Geçen haftanın en güzel etkinliği MAMA ödül törenleriydi. Belli bir güruh için oldukça önem arz eden bir geceydi. İmkan olsa yerinde izlemek isterdik tabi! Gel gör ki, 36 yaşındaki bir ev hanımı olarak bu hayalimi başka hayatlara havale edip, kırıp dizimi oturdum evimde. Bu sebeple bugünkü en büyük icraatım 4 saat süren bu organizasyonu, çayımı kekimi yanıma alıp ayaklarımı uzatıp keyifle izlemek olacak. Zira pazartesi gününü temizlik günü ilan eden herkese acayip kıl olduğum için, haftanın ilk gününü itinayla yayma günü ilan edeli epeyce oldu. Pazar gününün devrettiği mutsuzluğu başka türlü atabilen varsa beri gelsin.
Tek derdim kek nasıl olsun? Çukulatalı mı, portakallı mı?
8 Aralık 2014 Pazartesi
28 Kasım 2014 Cuma
İki Ömür ve Daha Fazlası
" İki ömrüm olsun isterdim; biri yaşamak, diğeri okumak için " demiş Goethe. Daha da yazacak söz bırakmamış. Deli okumalı günlerin içinde savrulup gitmekteyim. Çok güzel kitaplar aldım, bu hafta beni çok mutlu eden yazarlara kavuştum pek heyecanlıyım.
Mo Yan / İri Memeler Geniş Kalçalar salı günü gelen kargoyla elime geçtiğinden beri, 1040 sayfalık kitapla bütün olduk. Yazarın geçen sene Kızıl Darı Tarlaları adlı kitabını okumuştum. Hatta bu kitabı 1987 yapımı Red Sorghum adlı filme ilham vermiş ama ben bir türlü filmi izleyemedim. Kitabın büyüsünü bozmasından korktum. Bir çok kişiye göre ve bana göre de, Marquez esintileri taşıyan bir yazar olmasına rağmen, kendisi Marquez'i çok sonra okuyabilmiş biri. Etkilenme söz konusu bile değil. Zira Kültür Devrimi ve Mao desem anlarsınız her halde. Yazar 2012 yılında Nobel aldı üstelik o yıl favori Murakami olmasına rağmen ödülü Mo Yan'a verdiler. Çinliler yazarı pek sevmese de, ne yalan söyleyeyim ben seviyorum. Çinli yazarlar içinde, Gao Xingjian kalbimde her zaman ilk sırada o ayrı.
Gelelim kitabın basım kalitesine. Bence 1040 sayfalık bir kitabın basımı daha kaliteli olmalı. En azından ciltli olmalı. Her an kitap yarılacak diye korku içindeyim. Sağlam bir sırtlığı olmalıydı. Minik bir tuğla gibi sürekli kolumun altında. Okurken mutlaka bir yere koyup desteklenmeli ki, benim gibi cılız bileklerinizi geri dönüşümü olmayan bir hasardan kurtarma şansınız olsun. Belki iki kitap yapılsa bu kadar problem olmazdı ama bu teknik bizim ülkede geçerli değil nedense!
Zira salı günü gelen kargonun bir diğer güzelliği olan, Doris Lessing / Anılar kitabı da iki ciltlik bir kitap olmasına rağmen tek kitaba sığdırılmış. Böyle olunca basım maliyeti daha mı az oluyor acaba bu sebepten mi? Dışarı çıkarken yanınıza alamayacağınız ansiklopedi şeklinde kitapları neden basıyorlar anlamış değilim.
Neyse işte sonuçta iki ömür gerekli ama olmadığından, tek ömre hem yaşamayı, hem okumayı sığdırmaya çalışıyorum. Diğer yandan üçüncü bir ömrüm daha olmalı ki, anime izleyebileyim.
Bu haftanın animesi, Bokura Wa Minna Kawaisou. İki bölüm kaldı bitmesine. Bu gece uykudan çalıp bitirmeliyim.
Bu haftanın izlenecekleri arasında iki adette film vardı ama onları hafta sonuna havale ettim artık. İşte benden havadisler böyle.
Mo Yan / İri Memeler Geniş Kalçalar salı günü gelen kargoyla elime geçtiğinden beri, 1040 sayfalık kitapla bütün olduk. Yazarın geçen sene Kızıl Darı Tarlaları adlı kitabını okumuştum. Hatta bu kitabı 1987 yapımı Red Sorghum adlı filme ilham vermiş ama ben bir türlü filmi izleyemedim. Kitabın büyüsünü bozmasından korktum. Bir çok kişiye göre ve bana göre de, Marquez esintileri taşıyan bir yazar olmasına rağmen, kendisi Marquez'i çok sonra okuyabilmiş biri. Etkilenme söz konusu bile değil. Zira Kültür Devrimi ve Mao desem anlarsınız her halde. Yazar 2012 yılında Nobel aldı üstelik o yıl favori Murakami olmasına rağmen ödülü Mo Yan'a verdiler. Çinliler yazarı pek sevmese de, ne yalan söyleyeyim ben seviyorum. Çinli yazarlar içinde, Gao Xingjian kalbimde her zaman ilk sırada o ayrı.
Gelelim kitabın basım kalitesine. Bence 1040 sayfalık bir kitabın basımı daha kaliteli olmalı. En azından ciltli olmalı. Her an kitap yarılacak diye korku içindeyim. Sağlam bir sırtlığı olmalıydı. Minik bir tuğla gibi sürekli kolumun altında. Okurken mutlaka bir yere koyup desteklenmeli ki, benim gibi cılız bileklerinizi geri dönüşümü olmayan bir hasardan kurtarma şansınız olsun. Belki iki kitap yapılsa bu kadar problem olmazdı ama bu teknik bizim ülkede geçerli değil nedense!
Zira salı günü gelen kargonun bir diğer güzelliği olan, Doris Lessing / Anılar kitabı da iki ciltlik bir kitap olmasına rağmen tek kitaba sığdırılmış. Böyle olunca basım maliyeti daha mı az oluyor acaba bu sebepten mi? Dışarı çıkarken yanınıza alamayacağınız ansiklopedi şeklinde kitapları neden basıyorlar anlamış değilim.
Neyse işte sonuçta iki ömür gerekli ama olmadığından, tek ömre hem yaşamayı, hem okumayı sığdırmaya çalışıyorum. Diğer yandan üçüncü bir ömrüm daha olmalı ki, anime izleyebileyim.
Bu haftanın animesi, Bokura Wa Minna Kawaisou. İki bölüm kaldı bitmesine. Bu gece uykudan çalıp bitirmeliyim.
Bu haftanın izlenecekleri arasında iki adette film vardı ama onları hafta sonuna havale ettim artık. İşte benden havadisler böyle.
25 Kasım 2014 Salı
Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları
Bu sefer nasıl olduysa kendime hakim olup bölüm bölüm okuyabildim kitabı. Üstelik alır almaz başlamadım okumaya. O his gelsin diye bekledim, doğru an hissini. Her şeyin mükemmel olduğu kusursuz birleşimin olduğu O anı!
O beklenen an, iki pazar öncesi kahvaltı sonrasına denk düştü. Pazar kahvaltısı sofrasını dağınık bir halde bırakıp da keyif çayımı içmek üzere yatak odasına, toplanmamış dağınık yatağıma doğru giderken, usulca kitabı da peşimden sürükleyip o kavuşma anına ermiş olmanın memnuniyetiyle başladım okumaya. 4. bölüme gelmiştim ki, dur dedim kendime. Burada dur ki, şu an hissettiğin o ruh zenginliğini diğer günlerde de yaşa. Bu fikrimi nasıl olduysa kabullenerek tüm haftaya yaydım okuma keyfimi. Çölde kalan birinin yanında ki suya gösterdiği özen gibi, her sayfayı itinayla içtim bende.
Ne yaparsam yapayım bitti işte. Bir kez daha ardında güzel hediyeler bırakarak kitap raftaki yerini aldı. Şimdiyse geçen haftaya eşlik eden Le Mal Du Pays kaldı geride. Haruki Murakami'nin bir kitabını okuyup da, o kitaptan yeni keyifler elde etmeyen olabilir mi? Okuduğum dokuz kitabın her biri sayısız hediyeleri ardında bırakmıştı.
Tıpkı Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu kitabında Turgenyev'i hediye ettiği gibi, bu kitabıyla da beni Franz Liszt gibi harika bir besteciyle buluşturup, La Campanella'ya aşık olmamı sağlayan Murakami'ye teşekkür ediyorum. Tüm kalbimle seviyorum seni.
O beklenen an, iki pazar öncesi kahvaltı sonrasına denk düştü. Pazar kahvaltısı sofrasını dağınık bir halde bırakıp da keyif çayımı içmek üzere yatak odasına, toplanmamış dağınık yatağıma doğru giderken, usulca kitabı da peşimden sürükleyip o kavuşma anına ermiş olmanın memnuniyetiyle başladım okumaya. 4. bölüme gelmiştim ki, dur dedim kendime. Burada dur ki, şu an hissettiğin o ruh zenginliğini diğer günlerde de yaşa. Bu fikrimi nasıl olduysa kabullenerek tüm haftaya yaydım okuma keyfimi. Çölde kalan birinin yanında ki suya gösterdiği özen gibi, her sayfayı itinayla içtim bende.
Ne yaparsam yapayım bitti işte. Bir kez daha ardında güzel hediyeler bırakarak kitap raftaki yerini aldı. Şimdiyse geçen haftaya eşlik eden Le Mal Du Pays kaldı geride. Haruki Murakami'nin bir kitabını okuyup da, o kitaptan yeni keyifler elde etmeyen olabilir mi? Okuduğum dokuz kitabın her biri sayısız hediyeleri ardında bırakmıştı.
Tıpkı Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu kitabında Turgenyev'i hediye ettiği gibi, bu kitabıyla da beni Franz Liszt gibi harika bir besteciyle buluşturup, La Campanella'ya aşık olmamı sağlayan Murakami'ye teşekkür ediyorum. Tüm kalbimle seviyorum seni.
21 Kasım 2014 Cuma
Seyir Halleri
Aylardır Kore dizisi izlemiyordum. Peki ne yapıyordum Japon dizisi izliyordum ha haaa :P Evet bir iki Japon dizisi izledim ama asıl mesaiyi animeye harcamakla meşguldüm.
Açıkçası çok güzel animeler izledim. Uzun seriler yerine kısa olanları aradan çıkardım. Bleach 366 bölümdü ve daha fazla bölümü olan anime serileri de mevcut ama ben bulaşmak istemiyorum. Geçen sene Bleach izlerken gerçek dünyayla bağımı kopardığım zamanlar olmadı değil!
Neyse, işte efendim o kadar animenin arasına bir Kore dizisi sığdırdım. It's Okay That's Love
İlk 10 bölümü ite kaka ha gayret diyerek izledim. Hatta 6. bölümden sonra biraz ara vermişim sonradan Lağğn! diziyi unuttum hangi ara animeye döndüm dediğim zamanlar oldu. Fakat son 6 bölümü beni çok memnun etti. Aslında dizi genelinde memnun ediciydi fakat ben anime izlemekten beyin devrelerimi yaktığım için, dizide anime ruhu arayıp bulamayınca ağır bulmuşum galiba. Fakat yinede ziyan etmeden izledim.
Tavsiye ederim. Atraksiyonu olan bir dizi değil. Ağır romantizm bekliyorsanız oda yok ama çok güzel oyuncular var. Zaten diziyi izlememe neden olan konusundan ziyade oyunculardı.
