28 Ağustos 2008 Perşembe

Geveze Kırlangıçlar

ÜÇ KEZ SENİ SEVİYORUM DİYE UYANDIM


Üç kez seni seviyorum diye uyandım
Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
Bir bulut almış başını gidiyordu görüyordum

Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün

Sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim
Sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum
Taflanım! diyordu bir ses duyuyordum

Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün

Kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım
Şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim
Karanfil sakız kokan soluğunu üstümde duydum

Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun


İlhan Berk'e selam olsun. Ruhu şad olsun.

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Her şeyin başı sağlık

Dün akşam gayet güzel keyifli bir akşamdı. Huzur olan bir evde her şey güzeldir bence. Ne olduysa sonrasında oldu zaten. Saat 23:00 gibi duş almaya gittim ama korkunç bir kasık ağrısı beni yere çivilemek üzereydi. Duştan iki büklüm çıkıp yatağa yattım. Bütün gece ızdırap dolu geçti. Sık sık kalkıp ütüyle ısıttığım havluyu karnıma koydum.
Aslında bu doğru bir hareket değil biliyorum ama tek düşündüğüm acımın hafiflemesiydi. Sabahı nasıl ettim bilemiyorum. Memo beni hastaneye götürdü. Ben devlet hastanesine gidelim dedim. Taksiyle Şişli Etfal Aciline gittik. Şikayetimi sordular beni ürolojiye gönderdiler. O kadar dolandıktan sonra doktorun karşısına çıktım. Oda koltuğunda kaykılarak oturmasına devam edip şikayetin ne dedi.
Ben gene karın ve kasık bölgemde aşırı hassasiyet olduğunu bir kez daha beyan ettim. Her hangi bir muayene olmadı ve benden idrar örneği istedi. Test sonucuyla tekrar huzuruna çıktık bana benlik bir durum değil idrarında bir miktar kan gözüküyor adet dönemin ne zaman dedi,bende daha 10 gün var dedim. Bena kadın doğuma git diyerek huzurundan çekilmemizi söyledi. Eyvallah doktor olan o sonuçta!
Kadın doğuma gidiyoruz ama ben ağrı ve azap içindeyim. Kafi miktarda veznede fiş almak için bekledikten sonra en azından insanın yüzüne bakarak ilgilenen bir doktora bir kez daha ne sebeple acile gittiğimi oradan ürolojiye yönlendirildiğimi ve nihayetinde karın ağrımla huzurlarına çıktığımı beyan ettim. Bana yaşımı ve ıvır zıvır bir takım soruları daha sorduktan sonra simir testi yapıcaklar şöyle paravana geçin dedi.
Aklımda jinekolojik bir muayene olma ihtimali olmadığından hafif çaplı bir şok geçirdim ve ilk kez o ayaklı yatak zımbırtısına yattım. Korkunç bir sancı çekerken birde simir testi muayenesi bana harbiden acı verdi. Elimde örneğimle kös kös patalojiye gittim oda ban 3 eylül günü sonucu almaya gel dedi. Ben ve lanetli sancım eve döndük. Halen ıstırap içindeyim. Daha önceki deneyimlere dayanarak, idrar yolları enfeksiyonu olduğunu düşünüyorum ama doktor değilim tabii. Memo özele gitseydik dedi ama ben şu an doktor filan istemiyorum.

Az önce kalkıp bir tencere çorba yaptım. Naneli yoğutlu midemi yormayacak en klas çorba yayla çorbası. Sonra blogları gezindim biraz. Halen ağrım var ne yapmalıyım bilemiyorum ama umarım bir an evvel geçer. Karnım gergin bir davul gibi. Gerinmek isterken veya güçlü bir nefes alırken bile acı ve ağrı çekiyorum.
Yarın işe gitmem gerek umarım yüyüyebilecek kadar iyileşirim.

Bugün hastanenin karmaşası karşında yine sinirim tepeme çıktı. Özel sağlık sigortalarını araştırmaya karar verdim. Bu konuda pek bir bilgim yok tavsiye edecebileğiniz bir şeyler varsa çok memnun olurum.

24 Ağustos 2008 Pazar

Dırdırcı geldi Hanıııım.



Pazar günleri hep böyle olmak zorunda mı?


Ben her sabah kalkıp güzel bir kahvaltı hazırlamalı, arkasından çamaşırları toparlayıp kirlileri ayırmalı, çamaşır mak. ve bulaşık mak. faaliyete sokmalı ve bu sıcakta sırtımdan aşağı süzülen ter damlaları eşliğinde ütümü yapmalıyım?
Memo bir yerlere sıvışmalı ,ben yüzümü asmalı ve bir haftada böyle bitti diye söylenip berbat bir pazartesiye mi başlamalıyım?

