu akşam evimde kalıyım diyorum yarın iş çıkışı doğru anneme.

Zaten cumartesi akşamı anneme iftara gittik. Bir ara patlama sınırına kadar gittim. O kadar yemişim ki, anlatamam. Pazar günüde Memo 16'sında İstanbul'da olmadığından evlilik yıldönümümüz için dışarı çıktık iftar yemeği yedik. Memo tam cam önündeki masamızın manzarası daha iyi olan tarafına, lütfen ben oturayım deyince iyi dedim, sen otur. Duvar tarafında oturdum bende. Yazdım işte Memo ama yazıcam demiştim dimi!
Neyse porsiyonları oldukça fazla olan menü sonrası, biraz yediklerimizi hazmetme adına yürüdük ve doğruca evimize yollandık. Bu kadar evcimen başka çiftler var mıdır bilmiyorum? Biz dışarı çıkar çıkmaz eve ne zaman döneriz acaba? diye dertleniyoruz.

İşte böyle. Yarın iş başı yapıyorum ve patronumun bir haftalık tatilimi burnumdan getireceğini biliyorum. Öfff ya! oda zammımı versin o zaman. Haksız mıyım? Bir Türk kahvesi yapıp balkondaki sardunyalarımı sevmeye gidiyorum şimdi ve yarın ola hayrola diyorum.

12 Eylül 2008 Cuma

Pazar Yeri ve Sobe


Her semtin kendi ile müsemma bir pazarı vardır. Bizim semtin pazarıda cuma günleri olur ve cumalar ben çocukken en kıymetli gündü benim için. Canım annemin eli kolu dolu gelirdi hep. Yaz ayları ise taze meyveler, bol sebze çıkardı kese kağıtlarından. Eğer kış ayları ise illaki poşetlerinden birinden balık çıkardı. Cuma pazarları çok renkliydi. Kalabalık olduğundan pazara bizi götürmezdi annem. Yorulmayalım, aralarda ezilmeyelim diye. Büyüyünce de biz tenezzül etmedik o usanmadan bize taşıdı durdu her türlü güzelliği.
Ben doğma büyüme aynı semtte oturdum. Sonra taşındıksa da kader işte evlendikten sonra yeniden doğduğum semtte oturmaya başladım. İki yıl oldu daha bu cuma gittim pazara. Hiç aklımda yoktu ama sağ olsun Memo'nun kız kardeşi hadi sende gel deyince bende olgun bir ev kadını modunda aldım elime cüzdanımı attım kendimi yola. Pazar her zamanki gibi tıklım tıkış. Pazarcılar tiz perdeden bağırarak tezgaha müşteri çekmekle meşgul, yılların teyzeleri pazarlıkta bir jedi ustası modundanydı.
Ben önlerinde saygıyla eğiliyorum.
Beni benden alan yegane tezgahsa, turşu malzemelerinin olduğu kısımdı. Minicik salatıklar ve Arnavut biberlerinde gözüm kaldı. Mis kokulu naneler, reyhanlar arasında ayaklarım yerden kesilerek ilerledim. Aklımda çaydanlık içine takılan o yuvarlak süzgeçlerden alma fikri vardı ama bir baktım elim kolum dolu.
Mısır, közleyip içine peynir tıkıştırmaya bayıldığım yeşil biberler ve Çanakkale domateslerini almadan çıkamadım ve bir o kadar şeyde de gözüm kaldı ama ziyan olur iki kişi yiyemeyiz diye alamadım. Birde tanesi 3.5 ytl den üstüme elbise aldım. Bir sürü teyzeyle boğuştum o parçalar için ama sonunçta zafer benim oldu. Ayrıca bana hitaben "Biraz çekilir misin güzel kız" diyen teyzeyi yılın teyzesi ilan ediyorum.
Gelir gelmez mısırları ateşe koydum. Diğer zerzavat akşam yemeğinde taze fasulyenin yanına bir kase yoğutla eşlik etmekle sorumlu.

Gelelim sevgili zerrin pasta evi'nin sobesine. Sağ olsun beni düşünmüş ve acaba kadınlar ne ister? diye sormuş.



