Bugün yataktan sürünerek kalktım. Öyle sabaha karşı yatıp erkenden kalkmalar yalan oldu. Bünye kaldırmıyor mu ne? Gece el ayak çekilsin bende eğlenceli bir film izleyeyim dedim ama ne Memo nede Ege bir türlü yatamadı. Onları sepetlemek 01:00'i buldu. Bende filme karar verip izlemeye başlayana kadar bir saat daha geçince uykuya geçmem sabahı buldu. Bu sabaha kafamda tuğla kırılmış gibi başlamama sebep budur işte.
Bloga yazı gireyim dedim (nereden estiyse?) fakat bloga girmeyi unutmuşum. Bir bocaladım iyi mi? Unutkanlık hat safhada. Hayatın her alanında ciddi bir şekilde beni afallatıyor. Üzülüyorum bazen.
Son kitap siparişimde okumadığım yeni yazarların kitaplarına öncelik verdim. Fakat çok sevdiğim Gülriz Sururi'nin son anı kitabını da almadan edemedim. Siparişler gelincede bir çırpıda Zefiros'u okumam kaçınılmaz oldu. Öylesine dolu bir hayatı okurken ruhunuzda bir o kadar doyuyor ki elinizde olmadan onun büyüsüne kapılıyorsunuz. Dolayısıyla benimde bir kaç gün elim diğer kitaba gitmedi. Kitaba başladım ama kafam halen diğer yazarda olduğundan hakkını veremediğimi fark edip okumaya ara verdim. Okumaya ara verdiğim kitapsa herkesin yere göğe koyamadığı bir yazarın altı serilik roman dizisinin ilk kitabı. (Topa tutulmak korkusundan burada yazarın adını yazmıyorum!) Bestseller olmuş, dünyanın her yerinde basılmış lakin nedense beni ilk sayfalarından itibaren bir türlü yakalayamıyor.
Hay Allah! Ne yapalım doğru zaman olmadığına kanaat getirip kaderime boyun eğdim.
Tıpkı farklı bir suşiyi tatmadan evvel damağımızı yeni tada hazırlamak için zencefil turşusu yemek misali, bende böyle durumlarda yazarın hakkını verebilmek adına araya sevdiğim bir yazarın daha naif bir kitabını öne sürerim. Bu durumda benim zencefil turşum Oliver Sack'ın Oaxaca Günlüğü oluyor.
Birde baş ağrılarım biraz hafiflese de bende gözlerim jöle gibi akacak korkusu olmadan daha da çok okuyabilsem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder