29 Aralık 2012 Cumartesi

Güzel Şeyler

Bugünüm hafif baş ağrılı geçti. Hatta halen devam eden o lanet olası migrenim sürekli beni taciz ederek kendini hatırlatıyor. Bende ona inat kulaklığımı taktım SHINEE dinliyorum. Bu aralar dinlediğim tek şey K-POP'u. K-POP yani Kore Popu ;)

Gerçekten dinlemekten çok keyif aldığım süper vücutlu ve acayip bakımlı sevimli erkeklerin ve hepsi oyuncak bebek gibi tatlı kızlardan oluşan bu müzik grupları ciddi bir biçimde Asya'dan dünyaya yayılıyor.

Bir kere tüm şarkılarda en sevdiğim şey süper bir alt yapılarının olması. Görsellik o kadar ön planda ki, insan video klipleri izlerken kendinden geçiyor. Ben ilk zaman dans eden çocukları takip etmekten şarkıdan bir halt anlamıyordum. Allah'tan Mp3 çalar diye bir şey varda şarkıların keyfine varabiliyorum :)

Her akşam mutfağı toplarken K-Pop eşliğinde dans etmek çok keyifli. Günün tüm stresini benden alıp götürüyor. İnsanda lolipop yiyormuşsun gibi bir duygu oluşuyor.

Benim bu sıralar en büyük favorim SHINEE. Hem ses, hem görüntü var. Şahsen çok başarılı buluyorum :D
Gruptan en sevdiğim kişi Taemin. Dans etmek birine bu kadar mı yakışır? Star ışığı var çocuğun.

Az önce elektrikler gitti o arada 2 mandalina yedim. Nerede kalmıştım?
Shinee güzel grup birde Süper Junior var ki, küçük çaplı bir ordu gibiler. Bu kadar adamın bir arada olduğu bir grup gördünüz mü? Ben ilk defa gördüm :) Bu gruptan kaç tane grup çıkar :)


İlk zamanlar videolarını izlerken kimi takip edeceğimi şaşırıyordum. Kim kimdi? o zıplayan çocuk benim ölüp bittiğim miydi? Yoksa benimki gözlüklü olan mıydı?
Böylece şarkıdan bir halt anlamadan, sürekli dans eden ve gözlerini süzerek sana bakan bir yığın delikanlıyla kafayı yeme aşamasına gelmiştim :D

Amaaan 35'inden sonra başıma gelenlere bak. Kardeşim ben 15-16 yaşında yapmadıklarımı şimdi yapar oldum. Belkide şimdi daha keyifli olduğu içindir :) Vallahi kimse karışmasın çok keyifliyim böyle. Zaten Memo'da beni çoktan Allah'a havale etti. Allah beni zaten çoktan kendi halime bırakmış durumda.
Bundan sebep yuvarlanıp gidiyorum işte ;)





28 Aralık 2012 Cuma

Gün Sonu

Bir gün daha bitti. Böyle geceleri yazmak daha keyifliymiş. Egenin tacizleri yüzünden bilgisayardan soğumuştum. Yaramaz oğlum bir ay önce laptopu yere yüzüstü düşürünce ekranı çatladı. Tamiriydi formatıydı derken anca bu hafta adama döndü zavallı.

Bugün evi temizledim. Yani yüzünden! Öyle derinlemesine temizlik çok eskilerde kaldı. Ege beni ev temizlerken çok yoruyor. Geçen sene elektrikli süpürgeden çok korkan çocuk bu sene aletin delisi oldu. Her gün ev çeksek çok mutlu olacak. Sürekli oğlum çekil! demekten evi çekemiyorum. Sürekli önünde, arkasında olmadı sapından tutup o çekmek istiyor. Güçlüde bırak diyorum bırakmıyor. Kavga dövüş evi çekiyoruz. Yerleri silmek ayrı bir sinir harbi. Nereyi silmeye çalışsam orada dikilip pis pis sırıtıyor. Şaka gibi!

Zati Ege bu aylarda çok yaramaz oldu. Yaramaz değilde daha ziyade artık çocuk oldu. Erkek çocuğu gerçekten farklıymış. Ben kız kardeşlerim olduğundan evimizde erkek bebek hiç görmedim. Biz kızlar çok sessiz kendi halimize takılan tiplerdik. Ege 2-2,5 yaş dönemecinde bana yaka silkeletti. Aslında çoğu çocuğa göre çok sakin biliyorum ama benim kıstaslarıma göre bana çok deli dolu geliyor. Gerçekten bazen kan beynime çıkmıyor değil. Geçen hafta gırtlak gırtlağa geçti. Bu hafta kendime büyük olan sensin onun seviyesine inme ağırdan al dedim :) Daha bir anne gibi cool havalarda ve sinirlerimi çekmeceye kilitlemiş olarak onunla ilgilendim. İkimiz içinde daha keyifli bir hafta oldu.

Vallahi benim 2,5 senelik bir anne olarak öğrendiğim yegane şey çocuğunla zıt gitmeyeceksin arkadaş. Olan sana oluyor, ona bir şey olduğu yok. Artık gerçekten çok rahatım. Misal yemek konusunda geçen sene baya kafa yoruyordum. Devlet meselesinden filan mühimdi. Stresten saçlarım incelmişti. Şimdilerde hiç umurumda değil. İstemiyorsan keyfin bilir diyorum. Beni çocukken böyle mi büyüttüler? Gerçekten aç olduğunda mecbur yiyor.

İşte böyle. Neyse, ben kaçtım dizi izleme vaktim geldi.

27 Aralık 2012 Perşembe

Ekmek Peynir

Bugün kardeşlerim geldi. Ciyak ciyak bir gündü :) Biz üç kız Kore geyiği yapıp güldükçe Ege muhabbetin dışında kalmamak için yalandan kahkahalar atarak dikkati üstünü çekti.
Memo gelince 19:30 gibi Kanyon'a geçtik. Biraz dolanıp bolca boş konuşup gülüp stres attık. Ben 21:00 gibi eve geldim ve küçük oğlumu uyumuş buldum.

Sessizlikten istifade edip dergilerimi okudum. Yarın evi temizlemem ( bir zahmet ) gerektiğini kendime hatırlattım. Kaytarma, kaytarma, kaytarma...
Bunları yazarken tam şu an feci şekilde karnımın acıktığını hissediyorum. Şimdi yaz aylarında olsaydık, buzdolabında muhakkak z.yağlı taze fasulye olurdu. Soğuk soğuk yemesi ne lezzetli olurdu. Yanında domates ve üstünde sadece tuzla. Offff!
Dolapta fasulye olmadığına göre sadık dostum ezine ve ekmek ikilisine talim etsem iyi olur.

Güya ocak ayıyla beraber düzgün yaşama kararı aldım. Yeni yılın gazıyla yaparım gibi geliyor. Böyle gece atıştırmaları filan tarihe gömülecek. Sıkı bir disipline girmeyi düşünüyorum. Bugün kızlar için mayalı pohaça, yaban mersinli kek ve kısır yaptım. Bu yılın son hamur işleriydi diyerek yedim ama dediğim gibi karbonhidratı elimden geldiğince kesmeye gayret ediyorum. Lakin makarnasız yaşayamam. Hayattan bir keyif alamam. Yeterince makarna yemezsem çok asabi olduğumu fark ettim. Ekmeksiz belki ama makarnasız asla. Özellikle spagetti olmadan dünya bana cehennem. Yemek listemden çıkaramayacağım bir diğer şeyse zeytin. Benim için zeytinsiz bir hayatın var olabilmesi mümkün değil. Bizim evde tuz biter, su biter, her şey biter ama zeytin asla! Şu hayatta kalitesiz zeytin ve peynire asla tahammül edemem. Bu ikili benim için pek kıymetlidir.

Açlıktan konu nereye geldi. Gidip bir şeyler yesem iyi olacak. Ne yazacağımı unutmuş durumdayım :) Ekmek peynir ve tabii zeytin eşliğinde şu an ki gözde dizimin 9. bölümünü izleyip muradıma ersem fena olmayacak ;)

26 Aralık 2012 Çarşamba

Olan Biten

Evin erkekleri uyurken geceyle baş başa kalmak çok keyifli. Sessizlik ve dinginlik dolu. Buzdolabından hafif bir homurtu gelmekte ve ben bir fincan sade kahve aşkıyla harmanlanmış durumdayım.