İçimden şeftalili turta yapmak geçiyor ama yenmeyecek ve sonra sürünecek diye yapmıyorum. Pekala, o halde kısır yaparım bende. Ama değmez boşver. Sanırım yemek filan yapmak istemiyorum. Koca bir kase siyah üzüm yedim az önce. Umutsuz ev kadınları'nı izlerken hemde. Bazen kendimi Bree gibi hissediyorum özellikle geçen sene ama o şekilde yaşamak bir insanı delirtir zaten karakterin hali ortada.


Memo dün fırının düğmelerinden iki tanesini değiştirdi ama takım taklavatı toplarken bir parçanın artığını gördü. Tipik bir Türk erkeği gibi cihazı söküp toparlamış ve işte bir adet parçayı arttırmıştı. Bugün yeniden söküp parçanın nereye ait olduğunu buldu ve taktı ve klasik bir ev erkeği gibi şu repliği kurdu "Şunun için servis çağırsaydık, boş yere bir sürü para vermiştik!!!"

Yani işte kısacası biz artık evli bir çiftiz. Evin erkeği sağı solu monte etmeye, evin kadını ise söylene söylene ev işiyle uğraşmakta. Klasik bir evli çift olduk.

Pöff! sıkıcı bir pazar günü işte. Gidip kahve yapıp çikolata yemeli ve basenlerime bakıp canı cehenneme demeliyim!

23 Ağustos 2008 Cumartesi

Yorgun bir kadının gevezilikleri

Uzun zamandır kuaför salonuna gitmemiştim. Bana kalsa yine gitmezdim ama kız kardeşim sarı saçlarını yeniden karamele döndürmek istediğinden bende ona eşlik ettim. Belki dedim sebep olurda bende saçlarımın uçlarından biraz kestiririm. Çok değil ama minnacık. Kuaförle her zamanki savaşımı vermeye hazır hissediyordum kendimi.
Neyse, cumartesi olmasından içerisi tıklım tıklımdı. Üstelik iki adet gelinin saçları yapılmaktaydı vede refaketçilerinin. Bende azıcık ucundan kes demeye utandığımdan hiç oturmadım koltuğa, kenardan içerideki karmaşaya göz gezdirdim. Minik kızların gelinin yanında minik gelinciklere dönüştürülmesini izledim. Gelini bilmem ama yaşları 6-9 arası olan birkaç küçük gelincik çok mutluydular. Bir birlerine saçlarını kırmızı dudaklarını gösterip durdular. Bizde kardeşimle dedikodu yaptık. “Benim saçım çok güzeldi di mi?” “Aaaa! Valla senin gelinliğin şahaneydi” gibi körler sağırlar bir birini ağırlar modundaydık. Karamel saçlarının şerefine Karamelli dondurma bile aldık.

Memo bu akşam çalışıyor bu yüzden bizde dondurma tv arasında bir yerlerde olucaz. Ben kız kardeşime kahve falı baktırıcam. Oda “Eee! Benimkine kim bakıcak?” diye söylenicek.
İşin en sıkıcı kısmını yarına bıraktım. Ütü!!!
Bu aralar iş yerinde kendimi pek mutlu hissetmiyorum. Sanırım zam ayımın olmasından hemde bazı bazı beni yoklayan bu işi sevmiyorum sesleri başımda dönüp durmakta olduğundan. Kız kardeşim “sen işini değiştirmek istiyorsun. Aslında, yeni bir yer, yeni bir heyecan istiyorsun “ dedi ama bilemiyorum. Kafam iş konusunda biraz karışık. Şimdi bunu düşünmek istemiyorum, karamelli dondurma yiyip kanalları zaplıycam biraz.

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Romantizim ve kilolar






Kilo alıyorum diye vahlandığım zamanlarda doğruca Oya Hanım’a http://www.kedilimutfaklar.blogspot.com/ misafirliğe gidiyorum. Onun benden haberi yok ama benim ona sevgim ilgim pek çok. Açık radyo’dan gelen bir sevgi var öncelikle ve sonrasında bloğundaki yemek tarifleri ve bunları anlatışındaki şahane üslubu.

Alkol delisi değilim velakin, şarap içmeyi severim. Soğuk kadehlerde beyaz şaraplar ve yanında buğusu üzerinde üzümler, balon kadehlerde kırmızının zerafeti ve Memo’nun hazzetmediği ama benim ayıla bayıla yediğim bol kokulu Fransız peynirleri. Ben keyif için mey almakta sakınca görmüyorum iş ki, kişi dertlenip de içmeye kalkmasın.
Ama en çok Memo’yla beraber oturduğumuz sofraları severim. Hoş ve mütavazi çilingir sofralarıdır bunlar. Kıymetli eşim sağ olsun pek sofra adamı değildir. Yemek yenilip kalkılmalı, öyle uzun uzun masada oturamaz. Bende bütün akşam az meze, az rakı takılalım isterim ama genelde bu muhabbet üçlü koltukta devam eder ve önümüzde mevsimiyse kavun ve beyaz peynirle.

İşte Oya hanımın en çokta yaptığı yemeklere eşlik ettiği rakı kadehini ne zaman bloğunda görsem içimdeki şeytan fıkırdamaya başlıyor. Bu akşam bir sofra kursak mı? diye. Aman kilo alıyormuşum ne gam. Yemeği sevmek ve yapmayı ayrıca bam başka bir aşkla sevmek işte Oya hanım beni bu haliyle mest ediyor. İçimi açıyor, günümü aydınlatıyor. Mesela ben onun şam fıstıklı bulgurlu pilavlarına filan deli oluyorum. Aklıma hiç gelmeyen kombinasyonları sunması benim için çok faydalı oluyor.

Nerden geldim bu konuya ha! Kilo. Ben yeme kültürümü değiştirmiş değilim ama biraz semiriyorum sanki bu günlerde. Halen bol sebze ve meyve ağırlıklı besleniyorum. Tatlı ve hamur işine hiç düşkünlüğüm yoktur. O zaman kala kala geriye hınzır şaraplar kalıyor. Sıcak havalarda içilen soğuk biralar ve Paşabahçe’den iki adet aldığım o nazik ayaklı bol buzlu rakı kadehleri.
Bu yetmezmiş gibi romantik eşim bu hafta izinli olduğu için evde canı sıkıldığından bana sürpriz bir doğum günü hazırlamış. Doğum günümden 14 gün önce ön kutlama yapıyoruz. Ramazan’a denk gelmesi sebebinden doğum günümde dışarıda bir iftar yemeğiyle hallederiz demiştik. Memo’cum sağ olsun benim ona kendi ellerimle yaptığım pastadan sonra, acele davranıp dışarıdan hazır pasta almış. “Neme lazım yine pasta filan yapar” diye düşündü her halde.

Dün işten dönüp kapıda karşılandım ne hoş. Sonra ben salona geçince mutfaktan pastasıyla çıktı. Şok oldum gerçekten sürpriz oldu. En sürpriz olansa daha önceden soğutulmuş kadehlerde servis ettiği beyaz şaraptı. Gönlümü en çok bu çeldi doğrusu.




Hediyesini de verdi. Geçen hafta sonu bilgisayar almaya gittiğimizde görmüştüm ve aman şimdi durduk yere birde bunu almayalım diye gözüm arkamda çıkmıştım. Gerçekten çok sevindim.


Çaldığında Zırrr! diye yeri göğe katsa da seviyorum.Perili köşklerdeki telefonlar gibi valla sesi çaldı mı adamı koltuktan zıplatıyor ve istem dışı “Hayırdır inşallah” derken buluyorsun kendini.

İşte bu erken parti yüzünden yine dün yuvarladım iki kadeh beyaz şarap. Sonra aklıma Oya hanım geldi. Aman dedim afiyet olsun bana. Ruhumu beslemedikten sonra ne anlamı var zayıflığın şişmanlığın.
En kısa zamanda kapanışı rakı sofrasıyla yapmalı ondan sonrası “Hoş geldin Ramazan”


Birde bugün indirimden kitap aldım. 31 ağustosa kadar %50 indirimli olan bir stand açmış Remzi Kitabevi(Rumeli cd. olan)



Eve dönerken başladım biraz ucundan okumaya. Postu gönderdikten sonra devam etmeyi düşünüyorum. Durumlar böyle.


Dip not: Şu postu gönderene kadar 4 tane çiğ köfte yedim. Acılı ama etsiz olanlardan. Suç sadece şarapta mı? ya benim bu kapılarını bugünlerde sonuna kadar açmış olan iştahım. Var bu işte bir keramet ama hadi bakalım.



19 Ağustos 2008 Salı

Sinir






Az önce yazdığım bütün post uçtuğundan şu an acayip kızgınım. Ben üşenmeden son okuduğum üç tane kitabı eni konu uzun uzun yazayım sonra tek bir tuşla hepsi tarumar olsun.
Yok öyle blog efendi bu akşamki rızkımız buymuş demek. Yazı mazı yok. Hey Allah'ım ya!
Çaresiz bozuk bir suratla, saat 22:00'de başlayacak olan Picture Bride filmini bekliyorum.
Belki bir nebze sakinleşirim.

17 Ağustos 2008 Pazar

Olan bitenler




Dün çok keyifli bir gündü. Öncelikle kendimize yeni bir laptop aldık. Çok sevdim. Onun öncesinde pek kıymetli bir arkadaşımla Taksim'de buluştuk. Soğuk bir limonotanın ardından Tünel'den Karaköy'e indik. Amacımız Kabataş'a geçip Eski Tütün Deposunu bulmaktı. Cumartesi günü düzenlenecek aktivitelere katılmak istiyorduk ama güneş altında arayıp taramamıza rağmen utanarak söylüyorum ki, bulamadık!




Bizde o sıcakta daha fazla beyin hücremizi zedelememek adına, bir Taksi çevirip Taksim'e döndük. Bu hezimeti hafifletmek için Ara Cafe'de mola verdik. Meyve salatası söyledik .Sıcak havada yenebilecek en ferahlatıcı şeydi bence. Kaymaklı dondurma eşliğinde meyvelerimizi yerken ona dedimki," Ben bu hezimetimizi blogumda yazarım valla." Tütün deposunun yerini bilen varsa bir zahmet ayrıntılı tarif verebilir mi?. Bence biz tam dibinde dolandık durduk ama bulamadan geri döndük. Sorduğumuz kimsede bilemedi.

Neyse, kendimize gelincede biraz İstiklali tavaf ettik. Ara sokaklara girip yeni yerler keşfettik. Sonrasında Memo'da Taksim'e geldi ve on sene önce ilk kez buluştuğumuz yerde yani Megavizyon'un önünde buluştuk. On sene öncesinde olduğu gibi gidipte Iron Maiden ve Megadeth albümleri almadık ne yazık ki. Benim saçlarım tost makinesinde kalmış gibi değildi{Neden o gün öyle uğraşmışsam. Pırasa gibi düz olan saçlarımı havalı yapmak istemiştim galiba:)} neyse zaten onunda saçları uzun değildi ve heyecanla beni beklemiyordu!!!

Öncelikle karnımızı doyurduk. Dilek Cafe iyi bir fikirdi. Terasında oturduk, ben makarna o hamburger yedi. Benim sipariş ettiğim limonatada aklı kaldı biraz ama oda Cola içmek istemeseydi. Yinede bir yudum almasına izin verdim oda bana hamburgerin yanına konulan yeşillikleri verdi. Sonrasında Elmadağ'a gidip bilgisayarımızı aldık. Taksiyle eve döndük ve bütün gece laptopu kurmakla filan geçti.




Bugünse ben aktif bir biçimde temizlik yaptım. Koltuk kılıflarını bile yıkadım. Bambuların suyunu değiştirdim ve çiçek açmayan menekşelere sabırla su verdim. Yarın pazartesi ve Memo'nun bir haftalık yıllık izini başlamış durumda. Bense her sabah kalkıp işe gidicem. Sinir bozucu bence. Ben ne zaman kalan bir haftamı kullanabileceğim acaba?


Sonra internetden kardeşimin bölümünde ilk yıl mecburi olan derslere baktım. Şahane dersler var. Sanat tarihine giriş, Osmanlıca, İnkılap Tarihi gibi tamamıyle bizim ölüp bittiğimiz konular. Kardeşim adına çok mutluyum.


Bir hafta sonu daha böyle geçti. Dün arkadaşımın başını ağrıttım kendimi yaşlanıyormuş gibi hissediyorum diye. O da sabırla geçer dedi. Birde bana İsviçre'den çikolata ve İsviçre haritasının olduğu magneti getirmiş. Eylül'de izine çıkacak ve İsviçre, İtalya, Hırvatistan, Yunanistan ve Türkiye rotasında tatilini geçirecek. Bende benim içinde gez diye telkinde bulunucam.

15 Ağustos 2008 Cuma

En güzel gün

Kız kardeşim üniversiteyi kazandı hemde istediği bölüme yerleşti. O kadar mutluyum ki, anlatacak söz bulamıyorum.

Öğle tatilinde Rumeli caddesinden geçen her kişiyi durdurup "Biliyor musunuz?, kardeşim sanat tarihi okuyacak" dememek için kendimi zor tuttum.

Çok mutluyum, çok.

14 Ağustos 2008 Perşembe

Öneri

Biraz halsizim bugünlerde. Ofisteki klimayı suçluyorum bu konuda. Sırtım ağrıyor feci bir biçimde.

Diğer yandan evdeki laptopu iş yerinden getirmiştim. Kullanılmıyordu ama bu günlerde lazım olduğundan bende ofise geri getirdim. Memo için yıkıcı bir darbe oldu. Bilgisayarsız ve internetsiz kaldık yani. Sanırım bu hafta sonu elektronik mağazalara doğru bir tur düzenlenecek.