Bence her şeyden evvel saygı duyulmayı ister.
Benim için böyle en azından. Karşımdaki insanın dediğimi dinlemesini ve fikirlerime saygı duymasını beklerim. Erkeklerin kadınları bir güvercin gibi kollamaya çalışmalarıda anlayamadığım bir diğer konu. Kadınlara güdülecek koyun gözüyle bakılması beni çok rahatsız eder. Bence kadın kısmının en büyük derdi karşısında onu dinleyen birini bulamamak.
Elbette her kadın önemsenmek ister. Değerli olduğunu hissetmek ister ama inanın artık kadınlar toz pembe hayaller içerisinde, eşim olsun, yuvam olsun gibi şeylerden ziyade işim olsun, kariyerim olsun diğerleri zaten olur fikrinde.
Kadınlar hayatın her türlü madiği getirebileceğini bilen ayakları üzerinde durabilen yaratıklardır ki, heleki evlatlarıyla ilgili bir mevzu olsun kartal kesilirler. Bundan sebep, kadınlar zıvanadan çıkartılmak istemez çünkü doğacak olaylardan artık o mesul değildir.

Diğer yandan ne istediğini bilemeyen kadınlarda mevcuttur hayatta. Aslında hayattaki yerinin ne olduğunu bulamamış ve asalak pozisyonunda yaşamayı matah bir şey sanan kadınlarda var ki bunların ne istediği(para,para,para)gayet ortadadır.
Birde şöyle cümleler kurabilir bu kadınlar şaşırmamak gerekir. "Hanım sanada baksın banada, ben eşini boşa demedim ki!" evet böyle bir cümle kurabilen kadın örneğide şu hayatta mevcuttur ve kadının kendi cinsinden daha azılı düşmanı yoktur sözünü doğrular.
Kadın aslında çokta bir şey beklemez bana göre.Yediği önünde yemediği ardında başka ne istesin ki. Kocası var, başının üstünde evi var. Karnı tok, sırtı pek daha ne ister. Allah'tan bela mı? Haşa. O vakit derdest edilir zaten. Toplum dışına sürülür ve bu işi el birliğiyle kadınlar yapar zaten. İlk fırsatta altın günü toplantısında eni konu tartışılır.
Ama kardeş oda az değildi gibi cümlelerle bol bol çekiştirilir.

Birde kadınlar nedense başarılı bir hemcins görmek istemez. Kendinden daha iyi kek pişirene, tülleri daha beyaz olana, çocuğu daha akıllı olana tahammülü yoktur. Niye ki? valla bunu ben bilemem ama zannımca o hatunda bilemediğinden huzursuzdur. Ah bir bilse oda huzura erse bizde öyle değil mi ama?

Velakin kadın olsun erkek olsun her adem oğlu için en azından ben kendi adıma İnsan haklarının olduğu adil bir dünya istiyorum. Kadınların mal gibi alınıp satılmadığı, töre adı altında cinayetlerin işlenmediği, kız diye okutulmayan kadın haberleri okumak istemiyorum. Toplumun artık ata değerlerine sahip çıkıp kadına gereken saygıyı gösterdiği bir toplum olabilmek istiyorum.

Sobe konusunun özüne pek bağımlı kalamadık galiba afola velakin bu soru çok bilinmeyenli bir denklem gibidir gerçek cevabı bulanlar bir zahmet benide aydınlatsın. Bakalım Serap ne diyecek diyerek ben topu ona paslıyorum.

Dip not: Kekin kabarmasını ve hiç çökmemesinide ister ayrıca. Birde beyaz çamaşırların kar gibi olmasını ve birde bir sürü tatlı yiyip Brezilyalı hatunların kalçalarına sahip olmak ister bide bide kırmızı ruju taşırmadan düzgün sürebilmeyi ister. En azından bu bloğun sahibesi bunları istiyor olabilir bence.

Ev halleri

Hayat gayet yavaş akmakta gibi gelsede bugün cuma ve tatil bitti bile. Dün telefonuma sesli mesaj bırakan patronum bugün beni işe çağırsada ona yıllık iznimde olduğumu ve gelemiyceğimi söyledim. O zaman yarın gel dedi düşünsenize ve yarın cumartesi!!! hiç pes etmiyor.

Bense sabahları E2'de Ellen'in şovunu izlemeyi seviyorum. Bininci kez izlesemde Umutsuz ev kadınlarının tekrar bölümünüde izlemek beni mutlu eden küçük şeylerden biri işte. Browni ve kahve ikilisinide göz ardı edemem doğrusu.

Önümüzdeki pazartesi Memo iş için Karadeniz yollarında olucak. Bense buralarda olucam. Temizlik yapmam gerek ama kendime şunuda izle ondan sonra diye avans veriyorum habire. Kek pişirmek istiyorum birde. Mis kokulu limonlu cevizli.

İş için kendimi çok isteksiz görüyorum. Hem alamadığım zammı halen alamamış olmak ve hemde tam bir politikacı olan patronumun iki dilli tutumları beni delirtmekte. Yaptığım işten bazen hiç keyif alamıyorum.

