31 Ocak 2011 Pazartesi

Insomnia

Ege bu gece beni hiç uyutmadı. Saat başı kalktım emzik verip üstünü örttüm. Kalk yat, kalk yat başım döndü. En son saat yedide mama verdim biraz yedi sonra döndü kıçını uyumaya. Bende hiç uykusuz gibi değilim. Cin gibiyim hatta :) Başka zaman olsa yataktan kalkmak tam bir işkence olurdu. Gece geç yatmışım ve sabah işe gitmem gerek diye bir sürü söylenirdim. Üstüne üstlük pazartesi sabahı varın siz düşünün!

Lakin bebek olunca normalde sarhoş gibi olacağınız durumlarda cin gibi uyanık olup duruma el koyuyorsunuz. Daha o odasında mık derken ben kulaklarımı dikip tazı gibi doğruluyorum yatakta. Söylenmeden, sinirlenmeden odasına gidip, bilmem kaçıncı kez emziği verip, pişşş diyerek battaniyesini örtsün diye eline veriyorum. İlla yüze sürülecek o battaniye.

Dün akşam yatmadan evvel Yeliz'in eski yazılarına bakmıştım. 7., 8., 9. ay yazılarına göz attım. Azcık kopya çekiyorum evet :) Hangi aydı unuttum ama aynen benim dün gece yaşadığım gibi bir gece geçirmişti. Bende üzülmüştüm birde sabahında işe gitti bu kadın diye. Al işte madem üzüldün bu gecede sen buyur dercesine cosmosun bir armağını oldu dün gece. Fakat ben işe değil salona geçip gevezelik ediyorum burada. Bu durumun değişmesine az kaldı. Yarın sabah işe gitmem gerek çünkü ay başı ve ben 6. ay sonuna kadar kullandığım iznimi bitirdim. Yarın 2-3 saatliğine işe gidip, bilgisayarıma Autocad yükletmem ve ofisteki dosyalarımı yedeklemem gerek. Kolumun altında bir projeyle eve gelebilecek olmam beni bu sabaha böyle dinç başlatmış olabilir mi? Nedenini bilmiyorum ama çalışmak kelimesini telaffuz etmek bile kendimi daha iyi hissettiriyor. İşte bu sebepten, yarın iş günü olmadığından Banu eve gelecek sabahtan ve ben yola koyulucam. Annem gelemiyor zira onun evde tesisatçı beklemesi gerek.

Yarın sabah Banu'ya talimatları okuyup, endişelenecek bir şey yok diye kendimi teskin edecek ve sağda solda oyalanmadan koşa koşa eve dönücem.

Şimdilik bu sabaha Megadeth dinleyerek başlamak ve sonrasını sonraya bırakmak en güzeli.

Günaydın :)

29 Ocak 2011 Cumartesi

6. Ay

Ege altı aylık oldu bugün. Tam altı ay...
Mis gibi, güzel, her biri bir birinden keyifli aylardı. Yani bugün tam yarım yaşına girdi oğlum. İnşallah bir altı ay sonra bugün, pastasının üstünde ilk mumuna gülen gözleriyle bakıyor olacak.



Bu ay bir çok şey oldu. Mesela tam olarak katı mama dünyasına geçti. Yoğurda aşık, sebzeleri ayırt etmeden yalanarak yiyen, meyvalardan tatlılara göz kırpan biri oldu çıktı. Her yediği kaşıkla yüzüme kocaman bir gülümseme yerleşiyor. O yiyor ben doyuyorum. Sonra yere battaniye üstüne bıraktığında, illaki sürüne sürüne halıya ulaşıp hemen ellerini oraya pat pat vurması, artık yaramazlık yapıyorum naber bakışları filan tam yemelik oldu. Belki şimdi motorla Katmandu'ya gidemez ama döne döne ve göbek üstü sürünerek filan azmedip gidecek gibi. Potansiyel mevcut ;)
Artık güldüğünde bize göz kırpan ışıl ışıl iki adet dişi var ve beni bulduğu her fırsatta ısırmayı görev edinmiş bulunmakta. Sonra gel dedğimde filan kollarını uzatıyor. Hatta belini, poposunu kaldırıyor ki hemen havalansın.