Erkek başrol oyuncumuz olan Jo In Sung kardeşimizi, Ayazda Bir Çiçek filminde izleyip bağrımıza basmıştık. İzlemenizi tavsiye ederim. Sinema filmlerinden takip ettiğim arkadaşımızın geçen sene oynadığı diziyi de izlemiştim. That Winter The Wind Blows. Drama, romantizm Allah ne verdiyse yağdırmışlardı.
Kadın başrol oyuncusu ise Gong Hyo Jin. Kendisini ilk olarak Pasta dizisinde izlemiştim ve akılda kalan bir oyuncu olacağını anlamıştım. (Benim için) Son izlediğim dizisi ise Master Sun idi.
Bu ay izlediğim dizisiyle kendisini bir kere daha seyretme şansına erdim. Bu diziden öncede Boomerang Family filminde izlemiştim şimdi aklıma geldi. Bu kızı pek beğeniyorum.
Ayrıca blog için fotoğraf ararken Türkiye gezisi yaptığını öğrendim. Yanlış anlamadıysam geçen sene mart ayında Marie Claire çekimleri için gelmiş. Vay be!
Açıkçası çok güzel animeler izledim. Uzun seriler yerine kısa olanları aradan çıkardım. Bleach 366 bölümdü ve daha fazla bölümü olan anime serileri de mevcut ama ben bulaşmak istemiyorum. Geçen sene Bleach izlerken gerçek dünyayla bağımı kopardığım zamanlar olmadı değil!
Neyse, işte efendim o kadar animenin arasına bir Kore dizisi sığdırdım. It's Okay That's Love
İlk 10 bölümü ite kaka ha gayret diyerek izledim. Hatta 6. bölümden sonra biraz ara vermişim sonradan Lağğn! diziyi unuttum hangi ara animeye döndüm dediğim zamanlar oldu. Fakat son 6 bölümü beni çok memnun etti. Aslında dizi genelinde memnun ediciydi fakat ben anime izlemekten beyin devrelerimi yaktığım için, dizide anime ruhu arayıp bulamayınca ağır bulmuşum galiba. Fakat yinede ziyan etmeden izledim.
Tavsiye ederim. Atraksiyonu olan bir dizi değil. Ağır romantizm bekliyorsanız oda yok ama çok güzel oyuncular var. Zaten diziyi izlememe neden olan konusundan ziyade oyunculardı.
Erkek başrol oyuncumuz olan Jo In Sung kardeşimizi, Ayazda Bir Çiçek filminde izleyip bağrımıza basmıştık. İzlemenizi tavsiye ederim. Sinema filmlerinden takip ettiğim arkadaşımızın geçen sene oynadığı diziyi de izlemiştim. That Winter The Wind Blows. Drama, romantizm Allah ne verdiyse yağdırmışlardı.
Kadın başrol oyuncusu ise Gong Hyo Jin. Kendisini ilk olarak Pasta dizisinde izlemiştim ve akılda kalan bir oyuncu olacağını anlamıştım. (Benim için) Son izlediğim dizisi ise Master Sun idi.
Bu ay izlediğim dizisiyle kendisini bir kere daha seyretme şansına erdim. Bu diziden öncede Boomerang Family filminde izlemiştim şimdi aklıma geldi. Bu kızı pek beğeniyorum.
Ayrıca blog için fotoğraf ararken Türkiye gezisi yaptığını öğrendim. Yanlış anlamadıysam geçen sene mart ayında Marie Claire çekimleri için gelmiş. Vay be!
İşte efendim ne diyordum, 16 bölümlük bir Kore dizisi arayanlara tavsiye edilir.
19 Kasım 2014 Çarşamba
Çay Partisi
Dün gece bu fotoğrafı bana gönderip "Sana elmalı kurabiye yaptım. Ne zaman geleceksin bana?" diyen kardeşimin davetine gitmeyip de ne yapabilirim? Tabi ki bugün için yoğun iş planımı bir tarafa atıp kardeşimi öne aldım.
İş planları???? Onu kurcalamayalım şimdi. Malum uzaya roket gönderecek halim yok ama kendi düzensizliği içinde rutin bir düzeni olan biriyim.
Koca bir yılın son demlerini yaşarken hayat iyi ve güzel akıp gitmekte. Dertlenecek bir durumum yok çok şükür. Hayat elmalı kurabiye yeyip anime izleyerek geçip gitsin istiyorum. En azından bir yıl daha...
Çıkmam gerek çay partisine geç kalmak istemem :)
25 Ekim 2014 Cumartesi
23 Eylül 2014 Salı
Küçük Egenin Minik Fıtık Ameliyatı
Günlerdir ve günlerdir blogdan itinayla uzak duruyorum. Zira bu ay benim için bir çok güzelliği barındıran bir ay olsa da, ilk kez buhranlı bir bekleyişinde ayı oldu.
Temmuz ayından bu yana karın ağrısıyla beklediğim Egenin kasık fıtığı ameliyatı için, cerrahın yurt dışından dönüşünü saydığımız günlerden sonra geçen hafta çarşamba günü hastaneye görüşmeye gidelim dedik. O da bizi arayacakmış bu cuma uygun dedi ! İllaki gün almaya gitmiş olsak da sanki ileri bir tarih verecekmiş gibi halen kaçacak delik aradığım için cuma demesi beni hepten heyecanlandırdı. Sıkışık bir programı var cumartesi günü yine yurt dışına çıkacakmış. Ben kaçacak yer aradığım için sonrada olur filan diye geveledim ama gülerek şimdi kaçsanız bir yerde yine karşınıza çıkacak en iyisi kurtulun bir an önce dedi. Haklı ama yinede görünürde hiç bir problemi olmayan ve ultrasonda anlayabildiğimiz o küçücük fıtığın hayatımı böylesine strese soktuğunu bilemez ki.
O gün eve döndük ve cuma için gün saydık. Ameliyat 14:30'da olacak ve Ege sabah 8'den sonra hiç bir şey içip yemeyecek. Yemek neyse de Egenin susuz durabilmesi zor olduğundan ilk stresi bunda yaşadım. Derdi veren dermanı da veriyor. O saate kadar sayısız bardak su isteyen çocuk o gün istemedi. 12:30'da yatış yaptık ve Ege artık normal bir hastane kontrolünden farklı bir boyuta giden durumdan iyice kıllanmaya başladı. Ameliyat gibi bir şeyi ben Egeye nasıl anlatabilirim. Güle oynaya hastaneye gittik ve sonrası....
Arada bak iyileştim anne arabamıza binelim hadi demesine verecek bir cevap yok. İnceden ağlamalar ve korkulu bir bekleyiş sonunda Egeyi ameliyata almaya geldiler. Küçük olduğu için kucağımızda indik ameliyat katına sedye getirmediler. Ameliyat girişinde soyduk önlük giydirdik ama ağlıyor tabi çocuğum. Bir sürü ameliyat personeli Ege şaşkın ben ondan beterim. Personel alışkın tabi. "Kaptan geliyor, kapıları açın" diye şen şakrak alıp gittiler Egeyi. Ege ağlıyor ama ben ondan daha çok korkmuş ve daha çok ağlayarak ameliyat kapısının arkasında elimde oğlumun kıyafetleriyle kalıveriyorum. Sinirlerim artık iyice boşalınca yanımda gelip beni yalnız bırakmayan kardeşim Banu teselliye başlıyor. 2 saatlik bekleyişi kah ağlayarak, kah abuk şeylere gülerek geçirip nihayet açılan kapıların ardından sedyedeki Egeyi görüyorum. Sedyenin bir ucunda cenin pozisyonunda duruyor. Gözleri korkuyla etrafa bakıyor. Hemen odaya çkıyoruz ama henüz ilaçların etkisinden çıkamamış etrafı algılayamıyor. Yatağa alınıyor ve üstüne sıcak örtüler seriyorlar sonra hemen başına geçip saçlarını sevip sakinleşsin diye sürekli seviyorum oğlumu. Oh! yine gözümün önünde, buraya kadar geldik ya nihayet. Ege uykuya geçiyor yeniden. Bir elinde damar yolu bantlı ki, Egenin kabusu aslında bu damar yolu! Kasığındaki olaydan çokta haberi yok. Varsa yoksa elinde iğne olması. Sonrasında 2 gün o eli hep havada kaldı. İyi artık desem de ancak dün biraz normale döndü. Daha önce bu yazda böyle bir olay yaşamıştı. Elinde bant olunca o eli hiç bir yere koymuyor veya dokundurtmuyor.
2 saatte odada bekledik ve nihayet biraz yemek ve su verdik. Akşam yediden sonrayı buldu çıkışımız. Eve yeniden Egeyle gelebilmek ne güzel bir duygu. Onun gevezeliğini dinlemek, herkese tek sıkıntı oymuş gibi elini uzatıp göstermesi ne şekerdi. O gece güzelce uyudu sabahta pansuman için yine hastaneye gittik. Bandajı aldılar. Her şey güzel dendi ve nihayet eve döndük.
Hayatımda bu kadar sıkıntılı bir gün daha geçirmemiştim. Umarım daha beteriyle karşılaşmam. Hastanede hem Ege için hemde tedavi gören, ameliyatlarla büyümek zorunda kalan çocuklar için dua ettim. Basit bir operasyon için o ameliyat kapısında beklemek bile insanın ömrünü tüketiyor. Doktor için basit bir operasyon olabilir ama benim için hayatımın en önemli günüydü. Kendi canımdan daha kıymetli bir canı orada beklemek anlatılamaz bir durum.
O günden geriye aklıma geldikçe içimi buran kareler kaldı. Ameliyat öncesi yatış işlemleriyle uğraşırken, Banu'ya "karnım acıktı Banu" demesi ve yiyeceği yemeklerden bahsetmesi, ameliyata gidişi ve çıktığında ki o ifadesi. Birde kendine geldikten sonra başında bekleyen Banu'ya dudağını büküp "Banu bak uf oldum, çarpıştım ben" diye dert yanması beni bitirdi.
Bir daha yaşamamak dileğiyle...
Temmuz ayından bu yana karın ağrısıyla beklediğim Egenin kasık fıtığı ameliyatı için, cerrahın yurt dışından dönüşünü saydığımız günlerden sonra geçen hafta çarşamba günü hastaneye görüşmeye gidelim dedik. O da bizi arayacakmış bu cuma uygun dedi ! İllaki gün almaya gitmiş olsak da sanki ileri bir tarih verecekmiş gibi halen kaçacak delik aradığım için cuma demesi beni hepten heyecanlandırdı. Sıkışık bir programı var cumartesi günü yine yurt dışına çıkacakmış. Ben kaçacak yer aradığım için sonrada olur filan diye geveledim ama gülerek şimdi kaçsanız bir yerde yine karşınıza çıkacak en iyisi kurtulun bir an önce dedi. Haklı ama yinede görünürde hiç bir problemi olmayan ve ultrasonda anlayabildiğimiz o küçücük fıtığın hayatımı böylesine strese soktuğunu bilemez ki.
O gün eve döndük ve cuma için gün saydık. Ameliyat 14:30'da olacak ve Ege sabah 8'den sonra hiç bir şey içip yemeyecek. Yemek neyse de Egenin susuz durabilmesi zor olduğundan ilk stresi bunda yaşadım. Derdi veren dermanı da veriyor. O saate kadar sayısız bardak su isteyen çocuk o gün istemedi. 12:30'da yatış yaptık ve Ege artık normal bir hastane kontrolünden farklı bir boyuta giden durumdan iyice kıllanmaya başladı. Ameliyat gibi bir şeyi ben Egeye nasıl anlatabilirim. Güle oynaya hastaneye gittik ve sonrası....
Arada bak iyileştim anne arabamıza binelim hadi demesine verecek bir cevap yok. İnceden ağlamalar ve korkulu bir bekleyiş sonunda Egeyi ameliyata almaya geldiler. Küçük olduğu için kucağımızda indik ameliyat katına sedye getirmediler. Ameliyat girişinde soyduk önlük giydirdik ama ağlıyor tabi çocuğum. Bir sürü ameliyat personeli Ege şaşkın ben ondan beterim. Personel alışkın tabi. "Kaptan geliyor, kapıları açın" diye şen şakrak alıp gittiler Egeyi. Ege ağlıyor ama ben ondan daha çok korkmuş ve daha çok ağlayarak ameliyat kapısının arkasında elimde oğlumun kıyafetleriyle kalıveriyorum. Sinirlerim artık iyice boşalınca yanımda gelip beni yalnız bırakmayan kardeşim Banu teselliye başlıyor. 2 saatlik bekleyişi kah ağlayarak, kah abuk şeylere gülerek geçirip nihayet açılan kapıların ardından sedyedeki Egeyi görüyorum. Sedyenin bir ucunda cenin pozisyonunda duruyor. Gözleri korkuyla etrafa bakıyor. Hemen odaya çkıyoruz ama henüz ilaçların etkisinden çıkamamış etrafı algılayamıyor. Yatağa alınıyor ve üstüne sıcak örtüler seriyorlar sonra hemen başına geçip saçlarını sevip sakinleşsin diye sürekli seviyorum oğlumu. Oh! yine gözümün önünde, buraya kadar geldik ya nihayet. Ege uykuya geçiyor yeniden. Bir elinde damar yolu bantlı ki, Egenin kabusu aslında bu damar yolu! Kasığındaki olaydan çokta haberi yok. Varsa yoksa elinde iğne olması. Sonrasında 2 gün o eli hep havada kaldı. İyi artık desem de ancak dün biraz normale döndü. Daha önce bu yazda böyle bir olay yaşamıştı. Elinde bant olunca o eli hiç bir yere koymuyor veya dokundurtmuyor.
2 saatte odada bekledik ve nihayet biraz yemek ve su verdik. Akşam yediden sonrayı buldu çıkışımız. Eve yeniden Egeyle gelebilmek ne güzel bir duygu. Onun gevezeliğini dinlemek, herkese tek sıkıntı oymuş gibi elini uzatıp göstermesi ne şekerdi. O gece güzelce uyudu sabahta pansuman için yine hastaneye gittik. Bandajı aldılar. Her şey güzel dendi ve nihayet eve döndük.
Hayatımda bu kadar sıkıntılı bir gün daha geçirmemiştim. Umarım daha beteriyle karşılaşmam. Hastanede hem Ege için hemde tedavi gören, ameliyatlarla büyümek zorunda kalan çocuklar için dua ettim. Basit bir operasyon için o ameliyat kapısında beklemek bile insanın ömrünü tüketiyor. Doktor için basit bir operasyon olabilir ama benim için hayatımın en önemli günüydü. Kendi canımdan daha kıymetli bir canı orada beklemek anlatılamaz bir durum.
O günden geriye aklıma geldikçe içimi buran kareler kaldı. Ameliyat öncesi yatış işlemleriyle uğraşırken, Banu'ya "karnım acıktı Banu" demesi ve yiyeceği yemeklerden bahsetmesi, ameliyata gidişi ve çıktığında ki o ifadesi. Birde kendine geldikten sonra başında bekleyen Banu'ya dudağını büküp "Banu bak uf oldum, çarpıştım ben" diye dert yanması beni bitirdi.
Bir daha yaşamamak dileğiyle...
Etiketler:
ege,
kasık fıtığı
2 Eylül 2014 Salı
16 Oldum Hu Huuu...
Bugün doğum günüm. İyi ki doğdum. Kendimi çok seviyorum öyle böyle değil, narsist ötesi hallerdeyim.
Yahu güzel insanım bir kere be! :)
36 yılı devirmenin şerefine canım Memo bana kapılarda mumlu pastalarla sürpriz yaptı. Sonra birde kapımın önünden iki sefer çalınan spor ayakkabılarımın yerine Adidas ayakkabı almış tam on ikiden vurdu. Kardeşim Banu dersen günlerdir doğum günüm için çırpınıp duruyor. Sağ olsun beni tıka basa doyurdu. Boğazıma düşkün olduğumdan bana yemek ısmarlamak en iyi hediyeydi :)
Oğlum dersen onun varlığı her gün hediye. Benden mutlusu yok.
Ben herkese 16 oldum diyorum zira ruhen o ayardan bir gıdım yukarı çıkamadım. Bundan dolayı Taemin'de kendime verdiğim doğum günü hediyesi olsun.
Hayat çok güzel be!
Etiketler:
doğum günüm
30 Ağustos 2014 Cumartesi
30 Ağustos Zafer Bayramı
Unutulsun diye o kadar çabalıyorlar ki, inadına daha büyük bir sevgiyle bağlanıldığını anlayamıyorlar.
Hürriyet ve Bağımsızlığımızın simgesi olan bu günde, bu uğurda canlarını veren her bir kişiyi minnetle saygıyla sevgiyle anıyorum.
30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun. Tüm millete! ( Asker bayramı bu diyenlere inat )
Etiketler:
30 Ağustos Zafer Bayramı
28 Ağustos 2014 Perşembe
Aydınlık Sabah
Güzel bir rüyanın sabahında yüzde istem dışı oluşan o gülümsemeyi ve aydınlığı çok seviyorum. Özellikle rüyada görülen yıllar evvel toprağa geri dönmüş bir sevdiğiniz ise o sabahlarda güneş tam kalbinizde doğar.
Bu sabahta öyle oldu ama uyanır uyanmaz nedense geçen her dakikayla birlikte rüyanın coşkusu da azalmaya başlar ve giderek de unutursunuz. Gerçekte hissettiğiniz o duygu yoğunluğunu nasıl ifade edeceğinizi bir türlü bilemezsiniz. Asla kelimeler o hissin karşılığı olamaz. Anlattığınızda dinleyende sizin kadar mutlu olsun isterseniz ama nedense bir türlü istediğiniz o coşkulu tepki gelmez.
Bugüne güzel başlatan rüya için yüz bin teşekkür ederim. Halamı görebilmek rüyada olsa çok mutlu etti.. Kucağında oturan 2 yaşındaki Banu çok tatlıydı. O yaşındaki halini sevebilmek çok güzeldi. Vizelere girmek eğlenceliydi. Denizde serinlemek hoştu. Bütün bunları yaparken bize eşlik eden babamda çok güven vericiydi... Anlatırken eksik olan milyonlarca kare içinde her şey içinde yüz bin teşekkür.
12 Ağustos 2014 Salı
Yıldız Kaydı
Robin Williams öldü. İntihar o bu şu! Alkol mücadelesi, rehabilitasyon.... Hayat onundu yaşadı ve sonlandı. Hepimiz kendi hayatlarımızı başkalarının hayatları kadar irdeliyor olsaydık, insanlık şimdikinden daha farklı bir seviyede olurdu.
Neyse, ben sevdiğim bir aktörü bir daha yeni bir rolde seyredemeyecek olduğum için elbette üzülüyorum. O yüzden buradan olsa bile uğurlamak istedim.
Keyif verdiğin tüm o zamanlar için, oynadığın tüm o rollerle yüzüme gülümsemeyi yerleştirdiğin için ve daha bir sürü tarifsiz duygu için, tüm o anlar için teşekkür ederim. Güle güle git...
Etiketler:
Robin Williams
11 Ağustos 2014 Pazartesi
Yeni Yaş
Bugün Memo 37 yaşına basıyor. Mutlu sağlıklı bir yaş diliyorum :)
Kendisi doğum günlerini önemsemediği için bende onun dileğini kırmıyorum. Pasta ve mum yok. Ekstra kutlamada, hediyede yok. Sadece kuru bir doğum günün kutlu olsun Memo Bey var.
( Yine de kendimi tutmam çok zor. İllaki bir şeyler yaparım ya! Mesela biber dolması :) )
Nice yaşlara...
Etiketler:
memo doğum günü
10 Ağustos 2014 Pazar
Yalancı Aydınlık
" Bir yerde küçük insanların büyük gölgeleri varsa, o yerde güneş batıyor demektir."
Konfüçyus
30 Temmuz 2014 Çarşamba
Migren ve Güzellikleri
Bu aralar migren ataklarım hız kazandı. Neredeyse her güne baş ağrısıyla başlar oldum. Bazen topluca gelip beni zora sokuyor bazense uzunca bir mola veriyor. Bu ara bayram ziyaretine geldi gitmek bilmiyor. Dün akşam beni yine bitirdi hemde Egenin doğum günü için o kadar heveslenmişken hiç istediğim doğrultuda gitmeyen bir gece geçirdik. Bana ders olsun diyorum ama olmuyor. Çok heveslendiğim şeyler nedense hep kursağımda kalıyor. Bir şey hayal etmemem gerek anlık yaşamalıyım ve bu sayede belki üzülmemeyi de öğrenebilirim. Belki...
Aslında amacım bunları yazmak değildi. Ben şu an çok keyifliyim.Keyifliyim çünkü migren krizlerinin bana getirdiği güzel sürprizlerde oluyor. Rüyalar gibi. Rüyalarda olmasa ne yapardım bilmem. Bu sayede asla gidemediğim yerlere gidiyor ve gerçek hayatta bir araya gelmemin mümkün olmadığı insanlarla aynı sofrayı paylaşıyor, sohbet ediyor, gülüyor dostluk ediyorum. Atatürk başta olmak üzere bu zamana kadar çok değerli insanları rüyamda görmüş biri olarak migren ataklarının ertesi günü, güne intihara meyilli değilde pozitif enerjiyle başlamamı sağlayan bu rüyalara müteşekkirim.
Bu sabaha neşeli başlamamı sağlayan şeyse Jang Keun Suk'tu. Gülmeyin rica ederim. Atatürk'ü sürekli rahatsız edemem ki. Bu arkadaşımızın bendeki yeri pek bir ayrı. Nasıl oluyorsa aynı şey geçen sene doğum günümün gecesi olmuştu. Keun Suk'u görmeyeli 10 ay olmuş yani. Uzun bir aradan sonra bir araya gelmek çok hoştu. Sohbetine ve kendisini seyretmeye doyum olmadı. Unutmadan buraya not düşmek istedim.
Ayrıca O kıyafeti denerken beni kabinin önünde bekleyip "Abartma hiçte kilolu değilsin " dediğin için mersi. Saçlarımı çok sevdiğini söylediğin içinde. Ho hooo :)
Aslında amacım bunları yazmak değildi. Ben şu an çok keyifliyim.Keyifliyim çünkü migren krizlerinin bana getirdiği güzel sürprizlerde oluyor. Rüyalar gibi. Rüyalarda olmasa ne yapardım bilmem. Bu sayede asla gidemediğim yerlere gidiyor ve gerçek hayatta bir araya gelmemin mümkün olmadığı insanlarla aynı sofrayı paylaşıyor, sohbet ediyor, gülüyor dostluk ediyorum. Atatürk başta olmak üzere bu zamana kadar çok değerli insanları rüyamda görmüş biri olarak migren ataklarının ertesi günü, güne intihara meyilli değilde pozitif enerjiyle başlamamı sağlayan bu rüyalara müteşekkirim.
Bu sabaha neşeli başlamamı sağlayan şeyse Jang Keun Suk'tu. Gülmeyin rica ederim. Atatürk'ü sürekli rahatsız edemem ki. Bu arkadaşımızın bendeki yeri pek bir ayrı. Nasıl oluyorsa aynı şey geçen sene doğum günümün gecesi olmuştu. Keun Suk'u görmeyeli 10 ay olmuş yani. Uzun bir aradan sonra bir araya gelmek çok hoştu. Sohbetine ve kendisini seyretmeye doyum olmadı. Unutmadan buraya not düşmek istedim.
Ayrıca O kıyafeti denerken beni kabinin önünde bekleyip "Abartma hiçte kilolu değilsin " dediğin için mersi. Saçlarımı çok sevdiğini söylediğin içinde. Ho hooo :)
29 Temmuz 2014 Salı
4.Yaş Günü
Neşesi hiç eksik olmayan, güzel yüzlü oğlumun bugün doğum günü. Mutlu sağlıklı huzurlu bir ömür sürmesini diliyorum. Şimdi kendisi ikindi uykusunda, bense misafirler için hazırlık telaşında olduğumdan detayları yarına bırakıyorum...
Etiketler:
4.yaş günü,
ege
27 Temmuz 2014 Pazar
Karabasan
Tövbe Bismillah bu gece rüyamda kıymetli başbakanım ve kıymeti ondan eksik olmayan cumhurbaşkanımı rüyamda gördüm. Sırtıma pelerin koydu cumhurbaşkanım canımın içi kıymetli cumhurbaşkanım acaba bana el verip gel kardeş sen cumhurbaşkanı ol da herkes rahatça bir arkasına yaslansın mı demek istedi???
Tamam mühim bir şahsiyet olduğumu ben zati ezelden beri biliyorum da onların bendeki bu cevheri görmesi ve dahi ayağıma kadar gelip bana pelerin giydirmeleri gözlerimi yaşarttı! Biraz sonra canımın içi başbakanım başıma tacımı takıp, elime sünnet asasını da verecek ve beraber yürüdük bu yollarda diye şarkı söyleyecektik emindim. Emindim yahu! gel gör ki, Ege topuğuyla yanağıma ölçülü tekmeler atarak uyandırmasaydı daha neler olacaktı kim bilir?
Ah! sahur yemekleri ah! sen bana bu yıl reflü ve karabasan olarak döndün. 1 aydır devam eden bir birinden abuk rüyalar ve mide krampları hadi uğurlar olsun size. Seneye inşallah bir daha aynı gazla devam ederiz. Ben ülser olmaya yol alırken, ülke kim bilir ne hallerde olacakken, seneye görüşürüz Ramazan...
21 Temmuz 2014 Pazartesi
Sürpriz Yumurta
Epeydir yazmıyorum. Yazmıyorum ama geçerli bir sebebim var!. Canımı sıkan günler geçirdiğim için psikolojik olarak biraz durulmayı bekledim. O duygu patlamasıyla yazsaydım, ajitasyon kokan arabesk yazılarımla! blog ziyaretçilerini bunalıma sokarım neme lazım dedim. İyi yapmışım değil mi?
Gelelim mevzuya....
Oğluma, canımın içi biricik evladıma kasık fıtığı teşhisi kondu. Voila! ne zamandır delirmeye konum yoktu derken delirmenin ötesinde karın ağrılarıyla geçirdiğim günleri geride bıraktım ki, buraya yazıp not düşeyim dedim.
Çocuğum biricik evladım kıymetlimisss olan küçük insan kişisi kasık fıtığı için eylül ortası gibi ameliyat olacak. Aynı anda sünnet edilmesi de uygun görüldü. Gerçi ben bunları daha tam olarak hazmedemedim. Fıtık ameliyatı tamam ama narkoz almışken sünneti de aradan çıkaralım fikri bana çok ters geliyor. Tıbbi zorunluluğu olmadıkça büyümesini ve sünnetin ne demek olduğunu ve neden yapıldığını bildiği bir yaşa geldiğinde olmasını istiyorum. Bizim onu habersizce sünnet etmeye hakkımız olmadığını düşünüyorum.
Diğer yandan aslında şimdiye kadar operasyonu yaptırıp bitirebilirdik. Belki haberi aldığımızda sıcağı sıcağına aradan çıkarsak daha iyiydi ama ben açıkçası psikolojik olarak ameliyat hastane narkoz gibi kelimeleri yeni yeni sineye çektiğim için eylül ayında olsun dedim. Peki ne oldu? eylüle kadar daha çok karın ağrılı stresli günler beni bekler oldu.
Öylede böylede ömrümden ömür gitti. Bir kez daha ikinci çocuğu yapacak psikolojik sağlamlığa muaf olamadığımı teyit etmiş oldum. Bu yılda tuhaf bir enerji var. Bir türlü sevemedim Başlaması da sıkıntılıydı, yarısını geçtik halen sıkıntılı son düzlükte ne olacak merak içindeyim.
Canı çok kıymetli olan, pireyi deve yapan Egeyle eylül ayında ameliyat kapısında neler olacak endişe içindeyim. Allah kötüsünden korusun, bugünü aratmasın bize ve evladı için hastane kapılarında perişan olan tüm annelere babalara Allah şifa versin inşallah. Çok korkuyorum hastalıktan ve korktukça üstüme çekiyorum tuhaf şeyleri. Hep benim suçum. Bir kerede düzgün şeyler düşünebilsem ne olur sanki!!!
Gelelim mevzuya....
Oğluma, canımın içi biricik evladıma kasık fıtığı teşhisi kondu. Voila! ne zamandır delirmeye konum yoktu derken delirmenin ötesinde karın ağrılarıyla geçirdiğim günleri geride bıraktım ki, buraya yazıp not düşeyim dedim.
Çocuğum biricik evladım kıymetlimisss olan küçük insan kişisi kasık fıtığı için eylül ortası gibi ameliyat olacak. Aynı anda sünnet edilmesi de uygun görüldü. Gerçi ben bunları daha tam olarak hazmedemedim. Fıtık ameliyatı tamam ama narkoz almışken sünneti de aradan çıkaralım fikri bana çok ters geliyor. Tıbbi zorunluluğu olmadıkça büyümesini ve sünnetin ne demek olduğunu ve neden yapıldığını bildiği bir yaşa geldiğinde olmasını istiyorum. Bizim onu habersizce sünnet etmeye hakkımız olmadığını düşünüyorum.
Diğer yandan aslında şimdiye kadar operasyonu yaptırıp bitirebilirdik. Belki haberi aldığımızda sıcağı sıcağına aradan çıkarsak daha iyiydi ama ben açıkçası psikolojik olarak ameliyat hastane narkoz gibi kelimeleri yeni yeni sineye çektiğim için eylül ayında olsun dedim. Peki ne oldu? eylüle kadar daha çok karın ağrılı stresli günler beni bekler oldu.
Öylede böylede ömrümden ömür gitti. Bir kez daha ikinci çocuğu yapacak psikolojik sağlamlığa muaf olamadığımı teyit etmiş oldum. Bu yılda tuhaf bir enerji var. Bir türlü sevemedim Başlaması da sıkıntılıydı, yarısını geçtik halen sıkıntılı son düzlükte ne olacak merak içindeyim.
Canı çok kıymetli olan, pireyi deve yapan Egeyle eylül ayında ameliyat kapısında neler olacak endişe içindeyim. Allah kötüsünden korusun, bugünü aratmasın bize ve evladı için hastane kapılarında perişan olan tüm annelere babalara Allah şifa versin inşallah. Çok korkuyorum hastalıktan ve korktukça üstüme çekiyorum tuhaf şeyleri. Hep benim suçum. Bir kerede düzgün şeyler düşünebilsem ne olur sanki!!!
Etiketler:
ege,
kasık fıtığı
6 Temmuz 2014 Pazar
Girne Amerikan Üniversitesi ile Kıbrıs’ı Kazan, Kıbrıs ve İngiltere’de oku!
Girne Amerikan Üniversitesi, "Kıbrıs’ı Kazan, Kıbrıs ve İngiltere’de Oku" sloganı ile bütünleşen ve yurtdışı kampüsleriyle de öğrencilerine üç farklı kıtada eğitim fırsatı sunan öncü bir üniversite.
Eğitimde mobiliteye verdiği önem ve uluslararasılaşma sürecinin bir göstergesi olarak Girne Amerikan Üniversitesi; İngiltere, ABD ve Hong Kong’dan sonra küresel kampüslerine bir yenisini ekleyerek Türkiye’de İstanbul yerleşkesini hizmete açmıştır. Bu süreçte Girne Amerikan Üniversitesi, öğrencilerine 3 farklı kıtada eğitim imkânı sunmakta ve "Üç Kıta Tek Üniversite" sloganı ile de bir dünya üniversitesi olma noktasında bir hareketlilik içerisinde olduğunu kanıtlamaktadır.
Kazandıkları ÖSYM bursları ile GAÜ’ye yerleşen öğrenciler, Girne Amerikan Üniversitesi’nin yurtdışı yerleşkelerinde aynı burslarla ve ek ücret ödemeden programlarıyla uyumlu dersler yada ELA’da (English Language Academy) İngilizce dil eğitimi alıyor; geri döndüklerinde ise yurtdışında aldıkları dersleri GAÜ programlarındaki ders yükümlülükleri yerine saydırarak eğitimlerine devam edebiliyorlar.
Eğitimde 30 Yıl...
Geçtiğimiz günlerde görkemli bir törenle 30. Onur Yılı’nı kutlayan Girne Amerikan Üniversitesi için bu sene oldukça özel bir yıl. GAÜ, 2014-2015 Akademik Yılında tam 2260 yeni öğrencisine 7 yıl boyunca kesintisiz ÖSYM Bursu verecek.
GAÜ sosyal ağlarda da çok aktif; bu sene tercih dönemi boyunca facebook.com/girneamerican üzerinden tüm kampüsler ve öğrenci hayatı ile ilgili herşeyi paylaşıyorlar ve tüm sorulara resmi sayfa üzerinden cevap veriyorlar. Twitter takipcilerini de unutmamışlar @girneamerican üzerinden en güncel paylaşımları takip edebilirsiniz.
GAÜ, şu anda küresel dünyanın yükselen meslekleri Denizcilik, Havacılık, Sahne Sanatları, Hukuk, İleri Mühendislik Disiplinleri, Güzel Sanatlar, Mimarlık, İç Mimarlık, Uluslararası İşletme, Uluslararası İlişkiler, Psikoloji, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik, Türkçe Hukuk, Çin Dili ve Edebiyatı, Gastronomi ve Mutfak Sanatları, Sınıf Öğretmenliği, Sağlık Yönetimi, Ergoterapi, Enerji Sistemleri Mühendisliği, Ebelik, İnşaat Mühendisliği ve Sivil Havacılık Ulaştırma İşletmeciliği, Pilotaj gibi programları barındıran; 9 Fakülte, 6 Yüksekokul, 2 Enstitü ve 2 Meslek Yüksekokulu’nda olmak üzere , 69 Lisans 21 Önlisans 48 Yükseklisans ve 17 Doktora programı sunmakta.
GAÜ’den saygın dünya üniversiteleri ile akademik işbirliği ve değişim programları fırsatı!
Girne Amerikan Üniversitesi, kampüsleri ve 200’ü aşkın dünya üniversitesiyle sürdürdüğü öğrenci değişim programları kapsamında, öğrencilerine yaşam boyu hatırlayacakları deneyimlerin kapılarını açmakta.
Uluslararası Denklik ve Tanınma
Girne Amerikan Üniversitesi sağladığı eğitimin kalitesini sürekli olarak geliştirmek için akreditasyonlarını ve üyeliklerini yenilemektedir. GAÜ yerel olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yükseköğretim Planlama, Denetleme, Akreditasyon ve Koordınasyon Kurulu YÖDAK ve Türkiye Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tarafından tanınmaktadır. Ayrıca dünyanın bir çok saygın denklik kurullarından akredite olan GAÜ’nün bir çok uluslararası üyeliği de bulunmaktadır.
Girne Amerikan Üniversitesi Eduniversal’ın En İyi Üniversiteler sıralamasında yer almaktadır. Avrupa Birliği Yükseköğretim Sistemi içerisinde üniversite eğitimini denetleyen uluslararası eğitim kuruluşu Eduniversal, 153 ülkeden 12 bin yükseklisans programının incelenmesi ve 100 bin öğrenci ile yaptığı “En İyi Yükseklisans Eğitimi Veren Üniversiteler” araştırmasının sonuç raporuna göre GAÜ "En İyi Yükseklisans Eğitimi Veren İlk 100 Üniversite" arasında gösterilmektedir.
GAÜ, YÖK onaylı programlarıyla geleceğin pilotlarını yetiştiriyor
4 yıllık Pilotaj eğitimi alan öğrenciler, GAÜ İstanbul Yerleşkesi Uluslararası Havacılık Akademisi’nde similatör ve uçuş derslerini tamamlayarak Pilot olma hakkını kazanıyorlar. GAÜ’nün, uluslararası standartlarda verdiği eğitimle yetiştirdiği öğrenciler, önümüzdeki 20 yılın en gözde mesleklerinden biri olan havacılık sektöründe kolaylıkla iş bulabilecekler.
Kıbrıs, dünyanın en güzel adalarından biri!
Kıbrıs Dünya’nın en güzel adalarındandır ve iklimi sayesinde bir tatil ülkesinde eğitim alma şansınız var, üniversite kampüsü plajlara çok yakın mesafede bulunmakta ve kampüse çok renkli bir yaşam hakim. GAÜ, adanın en turistik sahil kenti olan Girne’de kendisine özel plaj ve uygulamalı 5 yıldızlı oteli ile öğrencilerine eşi benzeri olmayan bir eğitim fırsatı sunmaktadır.
Peki kampüste hayat mı nasıl? Tanıtım filmleri için youtube.com/girneamerican ve vimeo.com/girneamerican
Bir boomads advertorial içeriğidir.
Eğitimde mobiliteye verdiği önem ve uluslararasılaşma sürecinin bir göstergesi olarak Girne Amerikan Üniversitesi; İngiltere, ABD ve Hong Kong’dan sonra küresel kampüslerine bir yenisini ekleyerek Türkiye’de İstanbul yerleşkesini hizmete açmıştır. Bu süreçte Girne Amerikan Üniversitesi, öğrencilerine 3 farklı kıtada eğitim imkânı sunmakta ve "Üç Kıta Tek Üniversite" sloganı ile de bir dünya üniversitesi olma noktasında bir hareketlilik içerisinde olduğunu kanıtlamaktadır.
Kazandıkları ÖSYM bursları ile GAÜ’ye yerleşen öğrenciler, Girne Amerikan Üniversitesi’nin yurtdışı yerleşkelerinde aynı burslarla ve ek ücret ödemeden programlarıyla uyumlu dersler yada ELA’da (English Language Academy) İngilizce dil eğitimi alıyor; geri döndüklerinde ise yurtdışında aldıkları dersleri GAÜ programlarındaki ders yükümlülükleri yerine saydırarak eğitimlerine devam edebiliyorlar.
Eğitimde 30 Yıl...
Geçtiğimiz günlerde görkemli bir törenle 30. Onur Yılı’nı kutlayan Girne Amerikan Üniversitesi için bu sene oldukça özel bir yıl. GAÜ, 2014-2015 Akademik Yılında tam 2260 yeni öğrencisine 7 yıl boyunca kesintisiz ÖSYM Bursu verecek.
GAÜ sosyal ağlarda da çok aktif; bu sene tercih dönemi boyunca facebook.com/girneamerican üzerinden tüm kampüsler ve öğrenci hayatı ile ilgili herşeyi paylaşıyorlar ve tüm sorulara resmi sayfa üzerinden cevap veriyorlar. Twitter takipcilerini de unutmamışlar @girneamerican üzerinden en güncel paylaşımları takip edebilirsiniz.
GAÜ, şu anda küresel dünyanın yükselen meslekleri Denizcilik, Havacılık, Sahne Sanatları, Hukuk, İleri Mühendislik Disiplinleri, Güzel Sanatlar, Mimarlık, İç Mimarlık, Uluslararası İşletme, Uluslararası İlişkiler, Psikoloji, Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik, Türkçe Hukuk, Çin Dili ve Edebiyatı, Gastronomi ve Mutfak Sanatları, Sınıf Öğretmenliği, Sağlık Yönetimi, Ergoterapi, Enerji Sistemleri Mühendisliği, Ebelik, İnşaat Mühendisliği ve Sivil Havacılık Ulaştırma İşletmeciliği, Pilotaj gibi programları barındıran; 9 Fakülte, 6 Yüksekokul, 2 Enstitü ve 2 Meslek Yüksekokulu’nda olmak üzere , 69 Lisans 21 Önlisans 48 Yükseklisans ve 17 Doktora programı sunmakta.
GAÜ’den saygın dünya üniversiteleri ile akademik işbirliği ve değişim programları fırsatı!
Girne Amerikan Üniversitesi, kampüsleri ve 200’ü aşkın dünya üniversitesiyle sürdürdüğü öğrenci değişim programları kapsamında, öğrencilerine yaşam boyu hatırlayacakları deneyimlerin kapılarını açmakta.
Uluslararası Denklik ve Tanınma
Girne Amerikan Üniversitesi sağladığı eğitimin kalitesini sürekli olarak geliştirmek için akreditasyonlarını ve üyeliklerini yenilemektedir. GAÜ yerel olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Yükseköğretim Planlama, Denetleme, Akreditasyon ve Koordınasyon Kurulu YÖDAK ve Türkiye Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tarafından tanınmaktadır. Ayrıca dünyanın bir çok saygın denklik kurullarından akredite olan GAÜ’nün bir çok uluslararası üyeliği de bulunmaktadır.
Girne Amerikan Üniversitesi Eduniversal’ın En İyi Üniversiteler sıralamasında yer almaktadır. Avrupa Birliği Yükseköğretim Sistemi içerisinde üniversite eğitimini denetleyen uluslararası eğitim kuruluşu Eduniversal, 153 ülkeden 12 bin yükseklisans programının incelenmesi ve 100 bin öğrenci ile yaptığı “En İyi Yükseklisans Eğitimi Veren Üniversiteler” araştırmasının sonuç raporuna göre GAÜ "En İyi Yükseklisans Eğitimi Veren İlk 100 Üniversite" arasında gösterilmektedir.
GAÜ, YÖK onaylı programlarıyla geleceğin pilotlarını yetiştiriyor
4 yıllık Pilotaj eğitimi alan öğrenciler, GAÜ İstanbul Yerleşkesi Uluslararası Havacılık Akademisi’nde similatör ve uçuş derslerini tamamlayarak Pilot olma hakkını kazanıyorlar. GAÜ’nün, uluslararası standartlarda verdiği eğitimle yetiştirdiği öğrenciler, önümüzdeki 20 yılın en gözde mesleklerinden biri olan havacılık sektöründe kolaylıkla iş bulabilecekler.
Kıbrıs, dünyanın en güzel adalarından biri!
Kıbrıs Dünya’nın en güzel adalarındandır ve iklimi sayesinde bir tatil ülkesinde eğitim alma şansınız var, üniversite kampüsü plajlara çok yakın mesafede bulunmakta ve kampüse çok renkli bir yaşam hakim. GAÜ, adanın en turistik sahil kenti olan Girne’de kendisine özel plaj ve uygulamalı 5 yıldızlı oteli ile öğrencilerine eşi benzeri olmayan bir eğitim fırsatı sunmaktadır.
Peki kampüste hayat mı nasıl? Tanıtım filmleri için youtube.com/girneamerican ve vimeo.com/girneamerican
Bir boomads advertorial içeriğidir.
30 Haziran 2014 Pazartesi
24 Haziran 2014 Salı
Bağımlı
Dizi bağımlısı mısınız? Ben bağımlıyım itiraf ediyorum. Uzun süreli izlediğim diziler elbette ki Amerikan dizi endüstrisinden çıkma. Kore dizileri eğer tarihi veya aile dizisi değilse uzun bölümlü olmuyor. En uzunu 24 bölüm. Uzunca bir sinema filmi izler gibi oluyorsunuz . Gerçi uzun zamandır beni bağlayan bir Kore dizisi de olmadı.
Diğer yandan ısrarla takip ettiğim dizilerimden bazıları sonlandırıldı. Fringe, House ve How I Meat Your Mother artık listede değil. Geriye kalansa takibe devam ettiğim 4 dizi.
Grey's Anatomy 10. sezon finalini yaptı çoktan hevesle 11. sezonu bekliyorum. Bu diziyi çok seviyorum. Artık karakterlerle aramda akrabalık ilişkisi oluştu. Görmeyince özlüyorum bile!
Big Bang Theory içinse sonsuza kadar sürer inşallah diye dua ettiğimi anmadan geçmeyelim.
Çok seviyorum bütün tipleri.
Mentalist 2 yıl önce diziler sezon finalini yaptığı ara yeni bir şeyler bulmak lazım diyerek keşfedilmişti. Başrol oyuncusuna zaafım olmasıyla hiç alakası yok yani !
Bones aynı mantıkla bulunan diğer dizim. İzleyecek bir şey yok diye başlanılıp beğenince arkasını getirdiğim dizilerden. 9. sezon finalini yaptı yani reytingler iyi konularda çok kendini tekrar etmiyor ama ne kadar sürer merak ediyorum.
Diziler sezon finallerini yaptı ve yaz ayları benim için yeni dizlerin avına çıkmak demek olduğu için bu yaz şans eseri rastladığım bir diziye başlamaya karar verdim.
3 sezonu bulunan dizi devam eder mi bilmiyorum ama ilk sezon 10, 2. sezon 14 bölümden oluştuğu için sararsa hızlıca izleyip bitiririm. Malum Ramazan ve sahur olayı beni tüm gece ayakta tutacağı için bir şeyler izlemem kaçınılmaz!
Game Of Thrones ise başlı başına bir olay. Bu dizi tam anlamıyla benim kalemim olmasına rağmen neden halen izlemedim. Çünkü her sezon 10 bölümden oluşuyor ve 4. sezon finalini yapan dizinin toplam 40 bölümü mevcut. Bu yüzden sezonlar biriksin topluca indireyim diye kendimi diziyi izlemekten men ettim. Gerçi daha fazla beklemem mümkün değilse de Ramazan sonrasına ertelediğim diziyi ağustos sıcaklarına eşlik etmesi için itinayla saklıyorum. Her an ucundan kemirmeye başlayabilirim bile...