Diğer yandan Tibetli'nin okul için Edirne'ye gitmesine sadece bir hafta kaldı. Merak endişe ve bir sürü kuruntu kafamı meşgul etmekte. Ablalık zor zanaat en az annelik kadar zor.

Haftaya iş başı ve kaldığı yerden devam eden bir hengame beni beklesede bu hafta sonunu iyi geçirerek kendimi hazırlayabilirim diye düşünüyorum. 16 Eylül'de 2. evlilik yıldönümümüz Memo'yla. Ama o tarihlerde o yollarda olacağından bizde Pazar günü kutlamaya karar verdik. 2 yıl hem çok az gibi hemde çok uzun. Sanki hep evliydik gibi geliyor bazen:)

Dün akşam daha doğrusu geceyarısı Çengelköy'e Çınaraltına gittik. Birer kahve içip döndük. Saat geceyarısı olsa bile içerisi gayet doluydu. Ramazan'da çoğu mekan sahura kadar açık olduğundan İstanbul'da hayat son hız devam etmekte.

Gevezeliği bırakıp yapılacak işlere baksam iyi olur.
Ev kadınlığı hiç kolay değil :)

10 Eylül 2008 Çarşamba

Bu sabah yağmur var İstanbul'da

O kadar dingin ve güzel yağıyor ki, insan istem dışı balkona çıkıp seyre dalıyor. Elimde bir fincan şekersiz çay olmasını dilerdim ama Ramazan münasebetiyle bu hayali sonbaharın lütfedeceği diğer yağmurlara bırakıyorum.

Sonbahar en sevdiğim mevsim. Doğduğum mevsim olduğundan mı? bilemiyorum. Bildiğim tek şey yağmuru çok sevmem.
Kahverengi çizmelerle, boynuma şalımı atıp şemsiyesiz yağmurda yürümeyi sevdiğimi biliyorum. İstiklalde cadde üzeri bir kafede elimde kahvemle gelip geçenleri izlemeyi, inceden gelen müzik sesini sevdiğimi biliyorum. Çayın daha bir güzel koktuğunu ve yağmurun ruhumu yıkayıp irinlerinden temizlediğini, yaralarımı iyileştirdiğini biliyorum ve evet gerçekten ince bir kadın saçıdır o yer yüzüne dökülen. Bülent Ortaçgil dinlemek istediğimi biliyorum. Yağmuru dinleyip teselli buluyorum türküsünden.
Elime Reşat Nuri'nin Anadolu Notlarını aldığımı ve bininci kez onun yol hikayelerini dinlediğimi biliyorum birde ve birden aklıma düşen ekmek pişirmeliyim fikri. İftarda taze ekmekle orucumu açmalıyım bir kasede tarhana çorbası. Yaşam bu kadar basit bazen ama ben her zaman o kadar basit göremiyorum ne yazık ki.

Neyse, bu hafta evdeyim. Sadece kah yatıyor, kah oturuyorum. Kitap okuyorum ve bolca Dvd izleyip tamamen kendimi dinleyerek ve çokca da severek geçiriyorum tatilimi. Tanrı'da bonus olarak bana gecikmiş doğum günü hediyemi verdi ve yağmurla güne başlamamı sağladı.

Beni seviyor biliyorum bazen pek belli etmiyor ama o Tanrı sonuçta her kese eşit mesafede durmalı ama yinede beni sevdiğini biliyorum.
Bende onu seviyorum çünkü.

6 Eylül 2008 Cumartesi

Cumartesi hezimeti

Cumartesi günleri çalışmak insanı aksi ve çekilmez yapıyor en azından beni..

Bugün de bir cumartesi ve ben tüm gün çalışmak mecburiyetindeyim. Patronumun bu akşam yurt dışına giderken yanında götürmesi gereken projeleri hazırlıyoruz can havliyle. Tek tesellim haftaya yıllık iznimin kalan bir haftasını kullanacak olmam.

Diğer yandan herkes Orhan Pamuk ve Masumiyet Müzesi peşine takıla dursun benim bu akıntıya katılmama daha çok var. Bir kere mevsim henüz Orhan Pamuk okumama müsait değil. Öyle işte, her yazarın bir mevsimi vardır ve Orhan Pamuk benim için sonbahar sonunda, kışa girerken okunmalı. Hem bu debdebede durmuş olur. Bende sakince hırkama sarılıp arkamdaki yastığı pat patlayıp yaseminli yeşil çayımı içerken çevirmeliyim ilk sayfayı.
Orhan Pamuk bekleye dursun ben %50 indirimli standından aldığım kitapları bitirme derdindeyim. Bunlar tam mevsimlik kitaplar. Hafif yaz yemekleri gibiler.

