Dün sabah balkon kapısını açıp havayı kokladım. Kış kokuyordu. Tamam dedim geldi işte. Uzun zamanda buralarda. Benim keyfim yerinde ben kışı severim. Tek sevmediğim şey kar sonrası yolların buzlanması. Onun dışında Allah’a şükür mızmızlanacak bir durumumuz yok. Sıcacık evimizde bir tas çorbamız her daim bulunmakta. Başında bir damı bile bulunmayan fukaralara yardım eli uzatabilmek çok mühim asıl. Ne kadar merhem olabiliyoruz ki yaralara. 5 katlı evi olanların kömür yardımı aldığı, erzak aldığı mahalleler biliyorum. Vicdanları rahat uyuyabilmeyi nasıl becerebiliyorlar hiç anlamıyorum.
Annemin bahçesine daha kış gelmedi. Meyve ağaçları yapraklarını dökse bile, kasımpatılar bütün bahçeyi sarı bir coşkuyla sarmalamış durumda. Kar soğuklarına kadar dayanır hep bu kasımpatılar. Geçen hafta bana gelirken kocaman sarı bir buket hazırlamış annem. Bir hafta geçti ama vazoda gayet canlı duruşlarıyla beni keyiflendirmeye devam ediyorlar.
Benim balkonda iki sardunyam var acizane. İkisi de bir birinden şeker. Sardunyaları seviyorum ve bu sene biraz daha balkona önem vermek istiyorum. Hatta bir limon ağacı alma hayallerim bile var.
Sonra, Memo seyahat dönüşü bir adet balkabağı ve bir sürü elmayla geldi eve. Sarı, kırmızı, ekşi tatlı karışık ilaçsız, hormonsuz köy meyvesi. Birazını patronuma getirdim çünkü sevimli bir torunu var ve organik meyve yemesi iyi olur diye düşündüm. Kötüleşmeye başlayanları rendeleyip pişirdim. Turta ve elmalı kurabiye için iç malzemesi olur diye hazırladım. Kalanlardan elma reçeli yapmaya niyetlendim inşallah becerebilirim.
Eskiden bize köyden buruş gelirdi. Buruş kesilip kurutulmuş meyvedir. Elma erik ve armuttan yapılır. Yazın meyveler dilimlenir ve çatılarda kurutulurdu. Kışın bu meyve kurularından hoşaf yapılırdı. Çocukken kıymetini bilmediğimiz bu buruşları şimdi ekolojik ürün adı altında el yakan fiyat etiketleriyle görünce içim sızlıyor. El emeğiyle kesilip gönderilen eriştelere burun kıvırıp paket makarnanın sevdasına düşerdik. Şimdilerde herkes evde taze makarna yapma hevesinde. Hele yazın köyde kaldığımızda köy ekmeğini istemez, dedeme kasabadan beyaz ekmek siparişi verirdik. Şimdiyse kendim evde ekmek yapıyor, şöyle ekşi mayalı bir taş fırın ekmeğinin hayallerini kuruyorum. Eskiden babaannem kendi ineklerinden peynir yapıp bize gönderirdi. Ben yinede beyaz peynir derdine düşerdim. Şimdilerdeyse evlendiğimden beri benim içinde küçük bir paket geliyor memleketten. Kutudan bir teker peynir çıkar illaki. O kadar mutlu oluyorum ki, deden bunları da sana yollamış dediklerinde kuzenlere dönüp, “Evlenince size de böyle ayrı paket gelecek” diye hava atıyorum.
Çocukken aman bunlar köy kokuyor diye burnumu tıkadığım o kutuya bugün özlemle bakıp derin derin içime çekiyorum köy kokusunu. Ah! sonbaharda köyde olmak ne güzeldir. Her yer sararmış yapraklarla doludur . Kızıl, yeşil ve sarının harika karması. Akşamları odun sobası yanmaya başlanmış ve kuzinede taze ekmek pişiren babaanne silueti de çoktan yerini almıştır.
Gece zorla taze inek sütü içirilmeye çalışılsa yine, şimdiki aklımla bir bardak daha derdim.
Sabah uyku mahmurluğuyla kalksam, içeriden çay kaşıklarının şıkırtısı gelse. Sobanın üstünde kızarmış ekmekler ve *keş kokusu beni kendime getirse. Soğuk suyla yüzümüzü yıkayıp annemden “Ayağınıza çorap giyin,üstünüze hırkanızı!!!” diye azar işiterek masaya sıkışsak. Radyoda ajans haberleri olsa ve ben çayımdan ilk yudumu aldığımda yurttan sesler korosu sevdiğim bir türküye başlasa. Suratımı asıp ben niye erken uyandırmadınız diye sitem etsem, babaannem dişsiz damaklarıyla gülüp saçlarımı okşasa ne güzel olurdu.
Uçanda kuşlara malum olsun, ben köyümü özledim :)
*KEŞ: Süzme yoğurdun kurutulmasıyla yapılan bir çeşit peynir türüdür.