Annem ve kızlar memlekete gittiler. Bu sabah 10:30 arabasıyla yola çıktılar. Köy havasını alacakları için çok şanslı olduklarını düşünüyorum. Aslında hafta sonu turları bile var Karabük – Safranbolu için ama nedense gezme kültürümüz hiç yok bizim. Ancak 10 günlük köye gidişlerimiz vardır ama o bile güzel aslında. Yaylaları ve çam kokusunu içine çekmek doğal kaynak sularından içmek şahane.

Bu ayki Atlas dergisinde, ( ki 2000 yılının Ocak ayından itibaren her ay devamla takip ettiğim ve kıyıp atamayarak biriktirdiğim dergiler evde koca bir dolabı istila etmiş olsa da ısrarla takipçisiyim) ücretsiz bir kitapçık var. Türkiye Gezi Atlası II 55 harika doğa alanı hakkında bilgi verilmiş.

Mesela kendi memleketimdeki YENİCE ORMANLARI (Karabük-Bartın-Bolu) Bu bölge Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın belirlediği acil olarak korunması gereken “100 Sıcak Nokta” dan biri. Yenice ormanlarında iki bölüm sahip oldukları orman ekosistemleri nedeniyle koruma altında: Çitdere ve Kavaklı. Ayrıca 33 ağaç türünün bir kısmı anıt ağaç olarak korunuyor. Kitapçıkta bunun gibi önemli noktalar hakkında kısa bilgiler var tavsiye ederim.
Ormanlarımıza sahip çıkalım ne olur. Mersin’in Gülnar ilçesinde çıkan orman yangınına şişe kırıkları neden olmuş. Bu dikkatsizlik çok pahalıya mal oldu.
Kaybettiklerimizi tam olarak anlamak için şunları da bilmekte fayda var:
Bir ormanda 1 metrekarelik yeşil alan 1 saatte 2 gr şeker, 1 yılda 20 bin Kcal enerji üretiyor. Atmosfere fotosentezle kazandırılan oksijenin yaklaşık %70’i ormanlar tarafından üretiliyor. Bir hektarlık orman rüzgarın hızını %50 azaltarak erozyonu önlüyor.

Mersin’in Gülnar ilçesinde 7 Temmuz 2008’de çıkan yangında bin hektar ormanlık alan tamamen yandı, 3 bin hektar alan da etkilendi. İki vatandaşımız hayatını kaybetti. Biraz dikkat ne olur. Ormanı sev, yeşili koru.

Bir öneride Atlas Tatil dergisi, ekinde yedi bölge tatil rehberi ve karayolları haritası var. Bu dergi üç ayda bir çıkıyor ve derginin fiyatı 8 YTL. Meraklısına ilgi çekici konular var.

İşte böyle, bu postu işten yazıyorum o sebepten kısa kesip işe dönsem iyi olur.

12 Ağustos 2008 Salı

Pasta evi

Dün akşam bir anda Memo’ya doğum günü pastası yapmaya karar verdim. Malzeme var mı? diye düşünmeden yumurtaları kırınca gerisini getirmek zorunda kaldım açıkçası.

Evde olanlar:

Bolca yumurta, şeker, un.

Az olanlar:

Süt, kremşanti, meyve.

Akla düşmeye görsün insanoğlunun yapamayacağı şey yok. Tabi hipnoza girmiş gibi pasta bloglarını takip etmeninde önemli bir etkisi var.

Neyse, belli bir tarife bağlı kalmadan sadece elimizdekilerden ne olursa artık diye girdim mutfağa. Üstteki resim pek başarılı bir çalışma olmayabilir velakin sevgiyle yapıldı diye damardan girmek istiyorum.

Dayanamayarak ve rezil olma riskine rağmen tarifte vereyim tam olsun.

Pandispanya malzemesi:

4 yumurta

4 kahve fincanı un

4 kahve fincanı şeker

Birazcık limon suyu

1 pkt. Vanilya

1 çay kaşığı kabartma tozu

Diğer ıvır zıvırlar:

Evde kalan yarım su bardağı süt

Azıcık limonata

Buzlukta kalmış ahududu

Annenin bahçesinden arakladığın donmuş vişneler

1 pkt. Krem şanti

1 adet şeftali

2 kaşık ahududu reçeli

Öncelikle yumurtaları sarısından ayırıp aklarını ve şekeri krema haline gelene kadar mikserle çırpıyoruz. Sonra yumurta sarılarını ilave ediyoruz ben birazda limon suyu koydum. Kuru malzemeleri de ilave edip fazla karıştırıp havasını söndürmeden kalıba döküyoruz. Fırına veriyoruz ve pişince çıkartıp soğumasını bekliyoruz. Fırında çok bekletmeyin kurumasın, kek gibi kızarmasını beklemiyoruz çünkü. ( Amanda bilgiç bilgiç tarif veriyor bide)