Dizi izlemek kolay iş değildir. Bir kere her dizinin kendine göre bir hazırlık aşaması vardır. Misal Grey's Anatomy kahveyle, Mentalist çayla izlenir. Big Bang Theory izlerken noodle, Bones izlerken mutlaka kahvaltı yapıyor olunmalıdır :D
Game Of Thrones içinse soğuk bira kaçınılmaz olacak gibi!!!
Diğer yandan ısrarla takip ettiğim dizilerimden bazıları sonlandırıldı. Fringe, House ve How I Meat Your Mother artık listede değil. Geriye kalansa takibe devam ettiğim 4 dizi.
Grey's Anatomy 10. sezon finalini yaptı çoktan hevesle 11. sezonu bekliyorum. Bu diziyi çok seviyorum. Artık karakterlerle aramda akrabalık ilişkisi oluştu. Görmeyince özlüyorum bile!
Big Bang Theory içinse sonsuza kadar sürer inşallah diye dua ettiğimi anmadan geçmeyelim.
Çok seviyorum bütün tipleri.
Mentalist 2 yıl önce diziler sezon finalini yaptığı ara yeni bir şeyler bulmak lazım diyerek keşfedilmişti. Başrol oyuncusuna zaafım olmasıyla hiç alakası yok yani !
Diziler sezon finallerini yaptı ve yaz ayları benim için yeni dizlerin avına çıkmak demek olduğu için bu yaz şans eseri rastladığım bir diziye başlamaya karar verdim.
3 sezonu bulunan dizi devam eder mi bilmiyorum ama ilk sezon 10, 2. sezon 14 bölümden oluştuğu için sararsa hızlıca izleyip bitiririm. Malum Ramazan ve sahur olayı beni tüm gece ayakta tutacağı için bir şeyler izlemem kaçınılmaz!
Game Of Thrones ise başlı başına bir olay. Bu dizi tam anlamıyla benim kalemim olmasına rağmen neden halen izlemedim. Çünkü her sezon 10 bölümden oluşuyor ve 4. sezon finalini yapan dizinin toplam 40 bölümü mevcut. Bu yüzden sezonlar biriksin topluca indireyim diye kendimi diziyi izlemekten men ettim. Gerçi daha fazla beklemem mümkün değilse de Ramazan sonrasına ertelediğim diziyi ağustos sıcaklarına eşlik etmesi için itinayla saklıyorum. Her an ucundan kemirmeye başlayabilirim bile...
Dizi izlemek kolay iş değildir. Bir kere her dizinin kendine göre bir hazırlık aşaması vardır. Misal Grey's Anatomy kahveyle, Mentalist çayla izlenir. Big Bang Theory izlerken noodle, Bones izlerken mutlaka kahvaltı yapıyor olunmalıdır :D
Game Of Thrones içinse soğuk bira kaçınılmaz olacak gibi!!!
23 Haziran 2014 Pazartesi
Evim Evim Güzel Evim
Son iki haftam İstanbul'dan ve evimden uzakta geçti. Yıllık Taşköprü ziyaretimizi cuma günü sonlandırıp İstanbul'a döndük. Dönebilmek ve yeniden kendi evime düzenime alışkanlıklarıma kavuşabilmek tarifsiz bir mutluluk.
Sylvia Plath / Sırça Fanus
Benim gibi evcimen insanlar için, iki hafta evinden uzakta olmak tam anlamıyla oksijen yetersizliği çeken birinin hallerini hatırlatır ki, bu bir mübalağa değil gerçekten de bir zaman sonra fiziksel olarak da yeterli oksijen alamadığınızı fark eder hale gelirsiniz. Japonlar bu halin ileri vakalarına OTAKU dese de benim gibi klasik ev hanımı kisvesine bürünmüş kişiler içinde geçerliliği var. Hasbelkader alışkanlıklarından kopamayan düzeni bozulunca dünyanın sonu gelen biriyim işte. Her gün aynı saatte belli işleri yapan, her ay belli dergileri takip eden alamamışsa huzuru kaçan, yediği içtiği şeylerin belirli markaları olan ve değişmesine tahammül edemeyen biri olarak tüm bu şeylerden iki haftalığına uzak kalmak kısmen çıldırtıcı olabiliyor.
Her ne kadar evvelden beri böyle şeylere takık olsam da bu sene bu halin tavan yaptığını görüp hayrete düştüm. Dediğim gibi mübalağasız ruhsal acının fiziksel acıya dönüşmesi beni şaşırttı. Halen kendimle ilgili şaşkına düşebilmek sevindirici!
Gel gör ki!, birde üstüne Ege hastalanınca ben güzel güzel panik atağımın kucağına huzurla yatıverdim. Üstelik hiç bilmediğim bir hastalıkla orada burun buruna gelmek ve gece yarısı acillerde kasık ağrısıyla kıvranan çocuğunuza "ne olur anneciğim bu bardağa çiş yaparsan eve gidicez söz! ne istersen yapıcam, alıcam ne olursun!!!" diye ağlamaklı modda yalvarmalar ve dahi çocuğumdan ilk kez kan alınması ve damar yolu açılması beni deliliğin serin sularına salıverdi. İstanbul'da başımıza gelmeyen bu durumla bir kasaba hastanesinin acilinde karşılaşmak, pis örtüler üstünde yavruyu nasıl bu sedyeye yatırırım endişesini çoktan aşmış durumlarla burun buruna gelmek ve o an hastanelerde daha büyük endişelerle yavrularının başında bekleyen anneleri düşünüp onlara dua ederek tuhaf şaka gibi hiç aklıma gelmeyecek bir gece geçirmek doğrusu beni 10 yıl yaşlandırdı. Ege bu kadar işkencenin nedenini bilmezken, o kadar masum ve savunmasızken bunun onun iyiliği için olduğunu anlatamıyor olmanın sancısıyla kıvrandım durdum. O gece hiç uyumadım ertesi sabah Kastamonu'ya daha büyük bir hastaneye gitmeler birde orda röntgenler ve artık tahlil bardağına çiş yapan Ege'nin bir gecede büyüyüp olgunca her şeyi kabullenişi filan beni mahvetti işte.
Sonuç temiz dendi ama ben artık eski ben miyim acaba?
Klasik olarak çok abarttığım, çocuk bu hasta olacak tabi denmesi genelde beni daha çok sinirlendirdiği için bu tarz eleştirileri duymazdan geldim. İnsan çocuğunu gecenin bir yarısı bilinmedik acı verici bir ağrıyla uyduruk bir acilde bulur da nasıl üzülüp paniklemez ve bu onu mahvetmez anlayamıyorum. Böyle rahat olabilen insanları alkışlıyorum tabi varsa! aklı başında hiç bir annenin bu olayı rahatlıkla kabullenip bir şey yok geçer şimdi diyebileceğini sanmıyorum. Tamam ben biraz fazla mahvoluyorum ama benim için bu dünyada Ege dışında hiç bir varlık bu kadar önem arz etmedi ve etmeyecek! Şu andaki yaşam amacım sadece onu büyütebilmek, zarar görmesini engellemek ve onu deli gibi sevmek. Bu sadece. Delilik aşırı abartı her ne haltsa isteyen istediğini diyebilir ama ben buyum ve beni halen tanıyamamış olmaları beni gerçekten üzüyor. Böyle zamanlarda beni destekleyip rahatlatmak yerine sürekli eleştirilmek canımı sıkıyor. Özellikle çocuk bu ya olucak tabi, her çocuk hastalanıyor gibi abuk sabuk laflardan hiç hoşlanmıyorum.
Neyse, olan oldu artık. İki haftayı daha yaşanabilir kılan şeyler elbette yanımda getirdiğim kitaplarımdı.
Bana eşlik edenler;
Sylvia Plath / Sırça Fanus
Ryunosuke Akutagava / Raşomon ve Kappa kitaplarıydı.
İzlenen animeler;
Yol boyunca kulaklıkta çalanlardan biriyse illaki G-Dragon idi ...
Etiketler:
ege,
G-DRAGON,
Gin no Saji,
Kamisama No Memochou
2 Haziran 2014 Pazartesi
Kelebek Etkisi
Hayat bu aralar oldukça tuhaf. Çevremde iyi güzel hiç bir şey göremiyorum. Oldum olası depresyona meyilli gider akıllı olduğumdan pozitiften çok negatifliğe bağrımı açmış biriyim. İyi bir şeyler varsa da benim merkezime uğramadan geçip gitmekte. Evren kendi bildiği döngüsünde döne dursun benim dünyamın çekirdeği son gaz büzüşmekte. Karanlık maddenin kölesi olmuş durumdayım.
Bu yıl bahar ayları acı ve keder dışında bir şey vermedi. Canilerce öldürülen çocuk haberlerinin etkisinden sıyrılmaya çabalarken birde üstüne ölen yüzlerce babanın haberiyle toparlanamaz hale geldim. Üstelik içinde bulunduğumuz çirkinlikler her ne kadar yokmuş gibi yaşamaya çabalasak da aslında var olduklarını ve eni konu kabus içinde uykumuza devam ettiğimizi bir kez daha görmüş olduk. Bunları düşündükçe insanım demeye utanır oldum. Artık ne olduğumuzu bende bilmiyorum !
Gelecekten bir şeyler ummuyor sadece günü yaşıyorum. Çünkü bir türlü yarın olmuyor hep bugüne uyanıyoruz! Dolayısıyla yarınların iyi olduğu bir senaryo yok eğer böyle rüyalarınız varsa hemen uyansanız iyi olur. Yav yoksa gerçekten matrixte yaşıyoruz da ufaktan uyanmaya mı başladık???
Amaaaan! neyse ne işte. GD dinleyelim efendim. Kelebek hayalleri kuralım öyle yaşayıp gidelim işte.
Bu yıl bahar ayları acı ve keder dışında bir şey vermedi. Canilerce öldürülen çocuk haberlerinin etkisinden sıyrılmaya çabalarken birde üstüne ölen yüzlerce babanın haberiyle toparlanamaz hale geldim. Üstelik içinde bulunduğumuz çirkinlikler her ne kadar yokmuş gibi yaşamaya çabalasak da aslında var olduklarını ve eni konu kabus içinde uykumuza devam ettiğimizi bir kez daha görmüş olduk. Bunları düşündükçe insanım demeye utanır oldum. Artık ne olduğumuzu bende bilmiyorum !
Gelecekten bir şeyler ummuyor sadece günü yaşıyorum. Çünkü bir türlü yarın olmuyor hep bugüne uyanıyoruz! Dolayısıyla yarınların iyi olduğu bir senaryo yok eğer böyle rüyalarınız varsa hemen uyansanız iyi olur. Yav yoksa gerçekten matrixte yaşıyoruz da ufaktan uyanmaya mı başladık???
Amaaaan! neyse ne işte. GD dinleyelim efendim. Kelebek hayalleri kuralım öyle yaşayıp gidelim işte.
14 Mayıs 2014 Çarşamba
Soma
Dün akşam evladımın gülen yüzü olan bir yazı yazacakken, taş gibi yüreğimize oturan bu kaza! haberiyle ulusça acıya büründük. Elim gitmedi Egenin neşesini yazmaya. Şimdi babasının haberini almayı bekleyen bir sürü çocuk yüzü varken ben kendi oğlumun 4 yaşının verdiği o masumluğuyla attığı kahkahalardan çok çok utanırken, öylece elim koynumda ölü sayısı artmasın diye umarken ve Allah kahretsin diye söylenirken nasıl yazayım neşeli postu ?