Bu akşam Ege bizi korkuttu. Durup dururken, koşarken bacağı sekiyor gibi oldu. Bu hali onu çok güldürdü. Bizse deli gibi korktuk. Ben önce aynı durumda uzun süre kaldığı için bacağı uyuşmuştur, birden koşunca karıncalandı ve dizi boşalır gibi oldu buna güldü dedim. Fakat Memo gözlerini kocaman açıp başka bir şey olmasın diye bakınca bende de panik havası başladı. Anında en kötü senaryolar başımda dönmeye başladı. Kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Derin uykularda uyuttuğum panik atağım anında hazır ola geçti. Biraz zaman geçince Ege düzeldi. Ben halen bacağının uyuştuğunu düşünüyorum. Kötü düşünmek istemiyorum ama yarın sıkı takibe alıcam. Ufak bir anormallikte doktora götürücez.

Böyle anlarda ikinci çocuğu kesinlikle yapmama kararı alıyorum. Bu deli işe bir daha bulaşmamalı diyorum. Çocuğuma bir şey olursa endişesi beni zaman zaman deliliğin sınırlarında gezdiriyor. Bu sinir harbine ikinci kez başlamak deli işi. Çok seviyorum çocukları ama yaşım ve dünyanın başı bozukluğu beni durduruyor. Çocuk sahibi olmadan önce üç tane istiyorum demek Hülya'nın dediği gibi sadece romantik bir hayalmiş. Kalbim istiyor ama mantığım hiç bulaşma diyor. Bir çocuğu dünyaya getirip, sorumluluğunu üstlenmek, onu düzgün bir insan olarak yetiştirmek bu dünyada yapılacak en büyük iş. Anne baba olmak en ağır işçilik getiren iş. Altından kalkılması pek zormuş. Şimdilerde daha iyi anlıyorum Ege büyüdükçe bu sorumluluk omuzlarımda daha da ağırlaşacak biliyorum.

Neyse, iyi düşünelim iyi olsun.

Bu ay bir kaç kitap okudum. İlki Julie OTSUKA \ Tavan Arasındaki Buda.


Çok sevdim. Okumamışsanız tavsiye ederim.

Diğeri bir klasik. Sinema versiyonlarını çokça izlediğim ama hiç okumadığım Bram STOKER \ Dracula.


Son olark yine dizi ve sinema olarak değişik versiyonlarını izlediğim ama hiç okumadığım Sherlock hikayelerinden biri olan, Artur Conan DOYLE \ Sherlock Holmes Altı Napolyon isimli kitaptı.


Çerez niyetine okunmuş fena sayılmayan bir kitaptı. Diğer serilerini alır mıyım?bilmiyorum. Belki tatile filan gidiyorsanız veya uzun bir uçak yolculuğunda yandaşlık etsin derseniz neden olmasın?

Bu arada fotoğraf makinemin şarja giriş kısmı arızalandı. Kullanamıyorum. Canımı çok sıkıyor. Egemin resimlerini çekemiyorum. Başka şeyleri de...
Yeni yıldan yeni bir fotoğraf makinesi istiyorum.
Böyle işte. Benim artık dizi saatim geldi. Kaçtım.




24 Aralık 2012 Pazartesi

Şeytanın Bacağını Kırmak!

Bir türlü elimin değmediği sevgili blogum. Cancağızım, iki gözüm özledim seni hemde çok. Lakin aramıza derin uçurumlar açıldı. Neden böyle oldu? Hıı??
Neyse, olan oldu azizim artık ileriye bakmamız icap eder. Ben diyorum ki, gel he de, sende biraz gayret göster bende. İkimizde tutalım şu işin ucundan da yazık olmasın bunca gevezeliğimize.

Ben şöyle düşündüm blogcum. Yeni yıl kararı olarak, her gece bu saatlerde buluşalım diyorum. Çoluk çocuk ayak altından çekilip baş başa rahat rahat buluşalım hasret giderelim. Bende söz veriyorum bu saatlerde Kore dizilerimi sana tercih etmiycem. Sana kuma getirmişsem de, beni affet ilk göz ağrımsın. Sen bana bir adım at ben koşucam.

Oldu mu?

Bence oldu!

30 Kasım 2012 Cuma

Cuma Sohbetleri

Yağmur yağması ne güzel şey. Daha güzeli yağmurda tek başına yürüyebilmek. Ne yazık ki bunu gerçekleştirmem zor çünkü Memo perşembeden pazar gününe kadar geç saatlere kadar CeBIT Bilişim Fuarında. Bugün tek başıma dışarı çıkmak güzel olurdu. Mesela pazara gidebilirdim. Cuma günleri bizim semte pazar kuruluyor. Kış ayları başladığı zaman, cuma günü illaki her evden balık kokusu gelir. Hafif meyilli olan evimin yolunda, elleri kolları zerzevatla dolu insanları görmek hoşuma gider. Taze tere, roka ,maydanoz alırdım. Aylak aylak gezerdim sonra ıvır zıvır ürünler satan tezgahlarda oyalanırdım ama bu cuma bunu sadece hayal ederek geçiricem.

Bizim mutfakta ise bu akşam balık değil ıspanak pişiyor. Taze ev yoğurduyla servis edilecek. Ayrıca z.yağlı kereviz var. Sağlık fışkırıyor mutfağımdan :)
Bu hafta apartmanda iki kişi aşure yapıp dağıttı. Biri yemek gibiydi ama diğeri malzemesi bol ve lezzetliydi. Bende yapmaya niyetliydim ama sonra henüz aşure yapıp dağıtacak kadar ev hanımı olmadığıma kanaat ettim. Zaten bu ev hanımı olamama durumu beni biraz endişelendiriyor. Bu kadar zamanda en azından haftada iki kez temizlik yapacak kıvama gelirim diyordum ama hiç umudum yok!

Neyse, Kore dramaları ve komedileriyle günler geçe dursun bakalım. Elbet benim de aklımın başına geldiği bir yaş gelir. Kore dizileri demişken, üşenmezsem bu işe heveslenenlere, merak edenlere, yeni başlayanlara üç beş tüyo vermeyi düşünüyorum.

Kore dizileri izlemenin incelikleri yakında bu blogda!

Ne diyordum, ev hanımı olmak diyordum. Evet ev hanımı olmak zanaat ister kardeşim. Öyle herkes olamıyor muş! İşten çıktım tamam evdeyim artık demekle olmuyor. Bu işe gönüllü olmak gerek. Bende de o gönül yok malumunuz. Benim durumum biraz şu minvalde gitmekte.
Sanki ölmüşüm de iki dünya arasında kalmışım. Ne dünyaya yeryüzüne dönebiliyorum, ne gökyüzüne. Tam anlamıyla serseri bir ruh gibi! Nasıl benzetme ama? Fazla Kore dizisi izlemiş bir insan evladıyım ben mazur görün :)

Öyle işte. Yani ne iş kadınıyım, ne ev kadını. Ne olacak benim halim? En bas sesiyle ANNE! diye höyküren evladıma bir bakıyım bakalım ne demeye çalışıyormuş.

Kore şeysi yakında burada ha! Ona göre.

28 Kasım 2012 Çarşamba

7 Kasım 2012 Çarşamba

Tohumlarımızın Nesli Tehlike Altında!


Binlerce yıllık tarım geleneğini barındıran Anadolu topraklarında yetişen yerli tohumlar yaşamın sürekliliğini temsil ediyor.

Atadan kalma tohumlarımız;

* Lezzetli ve sağlıklı gıdaların temini için birer genetik hazinedir
* Binlerce yıldır değişen koşullara uyum sağlayarak günümüze ulaşmayı başarmış numunelerdir
* Tarımsal biyoçeşitliliğin önemli bir parçası ve yaşamın sürdürülebilirliğinin olmazsa olmazıdır
* Dışarıya bağımlı kalmaksızın ülkemizin gıda güvenliğinin teminatıdır

Ancak bugün Anadolu’ya özgü yerel tohum çeşitliliğimiz yok oluyor. Tek seferlik, ticari tohumların egemenliği nedeniyle gıdamızın ve geleceğimizin güvencesi yerli tohumların nesli tehlike altında! Yeryüzünde zengin çeşitlilikteki yaşamı sürdürebilmek, atalık tohumlarımızı gelecek kuşaklara aktarmamıza bağlı.

TOHUM TAKAS AĞI, yüzyılların bilgisini taşıyan yerli tohumlarımızın korunup yaygınlaşmasını amaçlıyor.

Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin, Adım Adım Oluşumu desteğiyle yürüttüğü TOHUM TAKAS AĞI KAMPANYASI’na destek olarak,

* Anadolu’nun dört bir yanındaki ekolojik çiftliklerde yerli tohumların çoğaltılarak paylaşılmasını sağlayacak;
* Bu toprakların yüzlerce yıllık bereketinin, lezzetinin, besin zenginliğinin ve kültürünün gelecek kuşaklara aktarılabilmesi için sağlam patikalar oluşturacaksınız.

Verdiğiniz desteğin her kuruşu binlerce yeni tohuma dönüşecek...