Ben dikdörtgen kalıbımı kullandım. Bu kalıpla genelde browni şahane oluyor. Yuvarlak kalıpta olabilirdi tabi. Ben yüksek ve kare bir pasta yapmak istediğimden diktörtgen kalıbımı kullandım ve pandispanyayı ortadan ikiye boylamasına kesip iki kare elde ettim sonra arasına evde kalan yarım bardak süte su ilavesiyle bir bardağa tamamlayarak toz kremşantiyi krema haline getirdim. Pandispanyayı azıcık limonata ve birazda çözülmüş vişnenin saldığı sularla ıslayıp kremşantiyi sürdüm, üzerine kavanozda kalan 2 kaşık ahududu reçelini ve buzu eriyen ahuduları serptim. İkinci katıda koyup kalan kremşantiyi üzerine sıvazlayarak şahane pastamı oluşturdum. Üzerine, kararmasın diye limonla ovduğum şeftali dilimlerini ve buzu çözülen vişneleri koydum. Gece 23:45’te gelen Memo’ya iyiki doğdun diye sundum. Birer dilim yedik ben beğendim. Çok hafif bir pasta oldu.

Bakalım kalanını kim yiyecek. Umarım bitirebiliriz. Aslında biraz daha uğraşıp, 2 eylüldeki kendi doğum günü pastamı hazırlamak istiyorum. 30 yaş günüme özel bir pasta olsun istiyorum. O tarihlerde Ramazan ayına da giriyor olduğumuzdan bilmem ki halledebilir miyim?

En iyisi haddini bilip oturmak galiba.



Yandaki ve üstteki fotonun çevreye verdiği zarardan dolayı özür dilerim. Vişnelerinde suyu akmış bide rezilim rezil. Ama tadı çok güzel valla.

Bu akşam evde tek başımayım yine. Memo'nun ofiste envanter sayımı var bugünde. Ben yoğurt, bulgur pilavı ve koca bir kase limonlu rokayı yuvarladıktan sonra, bir fincan filtre kahve ve üst fotodaki bir dilim pastayı yemeyi düşünüyorum. Saat 22:00'de Cnbc-e'de ki filme eşlik edecek kendisi. Amerikan sineması bu ara Japon film endüstrisinden geçiniyor. Bu akşamki filmde Richard Gere ve Jennifer Lopez tarafından daha sonra oynanmıştı. Bu akşam orjinali izliycem yani.

Velhasıl hayat akıp geçmekte. Doğum günleri, evlilik yıldönümleri v.s. v.s.

11 Ağustos 2008 Pazartesi

İyiki doğdun Memo

Hayatta zeytin kadar lezzetli bir yiyecek maddesi daha olmadığını düşünüyorum. Yanında bir dilimde bayat ekmek varsa dünyanın en şahane yemeğini yiyorsunuzdur emin olun üzerine bir bardak da su vallahi ziyafet.

Bazı bazı tansiyonunuz düşüyor midenizde bir şeyler kabul etmiyorsa benim kurtarıcım tuzlu siyah zeytinler oluyor. Bugün ofiste tansiyonum düşünce bende patronun odasındaki üçlü koltuğa attım kendimi. Tansiyonumu ölçtüler düşükmüş. Patron hamile misin? diye takıldı. Ben dönen başımı sabit tutmaya çalışırken, millete eğlence çıktı. Klasik tuzlu ayran içirme gayretleri sonrasında muhterem eşim, beyaz atlı bir prens gibi çıkarak beni eve bıraktı.

Evdeyim yani mecburen. Bende ekmek kızarttım zeytinle katık ettim biraz kendime geldim. Çayımı içerken Cnbc-e’de Finans Cafe’nin konuğu Şevval Sam Tekin’di. Onların sohbetini dinledim iyi geldi.

Hafta sonum çok güzeldi.