Sadece elimiz koynumuzda kahır bela versin diye Allah'a iş havale etmeye devam edipte, insanın kendi hakkını kendisi araması gerektiği gerçeğini göz ardı ederek yaşamaya devam ettiğimiz sürece bu haberleri duymaya mahkumuz. Kendi yarattığımız dünyaların suçunu Allah'a havale ede ede bu durumlara düşmedik mi?
Bu olay ilk değil ve Allah'tan geldi diyerek elin koynunda oturduğun müddetçe de son olmayacak.
Allah'ın işi değil güzel kardeşim, insanın işi bu!
Etiketler:
maden işçileri,
Soma
18 Nisan 2014 Cuma
4 Nisan 2014 Cuma
Albaya Mektup Yok...
Marquez hastaneye kaldırılmış. Bu haberi az önce okudum ve çok tuhaf oldum. Garip endişeler çöktü yüreğime. Hiç tanışmadığımız ama benim için pek mühim olan yazar için Allah'a en içten duygularla dua ettim.
Gece 00:42 umarım sabah kalktığımda iyi bir haber okurum. Gün güzelleşir, içim açılır. Sabah filan demez bir güzel oturur margarita hazırlarım ve salsa eşliğinde içip şükrederim.
Ah! nasıl üzgünüm şu an anlatamıyorum... (Sakın ölme, sakın!)
Etiketler:
Gabriel Garcia Marquez
27 Mart 2014 Perşembe
Torii ve Kamisamalar
Dün hızlıca izleyip bitirdiğim bir animeden bahsetmek istiyorum. Inari,Konkon, Koi Iroha.Bu animeyi görür görmez izlemek istedim çünkü Şintoizm dinine göre Pirinç Tanrısı Inari'ye adanmış olan Fushimi Inarı Sinto tapınağı animeyi izlemek için yeterli bir sebepti.
Benim Japonya'da ki tapınak kapılarına karşı tuhaf bir tutkunluğum var. O kapıdan geçince başka bir boyuta girecekmişim gibi hissettiriyor.
Fakat Kyoto'da ki bu tapınak en sevdiklerimden biri. Bu kırmızı kapılı yollardan hep bir gün yürümeyi istemişimdir.
Torii geleneksel olarak tahta ve taştan yapılıyor ama günümüzde betonarme, bakır, paslanmaz çelik gibi malzemelerle de yapıldığı oluyormuş.
İşte bu kırmızılı yolu her gördüğümde içim giderken doğal olarak animeyi izlememek olmazdı. Zaten konusu Kamisama (Japon tanrı-tanrıçaları) olan her türlü animeyi izlemiş biri olarak bunu nasıl göz ardı edebilirdim ki.
Fakat Kamisama denilince aklıma ilk gelen anime kuşkusuz Kamisama Hajimemashita olacak.
26 Mart 2014 Çarşamba
Yine Becerdim
Mütemadiyen boynum tutuluyor. Nasıl oluyor nasıl beceriyorum hiç bilmiyorum ama tık diye atan bir düğmenin marifeti gibi bir anda kas katı kesiliyorum.
Bu sabah gayet düzgün uyanmış her zamanki gibi Egeyle sabah boğuşmamızı yaşarken bir anda ağır çekim bir karenin içinde buldum kendimi. Hayır! diye bağıran bir iç ses ve dışarıdaysa hadi anne, hadi anne diye çığlık atan Egenin sesi arasında "becerdim" dedim kendime.
Robot şeklindeyken Egenin her isteği olamayacak tabii. Koltuğun altına kaçan minik toplar ve boya kalemleri alınamadığı için kendisi pek asabi. Kucağıma almak, boğuşmak-koşturmak ve 5,6,7 (saklambaç) oynamak biraz zor gibi!
Anlaşılan ben bir kaç gün Bengal ve sıcak su torbasıyla sarmaş dolaşım yine. Egeye düşense hayatın dikenli yolları.
Bu sabah gayet düzgün uyanmış her zamanki gibi Egeyle sabah boğuşmamızı yaşarken bir anda ağır çekim bir karenin içinde buldum kendimi. Hayır! diye bağıran bir iç ses ve dışarıdaysa hadi anne, hadi anne diye çığlık atan Egenin sesi arasında "becerdim" dedim kendime.
Robot şeklindeyken Egenin her isteği olamayacak tabii. Koltuğun altına kaçan minik toplar ve boya kalemleri alınamadığı için kendisi pek asabi. Kucağıma almak, boğuşmak-koşturmak ve 5,6,7 (saklambaç) oynamak biraz zor gibi!
Anlaşılan ben bir kaç gün Bengal ve sıcak su torbasıyla sarmaş dolaşım yine. Egeye düşense hayatın dikenli yolları.
25 Mart 2014 Salı
Gel Git
Hayattaki en sinir bozucu şeylerden biri hiç nedensiz evin içinde kaybolan bir eşyanızı aramaktır. Daha demincek şuradaydı yok işte diye dövünüp durursunuz. Sen gördün mü? sorusu hep ben görmedim diye cevaplanır. Sinir kat sayınız tavan yapmak üzereyken, bin kere baktığınız ama nedense illaki bin birinci kez bakıldığında görülen o kıymetli eşyanızı komodinin ayak ucunda mahzun bir şekilde sizi bekler bulursunuz.
O an sevinç dalgalanması sinir duygunuzu bastırır ve mal bulmuş mağribi gibi gün içinde sayısız defa kaybedip yeniden bulduğunuz gözlüğünüze kavuşmanın tatlı keyfini sürersiniz.
Acaba gözlüğümü iple boynuma mı taksam? gibi birazdan anlamını kaybedecek bir fikirle oturursunuz bilgisayarın başına.
O an sevinç dalgalanması sinir duygunuzu bastırır ve mal bulmuş mağribi gibi gün içinde sayısız defa kaybedip yeniden bulduğunuz gözlüğünüze kavuşmanın tatlı keyfini sürersiniz.
Acaba gözlüğümü iple boynuma mı taksam? gibi birazdan anlamını kaybedecek bir fikirle oturursunuz bilgisayarın başına.
Etiketler:
evin içinden
24 Mart 2014 Pazartesi
Mart
Baharın kokusunu içime çektiğim sabahlara kavuştum yine. Egeyle yaşadığım dördüncü, kendimle yaşadığım otuz altıncı bahara merhaba.
Bu ayım genelde evde kitaplarla geçti. Ülkenin hengamesinden kitaplara sığındım ama baktım ki, bugün geldiğimiz durum ve konuştuğumuz tüm bu ülke meseleleri, 40 senelik mevzuların sadece konu başlıkları değiştirilmiş bir nevi ters yüz edilmiş bilindik hallerinden başka bir şey değilmiş.
Bu ay okuduğum kitaplardan beni en mesut edeni Tomris Uyar'ın Gündökümü I-II kitaplarıydı. Düşündüğüm nice şeyi okuduğum kitabın sayfalarında bulabilmek beni hayrete düşürdü. Mesela Selim İleri kitaplarını neden sevmediğim ve okumak istememem gibi...
Hayatı yaşanabilir kılan yazarların olması ne güzel. Bu hayattan ayrıldıktan sonra bile tanımadıkları insanların hayatlarında yaşayabilmeleri, yazar için ölümsüzlüğün gerçekleşmiş hali değil midir?
Yazar sıfatına layık olan ve bunu bir etiket değil yaşam biçimine dönüştürmüş insanların kitaplarını okurken mutlaka başka kapıları da ziyaret ederken bulursunuz kendinizi. Gündökümü'nü okurken aldığım yazar ve kitap notlarıyla nisan ayı kitap listemi oluşturmuş buldum kendimi. Bir başka güzellik bu ay okumaya başladığım Borges'le Gündökümü'nü okurken sıklıkla karşılaşmam oldu.
Bu ayın akılda kalan kitaplarından biride Orhan Veli'nin Yalnız Seni Arıyorum kitabıydı. Nahit Hanım'a yazılmış mektuplardan oluşan bu kitap beni pek üzdü. Gizli saklı yaşanmış kırık bir aşk hikayesini Orhan Veli'nin tarafından okurken içten içe Nahit Hanım'a sinirlenmeden edemedim. 36 yıllık kısacık bir hayata bu kadar dramatik bir aşkı sığdırmış olması insanı ister istemez kederlendiriyor.
Bu ay olan bir diğer mevzuda iş konusuydu. Geçen yıldan beridir ısrarla beklendiğim iş yeriyle, yine olumsuz cevap vermek için görüşmeye gittim. Egeyle okula başlayana kadar kalmak istediğimi tekrar söyledim. En ufak bir değişiklikte mesela Egeyi kreşe verme gibi bir karar verirsem hemen işe başlayabileceğimi söylediler. Bilmiyorlar ki, Egeden ayrılma konusu bile beni ne kadar dertlendirdi. Sanki çocuğumu sokağa bırakmışım gibi günlerce hezeyana tutuldum. Baktım telefon konuşması fayda etmiyor yüz yüze konuşmak zorunda kaldım. Sırtımdan bir yük inmiş oldu. Geçen hafta bu mevzu sonuca ulaşana kadar Egeye her fırsatta sıkıca sarılarak çocuğu bezdirmiş olsam da umurumda değil. Ana okuluna kadar ayrılmak yok !
Birde çok şeker bir çocuk bu Ege. Oğlum diye değil öyle işte anlatılması mümkün değil. Ayrıca ikimizde henüz sabahları uzun yatak keyfimizi, krepli ballı kahvaltıları, beraber pişirdiğimiz kekleri bırakıp hayatın hay huyuna karışmaya hazır değiliz. Koyun koyuna geçirdiğimiz dördüncü bahar daha.
Bu ayım genelde evde kitaplarla geçti. Ülkenin hengamesinden kitaplara sığındım ama baktım ki, bugün geldiğimiz durum ve konuştuğumuz tüm bu ülke meseleleri, 40 senelik mevzuların sadece konu başlıkları değiştirilmiş bir nevi ters yüz edilmiş bilindik hallerinden başka bir şey değilmiş.
Bu ay okuduğum kitaplardan beni en mesut edeni Tomris Uyar'ın Gündökümü I-II kitaplarıydı. Düşündüğüm nice şeyi okuduğum kitabın sayfalarında bulabilmek beni hayrete düşürdü. Mesela Selim İleri kitaplarını neden sevmediğim ve okumak istememem gibi...
Hayatı yaşanabilir kılan yazarların olması ne güzel. Bu hayattan ayrıldıktan sonra bile tanımadıkları insanların hayatlarında yaşayabilmeleri, yazar için ölümsüzlüğün gerçekleşmiş hali değil midir?
Yazar sıfatına layık olan ve bunu bir etiket değil yaşam biçimine dönüştürmüş insanların kitaplarını okurken mutlaka başka kapıları da ziyaret ederken bulursunuz kendinizi. Gündökümü'nü okurken aldığım yazar ve kitap notlarıyla nisan ayı kitap listemi oluşturmuş buldum kendimi. Bir başka güzellik bu ay okumaya başladığım Borges'le Gündökümü'nü okurken sıklıkla karşılaşmam oldu.