Kredi kartı ile bağış yapmak istiyorsanız: https://www.bugday.org/portal/BagisAdimAdim.php

EFT/havale yoluyla bağış yapmak istiyorsanız:
Alıcı Adı: Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği
Garanti Bankası Karaköy Şubesi - Şube No: 400
Hesap No: 6295240
IBAN No: TR67 0006 2000 4000 0006 2952 40

www.bugday.org - www.yasasintohumlar.org
facebook.com/BugdayDernegi
twitter.com/BugdayDernegi
Twitter paylaşımlarınız için hashtag: #YasasinTohumlar

Bir bumads sosyal sorumluluk içeriğidir.

6 Kasım 2012 Salı

Geveze

Bu aralar Ege ufak tefek bir şeyler söylemeye başlayınca, bende yazmaya heveslendim. Kelime listemiz gayet minumum düzeyde lakin, kavga ve çene konusunda benim diyene taş çıkarır :)

Artık Memo ve bana, anne ve baba diye sesleniyor. Çok şükür!
Ben bu günleri görmem sanıyordum ama bir şeyi göstermek için veya çalan telefonu haber vermek için, ısrarla arka arkaya dediği o 'ANNE' kelimesi hayatımda duyduğum en güzel armoniyi içermekte. Duymaktan hiç sıkılmayacağım yegane şey, bana anne diye seslenilmesi olmalı.

Diğer şeylerse şöyle:

Papağan ~ Papa-a

Portakal ~ Pokapa

Mandalina ~ Magama

Teşekkürler ~ İşigga

Kredi kartı ~ Ka kidi ka

Bardak ~ Baga

Su ~ Fu

Şişe ~ İşşi

Duvar ~ Uvva

Araba ~ Uvvuv

Ayı ~ A-yi


Görüldüğü gibi kendisi iki veya tek heceli kelimelerden önce üç heceli kelimeleri söyledi ve söylemekte ısrarcı :)

Onu bunu bırakın da çok tatlı anne diyor yahu!




5 Kasım 2012 Pazartesi

Karar

Bazı zamanlar her şeyi yazmak istemiyorum. Yazdığım zaman gerçek anlamını ve değerini kaybettiğini düşünüyorum. İçimde yaşamak, keyfini veya endişesini, hüznünü kendime saklamak istiyorum.

Çok eskiden aç kurtlar gibi yazardım. Eski diyorum zira yirmili yaşların henüz başındayken tuttuğum günlüklerde, deli bir okyanusta kürek çeken bir bahtsız edasıyla yazar ve içimde sayısız fırtınalarla boğuşurdum. Sonra yazdığım günlükleri yırtar atardım. Atardım çünkü asla anlaşılamayacağından endişelenir, beni savunmaya veya açıklamaya mecbur bırakan şeyleri ardımda sürüklemek istemezdim.

Şimdilerde yine böyle bir düşünce anlayışıyla yırtmak yerine hiç yazmamayı tercih ediyorum. Artık günlüğüm blogum oldu ve yırtmak istemiyorum. O sebepten aklımdan geçen sayısız şeyi yazmamayı tercih ediyorum. Yazdığım şeyleri okuyan başka insanların kendine pay çıkarıp alınmasını, uzun uzun yorumlar yazmalarını istemiyorum. Kimseyi gücendirmek istemediğim için, etliye sütlüye karışmadan aklıma eserse tuhaf rüyalarımı veya cuma günlerinin güzelliğini, pazartesilerin sıkıcılığını, yağmuru ve kahveyi, çayı ve limonlu keki filan yazmaya gayret edip öylece takılmaya devam etmeyi istiyorum. Aklımdan geçenleri kendime saklamaya devam etsem iyi olacak!

31 Ekim 2012 Çarşamba

Bekleyiş


Bu gece rüyamda Anthony Bourdain'i gördüm. Program çekimi vardı ve malum yemek yiyordu. Sürekli bir şeyler hazırlanıyordu ve etrafta habire bir koşturmaca vardı. Ben al al yanına gelip çat pat bozuk bir İngilizce'yle ona ne kadar hayran olduğumu sevdiğimi filan anlatmaya çalışıyorum. Resmen şu minvalde ilerleyen hayranlık cümleleri kuruyorum. Ben var sizi sevmek, ben var size hayran olmak, sizi izlemek. Görende Türkçe cümlelerimi google translate çeviri yapıp adama aktarıyor. Öyle bir İngilizce ömrü hayatımda duymadım. Aman bir mutluyum sormayın. Yeni gelin gibi oradan oraya koşturup duruyorum. Adamda şaşkın. Bir ara bu berbat kusmuksu konuşmalarımın programa çekildiğini ve cümle alemin beni izleyeceğinin farkına varıyor ve acayip panikliyorum. Neden düzgün konuşamıyorum ki??? Aklım almıyor. Cümlelerin kıçı başı bir tarafta toparlayıp ağzımdan çıkaramıyorum. Aman bir daraldım sormayın. Anthony çok güler yüzle benim bu delilik halimi izliyor beni hiç bozmuyordu.

Bu rüyaya sebep olan yegane şeyse, İdefix amcadan sipariş verip halen elime geçemeyen kitabı. Bir kez daha lanet olsun internetten sipariş verip salak gibi evde kargo bekleyen bana!

23 Ekim 2012 Salı

Bumerang

Çok çok ama çoook önceleri, çalışırken ilk işim maillerime bakmak olurdu. Evde olduğumdan beri haftada bir kez kontrol eder oldum. Zaten içinde ciddi anlamda bakılması gereken çok nadir posta olurdu. Dün akşam gelen mailler nelermiş diye bakarken Bumerang üyesi olur musunuz? diye bir mail aldığımı gördüm. Olurum dedim niye olmasın?

Kore dizilerinden yakamı kurtarabilirsem blogumla daha fazla ilgilenicem inşallah. Rehabilitasyona girsem mi acaba?

16 Ekim 2012 Salı

SES

Sibel, yorumun beni aşk mektubu almışım gibi heyecanlandırdı :) Böylesi güzel bir davranışa karşılık vermemeyi ne kadar yabanıl biri olsam da kendime yakıştıramadım. Bundan sebep ses vermeye geldim. Geldim ama şimdi ağzımı açınca dert yanmaya başlayıp, kendime kum torbası muamelesi yaparım diye korkmadım değil. Aslında sesimin çıkmayışı bundandı. Buraya kafa ütülemeye gelmek istemedim. Hiç mi güzel şey olmuyor? Oluyor elbette ama bu aralar bana o eski Ruhdağı kafası hakim olduğundan, güzellikleri görmeyecek kadar kötülük doluyum. Nerede olumsuz bir şey varsa içine çekiliyorum. Bataklık gibi!

Neyse, başka ne yapıyorum. Açıkçası her gün hayatımda olan 3 şey var.

1- Kore dizileri :P
2- Yemek yapmak :+
3- Ege :D

Bunlardan başka en son, İhsan Oktay Anar'ın Yedinci Gün kitabını okudum. Kendime seramik bir demlik buldum. Sapı bambu. Yeşil çay ve bitki çayı gibi şeyleri içmek için. Normal demlikte içilmiyor mu? içiliyor elbet ama seramik olunca daha havalı. O yüzden seramik ve mümkünse bambu saplı olmalı. Sonra, tırnaklarımı yeniden ojeyle şenlendirmeye başladım. Şahane renkler çıkmış. Şu an acı yeşil biber renginde tırnaklarımla yazıyorum. Lakin uçları sıyrıldığından bu gece asetonla temizleyip pek sevdiğim bayrak kırmızısına boyayabilirim.

Bu aralar üstünden gelmem gereken en büyük sorunsa, Ege ve bezden kurtulma operasyonu ama bir türlü BAŞLAYAMIYORUM. Bu beni çok geriyor.

Genelde bu doğrultuda yuvarlanıp gidiyorum. Eylül ve Ekimden hiç bir şey anlamadım. Çok hızlı geçti. Sanırım ben kışa başladım çoktan :(

Üzgünüm Sibel, sesim ancak bu kadar çıkabildi.

Sevgiler.

3 Eylül 2012 Pazartesi

İlk Gün

Yeni yaşın ilk günü temiz bir sayfa gibidir. Üstelik hafta başına gelmişse pazartesinin verdiği bir sıfırdan başlama efekti daha güçlüdür.

Lakin benim için hiç öyle olmadı. Haftanın ilk günü genelde yeni bir başlangıç gibi geliyor bana. Ev için özellikle yeni bir başlangıç olduğu gerçek. Sabah ilk iş çarşaflar değişir. Yeni yatak mis gibi akşam yatmayı bekler sakince. Sonra ev tozdan kirden arındırılır. Gıcır parkelerde çıplak ayak dolaşmak daha keyiflidir. Ev yeni hafta için makyaj tazelemiştir.

Gel gelelim kişisel olarak kendim için ruhi bir makyaj yapmadığım aşikar. Dün neyse bugünde o! Üstelik nedense bugün içimde sıkıntı vardı. Gerçi dün gece güzel bir rüya gördüm ;)


Dün geceki rüya Tanrımın bana doğum günü hediyesiydi. Teşekkürler ;)
İşte yinede sıkıcı bir gündü bugün. Yeni yaşımın ilk günü pazartesi olduğu için sıkıcı olabilir mi?

Neyse, benim kendime aldığım doğum günü hediyesi, Ferhan Şensoy'un nihayet 12 sene sonra çıkan devam kitabıydı.
İlk kitap Kalemimin Sapını Gülle Donattım olup, defalarca okunmaktan sayfaları sararmıştı. Kim bilir bu kitabın sayfaları ne zaman sararacak?

Memo'nun hediyesi, müzik dinleyemiyorum evde radyo bile yok dediğim için masa üstüne konulan alarmlı bir radyo oldu.

Banu'nun hediyesi en şekeriydi :) Fakat ben yarım akıllı olduğumdan hediyemi dün annemde unuttum :( Fotoğraftaki gibi ama rengi kırmızı.



Birazdan gidip yeni yaşım şerefine aldığım beyaz şarabımdan bir bardak doldurup, Anthony Bourdain'i izliycem.

Böyle işte.

34. Eylül

Bitti. Bakalım diğer Eylüller neler getirecek...

İyi ki doğdum ben.
( 생일 축하 )

22 Ağustos 2012 Çarşamba

21 Ağustos 2012 Salı

Deliye Her Gün ...

Genlerimize işlenmiş olsa gerek, milletçe ufak şeylerden büyük mutluluklar çıkarıyoruz. Keyiflenmek, huzurlu bir güne başlamak istiyoruz ama kara bir el hep sırtımızda. Terör adını verdiğimiz bu pis elden ve bu kara gölgenin pis soluğunu ensemizde hissetmeden geçirebileceğimiz günler olacak mı? Umut ediyorum, olsun istiyorum ama enseyi karartmadan da duramıyorum.

Bayram seyran eskidendi. Şimdilerde bombasız, silahsız, şehitsiz bir gün geçirmişsek hepimize mübarek olsun der durumdayız.

Ne olacak bu memleketin hali?

7 Ağustos 2012 Salı

Sıcak

Klima güzel bir kaçış ama çok çok bunalmadan açmıyorum. Ege efendi ısrarla CNBC-E borsa haberlerini izliyor. Nasıl olur yahu! hani motorcu olacaktı çocuk, Katmandu'ya gidecektik beraber??? İşte sen ne yaparsan yap çocuk serseri olmayacak kabul et. Korkarım takım elbise giyecek :(

Bu hezimeti sineye çekip gün içinde yapacaklarımı aklımdan geçiriyorum. Sahi bugün ne yapmam gerek. Sanırım sadece oğlumla yuvarlanıp kudurucam. Evi dün çekip sildiğimize göre bugün kirletme hakkımızı kullanmamız gerek. O uyurken ben bir iki bir şey izlerim. Olimpiyatları benim kadar yakın markaja alanlar el kaldırsın. Acayip seviyorum olimpiyatları. Başka? evet yemek yapmam gerek. Malum Ramazan ayındayız. Bu sene 2 yıldan sonra yine oruç tutmaya başladım. Zorlanırım sanmıştım ama hiç zor geçmedi. Kilo bile aldım :( Evde Ramazan kolay geçiyor çalışırken daha zordu.
Dün domates çorbası yapmıştım çok sevdim. Yanına sigara böreği ve bol yeşillikli salata. Bugün zeytinyağlı fasulye, sebzeli bulgur pilavı cacık. Takvim yaprağı gibi oldu :)

Ege'den bir haber daha. Ege'nin saçlarını tıraş ettik. 6 numaraya vurdu babası. Allah'ım görmeniz gerekirdi ortalığı yıktı saçlarını kesene kadar. Ama çok rahat bir yaz geçirdi bu sayede. Ben makası biraz kaçırıp saçını yamultunca Memo evde makineye vurdu saçlarını. Kendini heder ettiğinden 2 günde dönüşümlü olarak kesebildik. Misket gibi çok şeker bir çocuk oldu.

Benim saçlarımsa halen uzun ve kesmeyi düşünmüyorum. Tüm yazı gece gündüz topuzlu geçirdim ama olsun iyi böyle. Oldu o zaman sonra yine görüşürüz :D

2 Ağustos 2012 Perşembe

Çoğalma



Kendini bir şeye adamak nedir bilmezdim artık biliyorum. İleride hiç değeri ve kıymeti bilinmeyecek olmasına ve boşa bir yatırım olduğunu bilmeme rağmen kendimi adayacak bir ikinci bebeğim olmasını çok istiyorum. Şimdi değil elbette ama ne zaman? O doğru zamanı nasıl denk getirebilirim bilemiyorum .

Bu aralar en çok buna kafa yoruyorum. Ne zaman olmalı?

29 Temmuz 2012 Pazar

İKİ

Ege'nin bugün doğum günü. Güzel çocuğum iki yaşına girdi. Büyüdü, değişti ama uyurken hep onu ilk kucağıma aldığım haline dönüşüveriyor.

Onunla ilgili yazacak ne çok şey var...


15 Temmuz 2012 Pazar

Murakami Anadolu Yollarında

Az önce Haber Türk'ün pazar eki sayesinde, Murakami'nin seksenlerin sonunda Türkiye ve Yunanistan'da uzun seyahatler yaptığını sonra deneyim ve gözlemlerini kitap haline getirdiğini öğrendim.

Yağmur ve Cehennem (Uten Enten) adlı kitap Murat Komşucu tarafından Japonca'dan dilimize çevrilmiş ama henüz basılmamış.

Ne zaman basılacak? Basılmalı!

Haberde, Murakami'nin Arabistanlı Lawrence ve Geceyarısı Ekspresi filmlerinde yansıtılan kötü Türk imajının yalan olduğunu, bu imajı Japonların zihniyetinden bir nebze olsun silmeyi istediğini belirtiyor deniyor.


Güzel bir adam boşuna sevmiyorum ben bu insanı. 2005 senesinde Zemberekkuşu'nun Güncesi kitabıyla tanıdığım, sevdiğim, sevgili yazarın bu kitabının basılmasını gerçekten hevesle bekliyorum.

13 Temmuz 2012 Cuma

YAZLARI

Akşam saatlerinde yolda yürürken, herhangi bir evden gelen biber kızartmasının kokusunu

Gecenin bir yarısı açlık beni dürttüğünde, buzdolabında duran zeytinyağlı fasulye tenceresine gömülmeyi

Dışarıdan eve girdiğimde ilk iş, buzdolabındaki soğuk su şişesinden kana kana su içmeyi

Külahta dondurma yemeyi

İnce elbiseler giymeyi

Balkon kapısını açıp, durgun havayı izlerken, aniden gelen bir esintinin tülleri dalgalandırmasını

Kumruların balkona koyduğum kaseden su içmesini ve hemen uçmayıp benim için guguk guguk ötmelerini

Plajda kızgın kumların üstünde sekerek yürümeyi

Aklıma estikçe alkolsüz mojito hazırlayıp, tatil hayalleri kurmayı

Evde her zaman çıplak ayakla gezmeyi

SEVERİM.






2 Temmuz 2012 Pazartesi

Rehavet

Yaz getirdiği sayısız güzellikle beni sarmalamış durumda. Günler daha uzun, hayat daha bir sakin, elim ayağım çokça sıcak ve bir mahmurluk hali her daim bünyede yer edinmiş durumda. Ege bu yaz çokça çocuk oldu. Tazmanya canavarı gibi döne döne koşuyor, takla atıyor, her şeyin üstüne çıkıp pis pis sırıtıyor ve daha bir sürü muzırlığın hızla gelmekte olduğunun sinyalini veriyor. Geçen hafta ilk kez denize girdi ve su olan her şeyi çok sevdiği gibi denizinde hastası oldu. Suyun içinde beni tutma, bırak diye babasına kızdı. Sahilden denize koşa koşa gitti yaka paça zor tuttuk :) Çok mutlu oldum. Denizi sevmesi beni o kadar mutlu etti ki anlatamam. İşte böyle Ege her haliyle tüm günümü dolduruyor, bana sıkılmayı özletiyor. O olmadan önce ne yaparmışım, nasıl gün geçermiş bilemez oldum. Birde konuşsa... Ben işte tüm gün ev ve Ege arası mekik dokuyorum. Okunacak kitap, dergi izlenecek filmler, diziler yanıma kar kalan şeyler. Gidemediğim sinema filmlerini internetten aşıra maşıra izliyorum fakat benim hayatımı bu aralar oldukça dolduran ve hatta blogumu bile unutturan şey Kore dizileri ve Kore sineması oldu. Kore sinemasını ucundan kıyısından biliyordum ama şimdi koca bir okyanusu yudum yudum içmeye çalışıyor gibiyim. Diziler dersen, ruhumu besleyen yegane şey oldu. İşten çıkıp evde oturmanın getirdiği ruh bozukluğunu ve hatta sayısız ruh hastalığımı da sildi gitti. Kore romantik komedisi beni sarmalayıp nerede ne derdim varsa şifa oldu. Böyle sihirli değnek masalı anlatır gibi oldu değil mi? Bu dizileri sevmemin nedeni çok naif olmaları. Aşkı olduğu gibi anlatmaları. Durum komedileri ve insan halleri o kadar gerçek ki, insanda uzansam dokunabilecekmişim hissini veriyor. Çok seviyorum işte ne biliyim ben.

19 Haziran 2012 Salı

Keyif

Gece nasıl bir kabus görmüş olursam olayım, güne Ege'nin neşeli yüzüyle başlamak tarif edilemez bir duygu. İnsanın içindeki bütün kötülüğü emip yok ediyor. Tek bir gülüş yüzünün aydınlanmasını sağlıyor. Bir evde çocuk olması ne güzel bir şeymiş.

16 Haziran 2012 Cumartesi

Değişim

Bugün Ege'nin saçlarını kestim. Artık gerçekten bir oğlan çocuğu olduğu anlaşılabiliyor. Taşköprü'de herkes kızım diye sevdi. Erkek demekten imanımız gevredi. Tabi saçlarını kesmeme sebep olan şey bu kimlik karmaşası değildi. Başkalarının ne dediğini dert eden biri değilim lakin beni buna iten en büyük sebep, İstanbul'un cehennem sıcağına düşmüş olmamızdı. Dün akşam 22:00'de geldiğimiz yegane evimiz saunadan hallice. Sabah kalkınca saçı başı bir birine giren zavallı oğluma baktım ve kendi göz zevkim için çocuğa eziyet etmeyi bırakmamız gerektiğine kanaat getirdim. Omuzlarından aşağı dökülen o lüle saçları kestim. Gözlerim doldu neden bilmiyorum kıyamıyorum o lüle saçları kesmeye. Memo'da bende üzüldük ama Ege rahatladığı için çok mutluyuz. Vallahi berberden güzel kestim. Yeni kafanın fotoğrafı yok henüz. Eskilerden küçük bir anı koymadan geçmeyelim.

13 Haziran 2012 Çarşamba

Homini Gırtlak

11 gündür Kastamonu/Taşköprü'de kuyu kebabından, etli ekmeğe, zeytinyağlı dolmalardan, kıymalı pidelere doğru dört nala koşuyorum. Değil DUKAN feriştahı gelse beni adam edemez şu an :P Cuma günü İstanbul il sınırlarına girene kadar durum böyle. Çok pis diyete girmem lazım. Zaten iki ay bir şey yemesem beni fazlasıyla idare eder. Birde senelerden sonra pastahaneden dondurma yedim. Bildiğin doğal ev yapımı dondurma. Çok lezzetliydi. Kocaman külahı 1 TL. Taş fırından koca koca ekmekleri sıcak simitleri saymıyorum bile. Her sabah yapılan dört dörtlük kahvaltılar ve daha sofrayı toplamadan, öğlene ne yapsak? akşama ne yesek? diye dertlenmekten gayri bir derdimiz yok. 2 gün daha coşup sonra hizaya giricem inşallah. İstanbul'da görüşürüz.

31 Mayıs 2012 Perşembe

Şikayetname

Bazı insanların bilmedikleri konular hakkında ahkam kesmesinden hiç hoşlanmıyorum. Çok biliyormuş gibi konuşmaları, yazmaları ve bazılarınında bu saçmalıkları dinlemesi, inanması beni çok şaşırtıyor. Bilmediği bir şeyi uzun uzun anlatabilme becerisi de her kula nasip olmayacak bir meziyet olmalı. Üstelik onların bu bilmişlikleri, gerçekten bilenlerin susmalarına sebep olmakta. En üzücüsü de bu bence. İnsanların bilmeyenlerden bir şey öğrendiklerini sanmaları. 34 yaşındayım ama halen bu hayatta hiç bir şeyi çok bilirmiş gibi konuşamam. En başta utanırım. Sokrates, " Bildiğim bir şey varsa oda hiç bir şey bilmediğimdir " demiş ve benim hayat felsefemi çizmiştir. Saygılarımla.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Ebe Sobe

Malum Sevdiğim bir yazarın kitabını okurken araya bir şeyler sokamıyorum. Bazı yazarların ekstra başımın üstünde yeri olduğundan, bu aralar fazlasıyla HARUKI Murakami dolu günler geçirdim. Kitabı bitirir bitirmez sevgili Asortik Krep'in sobesini cevaplamaya geldim. Biraz arası açıldığı için özür dilerim. 1- Ne sıklıkta kitap okursunuz? Belli bir aralığı yok. Elimin altında her an okuduğum bir kitap olur. Bir kitap biterse bir diğerinin arayışına çıkarım. 2- En sevdiğiniz yazarlar? Bloğu takip edenler az çok biliyor aslında. Bazıları ekstra sevgili durumunda. Marquez, Haruki Murakami, Yuşio Mişima, Umberto Eco, Gao Xingjian, Gustave Flaubert, Dostoyevski, Turgenyev, Mihail Şolohov, Balzac.....Türk yazarlardan elbette, Reşat Nuri Güntekin, Hüseyin Rahmi, Ahmet Mithat Efendi, Ömer Seyfettin, Orhan Veli, Özdemir Asaf... onları geçebilen yeni yazarlar henüz benim kalbimde çokta yer etmiş değil. 3- En beğendiğin kitaplar? Üst maddenin cevapları, bu sorununda cevabı aslında. 4- Yerli yabancı hangi kitapların yazarlarını daha çok tercih edersin? Bu aralar daha çok yabancı yazarları okuyorum galiba. 5- Bugüne kadar en beğendiğin kitap serisi? Bu soruya iki cevabım var. Okuma sırasına göre ilki Mihail Şolohov - Durgun Akardı Don diğeri Yukio Mişima - Bereket Denizi. 6- Daha çok hangi tazda okumaktan hoşlanırsın? Sanırım her türlü romanı severek okuyabilirim. Anı, biyografi ve seyahat günlüğü tarzında kitapları da severek okurum. 7- En son hangi kitabı okudun? HARUKI Murakami - 1Q84 8- Şu anda hangi kitabı okuyorsun? Muhibbe Darga - Kazı Başkanının Karavanası 9- Kitap blogları hakkında ne düşünüyorsun? yeterli mi? Fazla takip ettiğim söylenemez. 10- Kitap okumak sizin için ne ifade ediyor? Özgürlüğü ifade ediyor. Kısa kısa geçiştirdim gibi oldu ama Ege şekerleme yaparken yazabildim. Ayrıca Ege'nin bugün ateşi çıktı. 22 aydır ilk defa ateş düşürücü içti. Keyfi yerinde başka bir sorunu yok gibi ama ateşi var umarım çabuk geçer. Böyle işte.

13 Mayıs 2012 Pazar

Murakami

Anneler günü için kendime güzel bir hediye seçtim. Kitap nisan ayında basıldı ama kitapçının kapısında yatmadım, almadım, bekledim özellikle Anneler gününe denk gelsin diye sabrettim. İnternetten sipariş veremezdim çünkü benim için Murakami Remzi Kitabevinden alınmalıydı. Usul adet öyle. Evvela kapak şefkatle okşanmalı, kitabın içi açıp koklanmalı, velhasıl öpüp sevilmeli ki, kasaya ödeme yapıp çıktığında içine bir sevinç dolsun. Sonrasındaysa tüm varlığınla ayakların en az 10 cm. yukarıya havalanmış, süzülürcesine eve doğru akar gidersin.
İşte bende dün akşam aynen böyle yaptım. 1256 sayfadan oluşan kitaba karşı hissettiklerim, bir çocuğun koca bir çikolataya karşı beslediği duyguyla aynı. Kitaptan koca bir ısırık almamak için kendimi zor tutuyorum. Ama tutuyorum. Zira evvela anneme gidip, bahçesinden arakladığım çiçeklerle Anneler gününü kutlamam gerek. Akşama eve geldiğimde yapılacak edilecekler toparlanıp, huzur ortamına kavuşunca, güzel bir kahveyle sert kurabiyeleri yanına eşlikçi edip, koltuğa yerleşmem gerek. Sonrasında beni muazzam bir festival bekliyor. Uzun bir aradan sonra, sevgiliye kavuşmak gibi bir şey. Artık o noktadan sonra bana kimse ilişmesin lütfen. Zira büyük bir olasılıkla, Haruki Murakami okuyor olduğumdan kimseyi duymuyor olabilirim. Bana Anneler günü hediyesi olarak, Murakami'yi alt edebilecek bir hediyeyi bilmem ki Ege ne zaman bulur getirir ???

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Okumadan Ölmeyelim

Bu aralar pek okuduklarımı buraya not düşmez oldum. Okumaktan keyif aldığım kitaplardan bahsetmediğim zamanlar bir eksiklik hissediyorum. Çokça kitap için, şu kitaptan da bahsedemedim gitti diye dertlendim ama bir şekilde Yukio Mişima'yı es geçme Allah aşkına diye ant verdirdim kendime. Bundan sebep alt fotoğrafta ön ve arka kapağını koyduğum sevgili kıymetli biricik yazarın kitabını okuduğumu yazmak istedim. Benim için Yukio Mişima çok önemli bir yazar. Günlerden bir cumartesi günü avare bir şekilde İstiklal' de gezer iken, rutin Can Yayınları molasını vermiştim. Marquez'in artık okumadığım hiç bir kitabının kalmamış olmasından sebep, her nasılsa birden önümde ilahi bir biçimde parıldayan kitaba elim gidiverdi. O kitap Yukio Mişima'nın Bahar Karları kitabıydı. Böylece yazarın Bereket denizi adını verdiği dörtlemesinin ilk kitabı olan Bahar Karları ile yazarla aramda derin bir bağ oluştu. Halen Bahar Karları'nın bende yarattığı etki ilk günkü gibi devam etmektedir. Belki daha 21 yaşında olmanın getirdiği bir ruh halinin de kitapla bir bütün oluşturmamda büyük etkisi olmuştur. Bahar Karları sonrası dörtlemenin diğer kitaplarını da bir solukta okuyup bitirmiştim. Benim için bu dörtlemenin en güzel kitabı Bahar Karlarıdır. Blogun isminden de anlaşılabilir sanırım. Dörtlemenin diğer kitapları, Kaçak Atlar, Şafak Tapınağı, Meleğin Çürüyüşü olup tüm seriyi okumanızı tavsiye ederim. Bu şekilde seriyi bitirdikten sonra 1970 senesinde daha 45 yaşındayken, Japon geleneklerine uygun bir şekilde intihar eden yazarı daha iyi tanımış olacaksınız.
Yaz Ortasında Ölümse yazarın öykülerinden oluşmakta. Kısa tadımlık öyküler. Ben bu öykü kitabını geçen sene sonbaharda alıp okumuştum. Benim asıl anlatmak istediğim kitap alt fotoğrafta görüleceği üzere, Batılı büyük bir yazarın Mişima'yı keşfe çıktığı bir kitap. Yazar Mişima'yı ve Bereket Denizi dörtlemesini ve bu dörtleme sonunda intihar ediş sürecine bizleri de dahil etmekte.
Alınası okunası kitaplardır, şiddetle tavsiye ederim. Daha fazla yazmıyorum merak etmeyin :) İstesem de yazamam zira sağ kolumun altına kafasını sokup ağlayan oğlumla ilgilenmem gerek.

25 Nisan 2012 Çarşamba

Ondan bundan

İyice yazma özürlü oldum. Bunun sebebi artık eskisi kadar yazmaya ihtiyaç duymamam galiba. Yani kendimi rahatlama yoluydu yazmak. Demek oluyor ki, gayet rahatım ki yazmaya ihtiyaç duymuyorum :P Değil elbet ama ne biliyim yazdığım çoğu şeyi artık o kadar önemsemiyorum. Buna büyümek deniliyor galiba. Beni büyüten birazda çocuk sahibi olmak oldu. Dert kategorisinde yer alan maddelerin önem sırası değişti. Artık daha pozitif biri oldum. Çok iyimserde olmayalım halen dertlendiğim sayısız şey var ama artık daha başa çıkabilir bir ruh haline büründüm. Bloga yazmaktan çok, okuyorum bu aralar. Yorum yazamıyorum ama Ege taciz edene kadar en azından elimden geldiği kadar çok bloga bakmaya çalışıyorum. Benden biraz haber vermek lazımsa genel olarak hayat iyi, hayat güzel. Bir derdim yok çok şükür. Malum dertlendiğim konu kiloydu ondanda kurtuldum. Bütün 36 beden kıyafetlerimin içine giriyorum :) Yazlık tek bir şey dahi almama gerek yok. Kilo vermek için diyet yapmanın bana en büyük faydası günde 2 litre su içmek oldu. Gün içinde çok ihmal ediyordum su içmeyi. Bir diğeri ise artık tam anlamıyla yeşil çay bağımlısı oldum :) Siyah çayı içmek aklıma bile gelmiyor. Özellikle Rize marka teneke kutu içindeki kokulu yeşil çaya ölüp bitiyorum. Bu aralar beni en mutlu eden şeyse çilek! Çilek en büyük tutkularımdan biri. Ege içinde artık öyle. Ne kadar çilek yerse o kadar mutlu :) Zaten Ege için meyve olsun da, ne olursa olsun. Yemek konusunda damak zevki bana çekmiş. Zeytin ve peynire deli oluyor çocuk. Bu aralar Ege her yere tırmanmaya çalışır halde. Düz duvara tırmanmanın ne demek olduğunu bizzat görmeye başladım. Üç kızın olduğu bir evde büyümüş biri olarak, bizim evde ses çıkmazdı. Bildiğin kütüphane :) Dedemin beni güldüren bir sözü vardı. Sinek olsa vızıldar, bunların o kadar bile gürültüsü yok derdi. Şimdiyse benim bütün gün ağzımdan çıkan, -Ege, yapma! -Hayır Ege fişi çekme!!! -O topu ocağa atma sakın! Allahım sütün içine girdi bak! -Oğlum basmasana bulaşık mak. düğmesine. Çalıştırma hayırrrr!!!! -Ege arabayı yerde sür, Ahh! atma kafama acıyor be! gibi bitmez tükenmez feryatlarla geçiyor günümüz. İşte benden böyle. Bir ara uğrarım yine.

20 Nisan 2012 Cuma

Bunama

Bir şeyler yazmak isteyerek Yeni Kayıt sayfasını açıyor boş boş bakıp kapatıyorum.

Az evvel yine bunu yaptığımı söylemek istedim. Belki merak edersiniz.

Belki ne demekse. Aman boş verin. Ben öyle yapıyorum artık.

9 Nisan 2012 Pazartesi

Akıp Giden Zaman

Günler öyle hızla akıyor ki, yaşadığım hayat rüya mı? gerçek mi? algılayamıyorum.
Çoğu zaman kendi adıma hiç bir şey yapmıyorum. En büyük keyfim blog dünyası bile bir köşede kaldı. Eskisi gibi bilgisayar başına oturamıyorum zira Ege bu durumdan hiç hoşlanmıyor bende çoğu zaman günlerce bilgisayarın açma düğmesine bile basmıyorum.

Hafta sonu beni büyük bir şaşkınlığa uğratan durumsa, Anne ve Bebişi'nin minicik bir kız çocuğu sahibi olduğunu öğrenmem oldu. Ben hamile olduğunu bile bilmiyordum fakat epeydir sıkıntılı günler geçirmiş ve minicik ama sapasağlam çok tatlı bir kızı dünyaya getirmiş. İçim kıpır kıpır oldu. Benim anneliği çok yakıştırdığım kadınlardan biri olması sebebiyle kendimce çok sevindim. Allah analı babalı büyütsün, dertten kederden uzak olsun. Bloguna yorum yazdım destansı bir biçimde ama nedense bir hata yapmışım yayınlanmadı bende tebriklerimi buradan göndermek istedim.

Bizim evdeki değişiklikse Ege'nin yatağını büyütmemiz ve önündeki parmaklığı kaldırmamız oldu. Ege aylardır gece benimle yatıyor ve yeniden yatağına dönmenin vakti geldi bence. Çok bozuk bir uyku düzeni var. Koltuk köşelerinde uyuyor ama yatağında yarım saatten fazla uyumuyor. Şimdi bence kısmen daha iyi bir durumda. En azından yatakta bende yanına yatıp yatıştırıp uykuya dalmasını sağlayabiliyorum. İlk gece bir uyandım kapının ağzında parkenin üstünde yatıyor. Aklım çıktı. İçim kıyıldı neden yanımda yatırmadım diye ama çıktık bir yola bakalım sonuç ne olacak. Yatağı çok yerden neredeyse yer yatağında yatıyor. Yatağın önüne de koltuk minderlerini koydum ama yinede parkeye ulaşmayı başarmış bende açık kalan kısım bırakmamak için yorgan serdim. Bütün oda yatak oldu anlayacağınız. İnşallah bir sonuç alabilirim. Gündüzleri de yatağında vakit geçirmeye başladı sevdi bu durumu ama geceler halen muamma.

Ben son gaz Kore dizilerine gömülmüş durumdayım. Sıkı bir Uzak doğu sineması müptelasıydım ama diziler bu olayı bambaşka bir hale getirdi. Genelde 16-18-20 bölümden oluşan diziler insanı sıkmadan baymadan tam kararında bitiyor ve tadı damakta kalıyor. Tavsiye ederim :)

Diyet olayını biraz Dukan, biraz ruhdagı çeşnisinde ilerletiyorum. Olmayan kıyafetlerim oluyor çok mutluyum ama 49 kilo olma hedefimi 52 kilo olarak değiştirdim. Zira artık 18 yaşında değilim ne yazık ki! 34 beden olmak hastalığımı 36 bedenle yaşa mutlu yaşa olarak değiştirdim. Şimdi 54 kiloyum ve fazla kasmadan 2 kilo daha verip yaza başlamaya karar verdim :)

Sahi 21 aydan sonra ilk kez dün ellerime manikür yapıp seyrettim. Ah! nerede benim saks mavisi, petrol yeşili ojelerim nerede kırmızılarım :) Ojeler yok ama şu an yerde yuvarlanıp dikkatimi çekmeye çalışan çok sevimli dünya tatlısı bir oğlum var. Egem var.

İyi ki anne olmuşum :)

30 Mart 2012 Cuma

Cuma Cuma

Dinden imandan çıkmak üzereyim. Dukan'dan gına geldi. Öğğk! kusucam artık.

Bıktım. Kısaca tüm yazmak istediklerimin özeti bu işte B I K T I M !!!

Tamam kilo verdiriyor ama yumurtadan, yağsız lor peynirinden, tavuktan ve köfteden gına geldi. Yağsızlıktan, meyvesizlikten, bakliyatsızlıktan veeee makarnasızlıktan illallah yahu!

Zayıf ama mutsuz mu? accuk balık etli olup mutlu mu? Hangisi?

Ayrıca bu basenler neden erimiyor? ve ben ne ara bu kadar yaşlandım. 35 olmama şuncacık kaldı. Yolun yarısı ve bu sebepten bir ayağım çukurda! Saatler ileri alındığında kendimi daha hızlı yaşlanıyor gibi hissediyorum :(

Mösyö Dukan elinizi bırakmama minicik bir şey kaldı ya biraz daha kavrayın ya da olacaklardan beni mesul tutmayın.

29 Mart 2012 Perşembe

20. Ay

Ege 20 ay önce tamda bu saatte doğmuştu. 20. ayın kutlu mutlu olsun benim güzel oğlum, melek oğlum.
Çok şekersin. Bugünlerde çok büyüdün oğlum. Bakışların, tavırların, manalı gülüşlerin filan doyulmuyor inan. Her günümüz bir öncekinden daha keyifli daha coşkulu. Babanda bende seni sevmeye doyamıyoruz.

Kucağımdan hiç inme olur mu?

28 Mart 2012 Çarşamba

OPPA

Yaş otuz dört ama ruh halen on yedisinde! Ahh! Ah! düştüğüm hallere bak.

Her şey Burcu'nun evde canın sıkılmasın izlersin diye verdiği Kore dizileriyle başladı. Sonrada aldı yürüdü.







Jang Geun Suk sen benim karşıma nereden çıktın be çocuk.

Yaktın beni Burcu.

21 Mart 2012 Çarşamba

Diyet Dertleşmesi

Ömrü hayatımda ilk kez diyet işlerine girdim bakalım ne olacak?

10 gündür devam eden süreçte 2,2 kilo verdim. Vermem gereken 5,5 kilo daha var. Hedefim yine 49-50 kilo arası olmak. Evde Tv karşısında abur cubur yemek ve geç saatlere kadar oturup, gece yarısından sonra kocaman ekmek arası kaşarları götürmek sonucu tam 58,2 kilo olmuştum. Çok kızdım kendime. Bir bıkkınlık gelmişti. Evde olmak atıl olmak gibi gelmişti. Üzüldükçe, tatlıydı tuzluydu demeden hırsla yemek sonucu kendi kendime kötülük ettim.

Bir gün tamam dedim bu devran böyle dönmez. Tam bir kararlılıkla başladım ve sonuna kadar devam etmekte son derece kararlıyım. Zaten bu oldukça uzun kapsamlı bir diyet. Hedeflediğim kiloya inince koruma diyetine başlamam gerek buda 80 gün daha koruma diyeti yapılması demek ama o kısım biraz daha güzellikler içeriyor. Sorun yok yola devam :)

Ekmek sever biri olarak ekmeğin eksikliğini hiç hissetmedim ama bir spagetti aşığı olarak makarna yemeyi özledim. Birde diyetin kilo verene kadar devam eden bölümünde meyve yemek yasak! İşte özlediğim en önemli şey meyve. Meyvesizlik beni delirtiyor. Tatlı aşığı olmadım hiç bir zaman çikolata hiç yemem zaten. Birde zeytin var yasakların içinde. İşte o zeytinin yasak oluşu da beni mutsuz eden diğer bir etken. Ama bunun dışında zor geçen bir diyet değil.

İşte aşağı yukarı bu şekilde devam ediyorum. Bakalım 1 ayın sonunda hedefime ne kadar yaklaşmış olucam.

12 Mart 2012 Pazartesi

Girdik Bir Yola

Bugün DUKAN diyetine başladım, vatana millete hayırlı uğurlu olsun.

27 Şubat 2012 Pazartesi

Pazartesi Neredesin?

Pazartesi sendromu yaşamayı özledim. Evet özledim bunu söyleyebileceğim aklıma dahi gelmezdi ama işte söylüyorum. PAZARTESİ SENDROMUNA GİRMEYİ ÖZLEDİM!!!

Ev beni çoktan yuttu ve hatta dişlerinin arasında çıtırdayan kemiklerimin seslerini duyabiliyorum. 21 aydır evde olmanın akıl sağlığıma zararları konusuna girmek dahi istemiyorum. Hele son zamanlarda işten tamamen kopmuş olmam ve bunun sonucunda hepten bıkkınlığa giriş ve alınan kilolar, giderek anne görüntüsünü bünyenin dışa vurması ve daha bir sürü ıvır zıvır sebepler. Ah! daha fazla devam edemeyeceğim...

Geçen haftamı evdeki tüllere perdelere ayırıp yıkayıp astıktan sonra, Ay! ayol vallahi pisim beeeen. Leş olmuş bunlar aaaaa! feryatları evet benden yükseliyordu. Evin içinde her yer toz diye dolaşmama şuncacık bir şey kaldı. Yakında üst kat komşuyla tepeme çırpma bunları diye ağız dalaşını da girerim ben. Yapabilirim.
Sürekli yemek programlarını izliyor olmam bünyeme geri dönüşümü olmayan hasarlar vermeye devam etmekte. Aman böyle daha güzel oldum diye kendimi kandırmam bir zaman sonra işe yaramayacak belli.

Saçlarıma dolanmış vaziyetteyim. Kestirip biraz kısaltacaktım çünkü ördüğüm zaman Ege ucundan tutup beni yerlerde sürüklüyor. Yemin ediyorum en sevdiği oyuncağı benim. Saçın süpürge edilmesi olayını bizzat yaşıyorum.

Bir değişiklik olmalı artık. Ne bilmiyorum ama bir şey işte.
Öööööfffff!

Aaaa! dur bakıyım. Kız ayol yoksa bu pazartesi sendromu mu? Vallahi de o işte. Yarabbim sana şükürler olsun. Hiç giremem artık diyordum. Ağlıycam sanırım.

Bu arada her yer leş valla he!

15 Şubat 2012 Çarşamba

Alt Postun Devamı ve Daha Neler Neler...


Malum Uzak doğu denemelerimizin resimlerini koymadan edemedim. Efendim çakma kimbap, ruhdağı usulü ramen ve körili tavuklu ve zencefilli noodle bunlardı. Birde az bir şey hazır suşi aldık ama bence benim kimbap daha lezizdi.

Kimbap için ikinci seferde daha becerikli olucam. Zira ilk seferde Ege'nin azizliğine uğradım. Kıskanç bir oğlum var ne yazık ki! Beni kardeşimle dahi baş başa bırakmak istemiyor. O gün kavga dövüş bu kadar yapabildim. Lakin pazı bence sert kalıyor beğenmedim ama tat olarak değil de, görünüş olarak ve kimbapı keserken zorladığından bir daha ki sefere sade pirince sarıcam.


Burcu ayıla bayıla yedi. Dolayısıyla görev tamamlanmıştır :)

Bende dün hayatımda ilk defa dişçiye gittim. Evet ilk defa dişçi koltuğuna oturdum çünkü neredeyse bir senedir alt azı dişimin bir parçası kırık dolanıyordum ama bu hafta artık su içerken zonklamaya başladı. Bende dişçiye gittim kanal tedavisi yapıldı. Artık benim dişim de dolgulu bir diş oldu :( İkide bir dilim üstüne gidiyor ve orada bir şey kalmış gibi hissediyorum. Neyse işte böyle oldu yazıyım dedim :)

Pazar günü Taksim'e gittik. Ege ve Taksim fotoğraflarını da inşallah bu ay bitmeden yüklerim :)
Çok tatlıydı çünkü buraya koymak istiyorum.

Onun yerine Pal sokağı çocukları çalışmamızdan bir örnekle veda edeyim :D

6 Şubat 2012 Pazartesi

Füzyon Mutfağı

Ege Burcu'nun okulu tatil olduğundan İstanbul'da. Bizim Uzakdoğu mutfağı konusunda epey planlarımız vardı. Japon mutfağından Ramen, Kore mutfağından Kimbap yapma konusunda kavilleşmiştik.

Dün Ramen için udon aldık. Annemde yılbaşı için aldığı hindinin yarısını dondurucuya atmıştı onu aldı geldi. Ramen için gereken suyu hindiden temin etmeye karar verdik ve ben dün akşam lezzetli bir hindi suyu hazırlayıp dolaba kaldırdım. Kimbap içinse gereken malzemeler bilindik suşi malzemeleri. Lakin biz yosuna sarmak yerine, pazı yaprağına sarmaya karar verdik. Bu sayede annemde tadına bakabilir belki! İç malzemesi sebze ve hatta omlet bile konulan bir şey bu kimbap. Biz iç malzemeyi kırmızı biber, havuç ve salatalık olarak tayin ettik. Kimbapın pilav kısmını ekmek makinesinde yapmaya karar verdim çünkü o gereken lapa pilav ekmek makinesiyle elde edilebiliyor. Daha önce denemişliğim var.
Bu Kimbap denilen şey suşi gibi görünsede aslında suşi değil. Örnek vermek gerekirse, orjinal çiğ köfteyi düşünün etli olur ama birde etsiz çiğ köfteler var piyasada işte Kimbapta etsiz çiğ köfte hesabı balıksız suşi :)

Valla tüm malzemeler hazır şimdi Burcu'nun banyo sefasının bitmesini bekliyorum. Beraber Kimbap yapıp dedikodu yapıcaz. Arada unutmazsam fotoğrafta çekip bloga koyucam bakalım.

* Üç lafın ikisi Ege olunca, Burcu yerine Ege yazmışım :)

3 Şubat 2012 Cuma

Yakışıklı

Benim oğlum diye söylemiyorum ama gittikçe yakışıklı oluyor kerata benden söylemesi :D


Birde anası üşenmeyip, fotoğraf makinesini boşaltıp daha çok resim çekse harika olacakta, nerede o ANA !

2 Şubat 2012 Perşembe

İlk

Ege zararlı bir şey yemesin diye çok çabalıyorum. Yani paketli her hangi bir şey yememesi için gerçekten doğa üstü bir gayret gösteriyorum.

Memo'yu sürekli göz hapsinde bulundurmam gerekiyor.

- Dilini deydirsin azıcık ne olur sanki? (dondurma)

- Bir ısırık alsın canı çeker çocuğun. (çikolata)

- Ne olucak yaaa! Çok büyütüyorsun her şeyi (cips)

- Koktu şimdi verelim çocuğa! (sucuk)

- Hiç mi yemiycek çocuk bunları. Nasıl çocuk olucak. Ana okuluna gidicek dalga geçicekler çikolatayı bilmiyo diyo cık cık cık!

- Bizde yedik ne oldu sanki? Hiç!

gibi bitmek bilmez konuşmalar geçiyor aramızda. Ona göre makul miktarda vermek gerekiyor. Makul miktarı nasıl belirleyecekse?

Neyse, gelelim dün akşama. Çay içerken iki üç tane Eti hoşbeş yemek istedim. İstemeseydim keşke. Ege daha evvel hiç yemediği halde gofret için ağladı. Bende nasılsa yemez diye bir ısırık verdim. Başım çok ağrıyordu azıcık sakinleşsin dedim ama Ege gerisini vermiyorum diye gene başladı ağlamaya. Bende yarım parmak kadar o ince gofretden verdim. Görmeniz lazım elinden alırım diye balkon kapısıyla koltuğun oraya gidip yedi. Kendince saklanıyor yani :)
Ağzı elleri çikolataya bulanmış suratta aptal bir sırıtış çok şekerdi.

Dün olan şey Ege'nin de en az babası kadar abur cuburu seveceği yönünde ilk sinyalleri vermiş olmasıydı.

Sonuç olarak Memo'yla kavga kıyamet ettiğim bir konuda gidip çocuğuma ilk gofretini ben yedirmiş oldum. Suçluyum ama dün akşamki o tatlı muzur suratı ömrüm boyunca aklımdan hiç silinmiycek.

10 Ocak 2012 Salı

Muamma

Bütün diyetisyenler ve diyet kitapları ve kadın dergilerinin çok bilmişlerinin dediği en mühim şey, lokmanızı uzun uzun çiğneyin. 10 kere, 20 kere ...

Yahu! benim her lokmayı o kadar uzun süre geviş getirecek zamanım mı var???
Nerde o rahatlık acaba?

Bazı günler ben akşam yemeğimi toplam 20 kere çiğnemiş oluyorum.
Peh! her lokmayı 10 kere çiğneyecekmişim. Oldu görürsem söylerim!

9 Ocak 2012 Pazartesi

Kahve Kokusu İyidir.

Özellikle kesintisiz uyuyamayan bedbahtlar için. Deliksiz uyumanın nasıl bir şey olduğunu unuttum. Sahi güzel bir duygu olsa gerek.

Bu aralar uyku düzeni düzensizlik içinde eriyip gitmiş bir Egecikle cebelleşip durmaktayım. Aslında cebelleşen o, ben sadece seyircisiyim durumun. Son altı aydır mütamadiyen değişen uyku hallerimiz son iki aydır ayyuka çıktı. Artık Ege uykuya yatağında başlayıp, iki saat sonra benim yanıma geçerek sabahı buluyor. Memo salona kanapeye geçmiş durumda. Bu durumun başlangıç sebebi dört tane ön azıların çıkması mı? Onlar çıktı şimdi köpek dişleri damağı delme yarışına girdi bundan mı?
Bil-mi-yo-rum. Evet hiç bir şey bilmiyorum. Zira Ege için mutlu mesut bahsettiğim ne varsa tersine döndü. Uyku bunlardan biriydi ve açıkçası üzgünüm.

Bunun dışında Ege konuşmak yerine her şeyi I-ııı diyerek ve göstererek anlatıyor. Bu Iıı-lar tonlamasına göre evet, hayır, onu istiyorum, bundan ver anlamlarına gelmekte. Bunun dışında Klingonlulara özgü konuştuğu tuhaf bir dili var. O dil bizi gülmekten öldürse de, yeryüzündeki hiç bir dilin karşılığı olmadığından kimsenin anlaması mümkün değil. Onun yaşıtı olan çocukların resmen kısa öyküler yazma aşamasında olduğunu görüyor ve hayret ediyorum. Özellikle kızlar almış yürümüş durumda. Erkek çocuk geç konuşur diyenlere rağmen hafiften kıllanmıyor değilim.
Lakin çocukları mukayese etmekten nefret ettiğim için, önüme bakıyor ve konuşmaya hazır olduğunda nasılsa konuşacak diyorum. Tıpkı uyku gibi. Yatağında kesintisiz uyuduğu günlerde gelecek ve o zamanlar ben ona yalvarıcam ne olur azıcık koynumda uyu oğulcuğum diye.

Birde dans etmeyi çok seven bir çocuk. Her reklam müziğinde bile dans etme konumuna geçiyor. Geçen gün oğlumla Guns N'Roses eşliğinde kudurup kendimi, vay be! çocuğumla kafa salladığım günler geldi inanamıyorum derken buldum.

Hayat çok çabuk geçiyormuş.