Cumartesi temizlik, çamaşır, ütü ve yemek yaparak geçti. Pazar sabahı Çengelköy’e kahvaltıya gittik. Gittiğimiz mekanda çok fazla gürültü vardı. Koşturan ve bağıran çocuklar vardı bolca. Ebeveynleri açık büfede takılırken pek çocuklarını umursar gibi değillerdi. Yada baş başa gelmiş çocuksuz çiftlere gıcıklık olsun diye, “bir dur evladım sus iki dakika” demediler. “Bizim çocuğumuz böyle olmasın lütfen” diyerek kaçtık. Ev kuşuyuz biz bir kez daha teyit ettik. Sonra anneme geçtik biraz orada takıldık ve 17:10 seansına yetişmek için Profilo’ya ışınlandık. Ziyaretçiler diye bir film var vizyonda duymuşsunuzdur. Bu filme gittik ama ben sıkıldım, önümüzde oturan yaşlı çiftin erkek olanı pek bir mızırdandı sıkıldım diye ve karısından epey bir azar işitti. Ben adama hak verdim valla. Durumun iyi tarafı, Profilo’da biletler indirimli. Pazartesi Perşembe 6 YTL, hafta sonu 8 YTL. Sinemadan çıkınca Pizzacıda mola verdik. Yemekten sonra Tansaş’a da bir miktar para bırakarak mutlu mesut evimize döndük.

Akşam Memo’nun doğum günü münasebetiyle, Tekel votka ve limonata eşliğinde parti yaptık. Tekel’i kutluyorum. Votka limonu yeni keşfeden biri olarak (tabi az votka bol limonata daha bir şahane) ben Tekel’in votkasını beğendim. İçince bol bol çenem düştü tabi!! Pazartesi akşamı çalışacağından Memo’nun hediyesini erken verdim, beğendi. Sıra onda, 2 eylüle pek zaman kalmadı sanki. İşte öyle bir geceydi. Benimle evli olarak geçirdiği ikinci doğum günüydü. Üçüncüde ne olacak bakalım.

Sabah saat çalınca aklımdan bugün Pazar kalkmama gerek yok diye geçti ama anında beynim devreye girdi “Şştt! Alo, kalk kalk bugün pazartesi” diye dürtükleyince kös kös kalktım. Sabahtan belliydi benim hastalığım zaten. Düş kırıklığı, kalp çarpıntısı ve tansiyon düşüklüğü yapıyor bende.

Neyse, benim biraz uzanmaya ihtiyacım var. Dinlensem iyi olur.

8 Ağustos 2008 Cuma

Cuma Gecesi

Bugünden bana kalan yegane şey baş ağrısı.
Çok yorucu bir hafta daha bitti ve ölsem cumartesi çalışmam ben diye ant içmiştim daha hafta başı. Nitekim yarın çalışmıyorum ama neye göre, kime göre?.

Aslında evde olmak en ağır çalışma biçimi. Haftalık temizliğe muhtaç olan evime adıycam yarın kendimi tabi Memo fırsattan istifade "Ben bir dolaşıyım, geç kalmam gelirim" diyip sıvışacak, bende günün sonunda bitap bir biçimde koltuğa serilicem.

Pazar için hayallerimiz var ama. Çengelköyde kahvaltı yapmak gibi hadi bakalım. Memo'nun doğum günü etkinlikleri pazardan başlasın. Hediye olayını kendime göre hallettim ama o memnun olur mu? hiç bilemiyorum. Hediye almak ne zor şey bilhassa erkeklere!

Daha cuma gecesinden Pazartesinin çok zor geçeceği hesabını bir kenara bırakırsam hafta sonunun keyfini çıkarabilirim sanırım. Şimdi gidip yıkanan çamaşırları asmam, aklımdaki bir dilim meyveli pasta olsa ne şahane olurdu fikrini kovmam ve hafta başından kalan bir kadeh kırmızı şarabı yuvarlayıp uyumam lazım.

Acaba diyorum bir kase şeftaliyi doğrayıp üstüne krem şantimi sıksam ?

En iyisi pasta bloglarını gezmemek sanırım:)

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Gidişat

Bu aralar Rumeli Caddesi’ndeki La Vita’ya takmış durumdayım. Özellikle sıcak soğuk sandviçleri ve enfes dondurmasına bayılıyorum. Öğle yemeği sonrası oradan ayrılırken kendimi kırmızı başlıklı kızın babaannesini yemiş kurt gibi hissediyorum. Kilo durumları da sallantıda her an 36’dan 38’e hızlı bir kayış olabilir. Asıl vahim olan belimin halen 34 olması. Üstü kaval altı şişhane durumları.

Dün akşam kız kardeşler ben ve Memo Mumya 3’e gittik. Benim biraz kalbim kırıldı çünkü filmden umduğumu bulamadım. Bir serinin devamını beklerken bam başka bir film izleyip çıktık gibi. Fazla kofti. Ben ki, Mumya 1ve 2’yi evire çevire izleyip hatmetmiş azılı bir fanım. Beni kesmedi kısacası. Fantastik filmlere olan aşkımız had safhada şimdi bir heves Hellboy II’yi bekliyoruz bakalım.