Artık kendi başına uyuyor, beni üzmüyor hiç. Battaniyesini yüzüne çekip uyuması bana beni hatırlatıyor. Bende uyurken ışığı hiç sevmem.

Ne biliyim işte daha sayısız güzellikler olmuştur ama akılda kalmıyor işte. Her gün yeni bir güzelliğe kalkıyoruz zaten. Kucağımda uyukladığı anlarınsa tadına doyum olmuyor.



Altı aydır her sabah onu yatağından almaya gittiğimde, yüzündeki o gülümseme içimde havai fişekler patlattırıyor. Bu benim mi? diye söylemeden duramıyorum.

28 Ocak 2011 Cuma

Hafta Biterken

Koca hafta geçti gitti hiç bir şey anlamadım. Günlerin nasıl bittiğini hiç bilmiyorum zaten. Özellikle katı gıda olayına girdiğimizden beri bir hengamedir gidiyor. Her sabah öğlen için taze sebze çorbası hazırlıyorum, eğer yoğurt bitmişse yoğurt mayalıyorum, kuşluk vakti meyva öğünü var aman geç kalınmasın derken bir bakmışsın akşam olmuş. Kendi kuyruğunu kovalayan bir köpek gibiyim :) Olduğum yerde dönüp duruyorum. Başlarda tıpkı Ege ilk doğduğu günlerde bocaladığım beslenme ritüeli gibi bir halde oldum. Yer mi?, beğenir mi? stres oldum her zaman olduğu gibi. Ben öyle elimde kaşık arkasından koşacak bir tip değilim. Yemiyorsa zorlamıyorum. Yerse zaten kabul buyuruyor. Sebze çorbasını içiyor memnunum. Bu hafta kereviz ve pazı gibi sebzelere geçtim ve çorbaya hep bir parça kuru soğan koymayıda ihmal etmiyorum. Havuç ve patates çorbanın temel malzemesi zaten. Genelde irmik koyuyorum ve 1 tatlı kaşığı zeytinyağı. Ege Bey çok sulu değilde, daha koyu olmasını arzu ettiğinden bende koyu yapıyorum. Takriben 125-150 gr. kadar yiyor. Yoğurduysa çok sevdi. Bu konuda Memo'nun kopyası. Yoğurtta günde 125 gr. kadar yiyor. Günlük sütten evde yapıyorum. Yoğurt mak. almadım küçük kavanozlarım var veya fincanlara mayalıyorum. Zaten iki günde bir yeniden yapıyorum. Dün biraz muz ve elma suyunu karıştırıp verdim bayıldı. Önümüzdeki hafta ise kahvaltı öğününe başlamam gerek artık. Bakalım onda durumlar nasıl olacak.

Mola verdiğimiz uyku aralarında ise ben genelde bu halde oluyorum.



Kısır ve sinema muhteşem ikili. Bu sebeple neden kilo aldığımda kuşku götürmez bir biçimde gün yüzüne çıkmış bulunuyor. Ege uyandığında ise yerde sürünme ve yuvarlanmayla bir nevi komando eğitimiyle geçiyor. Emeklemeye başlaması an meselesi. Kıpır kıpır ve çok heyecanlı. Her gün öğlen uykusundan uyandığında, uyandım ben hadi şimdi ne yapıyoruz ifadesiyle bakıyor yüzüme.



Bende yeni bir karar aldım. Tembelliği bir kenara bırakıp yeniden yarım kalan etamin işime dönmeye karar verdim. Belki hatırlarsınız doğuma yakın yetiştirmeye çabalamış fakat bitirememiştim. Bari çocuk yaşına girmeden bitiriyim diyerek yeniden başladım. En son bu halde kalmıştı.


Bitmesi gereken bir kulak ve arkasında sakladığı koca bir çiçek buketi yapmam gerek. Ege'den kalan zamanlarda kendimi bu tavşana adadım işte.

Öyle böyle bu ayda bitiyor Ege yarım yaşına giriyor ve ben halen ayaklarım yere basmaz halde dolaşıyorum.

24 Ocak 2011 Pazartesi

Ana&Oğul

Memo bu hafta şehir dışında kaldık bir başımıza oğlumla. Bütün gün koyun koyuna kakari kukuri. Arada mamalar, yerde yuvarlanmacalar filan. Haliyle yorulup sızıyor habire :)

Yanımıza misafir almadık bu sefer zira anneanne hasta. O sebepten gelemedi yanımıza.

İnsan ne yapacağını şaşırıyor yalnız kaldığında. Aklımda milyon tane şey vardı ama unuttum hepsini. Hiç olmazsa izlemeyi ertelediğim filmleri izlerim diyorum bakalım izler miyim? Bir başıma kalmayı unutuyorum bu aralar.
Yalnızken ne yapardım ben acaba?

Hep evle ilgili yapacaklar geliyor aklıma. Dolapları düzenliyim diyorum hemen. En çoksa akşam yemeği yapmamak sevindiriyor. Halbuki zor biri değil Memo ama ben şartlanmışım düzgün yemek yenmeli akşamları diye kasmadan duramıyorum. Memo olmadığına göre düzenli sofraya gerek yok diye kestirip atıyorum. Ben bir tas sebze çorbası içicem akşama hatta bu hafta hep böyle olacak gibi çünkü tam 51,5 kilo olmuşum canım sıkıldı :(
2 kilo vermem gerek ki huzur bulabiliyim :)

İnsan evde oturunca kilo alıyor bence. Halbuki hep koşturmaca halindeyim ama neden kilo aldım acaba?

İş konusuda malum şubat başı başlamam gerek. Bir yerden başlamak istiyorum artık. Evde tıkılıp kalmak beni ruhen çok yıpratıyor. Oysa en mühim şeyi yapıyorum ama kendim için ne yapıyorum? O mesele oluyor işte. Evden iş ne derece olacak bakalım?
Umarım bununda üstünden geliriz.

Birde saçlarımı kestirdiğim için çok mutsuzum :( Keşke kesmeseydim canım saçlarımı.

Neden o kadar kısa kestirdim sanki?
Ne değişti?
Hiç!

Halen ısrarla dökülüyorlar-lar-lar. Evin her tarafı saç yumağı. Kel kalmıyor olmam şaşırtıcı. Doğal yoldan dökülmeyenleri Ege sevgi gösterisinde bulunurken yoluyor. Genelde saşlarımdan tutup ağzını kocaman açıp kafama pike yapıyor ısırmak için. Bir yandansa sırıtıyor pis pis :) Ben ciyak ciyak bağırıyorum tabi.
- Egeeee, canım acıyo yaaa! bırak yoldun gene ühühühüh...


Bu arada Ege uyuduğu zaman ne yapsam ki...

23 Ocak 2011 Pazar

Pazar Huzuru

Dışarıda soğuk, yağmurlu ve fırtınalı bir hava var. Tamda kestane ve mandalina havası. Kestaneler kebap, mandanilar tatlı ve sulu.

Evimiz sıcacık ama evi sıcak ve huzurlu kılan yegane şey Ege.



Pazar gününe güzellik katan güzel oğlum öperim gıdıdan.

16 Ocak 2011 Pazar

Rejans

Rejans tahliye emriyle kapanıyormuş. Pazar Sabah'ta Ahmet Örs güzel bir veda yazısı yazmış. Bu sebeple bende öğrenmiş oldum.

Benim hep gitmeyi istediğim ama bir türlü gidemediğim bir yerdir Rejans.
Ölmeden yapılacaklar listemde yer alan ve fakat artık yapılamayacak olan bir hevestir Rejans.

Onu özel bir güne saklamıştım hep. Öyle ver elini Rejans yapalım değil de misal, 40. yaş günümde veya ne bileyim 10. evlilik yıl dönümünde filan gidilmeli gibi gelirdi. Bana eski Beyoğlu'nu ve genç Cumhuriyetin ilk yıllarını hatırlattığından yeri ayrıydı. Nasılsa hep var olacak diye düşünürdüm ama öyle olmuyormuş ne yazık ki!
Rejans ve Beyoğlu ayrılmaz bir bütündü bence.
Çok üzüldüm...

15 Ocak 2011 Cumartesi

Rengarenk

Şablon değiştirmeyi yeni öğrendim iyi mi?

Pehh! ne güzel şeyler varmış. Arka fonu değiştirmeyi yeni becermiş biri olarak zırt pırt değiştircem ona göre :)

14 Ocak 2011 Cuma

Özlem


Akşam dokuz oldumu her şey suskunlaşıyor. Çünkü o uyuyor. Evin tüm neşesini yanında alıp götürüyor. Mis kokusunu, şen gülüşlerini, her şeyini derleyip toparlayıp, sarıldığı battaniyesiyle yatağına alıyor.

Bana kalan derin bir özlemdir şimdi. İki adım ötedeki odada uyuyor olması buna engel değil. Sudan bahanelerle odasının kapısına gidip içeri dikizliyorum. Evvela o mis kokusu geliyor odadan, sonra huzurlu dingin nefes sesleri ve ben tarifsiz bir sarhoşlukla usulca çıkıp salona geçiyorum. Elimde bilmem hangi kitap, aklımda oğul.

Ah! bir sabah olsada yine kavuşsak...

13 Ocak 2011 Perşembe

Korku

Hiç sevmem korku filmlerini. Yalan olmasın eskiden izlerdim ama sonra sonra insanın korkmasının hoş olmadığına kanaat getirdim. Ben korkmayı sevmem. Heyecan ayrı ama aslında sanırım o duygudanda hoşlanmıyorum. Ben değişikliklerden ani duygu dalgalanmalarından hiç hoşlanmıyorum. Alışık olduğum düzenin bozulmasına tahammülüm yok.

Hayatım düz bir çizgi gibi gitsin istiyorum ani zigzaglar olmamalı. Çok sıradan dümdüz yavan bir hayat diyeceksiniz ama ben memnunum. Her gün kalkıp ilk iş yatağımı toplayıp camını açmayı, salonun perdelerini aralamayı, Ege'nin mama suyunu ısıtmayı ve sonra içeri gidip onu koklamayı seviyorum. Bu sıralamadan biri bozulursa o gün çok mutsuz olurum. Hastalık gibi geliyor kulağa değil mi?

Uykularımda korkmayıda sevmiyorum. Gecenin en alakasız saatinde karabasanlarla sarmalanmış biçimde uyanmaktan nefret ediyorum. Korkuya inat ışık açmadan evde dolaşıp korkacak bir şey yok demem korkmadığım anlamına gelmiyor ne yazık ki!
Beni korkuyla uyandıran yegane rüya eve giren hırsız rüyasıdır ki, mütemadiyen sıklıkla hep bu tarz rüyalar görürüm. Tam eve girecekken biri kapıyı kapamaya çalışırım mesela. İlla rüyamda hırsız girerken burun buruna geliriz. Sonrasında kalkıp dip bucak evi tararım. Evde biri var mı?, koltuğun arkasında olabilir mi? bir sürü vesveseyle yatağa dönerim sonra.

Evvelsi gece çok koşturmacalıydı rüyam. Bir katil suikastçi ve benim ajanlık serüvenlerim filan. Korkunç değil adrenalin yüklü, heyecanlı ama stresli bir rüyaydı. Fakat dün gece tam bir dehşetti. Dehşet sahnesi içeren filmler izlemem, kavga eden iki insanı bile görmeye tahammülüm yok ama böyle berbat bir rüya görebiliyorum nedense?

Rüyamda işkenceyle öldürülen bir kadın vardı. Ben sadece o ortamda olmadan izliyorum, bu dehşete tanık oluyorum. Orada sadece gözlerim var ki böyle rüyalar daha korkunç olur her zaman. Sanki bir şeyler anlatılıyor gibi. Bunlar olurken küçük bir kız çocuğu var kadının kızıymış. O herşeyi görüyor hatta annesinin yanı başında oturuyor. Kadını ormana gömecekler ve aslında halen canlı parmaklarının oynadığını ve ağzını açmaya çalıştığını görüyorum. Gözlerini kocaman açıp bana bakıyor ve dehşet bir korkuyla uyanıyorum. Her zaman olduğu gibi ışığı açmadan antreye çıkıp derin bir nefes aldım sonra Ege'nin odasına gidip kontrol ettim uyuyor ve evet düzgün nefes alıyor. Sonra geri döndüm yatağa ama eni konu korkuyorum. Gözümün önünden o kadının bakışları gitmiyor! Mecbur Memo'yu uyandırdım korkuyorum diye. Baktım uyumaya devam ediyor iyice uyandırdım. Mutfağa gittik, sonra yüzümü yıkadım filan. Güzel bir şey düşünmeye çabalayarak uyumaya çalıştım ama aklıma hep felaket senaryoları geldi. Ya bir şeyler anlatılmaya çalışılıyorsa rüyamda. Ne olabilir? Hemen aklıma Burcu geliyor. Edirne'de ya bir şey olduysa??? Gecenin bir yarısı arasam mı? yok aramıyım zaten sınavları var uyudu belki ama sabaha kadar sesini duymadan nasıl olacak? Öyle böyle sızmışım biraz.

Sabah ilk iş Burcu'yu aradım, iyiymiş bin türlü nasihat tembih abla vesvesiyle konuştum çocukla zaten yeni kalkmış zavallı kafası hepten karıştı. Annemde Ankara'da onu aradım sonra oda iyi. Banu zaten iyiymiş o zaman kötü olan kim???

11 Ocak 2011 Salı

Kumkuma

Ben çocukken hiç parka gitmedim. Gitmedim işte götürülmedim. Dolayısıyla benim hayatım evde geçti. O sebepten 4 yaşında tutturdum kardeşim olsun ne olur onunla oynarım, severim diye direttim. 5 yaşında kardeşim oldu. Birken iki oldum. Yine evdeyiz. Hep evdeyiz dışarı çıkamadık. Ne olur okula gideyim dedim tamam diyip müdüre yalvar yakar ilkokula yazdırdılar beni. Müdür iki gün sonra sıkılır dediyse de annem ikna etmiş, bende sıkılmadan kaç sene okudum müdür bey naber?
Sabahçıyım ve sınıfta en ufak benim. En azından 6 yaşını doldurmuş herkes, bense daha 5 yaşına bir iki hafta önce girmişim. Ama çocuk yüzü gördüm değişiklik oldu :)

Bir gün hadi git oyna dedi annemle babam, balkondan beni izliyorlarmış. Yolun karşısında çocuklar var, bende çok yakınlarında değil ama uzaktan bakıyorum. Oyunun ne olduğunu bilmiyorum. Nasıl oynanır hiç bilmiyorum. Eteklerimin ucundan tutup bekliyorum neden sonra bakkal bana gofret veriyor yok almam diyorum, al kızım baban söyledi bak balkondalar al dedi. Ben yine almam diyorum sonra annemi gördüm balkonda al dedi aldım. Ben al derlerse alırdım, alma derlerse almazdım. Orada öyle durdum gofreti yiyene kadar sonra boynumu büküp baktım balkona, geliyim artık sıkıldım ben burda diye. Gel dediler gittim.
Sokak sıkıcıydı, çocuklar anlaşılmazdı, çocuk gibi oynuyorlardı halbuki ben çocuk muydum? Peh! tabi değildim. Ben artık 5 yaşındaydım bir kere. İlkokula başlamışım, okumayı sökmüşüm, böyle çocukluklarla uğraşacak halim yok. Oyunun ne olduğunu bilmiyorum ama ne acı. Sokakta koşmayı bilmiyorum. Sonra sonra okula başlayınca izin verdiler apartmanın arkasında oyun oynamama. Sonra öğrendim koşmanın çok güzel bir şey olduğunu. Üstün başının tozlanması çok güzeldi. Arkadaşımın büyük abisinin bisikleti vardı arkasına otururduk gezdirirdi bizi. Sonra uçurtma uçurtmuştuk bir keresinde. Yaz günleri uzundu ne güzeldi bağırış çağırış eksik olmazdı.
Hele 86 senesinde babamın iş kurma sevdasıyla apartman dairemizi satıp, sokaklarında kadınların deri kesip ördüğü, tüm gün çocukların sokakta bağırıştığı Perihan abla tadında bir semte taşınınca, oyun daha bir güzelleşti. Burda daracık bir sokakta hep anne gözü önünde, istediğimiz gibi oynardık. Bütün komşular bir birini tanırdı. Sapıklardan, kaçırılmadan korkmadan sokaklarda olurduk.

Fakat babam bizi hiç gezmeye götürmedi, annemde bilmezdi öyle parkmış şuymuş buymuş. Biz ancak yazları Ankaraya anneannemlere gittiğimizde Gülhane Parkına giderdik. Orada bugi bugiler vardı en keyiflisi oydu. Tahtırevalliyi sevmezdim popom acırdı, çarpışan arabalara binince dudağımı patlattım dayım güldü çok. Bir daha binmedim zaten en güzeli bugi bugiydi oydu işte. Benim çocukluğum böyle geçti. Kaymayı filan beceremeden büyüdüm gitti. İstanbul'u hiç bilmeden liseye geldim ben. Gezmeyi tozmayı sonradan öğrendim çok sonradan. Annem çok korumacıydı belki bu sebepten, belki oda böyle yetiştiğinden bilemem lakin bildiğim Ege'nin de benimle aynı akıbete uğramasını istemediğim.

Fakat istemesem de giderek öyle olacak gibi. Genlerime işlemiş evham. Hasta olur, hava soğuk, keyfini ne bozucaz şimdi gibi abuk sabuk sebeplerle evden dışarı çıkartmıyorum çocuğu. Hep nisan gelsin bak o zaman gör diye tutturmuş gidiyorum. İçimdeki ses, lan yürü git! o zamanda gezemezsin sen dedikçe, seni duymuyorum diyip kaçıyorum. Lütfen Ege'de benim gibi olmasın. Oynamayı bilsin, tek arkadaşı ben olmıyım ya. Gerçekten nisanda bari gezdirebiliyim çocuğumu. Sokak ne bilmeden yaşına girecek zavallı.

Evdeyken olan en büyük güzellikse, artık Ege'nin uykusu geldiğinde, sallamadan pışpışlamadan battaniyesini kucaklayarak, poposunu bana dönüp uyuması oldu. Korkarım Ege'de benim gibi, çocuk muyum ben? büyüdüm çoktan havalarında.

Offf! off!

10 Ocak 2011 Pazartesi

Hafta Başı

Canım sıkılıyor bugün. Neden bilmem içim sıkıldı biraz. Pazartesi sendromu nerede olursam olayım yakamı bırakmıyor.

Oysa demlemişim çayımı yanında dün gelen misafirlere yaptığım mahlepli kurabiyelerden iki adet ve kuru meyveli kekten bir dilimi almışım ve hatta 3 adet yeşil kalamata zeytini ve lezzetli bir küp peyniride itinayla yerleştirmişim tabağa yani iyi olmam gerek.

Oğlan oyuncak aslanla it dalaşına girdi kuyruğunu kulağını neresini bulursa ısırmaya çalışıyor. Aslanında yüzünde salak bir sırıtış donup kalmış tam seyirlik.

Dün misafir geldi demiştim. Gelenlerden birinin 20 aylık bir oğlu vardı. Üfff! görmeniz lazım Çakinin Türkiye şubesi gibi. Allah muhafaza...
Ege kalabalığı görünce bir posta ağladı. Ağlar çünkü benimde üstüme doğru hiç tanımadığım insanlar yüksek seste bağırarak mıncıklamaya doğru gelse bende ağlarım. Ama anlatamıyorsun işte. Birde en uyuz olduğum şey oldu. "Bak kardeş, öp oğlum!" repliğini duydum ve ben aman diyemeden salyalı bir öpücüğe maruz kaldı Ege. Aman ağzından öpmesin sakın dediğimi hatırlıyorum sonra gözüm kararmış. Hemen altına bakıyım diye kaçırdım oğlumu. Elini yüzünü sildim ama içim gıdık gıdık. Çaki bey biraz hastalıklı bir çocuk. Ateşi nezlesi hiç bitmiyor. İçim gitti. Ne düşüncesizlik. Çok canım sıkıldı çok.