Mesela dün başlayıp bugün bitirip huzura erdiğim (ki kitaba başlayınca bitmeden dünyevi hayata karışamıyorum) kitap, Tom HOLLAND / Çölde Uyuyan Sır. Kitap ünlü arkeolog Howard Carter’ın ağzından anlatılan bir roman. Biraz bin bir gece öykülerine gönderme biraz Mısır gizemi derken kitap tam yaz aylarında tatilde filan yanınıza alabileceğiniz bir kitap. 1999 yılı basımlı olup bendeki kitap 99 senesinin 2.basımı. Böylede bir takıntım var işte. Kitabın kaçıncı basım olduğuna hangi sene yayınlandığına kaçar tane basıldığına filan bakmadan diğer sayfalara geçemem. Bu kitaptan sonra yıllarca derin bir uykuda bekleyen Nefertiti merakım yeniden nüksetti. Eski Mısır’dan daha çok yazar ekmek yiyecek gibi gözüküyor.

Ama her şeyden evvel, Arap edebiyatı konusunda hemen hemen hiçbir yazarın kitabına yönelmediğimden kendimi kınadım. İran’lı yazarların bir iki kitabını okudum fakat yeterli değil bu sebepten şimdilerde seçeceğim kitapları Arap edebiyatına kaydırdım. Bu konuda, Mısır’ın ünlü yazarlarından 1988 yılında ilk defa bir Arap yazara verilen Nobel Edebiyat Ödülünü alan Necib Mahfuz’u ilk sıraya koydum. Elbette Kahire üçlemesine başlamayı düşünüyorum bilmem diğer kitaplarını bulabilir miyim?

Bu gece rüyamda üniversite kapısında kayıt olma telaşındaydım ne kötü ki mühendislik kazanmışım. Oysaki rüyamda olsa bile Arkeolojiyi kazanmış olmayı yeğlerdim ama Tanrı bunu rüyamda bile bana çok görmekte nedense.

Bir öğle arası vermem gerek. Biraz yürümeli ve bacaklarımı açılmasını sağlamalıyım. Sonrası kafamı bilgisayara gömüp hayalleri ertelemem olsa gerek.
Ne kötü, ne sıkıcı ve üstelik güneşli bir cumartesi…

3 Eylül 2008 Çarşamba

Bir minicik kız çocuğu



Annem dün akşam beni tam 21:00’de aradı yani doğduğum saatte. Moral verdi bana ve“30 yaş bunalımına düşme sakın, hele ki 50 olunca hiç düşünmüyorsun” dedi.
Sonra sabah işe geldiğimde Serap’ın kendi bloğunda benim doğum günüm için bir yazı yazmış olması beni çok duygulandırdı. İlk karşılaştığımızda sıkıca sarılıcam ona. Elbette bana yorum bırakıp doğum günümü kutlayan herkese çok çok teşekkür ederim.
Doğum gününe bu kadar değer veren biri olmak suç mu? ben aynı özeni diğer insanların doğum günlerinde de gösteririm ayrıca. O gün özel olmalı o kadar!!!

Üstteki fotoğrafı annem askerdeki babama yollamış zamanında ve arkasına şöyle not düşmüş:

“Sevgilim, sana kızımızla bir fotoğrafımızı yolluyorum hasretin biraz azalsın diye” demiş.

Canım annem elbette o zaman hiç bilemezdi üstüne titreyen, hatta bir yaz günü sivrisinekler rahatsız etmesin diye uyumayıp başında bekleyen çok sevgili kocasının ona 23. evlilik yıl dönümlerinde “hayatımda başka biri var” diyebileceğini.

30 yılda hayatımda çok mutlu anlarım oldu ama yaşadığım bütün mutlulukları yerle yeksan eden o tek bir cümle olmuştur. Benim miladım olmuştur hatta. Ondan öncesi ve ondan sonrası diye ayırıyorum her şeyi. Artık ne yaparsam yapayım, ne kadar mutlu olursam olayım hep içimde acıyan bir yer var. Yaşadığım her an, hiçbir şeyin sürekli olmadığını hatırlatan bir iç sesim var. Masalların mutlu sonla bitmediğini biliyorum artık.

Bir şey daha öğrenmiş oldum hayatta diye teselli arıyorum acizane.

Yinede bir minicik kız çocuğuyum hep. Babasının yüzündeki, gülünce ortaya çıkan o gamzeye aşık olan, en sevdiği insan tarafından incinmesine bir türlü mantık bulamayan bir kız çocuğuyum.