İşlerin yoğunluğu en üst düzeyde. Geçtiğimiz cumartesi akşam 19:00’da işten çıktım ve parmağımı oynatacak halim yoktu. Memo arkadaşlarıyla dışarı çıktı, bende meyve tabağını kucağıma yerleştirip internetteki sinema sitelerinden birine daldım. İki romantik komedi izledim. Pazar’da Memo’yla beraber bira, fıstık, Miller eşliğinde iki fantastik film izledik. Her zamanki gibi akşam olduğunda, pazar günleri ikiye çıksın diye isyan ederek uyumaya gitmiştik. Bakalım bu hafta sonu nasıl olacak?

Vitrinlerde yaz sonu indirimleri başladı. Çok güzel ayakkabılar görüyorum ve ayyy! diyerek yanlarından geçip gidiyorum usulca. Topuklu ayakkabı giyememe gibi bir mazeretim var benim. Çok beğeniyorum ama giyemiyorum. Şeytana uyup alırsam da uslu uslu kutusunda bekliyor. Hayatım spor ayakkabı ve bot üzerine kurulu.

Bu hafta okunan kitap John LLOYD – John MITCHINSON / Cahillikler Kitabı

Bildiğinizi düşündüğünüz her şey yanlış diyorlar. Oldukça keyifli ve öğretici bir kitap tavsiye ederim.

Ayrıca hamilelikle alakam olmamasına ve en az bir yıl daha düşünmediğimi bilmeme rağmen, neden ısrarla aylık hamilelik ve anne çocuk dergilerini aldığımı biri açıklayabilir mi acaba?

5 Ağustos 2008 Salı

Mız mızlanma

Bazı sabahlar güne başlamak ne kadar zor oluyor. Bir türlü kalkmak istemiyor, sevgilinize sarılıp uykunun tatlı kollarında sallanmak istiyorsunuz. “5 dk. daha sonra kalkıcam” diye yalandan sözler veriyorsunuz kendinize ve bir bakıyorsunuz geç kalmışsınız. Asık bir suratla işe gelmek ve en sıkıcı işlerin o günü bulması da cabası. Kendimi çok ama çok yorgun hissediyorum. Bir türlü silkelenip kendime gelemedim.

Bu gece rüyamda ısrarla cebimden çıkan sahte 1 YTL yüzünden renkten renge girdim. Gazete bayisindeyim ve Uykusuz ile Penguen almak istiyorum ama cebimden çıkan tüm 1 YTL’ler sahte. Berbat bir durumdu.

Memo’nun ayın 11’inde doğum günü var ve ben ne alsam diye düşünmekten bitap düştüm. Önümüzdeki ayın 16’sında da, evlilik yıl dönümümüz var üstelik. O konuda da hiçbir fikrim yok. Ne güzel değil mi? Aklıma hiç orijinal bir fikir gelmiyor ne yazık ki. Evlilik yıldönümümüz yine Ramazan’a denk geldiği için dışarıda bir iftar yemeği yeriz diye düşünüyorum. Gerisini sonra düşünürüz artık.

Dün akşam tam saat 16:50 gibi Yapı Krediye yetiştim para yatırmak için. Sıranın gelmesini beklerken YK Yayınlarının olduğu kitapçığı alıp inceledim. Yeni çıkan kitaplar ve fiyat listesi olduğu için ben pek severim bu kitapçığı. Eve dönünce aklımda olan ve unuttuğum bazı kitapları listeden işaretledim. Mesela Füruzan’ın Parasız Yatılı ve Yeni Konuklar kitapları. Birde anı ve biyografi kitaplarını pek sevdiğimden Saffet TANMAN’ın Ilgaz Dağları’ndan Batnas Tepeleri’ne ve Batnas Tepeleri’nde Zaman kitaplarına küçük birer çentik attım. En kısa zamanda Taksim’e gidip edinmek ve içeri girince kendime hakim olamayıp listeye yenilerini ekleyerek ayrılmak istiyorum. En sevdiğim kitapçılardan biridir YKY. Tabi illaki Remzi Kitabevi ve Can Yayınları’nı da anmak gerekir.

Dün ayrıca kendime ilk defa kot etek aldım. Etek giyemeyen biri için oldukça büyük bir adım bence. Yanımdaki kızların “Ay! Süper” nidalarıyla oldu biraz sanırım ama şirin, kloş, diz hizasında ve pilili bir etek işte. Bilmem giyebilir miyim?
İnsanlar beni pek etekle görmediğinden çevreye rahatsızlık vermek istemem doğrusu :)

İşime dönmeliyim şimdi ve esnemeye bir son vermeliyim. Miskinliğimden kurtulabilmeyi umuyorum…