Birde Ege'nin ağlaması alay konusu biraz. Aaaa! ağlıyor buuu deniyor hemen. Ağlaması gerek zaten. Yabancıya tepki vermesi gerek. Doktor o yüzden bu olmuş artık annesi endişelenme diyor. Önemli bir şey ve Ege nerdeyse 3. ayından bu yana yabancıya tepki veriyor. Artık teyze, anneanne ve halaya karşı tepkisi yok ama ilk kez gördüğü insana tavır koyuyor. Özellikle gelir gelmez ona yöneldiklerinde. Halbuki onunla ilgilenmeseler, Ege'de gelenleri biraz inceleyebilse bir problem olmuyor.

Bir diğeri ise 10 haftalık hamileydi ve sürekli uyukladı. Ben hiç uyumadım hamileyken. Sanırım kusmaktan uyumaya vakit olmamıştı :) Ben hamile gördüğümde çok heyecanlanırım. Evvelinden öyleydi yeni değil. İçimden sever dururum hamileyi. Daha yolun başında ve ben onun gibi 10 haftalık hamileyken kusmadan o kadar saat oturabilmeyi asla başaramazdım. Üstelik mutfaktan gelen kek kurabiye kokusu filan düşünemiyorum bile. O kendine göre uyumaktan şikayet ediyor ama zaten çalışmayan bir bayan, bütün gün kafayı vurup uyuyormuş böyle sıkıntıya can düşman* :)

Sagi içim sıkılıyor diye başlamıştım ama sıkılmaya vakit yok. Ege'ye elma püresi vermem gerek sonra öğlen sebze çorbası. Katı gıda meşakketli bir yolmuş. O apayrı bu konu zaten...

* Ayy çok güldüm şimdi okuduğumda. Can düşman ne ayol??? Sanırım böyle düşmana can kurban gibi bir şey düşünüp, yaza yaza böyle sıkıntıya can düşman yazmışım.
Aaa homhoş** bir şey oldum yahu!

** Homhoş bir şey oldum, canım annemin güzide bir sözü olur. Cümlenin gerisi genelde Hiç canım cürüm yok! diye devam eder :)

7 Ocak 2011 Cuma

Mim: Lohusa Canavarı Ne Menem Bir şey?

Aynı dönemde bebek sahibi olduğumuz DeryAze beni mimlemiş. Lohusalık soruları sormuş. Elimden geldiğince cevap yazdım ama gerçekten biraz unutmuşum :) Eski yazılarıma baktım neler olmuştu diye.

Bebekle beraber hayatınız geri dönülemez biçimde değişiyor. İster istemez endişe, panik ve merak içinde oluyorsunuz. Bazılarımız daha rahat geçiriyor belki ama diğerleri benim gibi manik depresif olabiliyor :)

Ben bebeğe bakamamaktan endişelenmedim, daha ziyadeçok daha iyi bakabilmeliydim derdindeydim. Malum süt ve emzirememe sorunu beni çok yordu. Kendi kendimi didikleyip durdum yoksa oğlumun hiç bir eziyeti olmadı aslında.
Doğduğundan beri mamasını ben hazırladım mesela. Halen öyle. İlla ben yıkamalıyım o biberonları, sterilize etmeliyim, mamayı hazırlayıp yedirmeliyim. Aklımca emzirememe ezikliğimi öyle yenmeye çalıştım galiba.

Gelelim sorulara!

1- Lohusalık denen hadise sizce tam olarak nedir?

Valla bence lohusalık "Neden geldim İstanbul'a?" veryansınıdır. Bir çeşit voltaj düşüklüğü gibi bir şeydir.

2- Lohusalık içinde hormon dengesizliğini de barındıran bir şeyse neden 40 gün sürer gibi bir algı var toplumda sizce? Regl olamadığın, emzirme ile birlikte hormonların dağınık kaldığı süre boyunca sürmesi makul değil mi?


Eskilerin o kadar uzun süreli bunalım takılma şansı yoktu bence. Köylerde kadına ve çocuğa bir 40 gün konulmuş farkındaysanız. 40 gün sonra kalan sağlar bizimdir güdüsüyle herkes işine gücüne dönüyor. Biraz şartlanmamıdır nedir bilemem ama bende kendimi 40 güne endekslemiştim. Zaten regl düzenimde 40 gün sonra yeniden başladı. Belki emzirmediğim içindir bilemiyorum.