Bu ayın akılda kalan kitaplarından biride Orhan Veli'nin Yalnız Seni Arıyorum kitabıydı. Nahit Hanım'a yazılmış mektuplardan oluşan bu kitap beni pek üzdü. Gizli saklı yaşanmış kırık bir aşk hikayesini Orhan Veli'nin tarafından okurken içten içe Nahit Hanım'a sinirlenmeden edemedim. 36 yıllık kısacık bir hayata bu kadar dramatik bir aşkı sığdırmış olması insanı ister istemez kederlendiriyor.
Bu ay olan bir diğer mevzuda iş konusuydu. Geçen yıldan beridir ısrarla beklendiğim iş yeriyle, yine olumsuz cevap vermek için görüşmeye gittim. Egeyle okula başlayana kadar kalmak istediğimi tekrar söyledim. En ufak bir değişiklikte mesela Egeyi kreşe verme gibi bir karar verirsem hemen işe başlayabileceğimi söylediler. Bilmiyorlar ki, Egeden ayrılma konusu bile beni ne kadar dertlendirdi. Sanki çocuğumu sokağa bırakmışım gibi günlerce hezeyana tutuldum. Baktım telefon konuşması fayda etmiyor yüz yüze konuşmak zorunda kaldım. Sırtımdan bir yük inmiş oldu. Geçen hafta bu mevzu sonuca ulaşana kadar Egeye her fırsatta sıkıca sarılarak çocuğu bezdirmiş olsam da umurumda değil. Ana okuluna kadar ayrılmak yok !
Birde çok şeker bir çocuk bu Ege. Oğlum diye değil öyle işte anlatılması mümkün değil. Ayrıca ikimizde henüz sabahları uzun yatak keyfimizi, krepli ballı kahvaltıları, beraber pişirdiğimiz kekleri bırakıp hayatın hay huyuna karışmaya hazır değiliz. Koyun koyuna geçirdiğimiz dördüncü bahar daha.
Etiketler:
ege,
Orhan Veli,
Tomris Uyar
18 Mart 2014 Salı
18 Mart Çanakkale Zaferi
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bir tümsek, Anadolu'nda,
İstiklâl uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmed'in yattığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed'in düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanını kattığı yerdir.
Düşün ki, haşr olan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.
11 Mart 2014 Salı
Ruh Dağından Akan Şelale
Bugün içim dışım Megadeth. Yıllar geçiyor ve eskiyoruz ama ilk günkü kadar taze olan ruhlarımız her daim genç ve tutkulu...
Etiketler:
megadeth
5 Mart 2014 Çarşamba
KITARO Konseri ve Mutluluk
Dün akşam günlerdir beklediğim Kitaro konserindeydim. İnsan hayal ettiği bir şeye kavuşunca garip bir gurur duygusuyla doluyor. Kendinden çokça memnun olup "işte başardım" diye övünüyorsun. İşte dün gecede bu duygularla yatağa gittiğim bir geceydi.
Dünya gözüyle gördüm diye huzura erdiğim Kitaro konseri beni mest etti. İsterdim ki, kendi orkestra elemanları ağırlıkta olsun ama bu senfonik orkestrayla yapılan bir konser turu olduğu için umutları bir daha ki sefere yolcu ettim. Her anından keyif alarak o anın keyfini çıkardım ve ne ara iki saat geçti hiç anlamadım. Seyircilerin ayakta alkışlayıp yoğun tezahürat gösterdiği ve Kitaro'nun şükran dolu selamlamalarıyla konser bitiverdi. Şimdi düşünüyorum da sanki rüya gibiydi.
Bir diğer güzellikse konser sonrası imza verecek olmasıydı. Hiç böyle bir güzelliği beklemiyordum. Upuzun yılanvari bir kuyruğa girdiğimizde, sonsuza kadar beklemem gerekse dahi orada duracak CD imzalatacak ve tokalaşma şansına erecektim. Bunun hayalini bile kurmamış biri olarak böyle güzel bir ödülü hevesle bekledim. Zaten o kuyruktaki herkes bu duyguyla bekliyordu.Sıra 23:30'da herkesin ne olur bir resim çekilelim diye yalvarmasıyla ilerlemeye başladı. Artık kuyruğun önünde Kitaro'yu görebilecek kadar yaklaştığımızda beni ciddi bir heyecan dalgası sarıp sarmaladı. Önümdeki son kişide gidip yüz yüze kalınca yüzümde kocaman bir gülümsemeyle imza bekleyip tokalaştım ve o sıcacık elleri bırakmayı hiç istemeyerek ilerledim.
Bazı insanlar güldüğünde yüzünde güneş doğar. Benim için bu güzelliğe sahip bir kaç kişi var ve o kişilerden biri şüphesiz Kitaro. Yüzündeki samimi gülümseme sanki her şey çok güzel, hayat iyi ve eğer bir sorun varsa çözümlenecek endişelenme der gibi.
Dün akşam o mekanda olamasaydım korkarım ki, hayatımın en büyük pişmanlığıyla ölene kadar yanıp kavrulur, hep bu yükün ağırlığıyla yaşamaya mahkum olurdum. Bu konseri izlememe vesile olan Memo'ya, Banu'ya ve her zaman gülümseyerek bizim kahrımızı çeken Mesut'a çok teşekkür ediyorum.
Dünya gözüyle gördüm diye huzura erdiğim Kitaro konseri beni mest etti. İsterdim ki, kendi orkestra elemanları ağırlıkta olsun ama bu senfonik orkestrayla yapılan bir konser turu olduğu için umutları bir daha ki sefere yolcu ettim. Her anından keyif alarak o anın keyfini çıkardım ve ne ara iki saat geçti hiç anlamadım. Seyircilerin ayakta alkışlayıp yoğun tezahürat gösterdiği ve Kitaro'nun şükran dolu selamlamalarıyla konser bitiverdi. Şimdi düşünüyorum da sanki rüya gibiydi.
Bir diğer güzellikse konser sonrası imza verecek olmasıydı. Hiç böyle bir güzelliği beklemiyordum. Upuzun yılanvari bir kuyruğa girdiğimizde, sonsuza kadar beklemem gerekse dahi orada duracak CD imzalatacak ve tokalaşma şansına erecektim. Bunun hayalini bile kurmamış biri olarak böyle güzel bir ödülü hevesle bekledim. Zaten o kuyruktaki herkes bu duyguyla bekliyordu.Sıra 23:30'da herkesin ne olur bir resim çekilelim diye yalvarmasıyla ilerlemeye başladı. Artık kuyruğun önünde Kitaro'yu görebilecek kadar yaklaştığımızda beni ciddi bir heyecan dalgası sarıp sarmaladı. Önümdeki son kişide gidip yüz yüze kalınca yüzümde kocaman bir gülümsemeyle imza bekleyip tokalaştım ve o sıcacık elleri bırakmayı hiç istemeyerek ilerledim.
Bazı insanlar güldüğünde yüzünde güneş doğar. Benim için bu güzelliğe sahip bir kaç kişi var ve o kişilerden biri şüphesiz Kitaro. Yüzündeki samimi gülümseme sanki her şey çok güzel, hayat iyi ve eğer bir sorun varsa çözümlenecek endişelenme der gibi.
Dün akşam o mekanda olamasaydım korkarım ki, hayatımın en büyük pişmanlığıyla ölene kadar yanıp kavrulur, hep bu yükün ağırlığıyla yaşamaya mahkum olurdum. Bu konseri izlememe vesile olan Memo'ya, Banu'ya ve her zaman gülümseyerek bizim kahrımızı çeken Mesut'a çok teşekkür ediyorum.
Etiketler:
Kitaro konseri
22 Şubat 2014 Cumartesi
KITARO - Matsuri
Yıllar geçiyor ama ihtişamından hiç bir şey kaybetmiyor.
21 Şubat 2014 Cuma
İpek Yolu
TRT'nin TRT olduğu zamanlarda yani ben bir ilkokul öğrencisiyken ve 80'ler gelmiş geçmiş en güzel yıllarken hayatıma giren çok mühim bir şahsiyet vardı. Çocuk aklımla beni düşler alemine çıkaran ve bilmediğim sayısız arzulara kapı açan ve beni ruhen ait olduğum mekana ulaştıran büyük bir müzisyendi O.
O kişi Kitaro yani asıl ismiyle Masanori Takahaşi'den başkası değildi.
Efsanevi İpek Yolu belgeselinin bestecisi New Age müziğinin tanınmış ismi Kitaro, 4 Martta İstanbul'da konser veriyor ve ben hayallerin imkansız olmadığını ispatlarcasına bu büyük devi izlemeye gideceğim için müthiş bir heyecan duyuyorum. İnanasım gelmiyor ama işte oluyor nihayet İstanbul'a benim şehrime geliyor. Yaşadığım mutluluğu tarif edecek bir kelime yok sadece MUTLUYUM ama öyle böyle değil çok mutlu...
4 Şubat 1953 doğumlu olan Kitaro benim doğduğum yıl , Ten Kai/Astral Voyage albümünü yayınlamış.
O zaman 25 yaşında olan Kitaro nihayet ben 35 o ise 61 yaşına geldiğinde İstanbul'a geliyor.
Olsun hiç gelmeyebilirdi de!
Şubat ayı o kadar keyifsizdi ki, nasıl desem ruhum mengenede sıkışıyor gibiydi lakin gider ayak bana çok güzel bir hediye verdi ki, tüm ayın ruhsuzluğunu sildi gitti.
4 Mart Salı gecesi benim için kuşkusuz efsanevi bir gece olacak. Bu vesileyle belki bir gün Tuva'ya da gitmek ve bu hayalide gerçekleştirmek kısmet olur.
Olur mu olur neden olmasın?
Meraklısına küçük bir not: Sanatçıya Kitaro takma adı arkadaşları tarafından Japon anime karakteri olan "Kitaro"dan esinlenerek verilmiş.
Gel de şimdi anime sevme! :)
O kişi Kitaro yani asıl ismiyle Masanori Takahaşi'den başkası değildi.
Efsanevi İpek Yolu belgeselinin bestecisi New Age müziğinin tanınmış ismi Kitaro, 4 Martta İstanbul'da konser veriyor ve ben hayallerin imkansız olmadığını ispatlarcasına bu büyük devi izlemeye gideceğim için müthiş bir heyecan duyuyorum. İnanasım gelmiyor ama işte oluyor nihayet İstanbul'a benim şehrime geliyor. Yaşadığım mutluluğu tarif edecek bir kelime yok sadece MUTLUYUM ama öyle böyle değil çok mutlu...
4 Şubat 1953 doğumlu olan Kitaro benim doğduğum yıl , Ten Kai/Astral Voyage albümünü yayınlamış.
O zaman 25 yaşında olan Kitaro nihayet ben 35 o ise 61 yaşına geldiğinde İstanbul'a geliyor.
Olsun hiç gelmeyebilirdi de!
Şubat ayı o kadar keyifsizdi ki, nasıl desem ruhum mengenede sıkışıyor gibiydi lakin gider ayak bana çok güzel bir hediye verdi ki, tüm ayın ruhsuzluğunu sildi gitti.
4 Mart Salı gecesi benim için kuşkusuz efsanevi bir gece olacak. Bu vesileyle belki bir gün Tuva'ya da gitmek ve bu hayalide gerçekleştirmek kısmet olur.
Olur mu olur neden olmasın?
Meraklısına küçük bir not: Sanatçıya Kitaro takma adı arkadaşları tarafından Japon anime karakteri olan "Kitaro"dan esinlenerek verilmiş.
Gel de şimdi anime sevme! :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)