3- Sizin lohusalığınız (Hormonal dengesizlikler ve depresif olma halini kastediyorum hep lohusa derken) ne kadar sürdü?

Benim depresyonum emzirememeden kaynaklı bir delilik haliydi. Biraz ağladım filan aklıma düştükçe. İlk günler özellikle ilk 2 hafta benim için stresli geçti. Çünkü bebeğin 2 saatte bir beslenmesi uykusuzluk ve işte sütüm yok dertleri filan beni biraz kemirdi. Fakat 2. ay sonunda tamamen normale döndüğümü düşünüyorum. Birde annem bebek doğduktan 25 gün sonra filan evine döndü. Bu bence önemli, bebekle baş başa kalmak yani. Sorumluluğu ele almak. Bana en iyi gelen şey oğlumla bir birimizi tanımaya anlamaya çalışma çabasıydı. Bu yanlız olmadan olmuyor bence.


4- Nasıl geçti, hep aynı şiddette miydi? Normale yavaş yavaş mı, birden mi döndünüz? Hep depresif, sinirli olacak şekilde mi etkiledi sizi, manik, aşırı enerjik anlarınız da oldu mu?

Annem gidipte bebekle baş başa kaldığımızda kendi hayatımı rafa kaldırdım. Neredeyse beslenmiyordum bile. Uyurken bile başından ayrılmıyordum :) Sonra sonra yavaş yavaş normale döndüm. Kahvaltılar, mutfağa gidip yemek yapmalar uzun bir zaman bir daha asla kek filan yapamam diye düşünüyordum aman misafir filan gelmesin diye panikliyordum ama sonra sonra düzene girdi. Dediğim şimdi artık tamamen bebeğim olmadan neyse o düzene geri döndüm.


5- O dönem yanınızda, sizi gerçekten anlayan, destek olan eş, dost, arkadaşınız var mıydı? Yalnız mı geçirdiniz?

Valla, Memo ilk günler çok destek oldu. Bebekle ve benle ilgilendi destek oldu. Sonra kardeşlerim var, Burcu Edirne'de ama Banu hep iş çıkışları geldi yokladı halende gelir. Annem moral verdi çokça ihtiyaç duyduğumda kalmaya geldi. İyi düşün iyi olsun felsefesiyle atlattık. Sonra blogdan bana destek olan çok güzel insanlar vardı yorumlarıyla. Üç satır yazı bazen bir çok şeye ilaç oldu daha ne olsun.


6- Eşinizle nasıl geçirdiniz bu süreci?


Memo güzel bir adam ne desem? iyi atlattık bence ama aslında ona sormak lazım gibi :)

3 Ocak 2011 Pazartesi

Günler


Yeni yılın ilk günleri ekmeğin üstünde eriyen tereyağ gibi tatlı geçmekte. Ben sabahları yağlı ballı kahvaltılar edip eni konu semirirken, oğlumda kendi halinde takılıp evrende başka hayat var mı? diye derin düşüncelere dalıp çoktan bağımsızlığını ilan etmeye başladı. Korkarım yakında ayrı eve çıkmak isteyecek.



( Evladımın tipik "Olmak ~ olmamak işte bütün mesela bu!" bakışı )

Şimdilerde ilk hedefimiz bugünden başlayarak sebze çorbası içmek olacak ki, ben pek ümütli değilim. Elma ve armut suyunu kabul buyurup yarısını tükürüp yarısını içerek idare ettik ama çorba eni konu yemek yani. Bakalım iki üç kaşık içerse iyi olur.
Birde artık yüzüstü uyumaya başladı Ege. Gece illa ağlayıp yüzüstü yatıyor. Bende korkuyorum öyle yatmasından ama çok rahat ve kesintisiz uyuyor demek ki halinden memnun. Olan bana oluyor ikide bir kalkıp kontrol ediyorum ters bir durum varmı diye. Bu arada alttan ikinci diş kafasını çıkartma derdinde.

Günler işte böyle bir hengameyle akıp gidiyor. Çok hızlı ve yakalanamıyor ne yazık ki!